Köprü Anasayfa

Küresel Kriz ve Said Nursi'nin İktisat Görüşü - II

"Yaz 2009" 107. Sayı

  • İktisadî Buhranlar ve Sosyal Değişim

    Economic Crisis and Social Change

    Ahmet BATTAL

    Prof. Dr., Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi

    Giriş ve Kavramsal Çerçeve

    1. “Küresel ekonomik kriz” kavramı üzerinde fikir beyan edenler kanaatimizce öncelikle kavramsal düzeyde düşünerek ve sorgulayarak işe başlamalıdır. Zira bu çağda zaman; önceki çağlardan çok daha hızlı akmakta ve kavramlar dünyasını da aynı hızda değiştirmektedir.

    Söz gelimi, önceki çağlarda, “global” ya da “küresel” kavramı başka anlama gelmekte iken, ulaşım ve iletişim harikaları ile dünyanın küçük bir köy haline gelmesinin sonucunda, küresellik; küresel kriz, küresel salgın gibi kavramlarla şekillenmeye başlamıştır.

    Benzer biçimde, iktisat kelimesine yüklenen mânâ da değişim geçirmiştir. Eski çağlarda “iktisat etmek”; “muktesit olmak” yani iktisatlı davranmak anlamına gelmekteyken, günümüzde, “iktisat yapmaya” yani ekonomi ile ilgilenmeye dönüşmüştür. Oysa iktisat ve ekonomi, farklı iki dile ve farklı iki düşünüş biçimine ait kavramlar olarak, dilin düşünüşe etkisi sebebiyle, farklı kavramlardır. Önemli bir fark şudur: Bir “iktisatçı” harcamaları artırmayı savunamaz, zira bu iktisatlı yaşamaya ve bu anlamda iktisatçılığa zıttır. Oysa bir ekonomist bir ekonomik model olarak harcamaların artırılmasını savunabilir. Nitekim savunmaktadır da. Gerçekten günümüzde, “ekonomi” demek, harcama demektir. Harcama ise “sarf” yani “israf” demektir. Bu sebeple “harcama ekonomisi” anlamında “sarf” yani “israf ekonomisi”nden söz edilebilir, ama geçmişte de bu gün de “israf iktisadı” denemez. Zira israf ve iktisat birbirine zıttır.

    O halde kavramlar dünyasında düşünme araçları olan kelimeler önemlidir. Başkalarının kavramlarına binerek gezersek, onların istediği yere doğru götürüleceğimiz açık olduğuna göre, önce kendi kavramlarımıza karşı sadık ve tutumlu davranmalıyız. Aksi halde en önemli buhranla karşılaşmış oluruz.

    Genel Yaklaşım

    2. Günümüzde israf had safhadadır. Deyim yerindeyse “eli delik”lerin devrindeyiz ve “deliği dikmeden” ya da “eli kesmeden” çözüm bulamayacağımız anlaşılmaktadır. O halde elin niçin delindiğini teşhis etmek gerekir.

    3. Kavramsal değişimin mimarlarından Mustafa Kemal 1923’te İzmir’de 1. İktisat Kongresi’ni açarken, “kanaat bitmek bilmeyen bir hazinedir” gibi kanaate teşvik eden hadislerin yanlış tefsir edildiğini ve bunun milletin geri kalmasına sebep olduğunu söylemektedir.

    Cumhuriyet devrinde uygulamaya giren değişimin yönüne karşı çıkan ve değişimin öze dönüş şeklinde olması gerektiğini beyan eden Bediüzzaman Said Nursi ise 1935’te yazdığı İktisat Risalesi adlı kitabında, iktisat konusunda kavramsal değişime karşı çıkmakta ve iktisadı kanaatle özdeş görerek okuyucularını kanaate teşvik etmektedir.

