Köprü Anasayfa

İlme, İrfana, Ümrana KÖPRÜ

"Güz 2007" 100. Sayı

  • Bediüzzaman Said Nursi’nin Zülcenaheyn Fikri

    The Idea of Zülcenaheyn (Two-Winged) by Bediuzzaman

    İrfan GÖRKAŞ

    Dr., Bolvadin İşitme Engelliler Meslek Lisesi Md.Yrd.

    1878’de doğan Said Nursi, Osmanlı ilim muhitinde yetişen, Osmanlı dinî düşüncesini Cumhuriyet düşüncesine taşıyan düşünürlerden birisidir. Ayrıca o, Yeni Said dönemine kadar bilfiil siyasetin içindedir. Dolayısıyla onun, felsefi tartışmalardan uzak kalması beklenemez. Biz bu yazımızda, Nursi’nin “zülcenaheyn” fikrini tespit etmeye çalışacağız. Çalışmamızda Nursi’nin eserlerine, Ahmet Berk’in hazırladığı Risale-i Nur Külliyatı’na, atıf yapacak ve alıntılarımızda aynı çalışmayı kullanacağız.

    Said Nursi’nin eserlerini taradığımızda, onun, zülcenaheyn (iki kanatlı) nitelemesini üç kişi için kullandığını görüyoruz. Birincisi Peygamberler ve Peygamber efendimiz, ikincisi İmam Rabbani olarak bilinen Ahmet Faruk Sirhindi ve Mevlana Halid Ziyaeddin, üçüncüsü Van’da kurmayı düşündüğü Medresetü’z-Zehra müderrisleridir.

    Said Nursi’ye göre Peygamberler iki kanatlıdırlar (zülcenaheyn).1 Peygamber, Allah’ın “zülcenaheyn bir mebusu”dur. Bu mebusun bir kanadı “ubudiye-i külliye” ötekisi “risalet” kanadı”dır. Peygamberlik ise, “Uluhiyetin kendini göstermesi”dir. Nursi bu durumu, ışık-güneş metaforuyla açıklar. Nasıl ki güneşin varlığı, ışık (ziya) vermeksizin mümkün değilse, uluhiyetin de peygamberleri göndermeksizin kendisini göstermesi mümkün değildir. Yani ışık güneşin kendisini göstermesi için nasıl lüzumluysa, aynı şekilde uluhiyetin kendisini göstermesi için peygamberler göndermesi lüzumludur. Zira uluhiyet böylesine bir müzeyyen kainatı yaratan kimsedir.2 Said Nursi, bu anlamlar yanında iki kanatlı (zülcenaheyn) kavramını Hz.Peygamber için, “abd” ve “resul” anlamında kullanır. Buna göre zülcenaheyn üstad, hem abddir, hem resuldür. Rabbini ubudiyet yönüyle tavsif ve tarif etmesi nedeniyle abd; risalet yönüyle Rabbinin ahkamını Kuran vasıtasıyla cinlere ve insanlara tebliğ etmesi nedeniyle resuldür.3

    Nursi, Onuncu Söz’de meseleyi, padişah-yaver benzetmesiyle açıklar. Padişah, bütün kainata hükümrandır. Peygamber, onun yaveridir. Hz.Peygamber ise “yaver-i Ekrem”idir. Padişah, bu istek karşısında yaverinden, külli saltanatını tanıtmasını, bütün kamunun terbiyecisi olduğunu, çokluk ve tikellik tabakalarında padişahın tek olduğunu (vahdaniyetini) ve hiçbir şeye muhtaç olmadığını (samediyetini) ilan etmesini istemektedir. Yaver, gerçekte bir mebustur ve iki kanatlıdır (zülcenâheyn). Yani, o yaver zat, “ubudiyet-i külliye” yönüyle çokluk (kesret) tabakalarının dergâh-ı İlâhîdeki elçisidir. Bu o yaverin birinci niteliğidir. İkinci niteliği, “kurbiyet ve risalet” yönüyle dergâh-ı İlâhînin çokluk (kesret) tabakalarındaki memuru olmasıdır.

