Köprü Anasayfa

Sevgi

"Kış 2008" 101. Sayı

  • İmanda Sevgi Boyutu ve Allah Sevgisi

    The Love Aspect on Faith And The Love of God

    Hülya ALPER

    Yrd. Doç. Dr., Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

    1. İmanda Sevgi Boyutu

    Sevgi, imanın duygu unsuru içinde yer alan en temel duygulardan biridir. Öyle ki içinde sevginin bulunmadığı bir imanın varlığından bahsetmek imkânı yoktur1. Psikologların dinle en çok ilgili gördükleri duygu sevgidir2. Bu yönüyle sevgi imanın yapısını oluşturan duygu içinde birinci sırayı almaktadır. Tabiî bu birinci sırada oluş ancak bir yığın alt inançlarıyla birlikte kendi içinde bir bütünlük oluşturan imanın genelinden hareket edilerek yapılmış bir değerlendirmedir.

    Bir dine iman eden kişinin, genel anlamda bu dine imanı değerlendirildiğinde, burada sevgi duygusu hâkimdir. Mü’minde olan sevgi temelde din sevgisidir; iman ettiği dinin en güzel, en doğru olduğunu düşünür ve dinine sevgiyle bağlıdır. Bu anlamda iman esaslarının hepsi bir anlamda sevgiye dayanır.

    Zaten imanın içinde temel bir duygu olan güven ancak sevgi toprağında kök salabilir. Sevgi güvene zemin hazırlar. Yapılan bir anket çalışmasında öğrencilerin ifade ettikleri gibi kişi sevdiğine güvenir ve güvendiğiyle daha rahat bir ilişki kurar3. Sevgiye dayanmayan ve sevgiyle beslenmeyen bir güven her an yıkılabilir. Halbuki iman kendi içinde değer yönünden farklılık taşımakla birlikte; güç açısından yapılan bir ölçümde, onun en küçük sayıyı alanı dahi kolayca yıkılabilecek bir karakterde değildir.

    Burada iman binasında sevginin sahip olduğu odalar, diğer iman esaslarının kendisine bağlı bulunduğu, dinin ve imanın özünü oluşturan Allah sevgisinden hareketle açıklanmıştır.

    2. Allah Sevgisi

    Allah sevgisi Allah’a imanın varlık şartları içinde en önemlisidir. Küllî bir karakterde olması sebebiyle imanı salt duyguya indirmiyorsak da eğer imanı, unsurları içinde sadece biriyle ifade etmek zorunluluğu doğsa, herhalde burada onun sevgi olduğu söylenirdi. İmanın “duygusal unsuru sevgiden ayrılamaz”4. İnsanın, evrende var olan her şeyin yaratıcısı ve yegâne mâliki Rahmân, Rahîm ve Velî olan bir Rabb’e iman etmesine bağlı olarak onu sevmesi tabiîdir. Kur’ân-ı Kerîm’de “İnsanlardan kimi Allah’tan başkasını Allah’a eşler ve benzerler edinir de, Allah’ı sever gibi onları severler. İman edenler ise en çok Allah’ı severler”5 buyurularak bir taraftan ubûdiyetin temelinin sevgi olduğu beyan olunmakta, diğer taraftan mü’minlerin en çok Allah’ı sevdiği ifade edilmektedir. Elmalılı’nın (1878-1942) bu âyete dayanarak açıkladığı gibi insanın Allah’a kulluğunda asıl olan sevgi olup; mâbud aynı zamanda en yüksek sevgilidir. Dolayısıyla kişi en çok neyi seviyorsa, onu kendine mâbud edinmiş olur6. Dinde riyanın kabul edilmemesi ve kınanması da kullukta sevginin şart olduğuna işaret etmektedir7.

