Köprü Anasayfa

Küresel Kriz ve Said Nursi'nin İktisat Görüşü - I

"Bahar 2009" 106. Sayı

  • İnsanlığın Yaşama Damarları

    The Way of Life of the Humanity

    Ali Ulvi BAKKAL

    İnsan her şeyden önce bu dünyada bir misafirdir; aynı zamanda sonsuz mutluluk veya ebedi yoksunluk kavşağında bir yolcudur. İmtihanı devam eden misafir bir yolcu…

    Sosyal rolleri ne olursa olsun, insanın bu gerçeği yok sayması mümkün değildir; üstünü örter, ilgilenmez o tarafa bakmaz. Gözünü kapayabilir, lakin bu gerçeği değiştiremez.

    Misafir yolcu, evlenip çoluk çocuğa karışacak, dünya hayatını kazanmak için koşturup duracak. Yolculuk esnasında çeşitli krizlerle -küresel kriz gibi- karşılaşabilecektir. Son krizde olduğu gibi, ya iktisad ve kanaati, helal kazancı bir hayat tarzı haline getirip, şükrederek ve ihsan sahibine minnet ederek mutluluk içinde yaşayacak, ya da tükenmeyen şikayetlerin pençesinde israf ve hırsla, helal çalışmayı bırakıp tembellik ve zalimlik ve zilletle dünyayı kendisine zindan edecektir.

    Bediüzzaman’a göre toplumsal davranışlara etki eden faktörler her asırda farklılık gösterir. Günümüzde rağbet edilen metalardan biri dünya hayatının kazanılmasıdır.*1 Bu, insanların ilgi odağı olan, fikirlerin yoğunlaştığı, mesailerinin pek çoğunun onun uğrunda harcandığı, rağbet edilen cazip bir metadır.

    Bediüzzaman’ın asrın hassası dediği; dünya hayatının baki hayata bilerek tercih edilmesi hastalığının temel nedeni “insanlığın yaşama damarının yaralanmasıdır. Bediüzzaman’ın dikkatlerimizi buraya çektiğini görürüz.2

    Bediüzzaman’a göre, nasıl ki bir uzv-u insanî hastalansa, yaralansa, sair âzâ vazifelerini kısmen bırakıp onun imdadına koşar. Öyle de, hırs-ı hayat ve hıfzı ve zevk-i hayat ve aşkı taşıyan ve fıtrat-ı insaniyede derc edilen bir cihaz-ı insaniye, çok esbapla yaralanmış, sair letaifi kendiyle meşgul edip sukut ettirmeye başlamış; vazife-i hakikiyelerini onlara unutturmaya çalışıyor.3

    Krizi üreten, bu yaralanan yaşama damarıdır; hasta olan uzuv, bütün vücudu kendisiyle uğraştırır. O uzvun iyileşmesiyle ancak bünye rahatlar. Dünya hayatının kazanılması, misafir yolcu olan insan için ulaşılması zorunlu biricik hedef olarak algılandığından dünyevileşme hastalığına dönüşmüştür.

    Bediüzzaman’a göre, insan yalnız cesetten ibaret değildir; cesedi beslemek için kalb, dil, akıl, dimağ koparılıp o cesede yedirilmez. Onlar imhâ edilmez; onlar da idare ister.4 Bu asırda ise toplumsal hayatın görünümünü şöyle tasvir eder Bediüzzaman:

    Hem nasıl ki bir cazibedar sefihane ve sarhoşane şâşaalı bir eğlence bulunsa, çocuklar ve serseriler gibi, büyük makamlarda bulunan insanlar ve mesture hanımlar dahi o cazibeye kapılıp hakikî vazifelerini tatil ederek iştirak ediyorlar. Öyle de, bu asırda hayat-ı insaniye, hususan hayat-ı içtimaiyesi öyle dehşetli, fakat cazibeli ve elîm, fakat meraklı bir vaziyet almış ki, insanın ulvî latifelerini ve kalb ve aklını nefs-i emmaresinin arkasına düşürüp pervane gibi o fitne ateşlerine düşürttürüyor. Bu hâl ise sukuttur.5 Bediüzzaman’ göre hakiki terakkî ise, insana verilen kalb, sır, ruh, akıl, hattâ hayal ve sâir kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, her biri kendine lâyık hususi bir vazife-i ubûdiyet ile meşgul olmasıdır. Yoksa, ehl-i dalâletin terakkî zannettikleri, hayat-ı dünyeviyenin bütün inceliklerine girmek ve zevklerinin her çeşitlerini, hattâ en süflîsini tatmak için bütün letâifini ve kalb ve aklını nefs-i emmâreye musahhar edip yardımcı verse, o terakkî değil, sukuttur.6