    Padişah, sonsuz derecede bir “hüsn-ü zatî”dir, cemâlinin güzelliklerini ve güzelliğinin inceliklerini (letaif) aynalarda görmek ve göstermek istemektedir. Yani, yaver, bir vasıtadır. Bu yaver, hem bir habib resuldür. Ubudiyetiyle kendini padişaha sevdirir, padişaha ayna olur (âyinedarlık eder); hem resuldür, padişahı mahlûkatına sevdirir, cemâl-i esmâsını gösterir. Yine bu ayna ve elçi olan yaver, şaşırtıcı (acip) mucizelerle, garip ve kıymetli şeylerle dolu hazineleri, sarraf bir tarif edici ve vassaf bir teşhir edici vasıtasıyla halkın nazarlarına arz etmekte ve başkalarına ızhar etmektedir. Böylece bu resul, padişahın “gizli kemâlâtını” beyan etmektedir.

    O resul yaverin, bir diğer özelliği öğretmen (muallim) olmasıdır. Padişah onu muallim tayin etmiştir. Bu muallim, padişahın sarayı olan kainatta görevlendirilmiştir. Padişahın sarayı olan bu kâinatta, değişmeler vardır. Değişmelerin maksat ve gayeleri vardır. Bu değişmeler, insanların aklına mevcudatla ilgili soruları getirmektedir. "Nereden geliyor? Nereye gidiyor? Necisin?" soruları, cevabı bilinemeyen, bulunamayan üç müşkül sorulardır. Bu soruların bilinemezliğini açacak olan bu öğretmendir. Bu padişah, insan türünü (nev-i insanı) şuur bakımından kesrete müptelâ, istidatça ubudiyet-i külliyeye müheyya suretinde yaratmış, muallim bir rehber vasıtasıyla onları kesretten vahdete yüzlerini çevirmek istemektedir. Bunlar, “vezaif-i nübüvvet”tir.

    Anlaşıldığı gibi zülcenaheyn sahibi olan genelde peygamberler, özelde peygamberimizin iki niteliği vardır. Birincisi bir mebus veya bir elçi olmaları, ikincisi “uluhiyetin göstergesi” olmalarıdır. Peygamber bir yönüyle uluhiyet divanında, bir yönüyle mahlukat alemindedir. Uluhiyet divanındaki yönüyle “elçi”, mahlukat alemindeki yönüyle “ayna”, “rehber” ve “muallim”dir. Bir yönüyle vahdette, bir yönüyle kesrettedir. Vahdeti bulamayanlara, vahdeti göremeyenlere aynadarlık yapmaktadır. Bu yönüyle onun durumu padişahın varlığına kesin bir kanıttır (burhan). Çünkü Said Nursi, Otuz üçüncü sözde Peygamberimizin zatının (zat-ı Ahmediye), tevhidin düşünen (nâtık) bir burhanı olduğunu söyler. Bu burhan-ı nâtık’ın iki kanadı vardır. Birincisi “risalet”, ikincisi “velâyet” kanadıdır (cenah). Burhan-ı nâtık olan bu peygamberin yaptığı iki şey vardır. Birincisi, “bütün hayatında bütün kuvvetiyle vahdaniyeti gösterip ilân etmesi”; ikincisi “âlem-i İslâmiyet gibi geniş, parlak, nuranî bir pencereyi, marifetullaha açması”dır. Said Nursi, İmam Gazâlî, İmam Rabbânî, Muhyiddin İbn Arabî, Abdülkadir Geylânî gibi milyonlar muhakkıkîn-i asfiya ve sıddıkîn”in bu pencereden baktığını, başkalarına da gösterdiğini söylemektedir.4

    Said Nursi’nin, iki kanatlı kavramını ikinci olarak Ahmet Sirhindi ve Mevlana Halid Ziyaeddin için kullandığını söylemiştik. Kastamonıu Lâhikası – Mektup No: 65’de alimlerin kendisine ya rakip olduklarını veya teslimiyet içersine girdiklerini söyleyerek, kendisine cübbe giydirecek ve üstadlık vaziyetini alacak kendilerine güvenen alimler bulunmadığını belirtir. O sırada büyük evliyadan dört beş zat da vefat etmiş durumdadır. Yani 56 senedir bu konuda icazet veren kalmamıştır. Halbuki Nursi, icazetin zahir alâmeti olan cübbeyi giymek ve bir üstadın elini öpmek, üstadlığını kabul etmek istemekte, böyle bir hakkı olduğunu ifade etmektedir. Böyle bir durumdayken Nursi’ye, bir asır öncesinde yaşamış, Mevlana Halid Ziyaeddin, bir vasıtayla “kendi cübbesini, cübbeye sarılan sarığı” giydirmek üzere hediye olarak gönderir. Halbuki Nursi, hiçbir hediyeyi kabul etmemektedir. Tek kabul ettiği, istisna hediye budur. Nursi, hediyeyi “icazet verme” olarak anlar ve hediyeyi kabul eder. Nursi’ye göre Halid Ziyaeddin, “iki kanatlı”dır ve peygamberin varisidir.