    Turan Dursun “Müslümanlık ve Nurculuk” kitabının 117. sayfasında, bu risalede “çağımızın iktisat bilimi”yle ilgili bir şey aramanın beyhude olacağını yazmaktadır. Bu yorum, Bediüzzaman’ı anlamamaktan kaynaklanmaktadır. Her şeyden önde Bediüzzaman bu kitabı, “çağımızın” ekonomi bilimiyle ilgili bir şey bulunmuş olsun diye yazmamıştır. Bediüzzaman’ın eserini; müellifin kendisi, duruşu ve hayatıyla birlikte çağın aşırı tüketim hastalığına ve israf yangınına karşı bir reddiye olarak değerlendirebiliriz.

    Bu reddiye ilginç bir biçimde Said Nursi’nin kitabının sonunda ortaya çıkmaktadır. Zira Bediüzzaman sonuçta, kitabın yazıldığı seneye “iktisat senesi” adı verilmesini teklif etmektedir. Herhalde, Said Nursi’nin kasdettiği iktisat, çağımızın iktisadı yani ekonomi ve tüketim anlamındaki iktisat değildir. Neyi kasdettiği, 1929 “ekonomik krizi”ne bağlı olarak aynı yıllarda başlayan kıtlık ve ardından gelen İkinci Dünya Savaşının dünyaya ve ülkemize yaşattığı yokluklar sayesinde daha iyi anlaşılmıştır. 2009 dünyasının içinde bulunduğu benzer durum da Bediüzzaman’ın eserinin ortaya koyduğu iktisadi prensiplerin geçerliliğini ortaya koymaktadır.

    4. Modern ekonomi ilminin tarifi de oldukça tartışmaya açık bir tanımdır: Gizli bir ideoloji ile maluldür. Materyalist bir yaklaşım içermektedir. Malum, “ekonomi bilimi” için “kıt kaynakları sınırsız ihtiyaçlarla üleştirmek-denkleştirmek ilmi” denmektedir.

    Bu tarifin test edilebilmesi için iki – üç soruya ihtiyaç vardır.

    Birincisi, kaynaklar gerçekten kıt mıdır? Evet demek, tüm zenginlik kaynaklarının mutlak sahibi olan Gani-yi Mutlaka karşı saygısızlık olmaz mı? İkincisi, ihtiyaçlar sınırsız mıdır? Yoksa; sınırsız olan insanın ihtiyaçları mı, istekleri mi, hırsı mıdır?

    Daha da önemlisi isteklerle fazlaları (arz ile talebi) denkleştirmenin yolu, “Ali’nin külahını Veli’ye, Veli’ninkini Musevi’ye” yöntemi midir? Denkleştirmenin doğru yöntemi insanın önce kendi kendisine, isteklerine, heva ve heveslerine ahlaki sınırlar koyması değil midir?

    O halde iktisatta problemimiz de aslında bir sistem problemi olmaktan çok, bir ahlâk problemidir.

    Bilhassa gayrı ahlâkî pazarlama uygulamaları ve tüketimi teşvik, israfı ve krizleri tetiklemektedir.

    5. Pazarlama bir bilim midir? Ülkemizde ve dünyada birçok üniversitede, pek de farkına varılmayan ilginç bir “bilimsel çelişki” vardır. Üniversitelerde bir yandan pazarlama bilim dalları, diğer taraftan da tüketiciyi koruma bilim dalları vardır. Tahmin edileceği üzere, “tüketici koruma bilimi”, “pazarlama bilimi”nin şerrinden müşteriyi korumaya çalışmaktadır.

    Gerçekte bilim bilimle çatışmayacağına göre bunlardan biri bilim değil demektir. Oysa pek açıktır ki; tavşana “kaç”, tazıya “tut” diyenler, bilim adamı değil, olsa olsa tavşanı ve tazıyı izleyenlere “arkadan yankesicilik” yapanlardır.

    Bu gün dünyada ve tabii ülkemizde iktisadi alanda sorgulanması gereken ana kavram “pazarlama”dır. Ancak “pazarlama ahlakı” kavramını dahi kitaplarına ABD’li pazarlama uzmanı Philip Kotler’den ilhamen ve ithalen almış bir üniversite camiasında bunların, değil konuşulması, düşünülmesi dahi zordur.

