Köprü Anasayfa

Bir Medeniyet Dili Olarak Risale-i Nur

"Bahar 2008" 102. Sayı

  • Bazı Hususiyetler ve Metod İtibariyle Kur’an’dan Risale-i Nur’a Yansımalar

    Some Peculiarities and Methodological Reflections from the Qur’an into Risale-i Nur

    Abdülhalim BİLİCİ

    Sohbette inikas ve insibağ vardır. Güneş, ısısı ve yedi rengi ile adeta aksettiği ve kendi rengine boyadığı aynayla sohbet etmektedir. Aynada güneşin sıcaklığı ve renk renk, çeşit çeşit nurları vardır. O sıcaklık ve nurlar güneş değildir, ama güneştendir, onu haber vermektedir. Ona dair işaretler var, ona dair hususiyetler taşıyor. Temsilden hakikate geçersek, Risâle-i Nur çağımızda Kur’ân güneşine tutulan en parlak bir aynadır.

    Risâle-i Nur müellifi ısrarla “Risâle-i Nur benim değil, Kur’ân’ın malıdır, ben sadece bir tercümanım. Kur’ân’ın mücevherat dükkânının bir dellalıyım” veyahut “lezzetli üzüm salkımlarının hasiyetleri kuru çubuğunda aranmaz ve aranmamalı, ben de öyle bir kuru çubuk hükmündeyim” diyor. Bütün bu ifadeler sadece Bediüzzaman’ın engin tevazusunun bir ifadesi mi yoksa aynı zamanda bir gerçeğin altının kalın çizgilerle çizilmesi midir? Kanaatimce bu ifadeler tevazudan çok bir hakikate yapılan vurgudur. Risâle-i Nur’daki hakikatler hem metot hem de hususiyetler itibariyle Kur’ân’dan yansımalardır. Bu yüzden Risâle-i Nurlar pek çok noktalarda tefsiri olduğu Kur’ân’a ayinedarlık yapar. Meselâ tevhit, haşir, nübüvvet, adalet ve ibadet gibi dört temel maksadı eksen yapar Kur’ân. Onun hakikî bir tefsiri olan Risâle-i Nur da bu dört temel maksadı eksen yapmıştır. Kur’ân’ın usandırmama gibi bir hususiyeti vardır. Risâle-i Nur da bunca zamandır, bunca insan tarafından tekrar be tekrar okunduğu halde, okuyanların itirafı ile bıktırmamaktadır. Aksine her okuyuşta haz alınıyor. Ve hakeza buna benzer on beş farklı noktada Risâle-i Nur’un Kur’ân’a ayinedarlık yaptığını okumalarımda tesbit ettim. Elbette ayinedarlık noktaları bunlardan ibaret değildir. Risâle-i Nur’u biraz da bu nazarla okumakta fayda var.

    Bu yazıda yapmaya çalıştığım şey, Kur’an ile Risale-i Nur’u karşılaştırmak değildir. Çünkü bu mümkün olmadığı gibi aklı başında hiçbir insanın yapabileceği bir iş de değildir. Hiçbir eseri, semavî de olsa, Kur’an ile karşılaştırmak imkansızdır. Bu açıklamayı yapma gereğini duymamın sebebi, dinden haz etmeyen bazı çevrelerin zaman zaman zihinleri bulandırmak için bu gibi iddialarda bulunmalarıdır. Risale-i Nur, materyalist felsefeye en öldürücü darbeyi vuran Kur’an’ın manevî bir tefsiridir. Bunu bildikleri için bazen Risale-i Nur ile Kur’an arasındaki ilişkiyi anlatan bir yazıyı rahatlıkta çarpıtarak bu tarzda sunabiliyorlar. Burada anlatmaya çalıştığım şey, Risale-i Nur ile Kur’an arasındaki sıkı ilişkidir, kuvvetli bağdır. Risale-i Nur müellifi Kur’an ile hemhal olmuş, onu anlamaya ve anlatmaya hayatını adamış bir Kur’an talebesidir. Yazmaya vesile olduğu Risale-i Nurlar da Kur’an’ın zamanımıza hakikatli bir dersidir. Risale-i Nurların özünü, ruhunu, Kur’an hakikatleri oluşturur. Risalelerden Kur’an hakikatlerini çekip alırsanız geriye bir şey kalmaz. Anlatmaya çalıştığım şey budur.

    1- Dört Temel Maksadı Eksen Yapma Noktasında Yansımalar (Benzerlik)

    Bediüzzaman’a göre Kur’an’ın en çok üzerinde durduğu ve işlediği dört temel hakikat vardır. Bunlar Tevhid, Nübüvvet, Haşir, Adalet ve İbadettir.

    Mesela, Kur’an’ın yaklaşık üçte biri ve kısa surelerin çoğunun başındaki ayetler doğrudan doğruya haşre işaret eder. Haşir bahsi ile başlayan yaklaşık kırka yakın sure vardır.1

    Kur’an’ın bütününde bu dört maksat bulunduğu gibi, bu maksatlar –nerdeyse- her bir surede hatta her bir ayet ve cümlede tecelli eder. Bu dört maksat Kur’an’da ya sarahaten veya işareten veya remzen vardır. Bu dört maksadın “Bismillahirrahmanirrahim”de nasıl tecelli ettiğini Bediüzzaman şu şekilde analiz eder.

    "Bismillah" mukadder olan "kul" (de ki) vasıtasıyla kulları talim eder. "Kul" kelimesi ise Kur’an’ın birçok yerinde mukadderdir. Binaenaleyh şu mukadder olan "kul" emri risalet ve nübuvvete işarettir. "Bismillah" uluhiyete işaret eder. "be"nin takdiminde tevhide imadır. "Rahman" nizam, ihsan ve adalete, "rahim" de haşire delalet eder.2

    Bunun gibi mesela: Elhamdulillahirabbilalemin’ de ki "Elhamdulillah" uluhiyete, içindeki "lam" tahsisi ifade ettiğinden tevhide işarettir. "Rabbü’l-alemin" adaletle nübüvvete remizdir. Çünkü terbiye resüller vasıtasıyla olur. Sarahaten haşir ve kıyamete delalet eder.3

    Bu dört maksadın Kur’an’ın hakiki bir tefsiri olan Risale-i Nur’da ağırlıklı olarak yer aldığını ve adeta Risale-i Nurun temelini oluşturduğunu görmekteyiz. Risale-i Nur’un fatihası sayılan İşaratü’l-İ’caz’da (30. Mektub) bu dört maksat müstakil konular olarak yer alır. Bu dört maksadı Risale-i Nur’un bütününe dağılmış olarak görebildiğimiz gibi ayrı birer risale halinde görmek de mümkündür. Mesela 10. ve 29. Sözler haşirle ilgili, 22. ve 32. Sözler tevhitle ilgili, 19. Mektup ve 19. Söz nübüvvetle alâkalı müstakil birer risale olarak karşımıza çıkar.