    Ahmet Sirhindi, “iki kanatlı” ifadesini, yukarıda Nursi’nin işaret ettiği “ayna” için kullanır. Sirhindi, Nakşibend’in, “Meşayıhtan her birinin aynasında iki yön vardır. Benim aynam ise altı yönlüdür” dediğini aktarır ve “aynadan maksat, arifin kalbidir. Bu kalp, ruh ile nefs arasında perdedir. İki yönden maksat da ruh ve nefis yönleridir”5 şeklinde açıklama getirir. Yine Sirhindi’ye göre kainatta detaylı olarak bulunan her şey insanda, insanda bulunan her şey kalpte bulunur. İnsan cilalanıp nur ile aydınlanınca evrene, kalp cilalanıp nur ile aydınlanınca insana ayna olur.6 Kainat da zuhur (Allah’ın sıfatlarının görülmesi) için en büyük aynadır. Neticede kalp, Allah’ın sıfatlarının görüldüğü ayna olur. Ancak kalbin, ayna olabilmesinin şartı, nefsin eğitilip boyun eğdirilmesine bağlıdır. Yoksa kuds aleme uçuş gerçekleşmeyecektir. Çünkü Nefs, duyularla ilgilidir. İnsanın dünyaya bakan yönüdür. Kalb, ruh, sır, hafi ve ahfa ise insanın emir alemine bakan yönüdür. Uçuş, her iki kanadın vahdetiyle mümkündür. Sirhindi’nin, insanın iki kanadıyla uçma metaforu, Mektubat’ında daha belirgindir.7 Sözgelimi Sirhindi’nin, “İki kanadı elde eden insanın, bu iki kanadıyla hakikat alemine uçması mümkündür. Değilse, bu iki kanat olmadan insanın hakikat alemine uçması mümkün değildir. Uçuş için gerekli olan iki kanattan biri zahir isimde, öteki batın isimdeki seyirdir. Kuds alemine uçuş için gerekli olan ikinci kanattır. Zahir isimdeki seyri bütün detaylarıyla tamamladığın, batın ismin seyrini de Allah’ın yardımıyla tamamladığın zaman, uçuş için gereken iki kanadı da kazanmış olursun. Zahir ve batın isminin kanatları elde edildikten sonra uçmak müyesser olur ve yükselişler gerçekleşir”8sözleri gibi.

    Nursi, Münazarat’ta, din ilimlerini vicdanın ışığı olarak tanımlar. Aklın ışığı ise medeniyet fenleridir. Yani felsefe, fen bilimleri, bilim ve teknolojidir. İkisinin karışımından ise Nursi’ye göre, hakikat tecelli etmektedir. İkisi birbirinden ayrıldıklarında veya ayırıştırıldıklarında ise birincisinden taassup, ikincisinden hile ve şüphe doğmaktadır. Buna göre medresede, özellikle de Medresetü’z-Zehra’da, iki kanatlı (zülcenaheyn) bilginler ders vermelidirler. Böylece intizam ve tefeyyüz, fen ilimlerinden din ilimlerine, fazilet ve diyanet, din ilimlerinden fen ilimlerine geçsin. Bu alışveriş (tebâdül) ile her bir ilim ötekine bir kanat verip “zülcenaheyn” olsun. Said Nursi’ye göre o gün için fen ilimlerinin öğretildiği yer, Daru’l-Muallimin, din bilimlerin öğretildiği yer medresedir. Halbuki olması gereken, Daru’l-Fünun’dur. Nursi’ye göre Daru’l-Fünun’da her iki ilim imtizaç halinde idi. Görüldüğü gibi Nursi, “iki kanatlı” kavramını, felsefe, fen bilimleri ile din bilimleri sahibi için kullanmaktadır. Buradaki kanatlardan her biri, bir bilim alanını oluşturmaktadır. Nursi’nin zülcenaheyn fikri, bu noktada, Sirhindi’den ayrılmaktadır. Bu ayrılık, Nursi’nin düşünce tarihindeki “iki kanatlı” kavramına getirdiği yeni bir açılımdır.

