Köprü Anasayfa

İlme, İrfana, Ümrana KÖPRÜ

"Güz 2007" 100. Sayı

  • Yeni Bir İlim Manifestosu Olarak Köprü

    The Periodical Köprü as a New Scientific Manifest

    Selim SÖNMEZ

    Fikir dergileri, başlangıcından bu yana insanlığın entelektüel birikimini taşıyan araçlar olarak görev yapmışlardır. Resmi kurumlarda sesini duyuramayan, ekonomik ya da siyasi güce sahip olmayan nice insan, görüşlerini büyüklü küçüklü dergilerde açıklayarak geniş kitlelerle fikirlerini paylaşma imkanı bulmuştur.

    Bizim gibi vakanüvis geleneğinden gelen toplumlar için dergi daha da önemlidir. Çünkü, söylenecek farklı şeylerin de olduğu ancak bu dergilerdeki fikirlerden anlaşılır. 19. yüzyılın entelektüelleri, hakim düşüncelere muhalif olan fikirlerini Avrupa’da yayınladıkları dergi ve gazetelerle ilan etmişlerdi. O günlerden bu günlere gelene kadar, II. Abdülhamid devri ve başta Cumhuriyetin ilk çeyrek asrı olmak üzere sonraki pek çok ara dönemde de yayın organları gizli gizli neşredilmek ya da yasaklanarak piyasadan kaldırılmak zorunda kalmışlardır. Köprü dergisi de Cumhuriyet tarihimizde vakanüvis geleneğine muhalif bir duruşa sahip olarak bu duruşundan dolayı zaman zaman takibata uğramaktan ve kapatılmaktan kendini kurtaramayan bir dergidir.

    Başlangıçta popüler bir dergi niteliğinde olan Köprü, aktüel-popüler konuları kapak konusu yaparak, manevi değerleri koruma ve geliştirme işlevi üstlenmişti. Bu dönemde yaptığı yayınlarıyla fikri siyasi ve ekonomik konularda önde gelen konuları kapak yaparak kamuoyunu aydınlatmayı hedeflemişti.

    Köprü dergisi, 1990’ların başlarından itibaren yeni bir form kazandı; artık, akademik şekil ve kriterleri dikkate alarak yayın yapmaya başladı. Bu dönemde derginin geçirdiği değişim sadece şekil olarak kalmadı. Aynı zamanda içerik ve üslup olarak da değişti. Bu tarihten itibaren belirli konuları genel muhafazakar değerlendirmelerle ele almak yerine Risale-i Nur’un yaklaşımlarını ön plana almaya başladı. Artık, yaşadığımız dünyanın sosyal siyasal ve ekonomik konularına Risale-i Nur’un perspektifiyle bakıyordu.

    Dergi, bu dönüşümüyle birlikte, Risale-i Nur’la ilgili araştırmalar yapılmasına, bu çerçevedeki akademik çalışmaların desteklenmesine ve Risale-i Nur’daki temel konuların akademik dünyanın kullandığı ortak kavramlarla ifade edilmesine zemin hazırladı. Köprü bu özelliğiyle Risale-i Nur’un fikirleri çerçevesinde akademik yayın yapma iddiası ile ortaya çıkan ilk yayın organı oldu.

    Köprü, bu amacına dönük olarak pek çok dosya hazırladı. Bu sayılarının hepsinde bir konuyu ele alarak Risale-i Nur’un bakış açıları açısından tahlil etmeye çalıştı. Köprü’nün bu çabası aynı zamanda İslam düşüncesinin bulunduğumuz zamandaki yorumuydu. Modernite ve gelenek arasında, yeni bir duruş ortaya koydu. Ne modernitenin ortaya çıkardığı despotizm, fanatizm ve sefahata çanak tuttu; ne de geleneğin hurafe ve taklitlerine. Her ikisini de analiz ederek bir Kur’an tefsiri olan Risale-i Nur’un günümüz insanına sunduğu imkanları analiz etmeye çalıştı. Köprü’nün bu misyonun üzerine yoğunlaşması, eşsiz bir yayın organı olmasını zorunlu bir sonuç olarak ortaya çıkardı. Çünkü, modern batı düşüncesini eleştirdiği gibi geleneğin taşıdığı pek çok teorik ve pratik birikime de itiraz ediyordu. Derginin bu özellikleri kalıplaşmış sloganların arasında yer almasını önleyerek, kendine özgü bir duruş sergilemesini sağladı.

