Köprü Anasayfa

Demokrat Anayasa Arayışları

"Kış 2009" 105. Sayı

  • “Hürriyetler devletin yetki haritasını belirler.”

    The Panels of “Civilian Constitution”

    “Sivil Anayasa” Panelleri Ankara’da düzenlenen “Sivil Anayasa Paneli” (15 Eylül 2007) ve “Yeni Anayasa Paneli”ndeki (20 Ekim 2007) konuşma metinleri

    Yavuz ATAR

    Prof. Dr., Selçuk Üniversitesi Öğretim Üyesi, Sivil Anayasa Haz. Kom. Üyesi

    Böyle bir paneli düzenleyenlere teşekkür ediyorum.

    “Anayasa çok uzun olmamalı” şeklinde görüşler var. Bizim de anayasa taslağı çalışması yaparken özellikle dikkat ettiğimiz bir noktaydı. Şu örneği vermek istiyorum; Bir anayasa ne kadar uzun olmalı ya da ne kadar bunu kısaltabilirsiniz? Düşününüz iki kişilik bir ailesiniz, spor bir araba alırsınız, tek kapılıdır. Eşinizle biner gezersiniz, bu size yeterlidir. Ama bazı aileler 7 kişilik arabaya ihtiyaç duyar, hatta bazıları buna da sığmaz daha büyük arabalar kullanabilir. Biz de Türkiye’nin ihtiyacını görecek bir araba tasarlamaya çalıştık. Bize iki kapılı uymuyor, çok büyük olması da hoş bir şey değil. 82 anayasası 8-9 kişilik bir araba gibiydi. Biz bunu 4-5 kişilik bir araba yapabilir miyiz? gayreti içinde olduk. Anayasa’nın daha kısa olması idealdir. Spor araba gibidir. Fakat ihtiyacınızı da karşılaması gerekir. O yüzden düşünün ki 367 gibi basit bir aritmetik sorunu, ilkokul öğrencilerinin bile belki aralarında tartışmayacağı bir konu, ülkemizde çok büyük bir anayasal kriz haline geldi ve Anayasa Mahkememiz tartışmalı bir karar verdi. Burada açık anayasa hükümlerinde dahi tereddütler yaşandı.

    O halde bizim belli güvenceleri anayasaya koymamız gerekiyor. Çok kısa anayasada bunu yapamayabiliriz. Yine de bir 5 kişilik arabaya bu süreçte razı olmak zorundayız. Bizim de endişemiz oydu; mümkün mertebe iyi, uygulanabilen bir anayasa olsun.

    Hazırladığımız ya da hazırlamamız gereken anayasa ile Mevlana arasında bir bağlantı kurulacaksa, olsa olsa şu denebilir: Mevlana’nın biliyorsunuz en meşhur sözü “Kim olursan ol yine gel”dir. Yani, bu hürriyetler sonuna kadar herkes içindir şeklinde bir yorum yapılabilir.

    İnsan haklarında uzlaşma olmaz fikrine yüzde yüz katılıyorum. İnsan hakları uzlaşılarak, pazarlık yapılarak şu kadar mı bu kadar mı verelim gibi bir yaklaşımla düzenlenebilecek bir alan değildir. İnsan hakları artık tartışma dışı, insanlığın tecrübeleriyle, rasyonel çalışmalarıyla ürettiği, dünyanın kabul ettiği ve bütün kültürlerin ortak saydığı bir varlığıdır. Dolayısıyla da insanın olduğu her yerde herkese tanınması gereken hak ve hürriyetlerdir. Bu konuda bir uzlaşma olamaz. Ama ne yazık ki ülkemizde mevcut anayasal sistemde bile aslında var olan hürriyetler fiilen engellenebiliyor. Bunu kaldırmak için de süreçler üzerinde bir uzlaşma ya da bu sıkıntıları ülkemiz şartlarında aşmak için yine de bir görüşme ve müzakere söz konusu olabiliyor. Ama ideal olan hürriyetlerin bir pazarlık konusu olmamasıdır.

    Yine uzlaşmaya ve oylamaya konu olmayacak husus hukukun üstünlüğü meselesidir. Hukuk üstün olsun mu? Hukuk bütün kurum ve kurallarıyla anayasal sistemin merkezinde yer alsın mı? Böyle bir şey tartışma konusu olamaz. Tabi ki eğer hukuk devleti olduğunuzu iddia ediyorsanız. Bu tartışılamaz ve bu hukukun bütün kurum ve kurallarını ve ilkelerini kabul etmek ve uygulamak zorundasınız.

    Şüphesiz ki uzlaşmaya ve oylamaya konu olabilecek farklı alternatiflerin, tercihlerin olabileceği alanlar çoktur. Mesela mutlaka üzerinde uzlaşılması gereken anayasal bir sorun; Seçim sistemi ne olacaktır? Bu adeta futbol maçının kuralları gibidir. Önce bunu belirleyip siyasi partiler yarışacaktır, haliyle üzerinde uzlaşılması tabi ki gerekecektir. Veya kurumların dizaynı nasıl olmalıdır? İki meclis mi olsun tek meclis mi? Başkanlık sistemi mi, parlamenter sistem mi olsun? Bu konular müzakere edilir, üzerinde uzlaşılan tercihler konusu olabilir.