    6. Kaderin takdir ettiği ceza genellikle hatalı fiilin cinsindendir. Bu kural krizde de geçerlidir. Kriz ekonomikse aslında hata da ekonomiktir. Tüketim çılgınlığı tüketememe krizini getirmiştir.

    Zalim çiftçinin eşeğin sırtına binip burnuna ot uzatıp dilediği yere doğru koşturduğu gibi, tüketim çılgınlığı ve pazarlama uygulamaları da insanın sırtına binip onu istediği yere koşturmaktadır.

    7. Pazarlama ahlâkı konusunda en ciddi problem banka personelinde kendisini göstermektedir. Zira sattıkları “ürün”, aslında olmayan, sanal bir varlık; yani paradır. En zengin ama en mutsuz çalışan tipi banka çalışanlarıdır. Zira gazeteci Umur Talu’nun deyimiyle “hedef manyağı” olmuşlardır.

    Patronların koyduğu ve özellikle kriz dönemlerinde daha da yükselttiği “hedefleri tutturabilmek” ve ne pahasına olursa olsun gözden düşmemek için, ahlâkı bir kenara bırakarak müşteri avlamak, “başarı” olabilir mi? Bunun “ahlâki” olmadığı, vicdanlarda yaralar açtığı görülmektedir.

    8. O halde çözüm tüketimi teşvik etmekte değil iktisadı teşvik etmektedir. Zira gerçek zenginlik mal çokluğu ile değil ihtiyacın azlığı ile ve gönül zenginliği ile ölçülür. Tüketim ise alışkanlık yapar, ihtiyaçları azaltmaz, aksine artırır ve hırsa sebep olur.

    Hırslı insan, taleplerine sınır koymayan insandır. Nefsin taleplerinin nihai hududu, tahmin edilebileceği gibi insanın –haşa- tanrı olmak istemesidir.

    Oysa akıllı insan, çalışırken hırslı, çalışmasının sonucunu değerlendirirken kanaatkâr olmalıdır.

    9. Krize sebep olan hırsın bir biçimi, kolay kazanma hırsıdır.

    Elbette “insan için ancak çalıştığının karşılığı vardır.” Maddi karşılık almak isteyen; imalat, ticaret ya da ziraat yapmalıdır.

    Memuriyete giren ise “hamiyet” ve millete hizmet için girmelidir. Oysa Türkiye gibi ülkelerde insanlar “geçinmek” için memur olurlar, maaş değil ücret aldıklarını sanırlar. Bu da yetmez, hem memurluğun iş garantisini hem de işçi olmanın bir gereği olan ücret pazarlığı için sendika ve grev hakkını isterler. Oysa bu ikisi zıttır ve yanlış hırsın sonucudur.

    10. Krize sebep olan hırsın diğer bir biçimi ahlâkî standartları olmayan hırstır. Ahlâkî eğitim bu sebeple piyasaya şekil vermekten önce gelir.

    Dedelerimizin dükkan kimin sorusuna “emanet” cevabı vermesi sadece basit bir kültür unsuru değil, hakiki ve samimi bir varlık algısıdır. Zira bu cevap, “bu can bu tende emanet” anlayışının piyasaya yansımasıdır. Bu zihniyetteki kişi, stres nedir bilmez, krizden etkilenmez. Zira; tevazusu, iktisadı ve istiğnası ile merhameti hak eder, ikramı ve şerefli yardımı elde eder.

    Zaten bu sebeple “iktisat” ve “istiğna” yani gani gönüllülük kardeştir.

    Oysa “dünya benim, daha yok mu” diyen kanaatsiz insan, gayrimeşru yollara yönelir ve krizde yıkıldığında kendisine uzanan bir dost eli bulamaz, zira merhameti hak etmez.