    Biz bu çalışmamızda Köprü dergisinin modernite ve gelenek arasında duruşunu aramak ve her iki duruma yaklaşımını özet olarak analiz etmek istiyoruz.

    I. Modernizme İtirazlar

    Batı’da Reform ve Rönesans hareketleri ile başlayan yeniden yapılanma süreci bilindiği gibi Aydınlanma Çağı’nı ortaya çıkarmış; bu çağda Modern Batı düşüncesinin şekillenmesini sağlayan fikirlerin geliştiği bir zemin olmuştu. Katolik kilisesinin aklı iptal eden yaklaşımlarının da etkisiyle Yaratıcıyı görmezlikten gelen yaklaşımlar hayat bulmuştu. Bu düşüncelerin içinde Pozitivizm’in önemli bir yeri vardır. Pozitivizm’in sadece gözlemlenebilen ve duyularla algılanabilen şeylerin doğruluğunu kabul ederek geri kalanını görmezlikten gelmesi yüzyıllardan beri Yaratıcıyı inkar eden yaklaşımların yeni bir kılıf bularak “bilimsel” özelliğini taşımaya başlamasına neden oldu. Bundan sonra, bilimlerin tanımı, sınıflandırılması pozitivizmin sağladığı imkanlar çerçevesinde ele alınmaya başlandı. Bütün bu yaklaşımlar, pozitivizmi her alanda hükümler veren modern bir din olarak karşımıza çıkardı.

    I.I.

    Bediüzzaman, Risale-i Nurları bu zeminde gelişen fikirlerle mücadele etmek için yazdı. Çünkü, Avrupa’da olduğu gibi, Osmanlı’nın son zamanlarında ve Türkiye Cumhuriyeti’nde eğitim, bilim, sanat gibi alanlardaki yaklaşımlar Pozitivizm’in verdiği imkanlar içerisinde oluşturulmaya başlanmıştı. Risale-i Nurlarda bu yaklaşım, 13. yüzyıldaki Moğol istilasına benzetilerek topyekün mücadele edilmesi gereken bir durum olarak tanımlanmıştı.

    Dinsizliğin bilim yoluyla gelişmesi, Bediüzzaman’ın bilimsel verileri kullanarak inançsızlığa karşı mücadele etmesini sağladı. Risale-i Nur’un diliyle, önceki asırlarda dine karşı yapılan taarruzlar cehaletten kaynaklandığı halde bu asırda fen ve felsefeden geliyordu. Zamanının fünun ve ulumuna vakıf olan Bediüzzaman, inançsızlığa karşı bilimsel verileri kullanarak mücadele etti.

    Tabi olarak Köprü dergisinin ontolojik anlayışı da bu çerçevede oluştu. Varlığı sadece görünen aleme münhasır kılmak yerine, varlığı Yaratıcı ve yaratılmışlardan oluşan iki anlam kümesinden oluşturuyordu. Bu çerçevede yaptığı ontolojik tanımlarla bilimsel çevrelerin tanımlarına ters düşmekle birlikte Kur’an’ın varlık anlayışını bilimsel kavramlarla ifade etti. Aynı zamanda Pozitivist bilimin düştüğü yanılgıları tekrarlamadı.

    I.II.

    Varlığın sadece görülen ve dokunulan alemden ibaret kılan bakış açısı, gerçek bilginin de ancak duyu organları ile elde edilebileceği sonucuna ulaşmış; mantıksal çıkarım, sezgi, ilham ve metafizik kurgu yoluyla elde edilebilecek bilgiyi gerçek ve sağlam bilgi alanı dışına itmişti. Aslında Pozitivizm bu yaklaşımıyla dini ortadan kaldırmış ve onun yerine yeni bir insanlık dini ihdas etmiş gibi duruyordu.