    Bu ifadelerden yola çıkarak krizi üreten nedenleri şöyle sıralayabiliriz.

    1- İnsanlığın yaşama damarı yaralanmıştır.

    2- Dünyevileşme, hayatı koruma ve daha fazla kazanma hırsı insanlığın ulvi latifelerini kendiyle meşgul etmektedir.

    3- Bu durumda ulvi latifeler sukut etmeye başlamış ve hakiki vazifelerini unutmuştur.

    4- İnsanlığın ulvi latifelerini, kalp ve aklını nefs-i emmaresinin peşine takmıştır.

    5- Ehl-i dalaletin terakki zannettiği bu durum sukuttur, çöküştür.

    6- Hakiki terakki, insanlığın ulvi latifelerinin yüzlerini ebedi hayata çevirmesiyle olacaktır.

    7- Bunun yolu da her latifenin kendine layık hususi ubudiyet vazifesiyle meşgul olmasından geçer.

    Yaralanan yaşama damarını çeşitli hastalıkları da beraberinde getirdiğini vurgulamak gerekir.

    Stanford Üniversitesi’ndeki doktorlar, milyonlarca kadının ortak derdi haline gelen bir hastalığa çare olabilmek amacıyla uzun yıllardan beri çalışmaktadırlar. Bu hastalık, göğüs kanseri, osteoporoz ya da benzer, çok bilinen bir rahatsızlık değil. Asıl hedef: Alışveriş hastalığı.

    Araştırma lideri Dr. Lorrin Koran’a göre alışveriş, bireyi karşı koyamayacağı bir şekilde güdülendirerek onun için zararlı sonuçlar doğuruyor. Üstelik bir zaman sonra da bu durum kronikleşiyor. Alışveriş hastası kişiler çoğunlukla kıyafet, ayakkabı, makyaj malzemesi ve mücevher satın alıyor, ardından da suçluluk duyuyor. Bu sonuç, başka bir alışveriş merkezi ziyaretini beraberinde getiriyor ve çark böylece dönmeye devam ediyor.7

    Günümüz insanı yoğun bir kaygı içinde yaşıyor ve tükettiği ölçüde mutlu olabildiğini zannediyor. Çağımızın insanı, doymak bilmezliği, yeme-içme, satın alma, vitrine bakma açgözlülüğüyle, aşırı kaygılı nevrotik kişiliğe bürünüyor. Genel olarak nevrotik kişiliğin yanında tüketmek ve alışverişle bağlantılı olan birçok ruhsal rahatsızlıklardan söz edilebilir. Alışveriş iştahı, sahip olma hırsı, tüketim eşyalarına-nesnelerine düşkünlük, aşırılık, kontrolsüz biçimdeyse ve dizginlenemiyorsa rahatsızlık haline gelmiş demektir.8 Bu rahatsızlığa çok önceden dikkat çeken Bediüzzaman, insaniyetin yaşama damarını yaralayan sebepleri sayarken; israfat ve iktisadsızlık, kanatsizlik ve hırs üzerinde durur. Bediüzzaman, insanlığın israftan kurtulması için iktisadı önerir ve bu hususla ilgili İktisad Risalesi’ni yazar.9

    Bediüzzaman’ın hayatından sunduğu kesitlerle de bunu bize gösterir: “Şu üstümdeki sakoyu, yedi sene evvel eski olarak almıştım. Beş senedir elbise, çamaşır, pabuç, çorap için dört buçuk lira ile idare ettim. Bereket, iktisat ve rahmet-i İlâhiye bana kâfi geldi.”10