    2- Tekrarlar (Tekrarat-ı Kur’aniye) Noktasından Yansımalar

    Kur’an’da herkesin ihtiyaç duyduğu bazı konuların çok tekrar edildiğini görmekteyiz. Bu konuların Kur’an’ın muhtelif yerlerinde tekrar ediliyor olması, o konuların, arz ettiği önemden kaynaklanmaktadır. Özellikle Tevhit, Haşir, Nübüvvet, Adalet ve İbadet gibi temel maksatlar tekrarat-ı Kur’aniyye’nin ön sıralarında yer almaktadır. Kur’an’da yer alan tekrarlar genelde iki çeşittir: Bunlar 1- ayet tekrarı 2- kıssaların tekrarı olarak karşımıza çıkar.

    Mesela Sure-i Rahmanda çok tekrar edilen “o halde Rabbinin hangi nimetini yalanlıyorsunuz?” cümlesi gibi veya tek bir ayet iken Kur’an’da 114 defa tekrar edilen Bismillahirrahmanirrahim gibi.

    Davetin merkezinde yer aldıkları için Kur’an-ı Kerim’de en çok yer alan kıssalar peygamber kıssalarıdır. İsrailoğullarının sergiledikleri inat, küfür ve nankörlükleri tasvir eden Musa (a.s.) ile ilgili kıssalar Kur’an-ı Kerim’de en çok tekrar edilen kıssalardandır.

    Musa (a.s.) Kur’an-ı Kerim surelerinin 34’ünde zikredilmekte olup, onunla alakalı kıssalar bazen özet, bazen ayrıntılı bir şekilde verilmektedir. (Taha, Kasas, Bakara, A’raf ve Şuara surelerinde ayrıntılı)4

    Kur’an’daki tekrarların hikmetleri değişik risalelerde (Meyve Risalesi, Onuncu Mesele, 19. Söz’ün sonu) Bediüzzaman tarafından çok doyurucu bir şekilde beyan edilmiş. Bir kaçının özetleyelim.

    1- Kur’an tekrarı gerektiren dua, davet, zikir ve tevhit kitabı olduğu için bu açıdan tekrarlar güzeldir.

    2- Bir tek cümlede ve bir tek kıssada (bulunan) ayrı ayrı çok manaları, ayrı ayrı muhatap tabakalara kavratmak için tatlı, güzel tekrarat-ı Kur’aniyeye ihtiyaç vardır.

    3- İnsanlar hayatlarını devam ettirmek için nasıl ki gıdaları tekrar tekrar almak ihtiyacını hissediyorlarsa; aynen onun gibi manevi varlığımızın da (kalp, ruh, v.s. latifelerimizin) manevi gıdalara tekrar be tekrar ihtiyacı vardır. İşte Kur’an ve Kur’andaki hakikatler latifelerimizin kut ve gıdasıdır. Demek Kur’an’daki tekrarlar, ihtiyaçların tekrarından kaynaklanıyor.

    4- Herkes her vakit bütün Kur’an-ı okumaya muktedir olamaz, fakat bir sureye ekseriyetle muktedir olur. Onun için Kur’an’ın en mühim maksatları ekser uzun surelerde yer almaktadır. Böylelikle her bir sure bir Kur’an hükmüne geçmektedir. Bunun için tevhit, haşir ve kıssa-i Musa gibi bazı maksatlar tekrar edilmiş ta ki hiç kimse bu hakikatlerden mahrum kalmasın.

    Ayrıca Kur’an ayetlerinin mana tabakaları vardır. Tekrarlarında bu anlam katmanları adeta açılmakta, ayetlerin ifade ettiği mana derinliklerine nüfuz etme imkânı doğmaktadır. Bediüzzaman’ın Haşir Risalesi’nin yazmazdan önce 10. Söz’ün başındaki ayeti tekrar be tekrar tefekkür ederek okuduğu ve bunu kâinat kitabının bahar sahifesi ile yoğurduktan sonra Haşir Risalesi’nin kendisine ilham edildiğini unutmamak lazımdır. Demek her tekrar, manada biraz daha derinleşmeye vasıta olabiliyor.

    Risale-i Nur’da tekrarların mevcut olduğunu görüyoruz. Özellikle tevhit, haşir, nübüvvet ve adalet gibi Kur’an’ın temel maksatlarının külliyatın birçok yerinde değişik tarzlarda tekrar edildiğini Risale-i Nur okuyucuları biliyorlar. Risalelerde tevhit konusunun işlendiği bir meselede haşir, nübüvvet gibi diğer temel esasları da onun zımnında işlenmektedir. Dolayısıyla bu temel maksatlar değişik vesilelerle tekrar tekrar verilmektedir.

    Mesela bu temel meseleleri işleyen ve afakî tefekkürün şahikalarından olan Ayetü’l- Kübra’nın külliyatın birçok yerinde bütünüyle veya kısmen yer alması bu açıdan manidardır. Aslında bir dua risalesi olan münacatın bile tefekkürî bir boyut taşıması ve belki bu sebepten külliyatın değişik yerlerinde yer alması da tekrarların hikmetiyle ilgili olmalıdır. Bediüzzaman, tekrarat-ı Kur’aniyedeki hakikatlerin ekseriyet itibariyle Risale-i Nur’daki tekrarlar için de geçerli olduğunu vurgular:

    “Bana gönderilen risaleleri mütalaa ettim. Bir kısım hakikatleri mükerrer gördüm. Makam münasebetiyle tekrar edilmiş. Benim arzum ve belki ihtiyarım olmadan ne için böyle olmuş? Kuvve-i hafızama gelen nisyandan (unutkanlıktan) sıkıldım. Birden şiddetli bir ihtar ile “19. Sözün ahirine bak“ denildi. Baktım Risalet-i Ahmediye’nin (asm) mucize-i Kur’aniyesinde tekraratın çok güzel hikmetleri, tam tefsiri olan Risaleti’n-Nur’da tamamıyla tezahür etmiş. O tekrarat, o hikmetler için tam yerinde ve münasip ve lazım olmuş.5

    Risale-i Nur, Kur’an’dan çıkan bürhanî bir tefsir olduğundan Kur’an’ın nükteli, hikmetli, lüzumlu, usandırmayan tekraratı gibi onun da lüzumlu, hikmetli belki zaruri ve maslahatlı tekraratı vardır. Hem Risale-i Nur, zevk ve şevkle dillerde usandırmayan, daima tekrar edilen kelime-i tevhidin delilleri olmasından, zaruri tekraratı kusur değil; usandırmaz ve usandırmamalı.”6

    3- Usandırmama Bakımından Yansımalar

    Kur’an’ın hususiyetlerinden biri de usandırmamasıdır, tekrar be tekrar okunduğu halde bıkkınlık vermemesidir.