    Kulun mâbuduyla kurduğu sevgi bağı, tek taraflı bir bağ değildir. Kur’ân-ı Kerîm’de kulun Rabb’ine olan sevgisine yer verildiği gibi, Allah’ın kuluna olan sevgisine de yer verilir8. Ancak Kur’ân’da Allah’ın kulunu sevmesi İncil’de olduğundan tamamen farklıdır. Hıristiyanlık’ta, sevgiyle insan ve yaratıcısı arasındaki ekzistansiyel ayrımının üzerine çıkılabilir9. İncil’de Tanrı ve insan arasındaki ontolojik farklılığı yok edecek şekilde âdeta bir baba veya anne gibi Tanrı sevgisinden bahsedilirken, Kur’ân’da Rab-kul ilişkisi her zaman korunarak Allah’ın insana duyduğu sevgi belirli şartlara bağlanmıştır10. Üstelik muhtelif âyetlerde Allah’ın kimleri sevip kimleri sevmediği beyan edilmektedir. Meselâ Kur’ân’da Allah’ın sabredenleri11, müttakileri12, tevekkül edenleri13, adaletli davrananları14 sevdiği; ama kâfirleri15, zalimleri16, müsrifleri17, müstekbirleri18 sevmediği zikredilir19. Bütün bu âyetler insan-tanrı ilişkisinin duygusal yönünü göstermesi açısından önemlidir. Bu âyetler, Rabb’ini seven insanı, sevginin gücüyle yönlendirmektedir. Zira seven, sevdiğinin sevgisini kaybetmekten korkar. Nitekim psikolojide sevginin motive edici bir yönü olduğu20 belirtilmiştir.

    Hz. İbrahim’in kavmini Allah’a iman etmeye davetinde kullandığı bir misalde, yıldızın batmasından hareket ederek onun, tanrısı olamayacağını; yıldıza iman edilemeyeceğini açıklamak için “ben batanları sevmem” ifadesini kullanmış olması da kul ile mâbud arasındaki iman bağının sevgi temelli olduğunu21, Elmalılı’nın ifadesiyle “rubûbiyyet ve ubûdiyyette mahabbetin üssül’esas olduğunu”22 gösteren güzel bir örnektir. “Sevilen şey mâbuttur”23, tersinden bir ifadeyle sevilmeyene iman da edilemez.

    Kur’ân’da et-Tevbe Sûresi’nde “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, kötüye gitmesinden kaygılandığınız ticaret, hoşlandığınız meskenler, size Allah’tan, Resûlünden ve O’nun yolunda cihad etmekten daha sevgili ise o halde Allah emrini getirinceye kadar bekleyin! Allah, yoldan çıkmış topluluğa asla hidâyet etmez”24 âyeti mü’minin her şeyden daha fazla Rabb’ini sevmesi gerekliliğini göstermektedir. Muhtelif hadislerde de mü’min sayılabilmenin şartı Allah ve Resûlünü sevmeye bağlanmıştır. Meselâ Hz. Peygamber “iman nedir?” sorusunun cevabında kelime-i şahâdeti zikretmiş ve akabinde “Sana Allah ve Resûlünün bu ikisi dışındaki her şeyden daha sevimli olmasıdır”25 buyurmuştur.

    Tabiî ki bu naslar, insanın Allah ve Resûlü dışında hiç bir şeyi sevmeyeceği anlamına gelmemektedir. Kur’ân’da beyan edildiği üzere insana dünyada pek çok şey süslü gösterilmiş olup26 yaradılışında bunlara karşı bir sevgi vardır. Ancak mü’’minin Rabb’ine karşı sevgisi, diğer bütün sevgililerine duyduğundan üstün bir sevgidir.

    Bütün bu değerlendirmeler neticesinde mü’min olabilmek için “muhib” olmak gerektiği açıktır. Netice açık olmakla birlikte, bu neticenin nasıllığı açık değildir. Konunun aydınlatılması için her şeyden önce muhib olmak ne demektir? İnsanın Allah’ı sevmesinin anlamı nedir? gibi sorular cevaplanmalıdır. Devam eden bölümde bu sorular üzerinde durulacaktır.