    Dünya hayatının kazanılmasının merkeze yerleşip bütün çabaların bu noktada yoğunlaşması sürecini yaşıyoruz. Tam da bunu yaşarken küresel ekonomik kırılma ile karşılaşıyoruz. Rızka çalışma bahanesinin ubudiyeti ertelediği, siyasetleri belirlemede hep birinci sırada ekonominin yer aldığı bir dünyada yaşıyoruz. Önce bir dünyayı kazanalım, sonra her şeye sıra gelir düşüncesi baskın. Bediüzzaman “dünya umurundan kazandığına mesrur, kaybettiğine mahzun olma”11 der. Bütün kuvvetiyle dünyayı kazanmaya kitlenmiş yapının anahtar cümlesini verir. Çünkü bu yapının geçici tutulması bile insan için hem maddi hem manevi yıkıma yol açacak yoğunluktadır. Bu anahtarı kullanmanın, imanın gönüllü inşası ile yapılabileceğini gösterir. Kainat insan ilişkisini yeniden yapılandırır.

    “Ey insan! Şu kâinattan maksad-ı âlâ, tezâhür-ü Rubûbiyete karşı, ubûdiyet-i külliye-i insaniyedir ve insanın gàye-i aksâsı, o ubûdiyete ulûm ve kemâlât ile yetişmektir.12” der. Ubudiyet’in rızkla ilgisini anlatan bir başka yerde ise şu açıklamayı getirir.

    “Siz ubudiyet için halkolunmuşsunuz. Netice-i hilkatiniz ubudiyettir. Rızka çalışmak, emr-i İlahî noktasında bir nevi ubudiyettir. Benim mahlukatım ve rızıklarını deruhde ettiğim nefisleriniz ve iyaliniz ve hayvanatınızın rızkını tedarik etmek, âdeta bana ait rızk ve it’amı ihzar etmek için yaratılmamışsınız. Çünki Rezzak benim. Sizin müteallikatınız olan ibadımın rızkını ben veriyorum. Siz bunu bahane edip ubudiyeti terketmeyiniz!”13 Buradan maddeler halinde:

    1- İnsan ubudiyet için yaradılmıştır.
    2- Rızka çalışmak bir nevi ubudiyettir.
    3- Rezzak olan Cenab-ı Hak’tır.
    4- Rızka çalışma bahanesi ile ubudiyeti terk edilmemeli, prensiplerini çıkarmak mümkündür.

    Semavi dinleri dinlemeyen ve bugünkü krizin müsebbibi olan Batı medeniyetinin yaklaşımından ise;

    1- Hayatın gayesi heveskarane nimetlenmektir.14
    2- Her menfaatli şeyi kendine rab tanır.15
    3- Kazanç sahibi insandır.
    4 –Dünyada rahatça yaşamak yolunda her şey terk edilir, gibi her türlü krize davetiye çıkaran varsayımlar mevcutttur.

    Yaradılışa uymayan varsayımlar, yerlerini insan fıtratına uygun hakikatlere terk edecektir. Bu bağlamda yaşanan son kriz dahi bir misyon ifa etmektedir.

    İktisadın Ürettikleri

    Bediüzzaman’ın ısrarla vurguladığı iktisadın ürettiklerini şöyle sıralayabiliriz:
    1- Şükür, 2- Nimete hürmet, 3- Bereket, 4- Sağlık, 5- İzzet, 6- Lezzet

    Lezzeti Takip Etmek

    İsrafın şükre zıt olduğunu ortaya koyan Bediüzzaman: Şükür, nimete hürmet, bereket sağlık, izzet ve lezzeti iktisadın tarifi içine yerleştirir. İnsanın iktisada uymasıyla bu olumlu neticelere ulaşacağını izah eder.16 Hayatımızda lezzet yoksa yaptığımız işlerden, yediklerimizden tat alamıyorsak bu gereksiz tükettiklerimizle yakından ilgilidir.