    Bediüzzaman, normal şartlarda, en lezzetli şey de olsa, bir şeyin tekrarının insanı bıkkınlığa sevk edeceğini; ancak Kur’an’daki tekrarın bunun tam aksine olduğunu, ondaki tekrarın kelamı daha da tatlı ve canlı hale getirdiğini, okuyanı rahatlatan ve ona itmi’nan kazandıran bir özellikte olduğunu ifade eder.

    Mesela: "Bismillahirrahmanirrahim" gibi ayetlerde bulunan ukde-i hayatiye ve nurani esaslar, tekerrür ettikçe iştahları açan misk gibi, karıştırıldıkça kokar.

    "Kur’an’ın hey’et-i mecmuasıyla kalplere kut ve kuvvet olup, tekrarı usanç değil, halâvet ve lezzet verir…"

    Kur’an’ın bu hususiyeti Kur’an’ın hakiki bir tefsiri olan Risale-i Nur’da yansımış, Risale-i Nur’un bunca yıldır bunca insan tarafından sürekli okunuyor olması onun tefsir etmeye çalıştığı Kur’an’ın usandırmama özelliğine mazhar olduğunun göstergesidir. Kur’an’da Risale-i Nur’a yansıyan bu özelliğe Bediüzzaman şöyle işaret eder: “Bu çok usandırıcı ve dehşetli zamanda usandırmayacak bir tarzda, çok tekrarla beraber, aklı başında olanları Risale-i Nur’la meşgul ediyor. Re’fet Beyin mektubunda dediği, "Risale-i Nur’un en bariz hasiyeti usandırmamak; yüz defa okunsa, yüz birinci defa yine zevkle okunabilir.’ Pek doğru demiş”7

    Evvela: mektubunuzda Risale-i Nur’un mizanlarını her okunduğunda daha ziyade istifade ettiğinizi yazıyorsunuz. Evet, kardeşim, o risaleler Kur’an’dan alındığı için kut ve gıda hükmündedir. Her gün gıdaya ihtiyaç hissedildiği gibi her vakit bu gıda-i ruhaniye ihtiyaç hissedilir. Senin gibi ruhu inkişaf edip kalbi intibaha gelen zatlar okumaktan usanmaz. Bu Kur’anî ilaçlar sair risaleler gibi tefekküh (meyve) nev’inden değil ki usanç versin. Belki teğaddidir.8

    Siz onların mütalaasını, kıymettar bir ibadet olan tefekkür nev’inden9 telakki ediniz. Ve onlardaki ilmi, envar-ı imandan ve marifetullahtan tasavvur ediniz ki usanç vermesin. Hem sizde ve müstemi’inde iştiyak olduğu zaman okuyunuz.10

    Eskiden bir kardeşim bana demişti: "Ben otuz defa onuncu sözü okuduğum halde, yine tekrar ile okumasına iştiyak ve ihtiyaç his ediyorum." Ve bundan bildim ki, Kur’an’ın mümtaz bir hassası olan usandırmamak, Kur’an’ın hakikatlerinin bir ma’kesi, bir ayinesi, bir hakikatli tefsiri olan Nur risalelerine de in’ikas etmiş bulunuyor.11

    4- Vahiy ve Sünuhat-ı İlhamiye İlişkisi Açısından Yansımalar

    Bediüzzaman daha gençliğin erken dönemlerinde İslam dinine ait seksen doksan cilt kitabı hafızasına almış, yine gençliğinde yaşadığı çağın fen ve felsefesiyle meşgul olmuş; hatta bu konuda eserler de yazmış bir mütefekkirdir. Yani kesbi ilim yok değil. Hatta bu kazanımların Kur’an hakikatlerine çıkabilmek için birer merdiven görevini gördüğü, birer hazırlık evresini oluşturduğu (mukaddeme-i ihzariyye) yine kendisi tarafından ifade edilmektedir. Ama bir şey daha ifade etmektedir Bediüzzaman, o da şudur: Risale-i Nur’un te’lifinin ilimle, fikir jimnastiği yaparak değil çoğunlukla sünuhatla, ilhamla, ihtarat ve istihracatla (istihracat-ı Kur’aniye) yapıldığı gerçeğidir.

    Kur’an’ın vahiy, onun tefsiri olan Risale-i Nur’un ilham ve sünuhat veya sünuhat-ı ilhamiye olması da düşündürücüdür.12 “Nitekim Kur’an-ı Kerim ümmi bir resule vahiy, Risale-i Nur da yarım ümmi bir müellife (veya varise) ilham edilmiştir. Müellifin yarım ümmi olması ile telifatın harikulade bir şekilde yapılmış olması ihtiyar ve tasarrufu müellifinin elinden almış oluyor.”13 Yani Risale-i Nur’un telifi müellifinin ihtiyarı haricinde gerçekleşmiştir14 diyebiliriz. Risale-i Nur’da bu manayı açıkça ifade eden ve bu tezi(mizi) destekleyen birçok materyali bulmak mümkündür. Örnek olarak bir kaçını zikredelim:

    1- Risale-i Nur 20. asrın Müslümanlarını ve bütün insanları koyu fikir karanlıklarından ve müthiş dalalet yollarından kurtarmak için müellifinin kendi ihtiyarıyla değil, bir ihsan-ı ilahi olarak yazılmış olan ilhamî bir eserdir. 15

    2- Benim arzum ve belki ihtiyarım olmadan ne için böyle olmuş? Kuvve-i hafızama gelen nisyandan sıkıldım. Birden şiddetli bir ihtar ile …16

    3- İhtiyarsız, o esasa küçük fıkralar ve bazı kayıtlar ilave edildiği vakit, birden başka bir şekil aldı.17

    4- … O bir kısım hakikatlerin, fakat letafetli başka tarzlarda izah edilmelerinde adeta ihtiyarım olmadan beni istimal ettiğini bildim çok şükür ettim.18