    Risale-i Nur’da genel kurgu bu yaklaşımın doğru olmadığı ve yaratılmışların Yaratıcıya ulaştırmada bir anahtar rol oynadığı vurgulanıyordu. Dolayısıyla Pozitivizm’in kahraman bir eda ile dini ortadan kaldırdığını iddia eden yaklaşımları, Anadolu coğrafyasında Risale-i Nur’un güçlü akli ve mantıkî delilleri karşısında varlık gösterememiş; pozitivizm sadece resmi yaklaşımlarda dikkate alınan bir ilkeler bütünü olarak kalmıştır.

    I.III.

    Modern Ulus Devletler, modernizmin ortaya çıkardığı ortamda gelişmişti. Yani, Fransız İhtilali’nden sonra bütün dünyada etkili olan modernist ideoloji, toplumun modernleştirilmesi için belirli devlet aygıtlarıyla çalışılması gerektiğini ortaya çıkarmıştı. Bu yönüyle modern ulus devletler demokratik olmaktan çok baskıcı, kişi hak ve hürriyetlerini korumaktan çok devleti korumayı hedefleyen bir refleks edinmişti.

    Aynı şekilde, Osmanlı’nın yerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti de modern ulus devlet özelliğini gösteren bir nitelik kazanmıştı. Yeni Türk devleti seçkinci elitleri, halkın dönüştürülmesi gerektiğini düşünüyorlardı. Bu amaçla örgün eğitimin bütün unsurları devletin yeni ideolojisini taşıyan bir niteliğe kavuşturulduğu gibi, yaygın olarak da halkın geri kalanı eğitilmek isteniyordu. Bu amaçla önemli bir misyon üstlenmiş olan Halk Evleri halkın dönüştürülmesi için önemli bir fonksiyon icra ediyordu.

    Bu zorbacı yaklaşımlara karşı Risale-i Nur, seçkinci elitler cumhuriyeti yerine halkın egemenlikte söz sahibi olduğu demokratik cumhuriyeti ön plana çıkardı. Devleti kutsal gören anlayış yerine ferdin önemini vurguladı.

    I.IV.

    Risale-i Nur yukarıda bahsi geçen kişi-devlet konumlamasını tarihi temelleriyle izah etti. Hz. Peygamber ve ondan sonraki Dört Halife Devri’nde insan öncelenmiş, devletin varlığı insana hizmet edebildiği ölçüde saygın kabul edilmişti. Buna karşın, insana zulmeden siyasal yapılanmalar, zulmün araçları olarak algılandı. Ancak, Hz. Muaviye’den itibaren insanın yerine devletin kutsal kabul edilmeye başlanması, devlet için ferdin feda edilebileceği anlayışının yaygınlık kazanması, İslam tarihinde bir milat olarak görüldü.

    Hz. Muaviye’den itibaren halkın seçimiyle gelen halifeler yerine, saltanat yoluyla başa geçen hükümdarların halkı yönetmeye başlaması, Risale-i Nur’da vahyin insanlığa sunduğu siyasal ışıklardan mahrum kalınması anlamına geliyordu. Yani modern dönemlerde, ulus devletlerde görülen baskıcı, otoriter, şekillendirici devlet yapısı Emeviler’den itibaren İslam devletlerinde de görülmeye başlanmıştı.

    I.V.

    Modernist düşünürler, her alanda fikirlerle şablonlar ortaya koyduğu gibi tarih alanında da hükümferma olduğunu düşünerek tezler ileri sürüyorlardı. Modern Batı düşüncesinde tarih, Reform, Rönesans Aydınlanma çağı ve bugünkü modern Batı uygarlığı olmak üzere ilerlemektedir. Bundan sonra da pek çok batılı ideologa göre bu istikamette gelişip insanlığın ulaşabileceği nihai hedefe ulaşılacaktır.