    Nursi, iki kanatlı kavramını, öğrencisi Hasan Feyzi için de kullanır. Nursi, Feyzi’nin ölümü dolayısıyla Denizli’ye, Nur Camiasına (daire) ve memlekete taziyede bulunurken onun, zülcenaheyn, hakiki mümin, müdakkik bir alim, yüksek bir edip, muallim, tesirli vaiz ve müderris olarak tavsif eder ve ölümünün büyük bir musibet olduğunu belirtir.9 Nursi’nin Hasan Feyzi için kullandığı “iki kanatlı” nitelemesi, gerçekte, Risale-i Nur’u bilmesi ve tebliğ etmesiyle ilgilidir. Zira Said Nursi’ye göre risaleler, “zülcenaheyn”dir. Bu konuda şöyle der: “Risale-i Nur, hem aklı, hem kalbi tenvir eder, nurlandırır; hem nefsi musahhar eder. Bunun içindir ki, yalnız akılla giden ehl-i mektep ve ehl-i felsefe, ve kalb yoluyla giden ehl-i tasavvuf, Risale-i Nur’a sarılıyorlar. Ve ehl-i mektep ve felsefe anlıyorlar ki, hakikî münevverlik, akıl ve kalp nurunun mezciyle kabildir. Yalnız akılla gitmek, aklı göze indiriyor. Bu hal ise, bir kanadı kırık olanın mahkûm olduğu sukutu netice veriyor. İhlâslı, hâlis ehl-i tasavvuf idrak ediyor ki, demek zaman eski zaman değildir; böyle bir zamanda, hem kalble, hem akılla bizi hakikat yolunda götürecek ve hakikata vâsıl edecek Kur’ânî bir yol lâzımdır ki, biz zülcenâheyn olabilelim. İntibaha gelmiş olan ehl-i medrese vâkıf oluyorlar ki, eski zamanda medrese usulüyle on beş senede elde edilebilen imanî ve İslâmî netice, bu zamanda, Risale-i Nur’la on beş haftada elde edilebiliyor. Üstadımız buyuruyorlar ki: "Bir sene Risale-i Nur derslerini anlayarak ve kabul ederek okuyan kimse, bu zamanın mühim ve hakikatli bir âlimi olabilir." Risale-i Nur, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimizin nuranî meşrebini ve Sahabe-i Kirâmın âlî seciyesini beyan eden bir nur ve feyiz hazinesidir. İşte bu mezkûr vaziyet, bugünkü dünyaya tap taze, nuranî bir hayat ve yepyeni bir veçhe vererek şu hakikati gösteriyor ki: Çoktandır birbirine muarız zannedilen ehl-i mekteple ehl-i medreseyi ve ehl-i tekkeyi, Risale-i Nur tevhid ve telif ediyor. Hem de, muaraza halinde olan şarkla garbı barıştırıyor.”10

    Said Nursi’nin “zülcenaheyn”e verdiği bu anlam, hem Sirhindi’nin zülcenaheyn anlayışı, hem kendi anlayışının mezcedilmesinden ortaya çıkan anlamdır. Başka bir deyişle zülcenaheyn, hem akıl, hem kalble hakikate gitme yoludur. Bu yol aynı zamanda, hakikate ulaştıran Kur’ânî bir yoldur. Bu yol, Nursi’ye göre, Osmanlı döneminin sorunlarından biri olan “ehl-i mekteple ehl-i medreseyi ve ehl-i tekkeyi” tevhid ve telif eden bir yoldur. Yani birbiriyle mücadele ve muaraza halinde olan Şark’la Garb’ı barıştıran bir yoldur.