    5- Hem te’lif ihtiyarımız dairesinde değil.19

    6- Risale-i Nur’un mesaili ilimle, fikirle ve kasti bir ihtiyar ile değil, ekseriyeti mutlaka ile sünuhat, zuhurat, ihtarat ile oluyor.20

    7- Hatta bir kısım risaleleri ihtiyarım haricinde yazdığım gibi, Risale-i Nur’un ehemmiyetini zikretmekte ihtiyarsız hükmündeyim.21

    8- Yani Risaletü’n-Nur’un mertebesi ikinci ve üçüncüde olduğuna işarettir. Vahiy değil ve olamaz, belki ilham ve istihractır.22

    9- Hakaika dair mesailde külliyatları ve bazen da tafsilatları sünuhat-ı ilhamiye nev’inden olduğundan hemen umumiyetle şüphesizdir, kat’idir.23

    10- Birden hatıra geldi ki: bu üç farkın sırrı ile Risaletü’n-Nur’un mertebesi üçüncü olmasıdır. Yani vahiy değil ve olamaz. Hem umumiyetle dahi ilham değil, belki ekseriyetle, Kur’an’ın feyziyle ve medediyle kalbe gelen sünuhat ve istihracat-ı Kur’aniyedir.24

    11- (Üçüncü nokta) Risale-i Nur’un baştan beri ism-i Hakim ve Rahim’in mahzarı olduğundan bu üç ayetin ahirleri ism-i Hakim ile ve gelecek yirmi beşinci dahi Rahman ve Rahim ile bağlamaları münasebet-i maneviyeyi cidden kuvvetlendiriyor.

    İşte bu kuvvetli münasebet-i maneviyeye binaen deriz ki: "Tenzilü’l-Kitabi’ cümlesinin sarih bir manası Asr-ı Saadet’te vahiy suretiyle Kitab-ı Mübin’in nüzulü olduğu gibi, manay-ı işarisi ile de, her asır da o Kitab-ı Mübin’in mertebe-i arşiyesinden ve mucize-i maneviyesinden feyz ve ilham tarikıyla onun gizli hakikatlerinin bürhanları iniyor, nüzul ediyor, diyerek şu asırda bir şakirdini ve bir lem’asını cenâh-ı himayetine ve daire-i harimine bir hususi iltifat ile alıyor.25

    5- Konuların Sınıflandırılmamış Olması Açısından Yansımalar

    Kur’an’ı incelediğimizde diğer kitaplardan farklı olarak, konulara göre tertip edilmediğini görürüz. Mesela haşir ana başlığı altında haşirle ilgili bütün ayetler dizilmemiştir. Tevhit, Nübüvvet ve diğer (bütün) konular için de aynı şeyi söyleyebiliriz. “Kur’an’ın konuları ekseriyet itibariyle iç içe geçmiş durumdadır.”26 Mevzular Kur’an’ın bütününe yayılmış, serpiştirilmiş bir biçimde verilmiştir.

    Kur’an’daki bu hususiyet manevi bir tefsiri olan Risale-i Nur’a da yansımıştır. Gerçekten Risale-i Nur diğer eserlerden farklı olarak yazılmış ve tanzim edilmiştir. (Yazdırılmış desek daha doğru olur.) Kur’an’a ayinedarlık eder (benzer) bir tarzda konular belli başlıklar altında toplanmamış, külliyatın bütününe yayılmıştır. Kur’an’ın sure ve ayetleri birbirine ayine olduğu ve birbirini tefsir ettiği gibi Risale-i Nur’un da meseleleri birçok noktalarda birbirine yansıyor, birbirini tefsir ediyor. Kur’an’ın en birinci tefsiri Kur’an olduğu gibi, Risale-i Nur’un herhangi bir meselesini anlamak için yine Risale-i Nur’un diğer bir yerindeki meselesi ile tefsir etmek gereğini duyuyoruz. Bu biraz da konuların tasnif edilmemiş veya ettirilmemiş olmasıyla ilgilidir ve bir hikmete mebni olmalıdır. Kur’an’ın bütününe veya külliyatın bütününe insanların dikkatini çekmek ve o manevi hazinenin bütünüyle insanı tanıştırmak, haberdar etmek gibi… Veya dört ana konuyu (Tevhid, Haşir, Nübüvvet, Adalet) bütünün her bir parçasında nazara vererek hiç kimseyi mahrum etmemek gibi. Risale-i Nur’da bu durumun biraz ilham ve sünuhatla ilgili olduğunu düşünüyorum. Yani Bediüzzaman Risale-i Nur’ları plan ve program yaparak yazmasından çok, ilham ve sünuhata mazhar olarak telif etmiştir.

    6- Yediden Yetmişe Her Yaşa, Havastan Avama Her Tabakaya Hitap Etmesi Açısından Yansımalar

    Kur’an semavi bir sofradır. Bu sofradan yediden yetmişe her yaştaki insan nimetlendiği gibi kavrayış itibariyle avamdan havasa her tabakadan insan gıdasını alabilir. Herkesin istifade edebileceği, herkese açık manevi bir ziyafettir. Kur’an’ın irşad dairesinin böyle kuşatıcı bir genişliği vardır. Kur’an’ın bu özelliğine Risale-i Nur’da şöyle işaret edilmiştir:

    "Hem Kur’an’ın mertebe-i irşadında öyle bir genişlik vardır ki bir tek dersinde Hazret-i Cibril (a.s.) bir tıfl-ı nevreside (çocuk) ile omuz omuza o dersi dinler, hisselerini alırlar. Ve İbn-i Sina gibi bir dahi feylesof en âmi bir ehl-i kıraatla diz dize aynı dersi okurlar; derslerini alırlar. Hatta bazen olur ki, âmi adam, kuvvet ve safvet-i iman cihetiyle, İbn-i Sina’dan daha ziyade istifade eder.”27

    Kur’an’ın bir manevi mucizesi olan Risale-i Nur’un etrafında yediden yetmişe her yaştan ve yine avamdan havasa her tabakadan insanın kümelendiğini ve istifade ettiğini görüyoruz ve yaşıyoruz. Bu da irşad noktasındaki Kur’anî hususiyetinin Risale-i Nur’a yansıdığını gösteriyor.