    Batı düşüncesindeki bu temel yaklaşıma rağmen Batılı insanlar mutlu olamamış; her şeyi madde ile değerlendiren yaklaşımların insanı mutlu etmeyeceği anlaşılarak manevi değerlere yönelmeler artmıştı. Risale-i Nur, Kur’an’ın ilerleme anlayışının Batılı düşünürlerin tasavvurlarından farklı olduğunu ve Kur’an’daki peygamber kıssalarından da anlaşılacağı gibi, tarihin doğru bir ilerleme değil dönemsel bir gelişme gösterdiğini vurgulamıştır. Yani, Yaratıcının emrettiği gibi yaşanan dönemler ileri, Yaratıcının emirlerinden sapmaların yaşandığı dönemler ise geri olarak kabul edilmiştir. Son zamanlarda tarihin bittiği ve Batı medeniyetinin insanlığa ulaşabileceği nihai cenneti sunduğuna dair tezler, insanlığın huzursuzluğu ve mutlu olamaması karşısında akim kalmıştır.

    II. Geleneksel Yaklaşımlara İtirazlar

    Hz. Peygamber ve ondan sonra gelen Raşid Halifeler Dönemi’nde İslam’ın akla ve bilime verdiği önem İslam toplumunu her açıdan zirveye taşıdı. Daha sonraki, yaklaşık beş asırda da İslam toplumunun bu gelişimi devam etti. Fakat, müteakip asırlarda bu gelişmenin devam ettiğini söylemek mümkün değil. Çünkü, aklın ve bilimin yerini artık, taklid ve hurafeler almaya başladı. İşte İslamî gelenek bu sürecin verdiği imkanlar içerisinde oluştu.

    Uzun asırlar boyunca, vahyin pırıltıları yanında kültürel tozlar dinin esasları içinde yer almaya başladı. Öyle ki bir süre sonra popüler din anlayışı, vahyin pırıltıları yanında kültürel motifleri de içermeye başladı. İşte bu ortamda kavram kargaşasının had safhaya ulaştığı bir dönemde, Risale-i Nur önemli bir fonksiyon icra etti. Vahiyden oluşan gerçek din neydi? Kültür ve vahyi nasıl ayırabilirdik? Toplumda popüler olarak din olarak tanımlanan durum, gerçekten sadece vahiyden mi kaynaklanıyordu? İşte bütün bu soruların arasında Allah’ın mesajını arayan insanlar için yeni bir Kur’an yorumu olan Risale-i Nur, bir deniz feneri fonksiyonu gördü.

    II.I.

    Risale-i Nur’un günümüz insanına sunduğu imkanlardan birisi, İslam’ı yaşama biçimidir. Önceki asırlarda, insanlar yine o dönem şartları içinde ubudiyetin farklı formları olarak tasavvuf, tarikat gibi yollarla velayet yolunda ilerleyebiliyorlardı. Fakat, Risale-i Nur, İslam’ın günümüz modern yaşam biçimi içinde, varlığa mana-i harfi ile bakarak yaşanabileceğini gösterdi.

    Bugün, ehl-i iman her an pek çok günaha maruz kaldığı için, imanın taklidi ve zayıf olmaktan çıkarılarak tahkik-i iman düzeyine çıkarılması gerektiğini vurguladı. Hayali yaşam pratikleri ve nefse eziyet ederek değil; gerçekçi ve nefsin istediklerine Allah hesabına bakarak, gerçeklerin yaşandığı bir sahabe hayatı önerdi.

    Bu yaklaşımda, modern düşüncenin eğitimin her aşamasında inançsızlık yaydığını ve buna karşı en etkili karşı koyuşun insanın yaşadığı her anda çevresindeki her şeye Allah adına bakılması tavsiye ediliyordu. Mana-i harfiyle bakış da denilen bu yaklaşımda modern bilimin en önemli malzemesi olan görülebilen ve dokunulabilen alemi Allah’a ulaşmada bir yol olarak sundu. Her şey gerçek şekliyle okunabildiği zaman, Allah’a götürürdü. Bu çerçevede güçlü mantıki delillerle desteklenmiş argümanlar Risale-i Nur’da geniş yer tuttu.

    II.II.

    Risale-i Nur, cihad anlayışında da önemli bir yaklaşım getirdi. İslamî gelenek içerisinde uzun asırlar, İslam’ın sanki bir savaş diniymiş gibi Hz. Peygamber dönemini savaşlar tarihi olarak sundu. Halbuki Hz. Peygamber (SAV)’in bütün ömrü boyunca yaptığı savaşları toplasanız bir yıl bile etmez. Hz. Peygamber’in (SAV) insanlığa sunduğu tevhid dini, barış, kardeşlik ve sevgi getiriyordu.