    3. Allah’ı Sevmenin Anlamı

    İnsanın Allah’ı sevmesinin ne olduğunu irdeleyebilmek için öncelikle sevgi kavramını analiz etmek gerekir. Ne var ki her gün savrukça sarfedilen bir sözcük olmasına rağmen sevgi, bütün duygular gibi, bir iç tecrübe konusu olması sebebiyle, tanımlarla hakikati tam olarak gösterilemeyen bir yapıya sahiptir. Sevginin sahip olduğu karmaşık ve derin yapı sebebiyle “psikologların onun analiz sorumluluğundan vazgeçerek bunu şiire bırakmalarının ferâsetli bir davranış olacağı”27 söylenmiştir. “Sevgi konusunu bilen ve bu konuda konuşan bilginlere göre, sevgi tanımı yapılamayan işlerdendir”28. Zira sevginin tarifi onu tanımlayanın hissedişine bağlı olarak değişmekte, bu açıdan sübjektif bir karakter taşımaktadır29.

    Bütün bu endişelerle birlikte sevgi “insanı bir şeye veya bir kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygu”30 veya “nefsin hayır görülen veya hayır zannedilen şeyi irade etmesi”31, “gönlün zevk aldığı şeye meyletmesi”32 olarak tanımlanabilir. Sevgi bu ifadelere hasredilmemiş tarih boyunca müteaddit defalar değişik şekilde tanımlanmaya çalışılmıştır. Ancak İbnü’l-Arabî (ö. 638/1240) sevginin tamamıyla tanımlandığını görmediğini geride bıraktığı izleri ve gerekleri aracılığıyla ifade edilebileceğini33 söyleyerek onun tarifinin yapılamayacağını belirtmiştir.

    Gerçekten de yapılan tarifler incelendiğinde, her birinin konunun bir başka yönüne ağırlık verdikleri, sevginin kendisini değil de tezahürlerini dikkate aldıkları görülmektedir. Meselâ “sevgi, kalbin azığı, ruhun gıdası, gözün nurudur”34, “Sevgi gerek gıyabında gerek huzurunda sevgiliye muvafakat etmektir, sevgi hizmeti yerine getirmekle beraber, hürmeti terk ettim endişesi içinde olmaktır”35, “sevgi, tercihi sevgili için yapmaktır”36, ”sevgi, bir sarhoşluktur ki, seven sevdiğini görmeyince kendine gelemez”37, “sevgi, sevenin varoluşudur”38 gibi tanımların hepsi aslında sevginin görünümünü açıklamaktadır. Burada sadece örnek olarak bu cümleleri aktarmakla yetiniyor ve Allah sevgisini tezahürleri açısından incelemeyi uygun buluyoruz.

    Öncelikle İslâm âlimleri arasında insanın Allah’ın zâtını sevmesinin mümkün olup olmadığının tartışma konuları arasında39 bulunduğunu belirtelim. Kelâm âlimlerinden sevgiyi iradenin çeşitleri arasında görenler vardır. Onlar iradenin ancak mümkün olan şeylerle alakası olduğundan hareket ederek muhabbetin Allah’ın zâtı ve sıfatlarıyla ilgili olmadığını belirtmişlerdir. Onlara göre insanın Allah’ı sevmesi, O’na taatte bulunmayı40 ve O’na hizmet etmeyi sevmek, veya mükâfata kavuşmak için daha fazla amel işlemek anlamına gelir41. Allah’ı sevmenin, kulluğu yalnızca O’na tahsis etmek ve tam bir istekle kulluğa yönelmek anlamında mecaz olduğu42 da ifade edilmiştir. Sûfîler ise insanın Allah’ın zâtını sevebileceğini kabul ederler. Dolayısıyla onlar, Allah’a hizmet etmeyi ve O’nun mükâfatına kavuşmayı sevmenin Allah sevgisi yanında aşağı bir derece olduğu düşüncesine sahiptirler43. Ancak biz her iki görüşte olanların da kabul ettiği noktadan sevginin tezahürlerden hareketle konuyu ele almayı uygun buluyoruz.