    7- Birinci Derece Muhatap Tabaka Açısından Yansımalar

    Kur’an bütün insan tabakalarına hitap etmekle beraber Kur’an’ın birinci derecede muhatabı avam tabakasıdır. Avam tabakasına olan hitapta havasın da payı vardır. Oradan hissesini alabilir. Eğer Kur’an havas tabakasını esas alıp onların seviyesine göre hitap etseydi avam tabakası istifade edemezdi. Fakat umuma yapılan bir hitapta azınlık kalan havas da istifade eder.28 Risale-i Nur’un da tabiri yerindeyse hedef kitlesi avam tabakasıdır. Risale-i Nur avam-ı ehl-i imanın imanını küfrü mutlaktan ve şüphelerden kurtarmak için yazılmıştır.29 Fakat havas tabakasını da ihmal etmemiştir. Bu noktada Risale-i Nur Kur’anî bir hususiyeti yansıtıyor.

    8- İnsanın Bütün Latifelerine Hitap Etme Noktasında Yansımalar

    Kur’an insanı bir bütün olarak ele alır ve ona hitap eder. Sadece akla hitap edip, kalbi ihmal etmez veya kalbe hitap edip diğer duygularını gıdasız bırakmaz. Kur’an’a muhatap olan bir insanın bütün duyguları; aklı, kalbi, ruhu, vicdanı, hayali paylarını alırlar. Bu noktada Risale-i Nur, Kur’an’a iyi bir ayine olmuş, kelamcılar gibi akla önem verip kalbi ihmal etmez veya ehl-i tasavvuf gibi sadece kalp ayağıyla süluk etmez. Akıl ve kalbin mezciyle hakikata yürür. Aynı zamanda ruh, hayal ve sair latifeleri de tatmin eder. Bediüzzaman bu gerçeği şöyle ifade eder: “Risale-i Nur sadece akli mesail-i ilmiye değildir; belki hem kalbi, hem ruhi hem hali mesail-i imaniyedir."

    Hem Risale-i Nur, sair ulemanın eserleri gibi, yalnız aklın ayağıyla ve nazarıyla ders vermez ve evliya misillü yalnız kalbin keşf ve zevkiyle hareket etmiyor, belki akıl ve kalbin ittihat ve imtizacı ve ruh ve sair letaifin teavünü ayağıyla hareket ederek evc-i alaya uçar; taarruz eden felsefenin değil ayağı, belki gözü yetişmediği yerlere çıkar, hakaik-i imaniyeyi kör gözüne de gösterir.”30

    9- Kâinata ve Bilimlere Bakış Açısı Bakımından Yansımalar

    Kur’an, bilimlerden, bilimler için bahsetmez. Yani Kur’an bir fizik, kimya veya biyoloji kitabı değildir. Bütün bilimler Kur’an’da nüveler halinde belki mevcuttur. Ama Kur’an’ın bilimlerden veya kâinattan bahsi Allah’ın varlığına ve birliğine delil getirmek içindir. İlimler mizan ve nizamın zenbereği olduğu için bahs-i Kur’an’a dahil olmuşlardır. Kur’an kâinata ve bilimlere Allah hesabına (mana-i harfiyle) bakar, kendi hesaplarına (mana-i ismi) bakmaz. Risale-i Nur’da da birçok bilimler yer alır. Fakat bütün bunlar istidlal içindir. Yani Risale-i Nur, Kur’an’ı rehber edinerek kâinata mana-i ismiyle değil mana-i harfi ile bakar. Bu noktada Kur’an’a ayine olmaktadır Risale-i Nur.

    10- Eski Kitapların Yanlışlarını Tashih, Doğrularını Tasdik Noktasında Yansımalar

    Kur’an’ın bir hususiyeti de (a) eski kitapların doğrularını tasdik (b) yanlışlarını tashih eder. (c) Ayrıca, onlardan farklı orijinal bir tarafının bulunmasıdır. “Kur’an ittifaki noktalarda musaddıkane nakleder, ihtilafi yerlerinde müsahhihane bahseder. 31

    Risale-i Nur’u incelediğimizde kendisinden önce yazılmış ulema, filozof ve tasavvufçu yazarların eserlerine bu nokta-i nazardan baktığını görürüz.

    1- Lemaatta ve ene bahsinde İbn-i Sina ve benzeri filozofların yanlışlarını.

    2- Mu’tezile’nin halk-ı ef’al meselesindeki inhiraflarını veya "büyük günahları işleyen bir müminin imanı gider" tarzındaki yanlışlarını32 tashih eder.

    3- Hazret-i Yakup’un Hazret-i Yusuf’a olan hissiyatını "muhabbet ve aşk" olarak değerlendiren İmam-ı Rabbani’yi kastederek şöyle der: Bediüzzaman, "Ey Üstad! O tekellüflü (zorlama) bir te’vildir. Hakikat şu olmak gerektir ki: o, muhabbet değil, belki şefkattir." 33

    4- Mevlid yazarı Süleyman Çelebi’nin "ben sana aşık olmuşam" tarzındaki ifadesini "ben senden razı olmuşum" şeklinde düzeltir (Allah–Hz. Muhammed (s.a.v.) ilişkisi) 34

    5- Muhyiddin-i Arabî ve Vahdetü’l-vücud ile ilgili tashihler35

    6- İbrahim Hakkı’nın "cu (açlık) ism-i a’zamdır" ifadesinin tashihi36

    7- 22. mektup 4. vecihteki a) Arabi b) Farisi ibarelerin tashihi Risale-i Nur’un diğer eserlerden farklı ve orijinal tarafı da yüze yakın din tılsımlarını keşfetmesidir.37

    Şeriat, tarikat, hakikat kavramlarını ilişkilendirmelerde bir kısım ehl-i tarikatın hataya düştükleri görülmektedir. Hakikat ve marifeti, şeriattan daha öte, şeriatın ise bunlara (hakikat ve marifete) ulaşmak için bir vesile olduğunu düşünen ve bunu dile getiren (tasavvuf cephesinde) önemli isimler görüyoruz. Yunus Emre’nin "şeriat, tarikat yoldur varana – hakikat marifet andan içeru" tarzındaki ifadeleri tasavvuf cephesinden bu kavramlara nasıl bakıldığının izahıdır. Bu bakış Yunus Emre’nin şahsi bakış açısı değil, ehl-i tarikatın genelinin bakış açısı gibi görünüyor. Yunus Emre bu genel bakış açısını veciz bir şekilde formüle etmiş bir temsilci gibi.