    Tebdil-i kıyafet gezerek alış veriş deneyi yapan ve aslında gizlice piyasayı denetleyen padişahı sıradan bir müşteri gibi görerek ve samimiyetle “Ben siftah etmiş oldum, kalan ihtiyaçlarını da komşudaki diğer dükkandan al” diyen eskinin Mısır Çarşısı esnafı, bu günkü “homo ekonomikus”tan başka bir tür canlı idi. Ama bu günün homo ekonomikusları onu okuyup yorumlarken kendi bakış açılarını ona giydirmekte ve böylece onu da kendilerine benzetmektedir: Kendileri bencil, onu da bencil sanmaktadır. Faydacı ve benmerkezci bir yaklaşımla “Komşunu yaşat ki sen de yaşayasın” dediğini varsaymaktadırlar. Oysa bu yaklaşımın görünüşte samimiyet içinde hileye işaret eden “İnsanların güvenini kaybetmektense para kaybetmeyi tercih ederim. Zira insanların güveni bana para kazandıracak” yaklaşımından farkı yoktur.

    11. İnsan harcayacaksa kendisi için değil başkaları için harcamalı. Yemekten çok yedirmekten lezzet almalı. Zira, bizzat yemek, cismani ve çoğu zaman hayvanî bir lezzet verir. Oysa yedirmek, riya olmazsa, daima ruhanî ve insanî lezzet verir.

    İkram etmeyi seven insanın kriz karşısındaki tavrını ve durumunu düşünelim. Aç kalmaz, açıkta kalmaz, şerefli yardımdan mahrum da kalmaz.

    İktisadi Buhrandan “Ekonomik Krize”

    12. 2008 yılında ortaya çıkan “küresel ekonomik kriz” sebebiyle dünyanın ekonomik varlığının en az beşte birinin kaybolduğu söylenmektedir. Dünyanın beşte biri yanmış ya da uzaya uçmuş değildir. O halde ne oldu? Bu nasıl bir “kayıp”tır?

    Şöyle açıklanabilir: Dünya üzerinde reel ekonomik varlık 100 lira değerinde. Ama dünyadaki toplam varlık-alacak-borç hacmi 500 lira. Yani hesapta, kağıt üzerinde görünen 400 lira, “reel” varlık değil, sanal varlıktır. Yani beşte biri suyla dolu bardağın kalanındaki beşte dörtlük köpük ve sun’î varlıktır. Bu köpük azalıp sönmeye başlayınca köpükten geçinenlerde bir telaş başlamaktadır. Köpüğü azaltmamak için yeni köpürteçlerle suyu karıştırıp bulandırmaktadırlar. Reel ekonominin de dengesi böylece bozulmaktadır.

    13. O halde asıl problem köpüğün ve köpürtücünün varlığıdır. Köpürtücü bankalardır. Köpük de kağıt para yani “banka senedi” ya da “banknot”tur.

    Para nedir? Yenir mi? Yenmez. Giyilir mi? Giyilmez. Farazi bir varlıktır. Değeri de bir faraziyeden ibarettir. Aslında bir tür senettir. Kağıt parçasıdır. Bu sebeple paraya yatırım yapmak reel yani “akıllıca” ya da “mantıklı” değildir. Yine bu sebeple paradan ve vadeden para kazanmak ahlakî de değildir.

    14. Geleneksel bankalar, paradan para kazanmak isteyenlere, mevduat ve nakit kredi denilen geleneksel usullerle ve “futures” işlemleri, morgıç gibi modern yöntemlerle aracılık etmektedir: “Ali’nin külahını Veli’ye, Veli’ninkini Hasan’a, Hasan’ınkini Hüseyin’e ilh.” Bu şekilde “bir paradan” “çok alacak” ya da “çok borç” çıkarmak, piyasayı köpüğe boğmaktadır. Piyasa nefes almak istediğinde ise bardaktaki köpük kaybından dolayı ekonomik krizler çıkmaktadır.

    Oysa paradan para kazanmak isteyen, servetini yani parasını ya bizzat ticarette çalıştırmalı ya da ticaret yapmak isteyene sermaye vererek ortak olmalı ki kâra da zarara da iştirak etsin.

    Bu sebeple bankaların para-kredibilite akışına kâr zarar esasına göre aracılık yaptıkları bir sisteme geçilebilmesi lazımdır. Faizsiz bankalar bunu yapmaya çalışmaktadırlar ve ancak kısmen bunu başarabilmektedirler.