    Said Nursi’nin zülcenaheyne verdiği bu anlamlar yanında, Risalelerdeki mektuplarda, bazı öğrencilerinin ifadelerinde, “iki kanatlı (zülcenaheyn) kavramı yer almaktadır. Sözgelimi Şamlı Hafız Tevfik, bir mektubunda, Mektubat’ından hareketle Sirhindi (ö.1034/1624) ile Nursi’nin bir karşılaştırmasını yapar. Üstadının Sirhindi’den birkaç noktada üstün olduğunu belirtir. Buna göre Sirhindi, “zülcenaheyn”dir. Yani hem Kadiri, hem Nakşidir. Fakat Nakşilik daha baskındır. Buna karşılık üstadı, hem Kadiri, hem Şazeli’dir. Üstadın da Şazeli daha baskındır.11

    Anlaşıldığı gibi Hafız Tevfik, “iki kanatlı” kavramını, “iki tarikat geleneğini kendisinde meczeden” anlamında kullanmaktadır. Bu Tevfik’in verdiği birinci anlamdır. Ayrıca Tevfik, yaptığı karşılaştırmada zülcenaheyn kavramını ikinci bir anlamda daha kullanır. Yaptığı karşılaştırmaya göre Sirhindi, kendi zamanının gereği “ilm-i tarikat”ı ve “sünnet-i seniyye”yi esas almıştır, ama Sirhindi, tarikatı daha ziyade tutmuş, o noktada gayret sarf etmiştir. Üstadı Nursi ise “ilm-i hakikati” ve “hakaik-i imaniye” cihetini esas almış, tarikata üçüncü derecede bakmıştır.12

    Said Nursi’nin kullandığı kavram konteksine geri dönüldüğünde, zülcenaheyn fikrinde o, Sirhindi’nin mirasçısıdır, denilebilir. Zira Nursi’nin, onun “cübbe” ve “sarık”ını hediye olarak kabul ettiğine, hediye için “Allah’a şükrediyorum” dediğine bakılırsa, bu konuda Nursi’nin, Sirhindi’ye varis olduğu açıktır. Konumuzla ilgili olarak Nursi’nin, Mektubat’ında, Rabbani’nin velayet tanımlarıyla ilgili değerlendirmesini vermemiz bu düşüncemizi desteklemektedir. Nursi, Rabbani’nin, "Velâyet üç kısımdır. Biri velâyet-i suğrâ ki, meşhur velâyettir; biri velâyet-i vustâ, biri velâyet-i kübrâdır. Velâyet-i kübrâ ise, verâset-i nübüvvet yoluyla, tasavvuf berzahına girmeden, doğrudan doğruya hakikate yol açmaktır."13 dediğini aktarmaktadır. Rabbani’nin velayet-i kübra ile kastettiği, kendi yolu olan Nakşi yoludur. Nakşi yolu, hakikate “iki kanatla” ulaşır. İşte bu iki kanattan birisi bu alıntıda, Nursi tarafından, “hakaik-i imaniye”, öteki “feraiz-i diniye” olarak ortaya konur. Nursi alıntıya devam eder. “Tarik-i Nakşîde iki kanatla sülûk edilir. Yani, hakaik-i imaniyeye sağlam bir surette itikad etmek ve ferâiz-i diniyeyi imtisal etmekle olur. Bu iki cenahta kusur varsa o yolda gidilmez."14 Nursi’nin Sirhindiye varis olduğu öteki hususlardan birisi, “vahdet-i şuhud” ve “hakikat” ya da “hakaik” kavramları, ile “mücedditlik” fikridir, diyebiliriz. Her iki husus, Sirhindi’nin tasavvufi düşünceye getirdiği yeniliklerdir.15 Nursi’nin de bu yenilikleri kabul ettiği, özellikle “hakaik-i imaniye” düşüncesini daha ileri noktaya taşıdığını söyleyebiliriz.

    Sirhindi, yukarıda geçtiği gibi Nakşi geleneğe, yani tasavvufa mensup bir düşünürdür. Dolayısıyla Sirhindi, iki kanatlı fikrini, anlaşılacağı gibi Nakşi gelenekten alır. Nakşilik ise bu kavram geleneğini, Muhyiddin İbn Arabi’nin Fütühat-ı Mekkiye ile Fususu’l-Hikem’ine borçludur. Bu borcu, Nakşbend’in halifesi Muhammed Parsa (ö.822/1420), “Fusus, candır, Fütühat, gönül”dür diye ifade etmektedir.16 Bu sebeple olmalıdır ki Nakşiliğin düşünce alanındaki en bariz geleneklerinden birisi, İbn Arabi’nin Fusus’unu şerhetmedir. Burada Bahaeddin Nakşbend’in (ö.791/1389), “Meşayıhtan her birinin aynasında iki yön vardır. Benim aynam ise altı yönlüdür” dediğini hatırlamak gerekmektedir.17 “Ayna” kavramı, İbn Sina’nın düşüncesinde yer verdiği kavramlardan biridir, ama “iki kanatlı” kavramı, Antik filozoflardan Eflatun’a aittir. Eflatun, Phaidros’ta, ruhun bir kanadını kaybederek düşüşünü (nüzul), bedenle birleşmesini, tekrar iki kanat sahibi olarak yükselişini (uruc) konu edinir. Bu konuyu o, “iki yağız atlı arabacı” meteforuyla ele alır.18 Dolayısıyla Eflatun-İbn Arabi-Nakşibend-Sirhindi-Nursi geleneğinde zülcenaheyn fikrinin geldiği noktanın iyi tespit edilmesi gerekmektedir. Zira bu fikri geleneğin tespiti, Osmanlı-İslam düşüncesinin genel düşüncedeki yerini tespit etme açısından önemlidir.