    “Evet, bir fakirin, kuru bir parça siyah ekmekten açlık ve iktisat vasıtasıyla aldığı lezzet, bir padişahın ve bir zenginin israftan gelen usanç ve iştahsızlıkla yediği en âlâ baklavadan aldığı lezzetten daha ziyade lezzetlidir”17 der. Lezzet alma duygusunun sadece bedenle ilgili olmadığını, ruha, kalbe, akla bakan yönleri de olduğunu anlatır. Bediüzzaman’a göre insan israf etmemek şartıyla ve sırf vazife-i şükrâniyeyi yerine getirmek ve envâ-ı niam-ı İlâhiyeyi hissedip tanımak kaydıyla ve meşru olmak ve zillet ve dilenciliğe vesile olmamak şartıyla, lezzetini takip edebilir.18

    İnsanın ruhunun cesedine, kalbinin nefsine, aklının midesine hakim olması durumunda lezzetini şükür için isteyebileceğini söyler. Lezzet alma duygusunun baskısı altında; cesedin, nefsin, midenin yörüngesine girmenin lezzeti kaybetmeye ve hastalanmaya yol açacağını ifade eder. İktisatlı yaşamayı ilahi hikmete uygun hareket etmek olarak anlar. İsrafı ise ilahi hikmetin zıttına gitmek olarak görür.19

    İzzetle Yaşamak

    Bediüzzaman; iktisad etmeyenin zillete ve manen dilenciliğe düşmeye aday olduğunu anlatır. Bu zamanda israfın sebep olduğu harcamaların karşılığında insanın haysiyet ve namusunu rüşvet olarak vermek durumunda kalabileceği uyarısını yapar. Dini mukaddeslere karşı menhus bir paranın alınıp bu değerlerin heba edilebileceğini ortaya koyar20 İktisadın izzetli yaşamaya sebep olduğunu bir olayla anlatır. “Bir zaman, dünyaca sehâvetle meşhur Hâtem-i Tâî, mühim bir ziyafet veriyor. Misafirlerine gayet fazla hediyeler verdiği vakit, çölde gezmeye çıkıyor. Bakar ki, bir ihtiyar fakir adam, bir yük dikenli çalı ve gevenleri beline yüklemiş, cesedine batıyor, kanatıyor. Hâtem ona dedi:

    “Hâtem-i Tâî, hediyelerle beraber mühim bir ziyafet veriyor. Sen de oraya git; beş kuruşluk çalı yüküne bedel beş yüz kuruş alırsın.”

    O muktesit ihtiyar demiş ki: “Ben bu dikenli yükümü izzetimle çekerim, kaldırırım; Hâtem-i Tâî’nin minnetini almam.”

    Sonra Hâtem-i Tâî’den sormuşlar: “Sen kendinden daha civanmert, aziz kimi bulmuşsun?”

    Demiş: “İşte o sahrâda rast geldiğim o muktesit ihtiyarı benden daha aziz, daha yüksek, daha civanmert gördüm.”21

    Minnet altında kalmadan çalışmanın, ihsan ve ikram etmenin dahi ötesinde bir haslet olduğunu buradan anlıyoruz.

    Sağlık

    Gıda ihtiyacının karşılanmasında iktisada riayet etmenin, manevi ve ticari faydaları yanında tıbbi faydalarının da olduğu bir gerçektir. İktisat bu noktada da sağlığa kavuşturucu bir tesir yapar. Çünkü makul ve lüzumlu ölçüde gıda alınması vücudu taşımaya yardımcı olur. Fazlasının alınması halinde ise vücut onu taşır. Fazla gıda, bedene hamallık yaptırır, onu yorar. İktisada riayet, “bedene perhiz gibi bir medar-ı sıhhattir.”

    Bediüzzaman’ın ifadesiyle:

    “İslam ulemasının Eflatun’u ve hekimlerin şeyhi ve filozofların üstadı, dahi-i meşhur Ebu Ali İbni Sina, yalnız tıp noktasında, ‘Yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz.’ ayetini şöyle tefsir etmiş. Demiş:

    Yani, ilm-i tıbbı iki satırla topluyorum. Sözün güzelliği kısalığındadır. Yediğin vakit az ye. Yedikten sonra dört beş saat yeme. Şifa hazımdadır. Yani kolayca hazmedeceğin miktarı ye. Nefse ve mideye ağır ve yorucu hâl, taam taam üstüne yemektir. Yani vücuda en muzır, dört beş saat fasıla vermeden yemek yemek veyahut telezzüz için mütenevvi yemekleri birbiri üstüne mideye doldurmaktır.”

