Köprü Anasayfa

Türkiye'nin Demokrasi Süreci

"Güz 2008" 104. Sayı

  • Demokratikleşme Sürecinde Yargının Rolü

    The Role of Judgement in Democracy Process

    Nimet DEMİR

    Türkiye’de demokratik süreç içerisinde yargımızın rolünü anlatmadan önce, demokratikleşme çabaları içerisinde yargının rolünün ne olması gerektiğini anlamak gerekir. Ancak bu şekilde sağlıklı bir kıyaslama imkanı bulmak mümkündür.

    Yargının Rolü Ne Olmalıdır?

    Yargılama faaliyeti tez, antitez ve sentezden oluşan kolektif bir süreçtir. Tüm bu süreci ‘hukukçu’ diye nitelendirdiğimiz uzmanlar yürütmektedir. Mecelle’de yargıcın nitelikleri akıllı, bilgili, anlayışlı, kavrayışlı, doğrudan ayrılmaz, güvenilir, sağlam, ağırbaşlı şeklinde vurgulanmaktadır. Bu niteliklerin tamamının yargılama faaliyetine katılan, iddia ve savunma makamını işgal eden hukukçularda dahi bulunması gerekmektedir. Hukukçuda sayılan bu özellikler ona; içinde yaşadığı çağı, dünyayı ve toplumu doğru okuma, geleceği görme ve kararlarıyla içinde yaşadığı toplumu geleceğe hazırlama becerisi kazandırmaktadır. Nitekim yargının bu öncü rolünü gelişmiş demokrasilerde çok bariz bir şekilde görmekteyiz. Mesela, İngiltere’de demokrasinin yerleşmesinde yargının rolüne işaret eden Prof İlhan Akın, Kamu Hukuku isimli kitabında bu rolü şöyle özetler: “İngiliz Özgürlük Anlayışı’nın doğup gelişmesinde ve özellikle korunmasında, İngiliz yargı organlarının rolü büyüktür. Yüzyıllardır başı dara düşen her İngiliz in ilk işi yargıca başvurmak olmuştur. İngiliz, siyaset ve idare organlarından çok yargıcına güvenir. Fransa ve diğer Avrupa ülkelerinde yargıçlar yarı memur durumundayken, İngiltere’de yargıçlık egemen bir kurum olarak kendisini kabul ettiriyordu. Üstelik İngiliz yargıçları belirli zengin bir sınıftan devşirildikleri halde, kendi sınıflarına bağlı kalmamışlar, geniş halk kitlelerinin yararına çalışmışlardır. Yargı organlarının bir diğer kolu olan avukatlar da kendi sınıflarına bağlı olmaksızın diğer sınıfların haklarını korumayı bilmişlerdir. Bu bakımdan İngiliz özgürlüğü bir siyasi ülkü olarak ortaya atılmamış gerçekten yaşanmış, kullanılmış, yararlanılmış haklar olarak toplumca benimsenmiştir.” İngiliz yargıçlarının rolünü çok daha çarpıcı cümlelerle Prof. Münci Kapani, “İngiliz Demokrasisine Bakışlar” isimli yazısında şöyle anlatmaktadır: “İngiltere’de parlamento ile baskıcı hükümdarlar arasında kendini gösteren özgürlük savaşında, o dönemde hiç teminatları olmadığı halde yargıçlar hükümdara karşı cephe almışlar, hukukun yorumu ve hukuk yaratma yetkileri sayesinde, kralın ayrıcalıklarının yavaş yavaş kısılması ve kişi özgürlüklerinin tanınması konusunda çok etkili olmuşlardır.”

    Yine Alman Demokrasisinin gelişip yerleşmesinde, gücünü ve konumunu nazara vererek sarayın bahçesine katmak için değirmenine el koymaya kalkan Büyük Frederik’e karşı, değirmenciye; “Berlin’de yargıçlar var” dedirten, Berlin Yargıçları’nın rolü inkar edilemez.

    Bizde Yargının Rolü

    Demokrasinin gelişmesi noktasında yargının rolünün ne olması gerektiğine işaret ettikten sonra, bizim demokrasimizin gelişmesinde yargının rolünü şöyle özetleyebiliriz.