    Zaten Kur’ân-ı Kerîm’deki âyetlerde de sevginin tezahürlerinin zikredildiğini görmekteyiz. Meselâ “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayan, esirgeyendir”44 âyeti sevginin mahiyetinin değil ama görünümünün nasıl olması gerektiğini ortaya koymaktadır. Sevgi Allah ve Resûlüne itaatte itici bir güç olur45. Allah’ı seven bir insanın sevgisinin görünümü, Peygamber’e ittibâdır, hayatın her anında onu örnek almaktır46. Dolayısıyla sevginin eseri bütün söz, fiil ve tasarruflarda görülmelidir47. Aslında bu âyet genel anlamda sevginin davranışlarımıza nasıl yansıması gerektiği noktasında temel bir prensip koymakla birlikte bu konuda başka naslar da mevcuttur. Bir taraftan “Ey iman edenler, mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır”48 âyetiyle bu genel prensip dışına çıkanlar uyarılırken diğer taraftan dünyevî işlerin, mü’minleri Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan, zekât vermekten alıkoyamadığı beyan olunmaktadır49. Nasıl insan sürekli sevdiğini hatırlar, onun hakkında konuşmaktan hoşlanırsa Allah’ı sevende de benzer haller görülür. Nitekim “Sevgi kalpte bulunan ve sevgilinin arzu ve isteklerinin dışında kalan her şeyi yakan bir ateş50 olarak da tanımlanmıştır.

    İmanın yapısı içindeki Allah sevgisi daha önceden de belirtildiği gibi bütün sevgilerin üzerinde bir sevgidir. Sevdiği uğruna sahip olduğu her şeyi terk eden insan gibi Allah’ı gönülden seven kul, bütün her şeyini Onun rızasını kazanmak uğruna feda eder. Dünya edebiyatı bu tür sevda öyküleri üzerine kuruludur. Ancak sevenin sevdiği yolunda her şeyden feragat etmesi sadece kitap satırlarında var olan bir gerçeklik değil, yaşanan bir gerçekliktir.

    Sevdiğinin yolunda bütün her şeyini vermek sadece sahip olunan mallarla sınırlı değildir. Mü’min kendi varlığını da bu sevgiyle feda eder. Öyle ki mü’min iman ettiği değerlerin hâkim olması uğruna, kendi varlığının yok olmasını göze alır. Buradaki sevgi insandaki en temel güdülerden biri olan yaşama içgüdüsüne baskın gelmektedir. Mü’minler sevginin gücüyle ölümün soğukluğunu tebessümle karşılayabilir.

    İmandaki Allah sevgisi kısır bir sevgi değildir. Allah’tan başlayarak diğer insanlara, nesnelere yayılmaktadır. Aslında bu sevginin yapısında vardır. Eğer sevgi E. Fromm’un (1900-1980) ifadesiyle sadece iki kişi arasında olan mazoşist ve sadist bir karakterde51 değilse, sevginin sevgi doğuran bir yapısı vardır. Fromm, olgun sevginin insanda etken bir güç olduğunu, kişiyi diğer insanlardan ayıran duvarları yıkan, onu diğer insanlarla birleştiren bir güç olduğunu52 düşünür. Sevgilerin en yücesi olan Tanrı sevgisi de tabiî olarak insanın diğer varlıklara sevgi duymasını temin eder. Tasavvuf felsefesinde yoğunlukla bu sevgi işlenir. Yûnus’a “Yaratılanı severim Yaradan’dan ötürü” dedirten bu sevgidir. Peygamberimizin “Siz iman etmedikçe Cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız”53 buyruğu bu düşünceyi gösteren bir ifadedir.

    Sevgi bir yandan bu şekilde sınırsızken, diğer taraftan sevilene bağlı olarak sınırlıdır. Hadislerde de belirtildiği gibi, kâmil bir imana sahip mümin “Allah için sever, Allah için buğz eder, Allah için verir ve Allah için vermez”54. Müminler kendi babaları, oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları da olsa Allah ve Resûlüne karşı çıktıkları zaman onları sevgi çemberleri dışında tutarlar55. Zira Allah bir insanda iki kalp yaratmamıştır56. Dolayısıyla bir mü’minin kalbinde hep Allah sevgisi hem de O’nun düşmanının sevgisi bir arada olamaz. Muhtelif âyetlerde Allah düşmanlarını sevmek ve onları velî edinmek yasaklanmıştır57.