    Oysa Risale-i Nur bu tarz bir yaklaşımı, yani şeriatı zahiri bir kışır, bir kabuk, hakikati onun içi veya neticesi veya gayesi gibi görmeyi, doğru bulmuyor.38 Risale-i Nur’a göre tarikat da hakikat da şeriata birer vasıta, birer başlangıç birer basamak ve birer hizmetkar konumundadır. Dolayısıyla şeriat bütün bu yolların (hakikat, tarikat vs.) gelip birleştiği daha geniş bir cadde-i kübradır. Bir de avam ve havas tabakalarının şeriattan aynı düzeyde anladıklarını düşünmek doğru olmaz. Şeriatın avam tabakasına inkişaf edenle havasa inkişaf eden mertebeleri ayrı ayrıdır. Buna göre avam tabakasına açılan şeriatın zahirini, şeriatın ta kendisi veya şeriatın hakikatı telakki etmek, havassa münkeşif olan şeriatın mertebesine "hakikat ve tarikat" namını vermek yanlıştır. Şeriatın bütün bu mana tabakalarını içine alan mertebeleri vardır.39 Sanırım bir kısım ehl-i tarikin yanıldığı nokta budur.

    11- İ’caz ve İcaz Ciheti Bakımından Yansımalar

    Kur’an’da hem i’caz, hem icaz vardır. Yeni hem bir çok cihetle mu’cizdir; hem de vecizdir, özlü sözleri cami’dir. İcaz (veciz oluş); "i’caz-ı Kur’an’ın en metin bir esasıdır" 40

    Kur’an’ın parlak bir ayinesi olan Risale-i Nur’a bu hususiyetler yansımıştır. Risale-i Nur, Kur’an’ın manevi bir mu’cizesidir. Bu başlı başına geniş bir konudur. Veciz ifadeler açısından da Kur’an güneşinin bir parıltısı olmasının örnekleri çoktur. Veciz oluş külliyatın genelinin bir hususiyeti olmakla birlikte Lemeat ve Hakikat Çekirdekleri Risaleleri bunun toplu örnekleridir. Risale-i Nur’un imanın en temel meselelerini özlü sözlerle (icaz) ifadesi harikadır.

    Mesela: Allah’ın varlığını "bir iğne ustasız, bir köy muhtarsız olmaz" vecizesiyle, Allah’ın birliğini (vahdaniyeti) "bir köyde iki muhtar, bir memlekette iki padişah olmaz." diyerek ispat etmesi… Veyahut her şeyin her şeyle ilgili olduğunu, bir şeyin her şeysiz olamayacağını, bir şeyi yaratabilmek için her şeyi yaratabilecek bir ilim, irade ve kudrete sahip olmayı gerektirdiğini ifade eden "sivrisineğin gözünü halk eden güneşi dahi o halk etmiştir." gibi. Bu anlamda Risale-i Nur’da sehl-i mümteni vardır. (Zahirde kolay görünen, gerçekte ise aynı şeyin yapmanın veya ifade etmenin imkansız oluşu)

    12- İman Esaslarını Tafsilatıyla İzah ve İspat Noktasında Yansımalar

    Diğer semavi kitaplarda erkan-ı imaniye mücmel (kısa–özet) bırakılmışken, Kur’an’da tafsilatlı olarak izah edilmiştir. 24. Sözün 2. Dalında bu konu işlenmiştir. “Enbiya-yı salife, haşr-i cismani gibi bir kısım erkan-ı imaniyeyi bir derece mücmel bırakmışlar, Kur’an gibi tafsilat vermemişler?… Halbuki bütün esmanın mertebe-i a’zamlarının mazharı ve bütün enbiyanın serveri olan Resul-i Ekrem (s.a.v.) ve bütün kütub-ü mukaddesenin reis-i enveri olan Kur’an-ı Hakim, bütün erkan-ı imaniyeyi vazıh bir surette, pek ciddi bir ifadeyle ve kasti bir tarzda tafsil etmişlerdir.”41 İşte bu sırdandır ki haşir ve kıyameti, en a"zam mertebede, en ekmel tafsilatla Kur’an zikrediyor42

    İmanın temel esaslarının tafsilatlı bir şekilde Risale-i Nur’da işlediğini görüyoruz. Bu esasların diğer eserlerde çok da tafsilatlı ve ispatlı bir şekilde işlenmediği anlaşılıyor. "Risale-i Nur bu hakikatı izahatıyla ispat etmiş. Eski zamandaki ehl-i hakikat bir derece mücmel ve muhtasar beyan etmişler. Demek, bu dehşetli zaman daha ziyade bu hakikata muhtaçtır ki, Kur’an-ı Hakim’in i’cazıyla, bu hakikat tafsilatıyla ihsan edilmiş, Nur Risaleleri de bu hakikate bir naşir olmuşlar." 43

    13- Camiiyyet (Muhteva Zenginliği) İtibarıyla Yansımalar

    Kur’an’ın bir özelliği de çok zengin bir muhtevaya sahip oluşudur. Adeta her mevzuya dair birer kitabı içinde barındıran mukaddes kudsi bir kütüphanedir. Bediüzzaman’ın ifadesiyle hem bir kitab-ı ilim, hem bir kitab-ı hikmet, hem bir kitab-ı zikir, hem bir kitab-ı tasavvuf, hem bir kitab-ı san’attır…

    Risale-i Nur muhteva zenginliği bakımından da Kur’an’a parlak bir ayine olmuştur. Dikkatle incelediğimizde Risale-i Nur’un bir ilim, hikmet, zikir, marifet, tasavvuf, ibadet ve tefekkür vs. kitabı olduğunu görürüz.

    Emirdağ lahikasının 86. sahifesinde Risale-i Nur ile ilgili bu hususiyete işaret edilmektedir. Ayrıca 28. Lem’a’nın 14. Nüktesinde Bediüzzaman, Mevlana’nın Mesnevisi ile Risale-i Nur’u Kur’an güneşine ayine alma noktasında karşılaştırırken Mesnevi-i Şerif’in Kur’an’dan tezahür eden yedi hakikatten bir hakikata ayine olduğunu ve kutsi bir şeref kazandığını; Risale-i Nur’un ise Kur’an güneşinin yedi rengini, yedi nurunu birden aksettiren bir ayine olduğunu söyler.