    Bizde yargı, Batılı demokrasilerde olduğu gibi, demokrasinin gelişmesi açısından kendinden beklenen öncü rolü gösterememiştir. Aksine yargı; hak ve özgürlüklerin tanınması, demokratik açılımın gerçekleşmesi noktasında, yaptıkları yorumlar ve verdikleri kararlar ile çoğunlukla demokrasinin gelişmesi açısından engelleyici rol üstlenmiştir. Yaklaşık yüz elli yıllık demokratikleşme serüvenimizde yargımız çoğunlukla statükonun devamı yönünde tavır almıştır.

    Cumhuriyetin kuruluş yıllarında Meclis’te egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olacağına ilişkin düzenleme yapıldığı sırada, bu ilkenin kanunlaşmasına ilk karşı çıkanlar Meclis’teki hukukçular olmuştur. İlk meclis tutanakları bunu açıkça gözler önüne sermektedir.

    Hukukçularımız ve yargı bu olumsuz yaklaşımlarını Cumhuriyet sonrasında da sürdürmüşler ve halen sürdürmektedirler. Cumhuriyet sonrası İstiklal Mahkemeleri ile, haksızlığa karşı durmaya çalışan ve ihlal edilen değerlerine sahip çıkmaya kalkışan halk, susturulmaya çalışıldı. Yassıada Mahkemesi ile halkın değerlerine saygı duyan, halkın isteklerini iktidara taşıyan siyasetçiler cezalandırıldı. Hatta bu dönemde önemli hukuk profesörleri; aleyhe yasanın, sanık aleyhine geriye yürütülebileceğine ilişkin evrensel hukuk ilkelerine aykırı fetva vermekten bile çekinmediler. Yine Sıkıyönetim Mahkemeleri ile kurulu düzene itiraz eden gençlik etkisizleştirildi. Anayasa Mahkemesi ile egemenliğin, oligarşik azınlığın elinden alınarak halka devredilmesi engellenmeye çalışıldı. Bu süreç içersinde elbette zaman zaman özgürlükçü kararlara rastlanıldı, ancak bu tarz kararlar münferid nitelikte olup, kurumsal olarak yargı, hep statükonun devamı yönünde tavır belirlemiştir.

    Son olarak, ülkemizin Avrupa Birliği’ne katılım sürecinde, kanunlarımızda hak ve özgürlüklerin genişletilmesi yönünde yapılan değişikliklerin yargı kararlarında makes bulmaması üzerine, mer’i kanunların özgür bir anlayışa göre düzenlenmesinin toplumu özgürleştirmediği, bunun için yargı yetkisini kullanan hukukçuların zihniyetinde özgür düşünce lehinde değişim gerektiği dillendirilmektedir.

    Olumsuz Yaklaşımın Sebepleri

    Bizde yargının özgürlüklerin yanında değil de kurulu düzenin yanında yer almasının nedenleri üzerinde şunları söylemek mümkündür:

    Bilindiği gibi yargı üç kuvvetten biridir. Kendisinden beklenen fonksiyonu tam yerine getirebilmesi için bağımsız olması gerekmektedir. Tam bağımsızlık için ise hem idari, hem mali, hem de akademik yönden bağımlılığının olmaması gerekmektedir. Bu tarz tam bir bağımsızlık ancak demokratik bir toplumda söz konusu olabilir. Bizde ise yargı her üç noktada hiçbir zaman tam manasıyla bağımsız olmamıştır. Monarşik bir devlet olan Osmanlı döneminde kadılar ulema içerisinden atanmaktaydı. Ulema ise seyfiye ve kalemiye yanında devletin üç sacayağından biri idi. Osmanlı’da yargı yetkisini kullanan kadıların içinden çıktığı kuruma ve Padişaha karşı bağımsızlığından söz etmek zordur. Cumhuriyet döneminde ise devlet kendini ideolojik olarak konumlandırdığı için devleti oluşturan kuvvetlerden biri olarak yargı, devletin ideolojisinin hamisi olarak kendini görmüş ve kararlarında da bunu hep gözetmiştir. Nitekim son birkaç ay önce hakim ve savcılar arasında yapılan bir ankette hakim ve savcılar; adalet ilkesi ile devlet çıkarları arasında tercih söz konusu olduğunda devlet çıkarı yanında yer alacaklarını belirtmişlerdir. Demek ki yargının olumsuz rolünün nedenlerinden biri devletin demokratik olamaması, bu yapılanma içersinde idari ve mali açıdan bağımsızlığını sağlayamamasıdır.