    Buraya kadar anlatılan sevgi, ideal bir iman içinde yer alan sevgidir. Ancak ideal olması demek realitede olmadığı anlamına gelmemelidir. Daha ihtiyatlı bir ifadeyle mükemmel bir imanın içinde yer alan sevginin bu şekilde olduğu söylenebilir. Peygamberlerin, Kur’ân’ın ifadesiyle dinde öne geçenlerin sevgisi bu vasıflara sahiptir. Meselâ İbrahim Peygamber’i en sevdiği oğlu İsmail’i (Yahudiler’de İshak’ı) kurban etmeye götüren motiftir sevgi ki pek çok yazara ilham kaynağı olmuştur58. Hz. Peygamber’i ayakları şişinceye kadar ibadet isteğiyle dolduran güçtür sevgi. “Senden sevgini, seni sevenleri sevmeyi, senin sevgine yaklaştıran ameli sevmeyi dilerim” dedirten duygudur sevgi. Bir başka açıdan sanatın kaynağıdır sevgi; Sinan’a (ö. 996/1588) Süleymaniye’yi yaptıran, Süleyman Çelebiye (ö. 826/1422) Mevlüd’ü yazdıran ilhamdır sevgi.

    Bununla birlikte mü’minin sevgisi her zaman aynı şekilde eyleme dönüşmez. Ârızî sebeplerden dolayı, var olan sevginin tezahüründe eksiklikler ve kusurlar bulunabilir. Diğer taraftan imanın kendi içinde dereceleri olduğu gibi sevginin de dereceleri vardır. Bütün mü’minlerin sevgilerinin eşit olduğu söylenemez59. Aslında Kur’ân-ı Kerîm bu konuda da bize örnekler vermektedir. Allah Resûlü’nün Sahâbesi arasından üç kişi60 herhangi bir mazeretleri olmadan Tebük Seferi’ne katılmamışlardır61. Ancak onların gösterdiği bu zafiyet, imanlarının; dolayısıyla sevgilerinin olmadığı anlamına gelmemektedir.

    Bu noktada imanın ve sevginin en açık delili, insanın sevgisine rağmen, bir davranışta bulunduğunda, sonrasında sahip olduğu psikolojik haldir. Kur’ân sefere katılmayan üç kişinin hatalarını anladıkları zaman içinde bulundukları psikolojiyi “yeryüzü genişliğine rağmen onlara dar gelmişti”62 ifadesiyle açıklamaktadır. Bu üç Sahâbe örneğinde de gördüğümüz gibi mü’min, imanı aleyhinde davranışta bulunduğu zaman yaptığına sevinemez. Aksine pişmanlık duyar. İşte bu duygu onun sevgisinin delili olur. Bir hadîs-i şerif bu düşünceyi güzel bir şekilde ifade etmektedir. “Yaptığı iyi şeye sevinen ve kötü şeye üzülen mümindir”63.

    Sonuç

    Sevginin bulunmadığı bir yerde imandan bahsetme imkânı yoktur. Zira iman, kalpte sevgi çiçeğini açtırdığı ölçüde kendisi de anlam kazanır. Bu anlamda mümin, kalbi sevgiyle yoğrulmuş kişi olarak da tanımlanabilir. Elbette bu sevgide en temel olan, insanın Yaratıcısına duyduğu sevgidir. Ancak bu sevgi kısır bir sevgi değildir. Yaradan’ı merkeze alıp O’nun yarattığı bütün mahlukata yayılan engin bir sevgidir.

    Üstelik müminin kalbindeki sevgi, hayatın her anında etkin, güçlü ve aktif bir sevgidir. Bir başka ifade ile sevgi bir kalpte gerçekten yerleştiğinde insanın davranışlarını yönetir. Burada insan zaman zaman sevgisine ters düşecek eylemlerde bulunsa dahi, sevginin hükümranlığı içinde kaldığı sürece, sonuçta yine sevileni hoşnut etme çabası içinde olmaya devam eder.