    15. Faiz paranın kirası değildir. Para kiraya verilebilen bir şey değildir. Sebebi şudur: Bir eşyanın kiralanmasında eşyanın başına gelecek risk kiraya verenin üzerindedir. Paranın ödünç verilmesinde ise paranın kaybı ya da yanmasının riski ödüncü alanın üzerindedir. Yani parayı ödünç veren riske girmemekte ve parasını korumaktadır. Ödünç verenin tek riski borçlunun ödeyememesidir. Bankacılık sektöründe ise bu risk gerçekte yoktur. Zira bankalar krediyi ancak en sağlam teminatları aldıklarında vermektedirler.

    Parayı ödünç verenin, geri alırken üzerine faiz alması, bir şeyin “karşılığı” değildir. Bazıları faiz için paradan mahrum kalmanın karşılığıdır şeklinde tarif yapmaktadır. Bir parça kağıttan yani paradan yani aslında satınalma gücü denen güçten kendi kendisini kendi isteğiyle mahrum bırakan, hangi sebeple, bir “karşılık” hak eder ki? Aksine, faiz, külah değiştirmeyi bir maharet sayanlarca uygulanmakta, “havadan para kazanmayı” teşvik etmekte ve çalışma şevkini söndürmektedir.

    16. O halde dünyanın krizlerden kurtulmak için bankacılık sistemini piyasa samimiyeti içinde ve doğru yöntemle reel ekonomiye uygun hale getirmesi gerekir. Bunu sadece İslam dünyası değil, bir süre önce Vatikan da söylemiştir. Gün geçtikçe bunu daha çok kişi, görmekte ve söylemektedir.

    Bediüzzaman Said Nursi, kitaplarında sosyal hayata ve sosyal düzen kurallarına dair fazla bir şey söylememesine karşılık, bir konuyu bir çok kitabında gündeme getirmektedir: Bu da faiz yasağına ve zekat emrine uyulmamasıdır. Bediüzzaman, son iki-üç yüzyıldaki sosyal çalkantıların ve ihtilallerin sebebini bu iki kuralın ihlaline bağlamaktadır. Ama bununla da yetinmemekte ve bu ikisini toplumsal “fesadın” da sebebi olarak da görmektedir. Fesattan kasıt herhalde ekonomik krizler ve buna bağlı ahlâkî bozulmalardır. Gerçekten ekonomisi bozulanın, bilhassa imanı da zayıfsa, ahlâkı da kolay bozulmaktadır.

    17. Toplumsal hastalıklarımızdan biri ikiyüzlülüktür ve bu da sosyolojik krize sebep olmaktadır. Dinî kaynaklara göre zekatın açıktan yani gizlenmeden ve fakat zekat olduğu söylenerek verilmesi gerekmektedir. Ancak dinî televizyon kanallarında, “dindar” olduğu belli kişiler, fakirlere, göstere göstere ve hatta firma reklamı da yaparak yardım vermektedirler; fakat “verdiğimiz zekattır” dememektedirler.

    Bu gizliliğin sebebi sorulduğunda “zekat deyince laikliğe ya da çağdaşlığa aykırı olabilir” denilmesi; çağdaş görünmek adına, gayri insani bir hâle, ikiyüzlülüğe bürünmek gibi gayr-i İslami bir durumu ortaya çıkarmaktadır.

    18. Son kriz sebebiyle kapitalizmin bittiğini, sosyalizmin yeniden parladığını ve doğrulandığını iddia edenler yanılmakta ya da bilerek yanıltmaktadırlar. Devletin fakire destek olması elbette iyidir. Ancak sosyal devlet uygulamaları teşebbüs hürriyetine engel olmamalı, özel sektörün ve meşru rekabetin önünü tıkamamalıdır. Krizler de bunun bahanesi olmamalıdır. Ama insanı tanrılaştırmaya kalkan materyalist tüketim tarzı da kötüdür o da teşvik edilmemelidir.