    Bazılarımızın veya bir çoğumuzun bugün uyguladığı gıda sistemini dikkate alırsak, vücudu taşımaktan ziyade, vücudun taşımak zorunda kalacağı miktarda gıda aldığımızı ve vücudun onları hazmedemeden biriktirerek taşımak zorunda kaldığını görürüz. Bu gıdaların fazlalığı yani gıdalanmada israfa gidilmesi ile şeker kolesterol, total lipid gibi fazla besinle oluşan yağ ve benzeri birikintilerin çeşitli hastalıklara sebebiyet verdiğini hatırlarsak, tegaddi tarzında iktisada riayetin ve israftan kaçınmanın22 önemini anlarız.

    Bereket

    “Evet, iktisat katî bir sebeb-i bereket ve medar-ı hüsn-ü maişet olduğuna o kadar katî deliller var ki, had ve hesaba gelmez. Ezcümle, ben kendi şahsımda gördüğüm ve bana hizmet ve arkadaşlık eden zatların şehadetleriyle diyorum ki:

    İktisat vasıtasıyla Bazen bire on bereket gördüm ve arkadaşlarım gördüler. Hattâ dokuz sene (şimdi otuz sene) evvel benimle beraber Burdur’a nefyedilen reislerden bir kısmı, parasızlıktan zillet ve sefalete düşmemekliğim için, zekâtlarını bana kabul ettirmeye çok çalıştılar. O zengin reislere dedim: ‘Gerçi param pek azdır. Fakat iktisadım var, kanaate alışmışım. Ben sizden daha zenginim.’ Mükerrer ve musırrâne tekliflerini reddettim. Câ-yı dikkattir ki, iki sene sonra, bana zekâtlarını teklif edenlerin bir kısmı, iktisatsızlık yüzünden borçlandılar. Lillâhilhamd, onlardan yedi sene sonra, o az para, iktisat bereketiyle bana kâfi geldi, benim yüz suyumu döktürmedi, beni halklara arz-ı hâcete mecbur etmedi. Hayatımın bir düsturu olan ‘nâstan istiğnâ’ mesleğini bozmadı,23 diyen Bediüzzaman; “Mal istersen kanaat yeter.” Evet, kanaat eden iktisat eder; iktisat eden bereket bulur.24 Diyerek de bereketin yolunu gösterir.

    Nimete Hürmet ve Şükür

    “İnsan, ipi boğazına sarılıp, istediği yerde otlamak için başıboş bırakılmamıştır. Belki, bütün amellerinin sûretleri alınıp yazılır ve bütün fiillerinin neticeleri muhasebe için zaptedilir.”25

    “Senin geçirmiş olduğun zaman şeridine elmas gibi nimetler dizilmiş, tam bir gerdanlık veya nimetlerin envâına bir fihriste şeklini veriyor. Binaenaleyh, geçirmiş olduğun vücudun her menzilinde ve vaziyetinde, etvarında, ahvâlinde, ‘Nasıl bu nimete vâsıl oldun? Neyle müstahak oldun? Ve şükründe bulundun mu?’ diye suale çekileceksin.”26

    “Eğer desen: “Şu küllî hadsiz nimetlere karşı, nasıl şu mahdut ve cüz’î şükrümle mukabele edebilirim?”

    Elcevap: Küllî bir niyetle, hadsiz bir îtikad ile. Meselâ, nasıl ki bir adam beş kuruş kıymetinde bir hediye ile bir padişahın huzuruna girer ve görür ki, herbiri milyonlara değer hediyeler, makbul adamlardan gelmiş, orada dizilmiş. Onun kalbine gelir, ‘Benim hediyem hiçtir, ne yapayım.’ Birden der: ‘Ey seyyidim! Bütün şu kıymettar hediyeleri kendi nâmıma sana takdim ediyorum. Çünkü, sen onlara lâyıksın. Eğer benim iktidarım olsaydı, bunların bir mislini sana hediye ederdim.’