    14- Temsil ve Örneklendirme Metodunu Kullanma Açısından Yansımalar

    Zor meselelerin anlaşılmasında temsiller önemli rol oynamaktadır. Kur’an-ı Kerim bahsettiği hakikatlerin herkes tarafından anlaşılması için temsil ve hikâye metodunu kullanmıştır. Bediüzzaman’a göre "temsil, İ’caz-ı Kur’an’ın en parlak ayinesidir." 44

    En derin imani hakikatlerin en âmî adamlar tarafından anlaşılmasına vasıtalık yapan temsillerdir. Bu yüzden temsillerin önemi çok büyüktür. Bediüzzaman i’caz-ı Kur’an’ın en parlak ayinesi olan temsilatın şualarının Risale-i Nur’un yazılarına da yansıdığını ve bunun kendisi için bir ihsan-ı ilahi olduğunu söyler.45 Gerçekten de Risale-i Nur bu Kur’anî tarzı (temsil ve hikaye metodunu) en etkili bir tarzda kullanır. Artık risalelerdeki bu temsiller temsil olmaktan çıkar "birer bürhan-ı yakini, birer hüccet-i katıa’ hükmüne geçer" 46 Hatta “kıyas-ı temsilinin bir nev’i var ki mantığın yakini bürhanından çok kuvvetlidir. Ve mantığın birinci şeklinin birinci darbından daha yakînidir.”47

    Temsillerin risalelerdeki fonksiyonu çok yönlüdür: Bazen en uzak hakikatleri en yakın gösteren bir dürbün, bazen en dağınık meselelerin toplattırıldığı bir vasıta, bazen en yüksek hakikatlere kolaylıkla ulaştıran bir merdiven, bazen gaybi hakikatleri gösteren bir pencere olarak karşımıza çıkar. Temsillerin bu fevkalade kolaylaştırıcı özelliklerinden dolayı imanî ve İslamî esaslara şuhûda yakın iman halini kazandırır insana. Böylelikle “Akıl ile beraber vehim ve hayal hatta nefis ve heva teslime mecbur olduğu gibi, şeytan dahi teslim-i silaha mecbur olur.”48

    Bediüzzaman risalelerdeki tesirin ve güzelliğin ancak temsilat-ı Kur’an’iyenin parıltılarından geldiğini söyler.49

    “O kısım da şudur ki: bir temsil-i cüz’î vasıtayla bir hakikat-ı küllînin ucunu gösterip, hükmü o hakikate bina ediyor; o hakikatın kanununu, bir hususi maddede gösteriyor. Ta o hakikat-ı uzma bilinsin ve cüz’î maddeler, ona irca edilsin. Mesela "Güneş, nuraniyet vasıtasıyla, bir tek zat iken, her parlak şeyin yanında bulunuyor.’ Temsiliyle bir kanunu hakikat gösteriyor ki nur ve nurani için kayıt olamaz, uzak ve yakın bir olur. Az ve çok müsavi olur, mekân onu zapt edemez.”50

    “Hem mesela "ağacın meyveleri, yaprakları; bir anda, bir tarzda kolaylıkla ve mükemmel olarak bir tek merkezde, bir kanun-u emri ile teşkili ve tasviri’ bir temsildir ki muazzam bir hakikatın ve külli bir kanunun ucunu gösteriyor: O hakikat ve o hakikatın kanununu gayet kati bir suretle ispat eder ki; o koca kâinat dahi şu ağaç gibi o kanunu hakikatın ve o sırrı Ehadiyetin bir mahzarıdır, bir meydan-ı cevelandır.

    İşte bütün sözlerdeki kıyasat-ı temsiliyeler bu çeşittirler ki bürhan-ı kati–i mantıkiden daha kuvvetli, daha yakinidirler.”51

    15- Şifa ve İlaç Olması Açısından Yansımalar

    Peygamber Efendimizin(s.a.v.) bir hadisinde "Kur’an İlacın ta kendisidir" buyurur.52 Bizzat Kur’an’da da Kur’an’ın bir şifa kaynağı olduğunu belirten ayetler mevcuttur. Mesela:

    1- O iman edenler için bir hidayet rehberi ve bir şifadır.53

    2- Biz Kur’an’dan mü’minler için bir şifa ve rahmet olan şeyi indiriyoruz.54

    Bediüzzaman bu ayetleri tefsir ederken Kur’an’ın "şifa verici" özelliğinin her çağa yansıdığını, bu zamanda da Risale-i Nur’un bu özelliğin yansıtıcılarından olduğunu belirtir. Kendisinin ve Nur talebelerinin binler manevi dertlerine, Kur’an ilaçlarının bu zamanda bir kısım kavanozları hükmünde olan Risale-i Nur’un şifa olduğunu ifade eder. Özellikle fenden ve felsefenin bataklığından çıkan ve tedavisi çok müşkül olan ve zındıka hastalığına müptela olanlardan çoklarının 55onunla şifa bulduğunu beyan eder.

    İsra suresinin 82. ayetini de şu şekilde tefsir eder Bediüzzaman: "Şu ayet-i azime sarihan Asr-ı Saadette nüzulü Kur’an’a baktığı gibi, sair asırlara dahi mana-i işarisiyle bakar. Ve Kur’an’ın semasından ilhamî bir surette gelen şifadar nurlara işaret eder. İşte doğrudan doğruya tabib-i kulüb olan Kur’an- Hakim’in feyzinden ve ziyasından iktibas olunan Risale-i Nur benim çok tecrübelerimle umum manevi dertlerime şifa olduğu gibi Resaili’n-Nur’un şakirtleri dahi tecrübeleriyle beni tasdik ediyorlar. Demek Risale-i Nur bu ayetin mana-i işarisine dahildir. 56

    Kastamonu Lahikası’nda Bediüzzaman "bizim her derdimize ilaç olan Risale-i Nur" diyerek nurlara yansıyan Kur’an’ın bu şifadar özelliğine dikkat çeker. 57

    Kısacası: Risale-i Nur Kur’an’ın hakiki bir tefsiridir. "Kur’an güneşine çağımızda tutulan parlak bir aynadır. Risale-i Nur Kur’an’dandır, onun malıdır. Ayetlerinin yıldızlarından yansıyan parıltılar Kur’an semasından takattür eden billur damlalardır. Bu yüzden Risale-i Nur, tefsiri olduğu Kur’an’a birçok noktalarda ayinedarlık eder.

    Öz

    Risâle-i Nurdaki hakikatler hem metot olarak hem de hususiyetler itibariyle Kur’ân’dan yansımalardır. Bu yüzden Risâle-i Nurlar pek çok noktalarda, tefsiri olduğu Kur’ân’a ayinedarlık yapar. Kur’an tevhit, haşir, nübüvvet, adalet ve ibadet gibi dört temel maksadı eksen yapar. Risâle-i Nur da bu dört temel maksadı eksen yapmıştır. Risâle-i Nur çağımızda Kur’ân güneşine tutulan en parlak bir aynadır. Bu çalışmada Risale-i Nur ile Kur’an arasındaki sıkı ilişki, kuvvetli bağ gözler önüne serilmektedir.