    Öz

    Bu makalede öncelikle iman hayatı içinde kök salan sevgi incelenmiştir. Devam eden kısımda imandaki en temel sevgi olan Allah sevgisinin İslâmî terminolojideki ifadesi ile muhabbetullahın yeri ve önemi üzerinde durulmuştur. Bu çerçevede Allah’ı sevmenin anlamı âyet ve hadislerin ışığında açıklanmaya çalışılmıştır.

    Anahtar Kelimeler: Sevgi, Allah Sevgisi, iman

    Abstract

    In this article I will firstly examine the concept of love as a dimension of the faith. Then, I will explain human being’s love of God which is called muhabbatullah in Islamic literature. After that, I will analyze the meaning of it in the light of the Qur’an and Hadith.

    Keywords: Love, love of God, faith

    Dipnotlar:

    1 – bk. İbn Teymiyye, İman Üzerine, (trc. Salih Uçan), İstanbul 1985, s. 125.

    2 – Pierre Bovet, Din Duygusu ve Çocuk Psikolojisi, (trc. Selâhattin Odabaş), Ankara 1958, s. 21; M Emin Ay, Çocuklarımıza Allah’ı Nasıl Anlatalım, İstanbul 1998, s. 141.

    3 – Ahmet Albayrak, Ergenlerin Dini Gelişiminde Sevgi ve Korku Motifinin Etkinliği, (basılmamış yüksek lisans tezi), Bursa 1995, s. 137.

    4 – Paul Tillich, Systematic Theology, Chicago ts., III, 136.

    5 – el-Bakara, 2/165.

    6 – Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, I-X, İstanbul 1979-1982, I, 572.

    7 – Zekeriya Pak, Kur’an’da Kulluk, İstanbul 1999, s. 206.

    8 – bk. el-Mâide, 5/54.

    9 – Paul Tillich, a.g.e., a.y.

    10 – bk. Giuseppe Scattolin, “Love (Hubb) of God In Islamic Mysticism- a Study of a Semantic Development-I-Love (hubb) of God in the Koran”, MIDEO, 23(1997), s. 251 vd.

    11 – Âl-i İmrân, 3/146.

    12 – Âl-i İmrân, 3/76; et-Tevbe 9/4,7.

    13 – Âl-i İmrân, 3/159.

    14 – el-Mâide, 5/42; el-Hucurât, 49/9; el-Mümtehine, 60/8.

    15 – Âl-i İmrân, 3/32; er-Rûm, 30/45.

    16 – Âl-i İmrân, 3/57, 140; eş-Þûrâ, 42/40.

    17 – el-En’âm, 6/141; el-A’râf, 7/31.

    18 – en-Nahl, 16/23.

    19 – bu konudaki âyetler ve açıklamaları için: Raşit Küçük, Sevgi Medeniyeti, Ankara 1991, s. 92 vd.

    20 – D. Krech – R. S. Crutchfield, Sosyal Psikoloji Teori ve Problemler (trc. Erol Güngör), İstanbul 1980, s. 47; Ahmet Albayrak, a.g.e., s. 43.

    21 – bk., Âyetullah Cevâdî Amulî, el-Akîde min Hılâli’l-fıtra fi’l-Kur’ân, Beyrut 1415/1994, s. 168.

    22 – Elmalılı, a.g.e., III, 1967.

    23 – Gazzâlî, İhyâü ulûmi’d-dîn, I-XVI, Kahire 1356-1357, XIV, 77.

    24 – et-Tevbe, 9/24.

    25 – Ahmed b. Hanbel, IV, 11.

    26 – Âl-i İmrân, 3/14.

    27 – Arthur S. Reber, The Penguin Dictionary of Psychology, London 1985, “Love” md.

    28 – bk. İbn Arabî, İlâhî Aşk, (trc. Mahmut Kanık), İstanbul 1992 s. 34.

    29 – bk. Raşit Küçük, a.g.e., s. 25.

    30 – Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, I-II, Ankara 1988, “Sevgi” md.

    31 – Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât fî garîbi’l-Kur’ân (nşr. Muhammed Seyyid Kîlânî), Kahire 1381/1961, “Hbb” md.