    Hafız Tevfik’in anlatımına geri dönersek, o bu konuda, mutasavvıflar ile ulema arasında tarih boyu az ya da çok yaşanan gerginliği konu edinerek, gerginliğin sebebinin, ulemanın peygamberin ilmine; mutasavvıfların, peygamberin ameline varis olmalarını gösterir. Halbuki Fahr-i Cihan Efendimizin hem ilmine ve hem ameline vâris olan bir zâta ‘zülcenaheyn,’ yani ‘iki kanatlı’ denilmektedir.19 Binaenaleyh, tarikattan maksat, azîmetlerle amel edip ahlâk-ı Peygamberî ile ahlâklanarak bütün mânevî hastalıklardan temizlenip Cenab-ı Hakkın rızasında fani olmaktır. İşte bu ulvî dereceyi kazanan kimseler, ehl-i hakikattirler. Yani bu kimseler, tarikattan maksud ve matlub olan gayeye ermişler demektir. Fakat bu yüksek mertebeyi kazanmak, her adama müyesser olamayacağı için, büyüklerimiz matlub olan hedefe kolaylıkla erebilmek için muayyen kaideler vaz eylemişlerdir.20

    Hafız Tevfik iki kanatlı, yani tarikat-şeriat meselesini şöyle özetler. Hülâsa, tarikat, şeriat dairesinin içinde bir dairedir. Tarikattan düşen şeriata düşer, fakat-maazallah-şeriattan düşen ebedî hüsranda kalır. Bu büyük zatın beyanatına göre, Bediüzzaman’ın açtığı nur yolu ile, hakikî ve şâibesiz tasavvuf arasında cevherî hiçbir ihtilâf yoktur.21 Zira her ikisi de rıza-yı Bârî’ye ve binnetice Cennet-i âlâya ve dîdar-ı Mevlâ’ya götüren yollardır.

    Netice itibariyle Risale-i Nur’da yer alan iki kanatlı (zülcenaheyn) düşüncesinde, cenahlardan her biri hem bir “bilgi” alanını, hem bilginin “kaynak”ını ifade etmektedir. Bilgi olarak cenahlardan biri din ilimlerini, öteki fen bilimlerini; kaynak olarak cenahlardan biri “akıl”ı öteki “kalb”i ifade etmektedir. Her iki kaynaktan her iki ilmi elde eden kimseyi ise Nursi, iki kanatlı (zülcenaheyn) olarak isimlendirmekte, ayrıca Risale-i Nur’un, insana her iki kanadı kazandıracağını söylemektedir.

    Kaynakça

    -Eflatun, Phaidros, Terc.H.Akverdi, MEB, Ankara, (Tarihsiz)

    -Nursi, Said, Risale-i Nur Külliyatı, Haz. Ahmet Berk

    -Parsa, Muhammed, Faslu’l-Hitab Tercümesi Tevhide Giriş, Terc.A.Hüsrevoğlu, Erkam Yayınları

    -Sirhindi, İmam Rabbani Ahmed, Rabbani İlhamlar Mebde ve Mead, Sufi Kitap, İstanbul, 2005

    -Sirhindi, Ahmet, Mektubat, Çev.M.Metin Zirek, Yeni Şafak neşri, İstanbul, 2005

    -Tosun, Necdet, İmam Rabbani Ahmed Sirhindi, Hayatı, Eserleri, Tasavvufi Görüşleri, İnsan Yayınları, İstanbul, 2005

    Öz

    Said Nursi’nin eserlerini taradığımızda, onun, zülcenaheyn (iki kanatlı) nitelemesini üç kişi için kullandığını görüyoruz. Birincisi Peygamberler ve Peygamber Efendimiz, ikincisi İmam Rabbani olarak bilinen Ahmet Faruk Sirhindi ve Mevlana Halid Ziyaeddin, üçüncüsü Van’da kurmayı düşündüğü Medresetü’z-Zehra müderrisleridir. Bu yazıda, Nursi’nin “zülcenaheyn” fikri üzerindeki genel tespitlerine yer verilmektedir.