    Bu anayasa hazırlığında bizim temel önceliklerimiz şunlar oldu: Öncesinde belirteyim ki eğer ben tek başıma bir anayasa hazırlamış olsaydım çok daha farklı olabilirdi. O komisyondaki arkadaşlarımızın her biri farklı bir anayasa yapabilirdi. Sonuçta insan hakları, hukukun üstünlüğü aynı olacaktı; Üç aşağı beş yukarı, ama kurumların dizaynı ya da ifade tarzlarımız farklı olabilirdi.

    İdealimizdeki anayasayı 6 kişi yapmaya çalıştık; fakat bir yandan da hep şunu düşündük. Yani yapacağımız anayasa bir başbakan tarafından talep edildiği için haliyle bir hukuki sürece girecektir ve gerçekleşme ihtimali yüksek bir metin olacaktır. Bu anlamda Türkiye’nin şartlarını da, yani sindirebileceği şartları da göz önünde tutmaya çalıştık. Belli kurumların statüsü mesela…

    Türkiye şartlarında şu aşamada gerçekleştirilebilir bir anayasa yapmaya çalışırken bazı realiteleri de göz önüne almaya çalıştık. Ama ideal olan bu mudur? Hayır değildir. Peki anayasanın temel ilkeleri, felsefesi? Bir kere bu anayasa 82 anayasasından farklı olarak bireyi, hürriyetleri, insan hak ve hürriyetlerini, bütün uluslararası sözleşmeler, ayrıca kararları bizim için bağlayıcı olan AİHM’in yerleşik içtihatları. Tabii AİHM kararları tabu, dogma değildir ve onlar da hata yapabiliyorlar. Biz yerleşik olanları esas aldık.

    Hürriyetler devletin yetki haritasını belirler. Dolayısıyla temel hak ve hürriyetleri düzenledik ve devletin organları nelerdir, bunlarla ilişkisi nasıl düzenlenecektir? Bunlar anayasada olur. Bir anayasada hürriyetler düzenlenir, bunların meşru sınırları da vardır. Tabii ki sınırlar olacaktır, fakat bütün demokratik ülkelerin uluslararası kabul edilmiş sözleşmelerin koyduğu meşru sınırları geçmemelidir. Bizim 82 anayasası, hele ilk yapıldığı haliyle, tamamen bunların dışında, insan haklarını neredeyse kullanılmaz hale getiren, otoriteyi tesis eden, adeta devleti bireye karşı koruyan bir nitelik taşımaktaydı. İşte biz bunu tersine çevirmek, bütün anayasalarda olan, bireyi koruyan, onun haklarını esas alan, bireyin hürriyetini ve özerkliğini tesis eden bir taslak hazırlamaya çalıştık.

    İkinci temel önceliğimiz ve ilkemiz hukukun üstünlüğünü pekiştirmek, kurum ve kurallarıyla yerleştirmek oldu. Hukukun üstün olması için bir kere anayasal kuralların ve buna uygun mevzuatın düzenlemesi de gerekir. Evrensel düzeye ulaşmış hukuk normu diyebileceğimiz hukuk kurallarından oluşması gerekiyor. Hukukun üstünlüğü derken ne kastediyoruz? Bir diktatörün totaliter rejiminde, bu diktatörün koyduğu kanunlar uygulandığı zaman o devlet bir kanun devleti olur ama hukuk devleti olmaz. Zira hukuk devleti evrensel standartlara uygun insan doğasına uygun, insanın haklarını garanti eden bir hukukun uygulanması demektir. O halde demek ki kuralların niteliği bu olacaktır.

    Bunun dışında, mekanizmalarla ilgili olarak, bunları tesis ederken hukukun üstünlüğünden hukuk devletinden bahsediyorsak anayasanızda denetim dışı bir idari alan olamaz. Ama 82 anayasasında YSK, HSYK kararları, Cumhurbaşkanının tek başına yaptığı işlemler, memurlara verilen uyarma ve kınama cezaları vs. denetim dışındaydı; Dolayısıyla bunların hukuk devletinde olması düşünülemez ve bunlar hep eleştirilmiştir. Bunlar tamamı kaldırılıyor.

    Bir başka sorun, bizim yargı sistemimizde yargı bağımsız diyoruz. Aslında onun içinde doğal olarak tarafsızlık olması gerektiği halde yargı tarafsızlığı; yani yargıcın kendi özel tercihlerine, düşüncesine karşı da kararlarını koruması, yargıcın sadece ve sadece kararında hukuku düşünerek karar vermesi gerektiği… Tarafsızlık budur, bunu da anayasaya açıkça yazalım. Bazen doğal olarak olması gereken şeyler yazılınca daha iyi anlaşılıyor. Bu niye anayasaya girdi? diye eleştiriler var. Mesela Anayasa Mahkemesi, Danıştay, özelleştirmeyi iptal yetkisi yokken siyasal iktidar yerine geçip iptal ediyor. Veya insan haklarını koruması gerekirken tam tersine insan haklarını nasıl sınırlandırırım diye kararlar veriyor. Kılık kıyafetle ilgili Anayasa Mahkemesi’nin verdiği karar ortadadır. Bunun dışında siyasi parti kapatmaları ortada. Yargıtay’ın ifade özgürlüğü kararları ortada. Yüksek yargı çıkıp diyor ki bizim amacımız devleti korumaktır. Sanki hürriyeti koruyunca devlet yıkılıyor.