    Sosyalizm de kapitalizm gibi kapitalcidir, sermayecidir; zira maddecidir, materyalisttir. Aralarında sadece “kapital”in “sahibi”nin kim olması gerektiği konusunda görüş ayrılığı vardır. İkisi de kapitalin gerçek sahibi yaratıcıyı unuturlar ve sahip olarak ya insanı ya da devleti görmeye çalışırlar.

    Oysa insanın kapitalin şerefli emanetçisi olması, bu emanete hıyanet etmemesine bağlıdır. Hıyanet etmemesinin kıymeti ise ancak, hıyanet edebilme hürriyeti(!)nin de bulunması sayesinde anlaşılabilir. Akıl, irade, ilham, vahiy ve vicdan birleşecektir ki hürriyet hakkıyla ve gereğince kullanılabilsin.

    19. Ekonomik sistem olarak kapitalizmle sosyalizm arasında bir tercih yapmak zorunda kalınırsa hangisi tercih edilmelidir?

    Bediüzzaman’ın bakış açısına göre piyasayı kısıtlayan Sosyalizm necis (kötü)dür. Buna karşılık sınırsız hürriyet adı altında piyasa ahlakını yok eden ve günahlı israfı teşvik eden kapitalizm ise encestir yani (daha kötü)dür.

    20. Bu kriz bir yönüyle elbette kapitalizmin de krizidir. Ama unutulmamalıdır ki, yaşlı dünyamız, yakın zaman önce, komünizme dönüşmüş olan sosyalizmin eski doğu bloku ülkelerinde yaptığı zulmü de, ondan çıkan krizleri de görmüştü.

    Bu durumda sosyal siyasette önceliğimiz elbette ekmek değil hürriyet olmalıdır. Ama sadece devletten ve sadece dinî ve siyasal hürriyetleri istemek yetmez, devlete karşı ekonomik hürriyetlerimiz de olmalıdır.

    Serbest piyasa da iyidir ama bir şartla; insanı insan yapan ahlâkî kodları unutmadan. Zira insanların çoğunluğunun bencilleşerek insanlıktan çıktığı toplum da, o toplumun devleti de -hangi rejimi benimserse benimsesin- ekonomik krizlerden ve sosyal buhranlardan kurtulamaz.

    O halde ekonomik krizden kurtulmak için dahi ahlâkîyyat eğitimine manevi yatırım yapmaya devam etmek gerekir.

    Öz

    “Küresel ekonomik kriz” kavramını tartışmak için öncelikle kavramsal karmaşadan kurtulmak gerekir. Mesela; eski çağlarda “iktisat etmek”; “muktesit olmak” yani iktisatlı davranmak anlamına gelmekteyken, günümüzde, “iktisat yapmaya” yani ekonomi ile ilgilenme anlamına dönüşmüştür. Bu durum kavramlar dünyasında kargaşaya yol açtığı gibi, başkaları gibi düşünme ve onların istediği gibi yönlendirilme tehlikesini de beraberinde getirmektedir. Bu çalışmada öncelikle kavramsal çerçeve çizilmekte ve sosyal buhranlara ve krizlere yol açan küresel iktisadi krizin nedenleri üzerinde durulmakta ve ahlaki kodları göz önünde bulunduran çözümler önerilmektedir.

    Anahtar Kelimeler: İktisat, ekonomi, iktisadî buhranlar ve sosyal değişim, israf, pazarlama, faiz, zekat

    Abstract

    In order to discuss the concepts of “Global economic crisis,” firstly you need to get rid of conceptual confusion. For example; in the old ages, the “to economics”; means “thrifty”, however today its meaning turns into “dealing with the economy”. This situation has led to chaos in the world of concepts so it has brought about danger of feel like others and to be directed as they want. In this article, firstly a conceptual framework is drown and it is focused on reasons of global economic crisis that has caused social chaos and crises and solution proposals that take into consideration moral codes, are proposed.

    Key Words: Economics, economy, economic crisis and social change, waste, marketing, interest, alms