    Anahtar Kelimeler: Kur’an, Risale-i Nur, Tevhit, Haşir, Nübüvvet, Adalet, ibadet, Tekrarlar, Usandırmama, Temsilat

    Abstract

    The truths in Risâle-i Nur are reflections from the Qur’an from the methodological and characteristic point of view. Therefore, they serve in many points as mirror for the Qur’an of which it is an exegesis. It makes the main four aims as unity, otherworld, prophethood, justice and prays its axis. Even Risale-i Nur does take these four main sakes as its main focus. Risâle-i Nur is the most brilliant mirror put forward to the sun of Qur’an. This article tries to display the strong relationship between the Qur’an and the Risale-i Nur.

    Keywords: Qur’an, Risale-i Nur, Mirrorness, reflections, unity, prophethood, repeats, not harrassing, representation

    Dipnotlar

    1. Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumu 3, Yeni Asya Yayınları, İst.1996, s. 352

    2. İşaratü’l-İ’caz ilk kısım.

    3. Nursi Said, Emirdağ Lahikası, Yeni Asya Neş, İst, 2002, s. 330. 331.

    4. Prof. Dr. Hasan M. Amreni, 4. Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumu

    5. Nursi, Said, Kastamonu Lahikası, Yeni Asya Neş, İst, 2002, s. 13; Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 35.

    6. Bediüzzaman Said Nursi, kaynaklı, indeksli, lugatli Risale-i Nur Külliyatı cilt I-II İst. 1996 s. 883

    7. Nursi, Bediüzzaman, Kastamonu Lahikası, Yeni Asya Neş, İst, 2002, s. 166

    8. Nursi, Bediüzzaman, Barla Lahikası, Yeni Asya Neş, İst, 2002, s. 180.

    9. Age., s. 180

    10. Age. 134

    11. Nursi, Bediüzzaman, Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neş, İst, 2002, s. 513

    12. Nursi, Bediüzzaman, Barla Lahikası, Yeni Asya Neş, İst, 2002, s.s. 97.

    13. Mücahid Bilici, "Risale-i Nur: The Tefsir, Köprü, Sayı: 50 (Bahar-95).

    14. Nursi, Said, Emirdağ Lahikası, Yeni Asya Neş, İst, 2002, II.c. s. 311-312

    15. Nursi, Said, Sözler, Konferans, Yeni Asya Neş, İst, 2002

    16. Nursi, Said, Kastamonu Lahikası, Yeni Asya Neş, İst, 2002, s.13

    17. Age., s. 12

    18. Age., s. 31

    19. Age., s. 105

    20. Age., s. 163; Barla Lahikası, s. 17, 97, 175.

    21. Nursi, Said, Sikke-i Tasdiki Gaybi, Yeni Asya Neş, İst, 2002, s. 101.

    22. Age., s. 82, 29. ayetin haşiyesi.

    23. Nursi, Said, Barla Lahikası, Yeni Asya Neş, İst, 2002, s.97.

    24. Nursi, Said, Sikke-i Tasdiki Gaybi, Yeni Asya Neş, İst, 2002, 1. Şua, s. 89,

    25. Age.,1. Şua, 24. ayet s. 86,

    26. Mehmet Kileci, Risale-i Nur’da Kur’an Mucizesi, İstanbul, İz Yayıncılık, 1997, s. 189.

    27. Nursi, Said, Mektubat, Yeni Asya Neş, İst, 2002, s. 188; Sözler, 25. söz, 1. şu’le 7. kısmın en son kısmı s. 354.

    28. Nursi, Said, İşaratü’l-İcaz, Yeni Asya Neş, İst, 2002, s. 169

    29. Nursi, Said, Emirdağ Lahikası I, Yeni Asya Neş, İst, 2002, s. 80-81.

    30. Nursi, Said, Kastamonu Lahikası, Yeni Asya Neş, İst, 2002, s.13.

    31. Nursi, Said, Sözler, Yeni Asya Neş, İst, 2002, s. 368

    32. Nursi, Said, Lem’alar, Yeni Asya Neş, İst, 2002, 13. Lem’a, 7, işaret

    33. Nursi, Said, Mektubat, Yeni Asya Neş, İst, 2002, 8. Mektup.

    34. Nursi, Said, Mektubat, Yeni Asya Neş, İst, 2002, s. 295.

    35. Nursi, Said, Lem’alar, Yeni Asya Neş, İst, 2002, 28. Lem’a, 7, nükte; Mektubat 18. Mektup, 2. mes’ele

    36. Nursi, Said, Barla Lahikası, Yeni Asya Neş, İst, 2002, s. 188.

    37. Nursi, Said, Kastamonu Lahikası, Yeni Asya Neş, İst, 2002, s. 161; Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 174

    38. Nursi, Said, Mektubat, Yeni Asya Neş, İst, 2002, 29. mektup 7. telvih

    39. Age., 29. mektup 7. telvih, 9. kısım

    40. Age., 26. mektup, s. 305

    41. Nursi, Said, Sözler, Yeni Asya Neş, İst, 2002, s. 303

    42. Age., s. 307

    43. Nursi, Said, Emirdağ Lahikası, Yeni Asya Neş, İst, 2002, s. 309

    44. Nursi, Said, Sözler, Yeni Asya Neş, İst, 2002, s. 178

    45. Nursi, Said, Mektubat, Yeni Asya Neş, İst, 2002, s. 365; Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 209

    46. Nursi, Said, Mektubat, Yeni Asya Neş, İst, 2002, s. 282

    47. Nursi, Said, Sözler, Yeni Asya Neş, İst, 2002, s. 563

    48. Nursi, Said, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Yeni Asya Neş, İst, 2002, s. 209

    49. a.g.e., s. 209

    50. Nursi, Said, Sözler, Yeni Asya Neş, İst, 2002, s. 303

    51. Age., s. 563

    52. Camiüssağir, c. 3, S. 1307

    53. Füssilet, 44

    54. İsra, 82

    55. Nursi, Said, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Yeni Asya Neş, İst, 2002, s. 80

    56. Nursi, Said, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Yeni Asya Neş, İst, 2002, s. 80

    57. Nursi, Said, Kastamonu Lahikası, Yeni Asya Neş, İst, 2002, s. 193, 182