    İşte hiç ihtiyacı olmayan ve raiyyetinin derece-i sadâkat ve hürmetlerine alâmet olarak hediyelerini kabul eden o padişah, o bîçarenin o büyük ve küllî niyetini ve arzusunu ve o güzel ve yüksek îtikad liyâkatini, en büyük bir hediye gibi kabul eder.”27

    İktisad ederek nimetlerdeki ilahi rahmete karşı hürmet etmeye başlayınca, bizi nimetleriyle kuşatan Rabbimize Risale-i nur diliyle niyaza başlarız. Ey bizi nimetleriyle perverde eden sultanımız! Bize gösterdiğin numunelerin ve gölgelerin asıllarını, membalarını göster; ve bizi makarr-ı saltanatına celb et. Bizi bu çöllerde mahvettirme; bizi huzûruna al, bize merhamet et. Burada bize tattırdığın leziz nimetlerini orada yedir. Bizi zevâl ve teb’îd ile tâzib etme. Sana müştak ve müteşekkir şu mutî raiyyetini başıboş bırakıp idâm etme”28

    “Hâlık-ı Rahîm, nev-i beşere verdiği nimetlerin mukabilinde şükür istiyor. İsraf ise şükre zıttır, nimete karşı hasâretli bir istihfaftır. İktisat ise, nimete karşı ticaretli bir ihtiramdır.

    Evet, iktisat hem bir şükr-ü mânevî, hem nimetlerdeki rahmet-i İlâhiyeye karşı bir hürmet, hem katî bir surette sebeb-i bereket, hem bedene perhiz gibi bir medar-ı sıhhat, hem mânevî dilencilik zilletinden kurtaracak bir sebeb-i izzet, hem nimet içindeki lezzeti hissetmesine ve zâhiren lezzetsiz görünen nimetlerdeki lezzeti tatmasına kuvvetli bir sebeptir. İsraf ise, mezkûr hikmetlere muhalif olduğundan, vahîm neticeleri vardır.”29

    Öz

    Bu yazıda yaşadığımız ekonomik krizin temelinde insanlığın yaşama damarının yaralanması gösterilmekte ve Bediüzzaman’ın ifadelerinden yola çıkılarak bu damarın tedavi yolları gösterilmekte, iktisadı bu husustaki tedavi edici rolü gözler önüne serilmektedir.

    Anahtar Kelimeler: Yaşama damarı, küresel kriz, dünyevileşme, hırs, israf, iktisad, ubudiyet

    Abstract

    In this article, we are adducing that the main reason of the economic crisis is the corruption of the true way of life of the humanity and we are offering some solutions in the light of Bediuzzaman’s thoughts and we point that economizing is the right choice for solution during the crisis.

    Keywords: Way of Life, global crisis, secularism, greed, dissipation, economics, worship

    Dipnotlar:

    *Risale-i Nur’dan yapılan alıntılarda Yeni Asya Neşriyat, İst., 1994 baskısı kullanılmıştır.

    1- Sözler, s. 43.

    2- Kastamonu Lahikası, s. 74.

    3- Kastamonu Lahikası, s. 74.

    4- Lemalar, s. 176.

    5- Kastamonu Lahikası, s. 74.

    6- Sözler, s. 291.

    7- www.iskenderiye.com İnteraktif Bilgi Portalı.

    8- Yavuz Odabaşı – Tüketim Kültürü.

    9- Barla Lahikası, s. 199.

    10- Mektubat, s. 70.

    11- Mesnevi-i Nuriye, s. 111.

    12- Sözler, s. 239.

    13- Lemalar, s. 278.

    14- Lemalar, s. 324.

    15- Sözler, s. 122.

    16- Lem’alar, s. 143.

    17- Lem’alar, s. 147.

    18- Lem’alar, s. 145.

    19- Lem’alar, s. 144.

    20- Lem’alar, s. 146.

    21- Lem’alar, s. 147.

    22- Sabahattin Zaim, İktisat Risalesi

    23- Lem’alar, s. 146.

    24- Mektubat, s. 273.

    25- Sözler, s. 75.

    26- Mesnevi Nuriye, s. 116.

    27- Sözler, s. 324.

    28- Sözler, s. 55.

    29- Lem’alar, s. 383.