    Ülkemizdeki hürriyet korkusunu aşmamız gerekiyor. Bu korkuyu aşamadığımız sürece demokratik bir reform, demokratik bir anayasa yapamayız. Hürriyet korkusu yükseklik korkusuna benzer, bir insanın yükseklik korkusu varsa ki benim var, 10. katta başım dönüyor, tedavi olmam lazım. Bizim de toplum olarak kendimizi tedavi etmemiz lazım. Özgürlük korkusunu içimizden atmadıkça, insan haklarını, demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü bütünüyle garanti eden bir anayasa yapamayız.

    Yargıçlar devleti olgusunu yani hakimlerin siyasi iktidarın yerine geçip kararlar verme olgusunu ortadan kaldırmak üzere de yargı yeniden dizayn edilmektedir. Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay bu çerçevede ele alınmıştır. Bu yargının siyasal iktidara bağlanması gibi yorumlandı, asla böyle değildir, tamamen bir iftiradır. Konu tek taraflı ve bilgisizce ele alınıyor ya da bilenler de sırf eleştiri olsun diye karşı çıkıyor. Bir bakıyorsunuz, 10-15 sene önce anayasa teklifi hazırlayanlar bizimkine benzer hükümler koymuşlar taslaklarına. O tür hükümleri biz taslağa koyduğumuz zaman “Siz yargıyı siyasal iktidara bağlıyorsunuz” diyorlar. Hiç ilgisi yok. Hukuk devletinin yerleşmiş olduğu ülkelerde yargı nasıl düzenlenmişse biz de bunu ölçü aldık ve buna göre düzenledik.

    Bunun dışında tercihe açık alanlar, parlamenter rejim içinde Cumhurbaşkanının yetkileri meselesi gibi konularda alternatifler üretip karar vericilerin önüne koyduk. Mesela Cumhurbaşkanının fazla yetkileri var. Genelde parlamenter sistemde bağdaşmaz göründüğü için bunları azaltmaya çalıştık.

    Bir partinin siparişi ile anayasa yapılır mı? Burada bir öneri hazırlanıyor, bunu herkes hazırlayabilir. Nitekim başka kurumlar da hazırlıyorlar. Bunlar toplanır meclise verilir, hukuki süreç o zaman başlar. Bu aşamaya gelinceye kadar görüşmeler, tartışmalar, müzakereler yapılacak, herkesin görüşü alınacak. Bütün bunların bir taslak haline getirilip meclise sunulması lazım. Meclis’te de başka öneri ve taslaklar olabilir. Bunlar komisyonda tartışılır ve nihayetinde bir öneri ortaya çıkar. Bunun da halk oylamasına sunulması daha doğru olur. Halk da özgür bir ortamda yani 82 anayasasının oylandığı bir ortamda değil, tartışmaya açık, lehte ve aleyhte görüşlerin ortaya sürülebildiği bir ortamda tartışır ve kararını verir.

    Sivil-asker meselesinde ve anayasada MGK, Genelkurmayın statüsü vs. konularda şunu da bilmek gerekir. Bir ülkede darbeler yapılıyor, muhtıralar veriliyorsa, siz anayasaya ne yazarsanız yazın, MGK’yı çıkarın, Genelkurmayı bakana bağlayın, orda yine bunlar olur. Eğer biz hâlâ demokrasimizde fiilen bu aşamaya gelememişsek, darbe demeyelim ama muhtıra endişeleri yaşıyorsak, çözüm yok demektir. Önce halk ve özellikle rütbeli askerler değişmeli. Uygulamada zamanla özellikle asker kesiminde giderek bu dönüşümü görüyoruz. Eskiye göre askerin sivilleşme konusundaki yaklaşımı daha olumlu gibi, tabii bir-iki istisna olabilir. Önemli olan fiilen bir aşamaya gelmemiz.

    Türkiye’de yargının temel problemlerinin başında hukuk eğitiminin başından itibaren belli tip hukukçu yetiştirme felsefesi geliyor. Danıştay başkanının söylemini Eser Hoca’dan dinlediniz. Bir yüksek mahkeme başkanı böyle bir felsefeye sahipse orada hukukun üstünlüğünden gerçekten söz edemezsiniz. Bunlar hep geliyor hukuk eğitimine dayanıyor. Hukuk hocalarının, insan haklarını, hukukun üstünlüğünü önce kendi içlerine sindirmesi ve öğrencilerine de böyle bir perspektif vermesi lazım ki öğrenci de böyle olsun.