    Anahtar kelimeler: Zülcenaheyn, peygamberler, Ahmet Faruk Sihrindi, Mevlana Halid Ziyaeddin, Medresetü’z-Zehra, akıl, kalp, Risale-i Nur

    Abstract

    A detection of Said Nursi’s work makes us clear that he uses this term “zülcenaheyn” (two-winged) to describe three figures. The first one of those are the prophets and especially our Prophet, the second group of figure consists of Ahmet Faruk Sirhindi who is known as Imam Rabbani and Mevlana Halid Ziyaeddin. The professors of Medresetü’z-Zehra whose establishment was planned by Said Nursi belong to the third group. This text discusses the fixations by Said Nursi on the idea of “zülcenaheyn”.

    Keywords: Zülcenaheyn (two-winged), prophets, Ahmet Faruk Sihrindi, Mevlana Halid Ziyaeddin, Medresetü’z-Zehra, reason, heart, Risale-i Nur

    Dipnotlar

    1. Risale-i Nur Külliyatı, Mesnevî-i Nuriye – Lâsiyyemalar – s.1291

    2. Risale-i Nur Külliyatı, Onuncu Söz, s. 26; Mesnevî-i Nuriye – Lâsiyyemalar – s.1291

    3. Risale-i Nur Külliyatı, Mesnevî-i Nuriye – Nur’un İlk Kapısı – s.1389, On Birinci Söz – s.45

    4. Risale-i Nur Külliyatı, Otuz Üçüncü Söz – s.316, 317

    5. Sirhindi, İmam Rabbani Ahmed, Rabbani İlhamlar Mebde ve Mead, Sufi Kitap, İstanbul, 2005, s.40

    6. Sirhindi, age, s.40-42

    7. Sirhindi, Ahmet, Mektubat, Çev.M.Metin Zirek, Yeni Şafak , İstanbul, 2005, s.214

    8. Sirhindi, Ahmet, Mektubat, s.95, 413, 438

    9. Risale-i Nur Külliyatı, Emirdağ Lâhikası (1) – Mektup No: 137 – s.1756

    10. Risale-i Nur Külliyatı, Tarihçe-i Hayat – Isparta Hayatı – s.2229

    11. Risale-i Nur Külliyatı, Barla Lâhikası – Mektup No: 143 – s.1476

    12. Risale-i Nur Külliyatı, Barla Lâhikası – Mektup No: 143 – s.1477

    13. Risale-i Nur Külliyatı, Mektubat, Beşinci Mektup – s.35. Rabbani’nin velayet anlayışı için bak. Tosun, Necdet, İmam Rabbani Ahmed Sirhindi, Hayatı, Eserleri, Tasavvufi Görüşleri, İnsan Yayınları, İstanbul, 2005, s.70-79

    14. Risale-i Nur Külliyatı, Mektubat, Beşinci Mektup – s.35

    15. Tosun, Necdet, age, s.113-123

    16. Parsa, Muhammed, Faslu’l-Hitab Tercümesi Tevhide Giriş, Terc.A.Hüsrevoğlu, Erkam Yayınları, s.7

    17. Sirhindi, İmam Rabbani Ahmed, Rabbani İlhamlar Mebde ve Mead, Sufi Kitap, İstanbul, 2005, s.40

    18. Eflatun, Phaidros, Terc.H.Akverdi, MEB, Ankara, (Tarihsiz), s.45-49

    19. Risale-i Nur Külliyatı, Tarihçe-i Hayat – Önsöz – s.2116

    20. Risale-i Nur Külliyatı, Tarihçe-i Hayat – Önsöz – s.2116

    21. Risale-i Nur Külliyatı, Tarihçe-i Hayat – Önsöz – s.2116