    Risale-i Nur, geleneksel olarak kılıçla, silahla güç kullanarak yapılan cihadın bugün ilimle yapılması gerektiğini vurguladı. Çünkü, bugün insanlar, konuşarak anlaşabilecekleri belirli bir kültürel düzeye ulaşmışlardı. Bu seviyedeki toplumlarda ehl-i iman söz ve davranışlarıyla İslam’ın güzelliklerini gösterirlerse, zaten Müslüman olmayanların bu güzellikleri kabul etmemeleri mümkün değildi. Dolayısıyla İslam’ın yayılması yani cihad, kuvvet kullanarak değil, ilimle yapılmalıdır. Bugünün siyasal kavramlarından olan laiklik de, bu müzakere ortamına serbestlik kazandıracağından, vicdan hürriyetine zemin hazırlayacağından İslami hizmete engel oluşturacak bir durum değildi.

    II.III.

    Asrın Kur’an tefsiri Risale-i Nur, siyasete dair de yeni yorumlar (yeniden Hz. Peygamber dönemindeki pratiklere uyma) getirdi. Pek çok ilim adamının siyasal konularda kafalarının karışık olduğu bir dönemde, Risale-i Nur’da meclis, hürriyet, eşitlik, adalet, meşrutiyet, demokrat gibi kavramlar hakkında doyurucu bilgiler verildi. Bediüzzaman, meşrutiyet döneminden bugüne kadar, hürriyetten meşrutiyetten ve adaletten yana olarak, bütün hayatı boyunca bu kavramların esasının İslami olduğunu ve bunun dört mezhepten çıkarılabileceğini iddia etti.

    Hürriyetin Doğu toplumlarına yakıştırılmadığı, Batılı toplumlara has bir pratik olarak ele alındığı bir dönemde Bediüzzaman, hürriyet ve meşrutiyetin Hz. Peygamber (SAV) dönemindeki pratiklerle ilişkisini kurarak, hürriyetin imanla bağlantılı olduğunu, hakiki imanı elde eden bir insanın kainata meydan okuyabileceğini vurguladı. Geleneksel siyasal düşünürlerinin hürriyeti küfür gibi algıladıkları bir dönemde söylenen bu sözler, siyasal rejimi olduğu kadar, insan hürriyetini gerçek yerine oturtmak açısından da önemli bir gelişmeydi.

    II.IV.

    Bediüzzaman, Müslüman olmayan toplumlarla ilişkilere nasıl bakılması gerektiğini de pek çok geleneksel bakış açısından farklı olarak ele aldı.

    Risale-i Nur’da bu görüş, yer küre üzerinde var olan bütün güzelliklerin vahiy ve nübüvvetten; çirkinliklerin ise insan aklının uydurduğu prensipler ve vahyi kabul etmeyen felsefeden kaynaklandığını kabul ettiğinden Batı medeniyetindeki olumlu gelişmeleri de çeşitli şekillerde vahiyden süzülerek gelen hakikatlerin bir yansıması olduğu esası üzerinde inşa edildi.

    Bu temel gerçekten dolayı, Müslüman olmayanlarla ilişkiler, onların inançlarını ve sefih hayatlarını taklit ederek değil; onların ürettikleri teknolojik gelişmeler ve hayatlarında görülen temizlik çalışkanlık gibi özellikleri örnek alarak olmalıdır. Yani yerküre üzerinde var olan bütün olumlu gelişmeler, alınması, benimsenmesi gereken güzelliklerdi. Yahudi ve Hıristiyanlara muhabbetten Müslümanları men eden prensipler ise, bozulmuş Yahudilik ve Hıristiyanlık dininden men edilmesi anlamına geliyordu.

    Sonuç

    Burada özet olarak verilen bilgilerden de anlaşılacağı gibi, Risale-i Nur ne modernist ideolojilerin biçimlendirdiği bir hayat biçimini benimsiyor; ne de geleneksel hayat biçimlerini. Her ikisinin de bazı yönlerini eleştirerek, bazı yönlerini de tavsiye ederek günümüz Müslümanlarının bugünün şartları içinde İslam’ı en iyi yaşayabileceği bir İslamî yaşama biçimi öneriyor. Ancak bu İslamî yaşama biçimini elde edebilmenin pek çok zorluğunun olduğunu vurgulamaktan da geri durmuyor.