    32 – Gazzâlî, a.g.e., XIV, 44.

    33 – İbn Arabî, a.g.e., s. 34.

    34 – İbn Kayyim, Medâricü’s-sâlikîn, I-III, Kahire 1333-1334, III, 4; krş. Raşit Küçük, a.g.e., s. 24.

    35 – Kuşeyrî, er-Risâletü’l-Kuşeyriyye (nşr. Abdülhalîm Mahmûd), I-II, Kahire 1973-1974, II, 614; krş. Raşit Küçük, a.g.e., s. 26.

    36 – Kelâbâzî, Doğuş Devrinde Tasavvuf (Ta’arruf) (haz. Süleyman Uludağ), İstanbul 1979, s. 161.

    37 – İbn Kayyim, a.g.e., III, 10; Raşit Küçük, a.g.e., s. 30.

    38 – İbn Arabî, a.g.e., a.y.

    39 – bk. Gazzâlî, a.g.e., XIV, 40.

    40 – Fahreddin er-Râzî, Muhassalü efkâri’l-mütekaddimîn ve’l-müteahhirîn mine’l-ulemâ ve’l-hükemâ ve’l-mütekellimîn, Ezher ts, s. 108.

    41 – a.mlf., Mefâtîhu’l-gayb (et-Tefsîru’l-kebîr) (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamid), I-XXXII, Kahire 1934-1962’den ofset, Beyrut, ts. (Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî), VIII, 17, 18; krş. Zekeriya Pak, a.g.e., s. 210.

    42 – Zemahşerî, el-Keşşâf an hakâikı gavâmizi’t-tenzîl ve uyûni’l-ekâvîl fî vücûhi’t-tevîl (nşr. Muhammed Mürsi Âmir), I-VI, Kahire 1397/1977, I, 170.

    43 – Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, IV, 205-206.

    44 – Âl-i İmrân, 3/31.

    45 – M. Osman Necati, Kur’ân ve Psikoloji, (trc. Hayati Aydın), Ankara 1998, s. 74.

    46 – bk. el-Ahzâb, 33/21.

    47 – Ahmed Nasîb el-Mehâmid, el-Hubb beyne’l-abd ve’r-rab, Beyrut 1411/1991, s. 116.

    48 – el-Münâfikûn, 63/9.

    49 – bk. en-Nûr, 24/37.

    50 – İbn Kayyim, a.g.e., III , 10; Raşit Küçük, Sevgi Medeniyeti, s. 30.

    51 – Erich Fromm, The Art of Loving, London 1963, s. 20-21.

    52 – bk. Erich Fromm, a.g.e., s. 24.

    53 – Müslim, İman 93, 94; Ebû Dâvûd, Edeb 131; Tirmizî, İsti’zân 1; Ahmed b. Hanbel, I, 165.

    54 – bk. Ebû Dâvûd, Sünnet 15, 16; Tirmizî, Kıyamet 60; Ahmed b. Hanbel, III, 438, 440.

    55 – bk. el-Mücâdele, 58/22.

    56 – el-Ahzâb, 33/4.

    57 – Âl-i İmrân, 3/28; en-Nisâ, 4/144; et-Tevbe, 9/23; el-Mümtehine, 60/1.

    58 – Kierkegaard’ın Korku ve Titreme adlı eseri İbrahim’in imanı üzerindedir.

    59 – bk. İbn Teymiyye, İman Üzerine, s. 163 vd.

    60 – Ka’b b. Mâlik, Hilâl b. Ümeyye, Merâre b. Râbî’.

    61 – bk. Taberî, Câmiu’l-beyân an te’vîli âyi’l-Ku’rân (nşr. Sıdkı Cemil Attar), I-XXX, Beyrut 1415/1995, XI, 30; İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Kurâni’l-azîm (nşr. Muhammed İbrâhim el-Bennâ v.dğr.), I-VIII, Kahire ts, IV, 175 vd.

    62 – et-Tevbe, 9/118.

    63 – Ahmed b. Hanbel, IV, 398.