    Yargının olumsuz tavrının nedenlerinden bir diğeri, ilgili kişilerin atamayla iş başına gelmeleridir. Yasama ve yürütme kuvvetleri halkın oyuyla belirlendiğinden, bu kuvvetler faaliyetlerinde ve kararlarında halka hesap verme durumundadırlar. Dolayısı ile halkın içindeki değişim ve dönüşüm bu kuvvetlerde hemen yankı bulmaktadır. Yargının halk ile olan irtibatı kesik bulunduğundan, halkın içindeki bu değişim ve dönüşüm yargıda makes bulmamaktadır. Bu kopukluk sebebiyle halkın değerlerine yabancı, halkın nabzını hesaba katmayan kararlar yargıdan sudur etmektedir. Nitekim bugün toplumun radikal bir azınlığı hariç, hemen hemen tümü tarafından büyük bir hata olarak kabul edilen Adnan Menderes ve arkadaşlarının idamı, bir yargı organı mensubu tarafından savunulabilmektedir.

    Yargının olumsuz yaklaşımının bir başka sebebi akademik yönden yetersizliktir. Akademik yeterlilik yargıca bağımsızlık yanında tarafsızlığını kazandıran özelliktir. Yargıç akademik özerklik sayesinde önüne gelen davalarda adaletin tahakkukuna çalışır, kendi düşünce ve inançlarını kararın oluşmasında dayanak yapmadığı gibi hakim olan ideoloji ve inançları da dayanak yapmaz. Dolayısı ile salt adaleti gözetir. Bizim yargı kararlarında hakimin ideolojik tercihleri başat rol oynamaktadır. Yargıçlar kararlarını meri kanunlara göre değil ideolojik tercihlerine, evhamlarına göre oluşturmaktadırlar. Son yıllarda bir yargıç olan Yüksek Seçim Kurulu Başkanı, seçimlerde bir siyasinin seçilme yeterliliği ile ilgili kararlarını, Sakarya Savaşını ve vatanı düşünerek vereceklerini bir gazeteciye açıklamıştı.

    Sonuç

    Yaklaşık yüz elli yıllık demokratikleşme sürecinde yargı zaman zaman özgürlükçü kararlar tesis etmiş ise de bu kararlar bireysel nitelikte olup hiçbir zaman kurumsal seviyede kendini gösterememiştir. Yargının kurumsal seviyede tavrı maalesef hak ve özgürlüklerin aleyhinde olmuştur. Oysa yargının olması gereken tavrı ve rolü bu şekilde olmamalıydı. Yargı, tıpkı İngiliz ve Alman demokrasisinde olduğu gibi bizde de öncü rol üstlenseydi, özlenen ve beklenen özgürlükçü, katılımcı ve çoğulcu demokrasiye bugün varmakta hayli yol almış olacaktık. Kaybedilmiş zamanı telafi etmek mümkün değildir. Ancak bundan sonra toplum tarafından özlenen ve beklenen demokratik gelişime karşı yargı, ayak diremeyi bırakmalı ve kendinden beklenen öncü rolü üstlenmelidir.

    Öz

    Yargılama faaliyeti tez, antitez ve sentezden oluşan kolektif bir süreçtir. Tüm bu süreci ‘hukukçu’ diye nitelendirdiğimiz uzmanlar yürütmektedir. Bu yazıda Türkiye’de demokratik süreç içerisinde yargının rolünü anlatılmaktadır. Bunu için öncelikle demokratikleşme çabaları içerisinde yargının rolünün ne olması gerektiğine değinilmekte, gelişmiş demokrasilerden konu ile ilgili örnekler sunulmaktadır.

    Anahtar Kelimeler: Yargı, yargıç, demokratikleşme, statüko

    Abstract

    The judgement is a collective process which is consisting of thesis, antithesis and synthesis. The experts called jurists operate all of the process. In this article, we will analyze the role of judgement in the democracy process of Turkey. For that reason, first, we will mention about what the role of judgement must be in the democracy process and we will give some examples from developed democracies.

    Keywords: Judgement, judge, democracy, status quo