    Bugün pek çok kanaldan gelen modernist yaklaşımlar, bütün insanlığı olduğu gibi ehl- imanı da etkilemiş durumdadır. Bilimsel, sosyal, ekonomik ve siyasal tercihler incelendiğinde İslamî olmayan teori ve pratiklere rastlanabilmektedir. Bu durum da ehl-i iman tarafından fark edilememektedir.

    Öte yandan geleneksel pratiklerin ürettiği davranışlarımız da az değildir. Ehl-i imanın maruz kaldığı tehlikelerden birisi de budur. Alışkanlık, adı altında İslami olmayan pek çok şey İslami kılıfı giyebilmektedir.

    İşte, Risale-i Nur, modernizmin ve geleneğin tehlikelerine dikkat çekerek, ehl-i imanı uyarmaktadır. İslam toplumunun sömürgecilerin elinden yeni kurtulduğu ve buna bağlı olarak kafaların karışık olduğu bir dönemde Risale-i Nur’un modernizmi ve geleneği analiz eden bu yaklaşımı Müslümanlar için, bulunmaz bir fırsattır. Bu şartlar içinde Risale-i Nur’un ortaya attığı fikirlerden mahrum kalmak büyük bir eksikliktir.

    İşte Köprü dergisi, Risale-i Nur’daki hakikatleri anlama ve anlatma misyonu üstlenmekle yukarıda özet olarak verdiğimiz fikirleri misyon olarak seçmiş bulunmaktadır. Köprü dergisi elinizdeki 100. sayıya ulaşıncaya kadar bahsi geçen fikirlerin pek çoğunu dosya konusu yaparak analiz etmeye çalışmıştır. Bundan sonra da dergiyi büyük vazifeler beklemektedir.

    Öz

    Fikir dergileri, başlangıcından bu yana insanlığın entelektüel birikimini taşıyan araçlar olarak görev yapmışlardır. Resmi kurumlarda sesini duyuramayan, ekonomik ya da siyasi güce sahip olmayan nice insanlar, görüşlerini fikir dergilerinde açıklayarak geniş kitlelerle fikirlerini paylaşma imkanı bulmuşlardır.

    Köprü dergisi, 1990’ların başlarından itibaren yeni bir form kazandı; artık, akademik şekil ve kriterleri dikkate alarak yayın yapmaya başladı. Bu tarihten itibaren belirli konuları genel muhafazakar değerlendirmelerle ele almak yerine Risale-i Nur’un yaklaşımlarını ön plana almaya, yaşadığımız dünyanın sosyal siyasal ve ekonomik konularına Risale-i Nur’un perspektifiyle bakmaya başladı ve modernite ve gelenek arasında, yeni bir duruş ortaya koydu.

    Bu çalışmada Köprü dergisinin modernite ve gelenek arasında duruşunu aramak ve her iki duruma yaklaşımını özet olarak analiz etmek hedeflenmiştir.

    Anahtar Kelimeler: Fikir dergileri, Köprü dergisi, Risale-i Nur, modernite, gelenek

    Abstract

    The intellectual journals have been playing the role of transmitters of the intellectual heritage of humanity from their beginning on. A number of people without any economic or political power or those who can not express their ideas in official institutions presented their ideas son intellectual journals, which lead them to share their ideas with a wider audience.

    The periodical Köprü has got a new form from the beginnings of 90s on and started to make publications after academic criteria. From this date on, instead of criticizing certain issues from a conservative point of view, it emphasized the approaches of Risale-i Nur by looking to the social, political and economic issues in the world through the perspective suggested by Risale-i Nur. Thus, it gains a new place between the modernity and tradition.

    This study aims to look for the place of Köprü between modernity and traditions; and also to analyze shortly its interpretation of these two stances.

    Kewyords: Intellectual journals, Periodical Köprü, Risale-i Nur, modernity, tradition