Köprü Anasayfa

Küresel Kriz ve Said Nursi'nin İktisat Görüşü - II

"Yaz 2009" 107. Sayı

  • Said Nursi’ye Göre Dünyevileşme

    Secularization According to Said Nursi

    Ramazan ALTINTAŞ

    Prof. Dr., Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi

    1950-60’larda tarihçilerin ve sosyal bilimcilerin teorisine göre, “modernleşme süreçlerine bağlı olarak din, hem toplumsal seviyede ve hem de bireyin zihninde/bilincinde gerileyecektir. Ne kadar çok modernleşme yaşanırsa, sekülerleşmenin hızı da ona göre artış kaydedecektir.” Acaba burada sözü edilen sekülerleşmeden ne anlaşılmalıdır? Secular sözcüğü Latincede "soeculum" sözcüğünden gelir. Bu terimin, zaman ve mekân çağrışımlarını birlikte veren bir anlamlar dünyası vardır. “Zaman”, dönem, onun şimdi oluşunu, hazır oluşunu; “mekân” ise, dünyada ve dünyevî oluşunu gösterir. Dolayısıyla soeculum, bu çağ ve şimdiki zaman anlamına olup1, ilâhî zamana değil, dünyevî zamana tekabül eder. İnsan aklının, dinî ve metafizik her türlü bağdan kurtarılmasını ifade eden sekülerleşme, zaman içerisinde, gitgide, seküler zihnin ürettiği bilgi, eylemsel planda sosyal hayatın bütün alanlarına intikal ettirilir. Böylece kamusal hayattan dışlanan din, bir vicdan meselesi haline getirilir.2 Tarihsel anlamda Greko-Romen ve Yahudi geleneklerinin Batı Hıristiyanlığı içerisinde kaynaşmasından doğan3 sekülerleşme, artık, insanın bakışını fizikötesi evreden buraya, şimdiye ve hali hazıra çevirmenin ismi olur.4

    Görüldüğü gibi sekülerleşme, ontolojik anlamda ebediliği “şimdi”de aramanın adıdır. Hiç kuşkusuz her insanda ebedîlik (huld) düşüncesi vardır. Kendisinde yeterli düzeyde “takvâ” gelişmemiş insanlar, Kur’an’ın “aldatıcı zevk ve geçinme”5 diye tanımladığı dünyânın câzibesine tutularak “ebedî”liği bu dünyâda aramaya kalkabilir. Nitekim Kur’an, böyle bir insan tabiatından daha somut bir biçimde bahseder: “Fakat o, dünyaya meyletti/“ahlede ile’l-arzı” ve hevâsına uydu.”6 Bu âyette, "ilâ" edatıyla kullanılan "el-arz" sözcüğü, yalın anlamda ed-dünyâ kavramı karşılığında dünyevîleşmek anlamına gelmektedir. Açıkça bu âyette, insan hayatını maddi dünya ile sınırlandıran ve ahlâki değerleri hiçe sayarak dünyâyı doya doya yaşamak isteyen bir kimsenin psikolojisi anlatılmaktadır. Arapça’da insan bir şeye meylettiği zaman "ahlede ileyhi” denilir.7 İnsanda dünyevîleşme anlamında huld/ebedîlik düşüncesini körükleyen unsurlar arasında servet birikimi, taraftar çokluğu, istiğnâ duygusu, büyüklenme, nankörlük gibi durumların etkileyici olduğu bir gerçektir. Bunlar tutkularının esîri olmuş ve bakışlarını buraya çevirmiş olan insanlarda Allah’ı unutma gibi bir sonucun doğmasına yol açabilir. Çünkü şeytan da Hz. Âdem’e; “Ölümsüzlük ve yok olmayacak bir mülk”8 tavsiyesinde bulunmuştu. Güçlü âhiret inancıyla donanmayan insanlarda servet; dinî hassasiyetleri zayıflatmakla kalmaz, seküler bir mantalitenin oluşumuna da yol açabilir. Nitekim Kur’an’da bu durum çok güzel tasvir edilir: “Mal toplayarak onu tekrar tekrar sayan, diliyle çekiştirip alay eden kimsenin vay haline! Malının kendisini ölümsüz (ahlede) kılacağını sanır.”9 Hâlbuki Kur’an’a göre, ahireti göz ardı ederek dünyâ hayatını tek hayat olarak görmek inkarcılıktır: “Onlar, hayat ancak bizim şu dünyâ hayatımızdan ibarettir, biz bir daha dirilecek değiliz derler.”10 Kaldı ki Kur’an’ın ortaya koyduğu “el-hayâtü’t-dünyâ” tasavvuru, “el-âhire”den kopuk değildir. Âhiret yurdundaki beklentilerin kaynağı ve meşrû zemini dünyâdır. Dolayısıyla, dünyevi tabiatımız ilahi tabiatın bir tezahürü olarak görülmelidir.11

    İslam dünya kurmaya karşı değildir. İslami literatürde "arz" kelimesi, yeryüzünün coğrafi ve jeolojik yönünü, dünyâ ise, hayat veya insan hayatı ile ilgili yönünü temsil eder. Bu nedenledir ki dünyâ, çoğu zaman Kur’an’da, hayat kelimesiyle birlikte kullanılmış ve âhiret kavramının mukabili olarak zikredilmiştir.12 Kur’an’da dünyâ için "laibün/oyun" ve "lehvün/eğlence" diyen ve dünyânın içsel ilgi yanına dikkatler çeken âyetler olduğu gibi, “hakkun/gerçek” diyen ve dünyânın dışsal yanına dikkatleri çeken âyetler de vardır.13 Bu âyetlerde geçen, dünyayı, “hakla yarattı” pasajının anlamı, hakkın ortaya çıkması ya da hakka götüren bir delil olması yönüyledir.14 O halde uzağında durulması gereken varlık-dünyâ, içte, ilgi tarafında aranmalıdır. Yoksa dünya, Allah’a giden yolda yol gösterici olmak bakımından bir araç olarak çok değerlidir; zira, burası, Allah’ın sıfatlarıyla ilişkili bir varlık alanıdır. Tâbir-i câizse, yeryüzü bütün unsurlarıyla, Allah’ın sıfatlarına aynalık yapmaktadır. Dünyânın yeryüzüne bakan cephesi bu yönüyle güzel olup, değersiz ve nefret edilecek bir yer değildir. Kur’an’da uyarı, sadece dünyâ hayatının, âhiret hayatı gözardı edildiği takdirde Allah’la olan ilişkiyi saptırıcı mâhiyetine yöneliktir.15 Bu anlamda dünya, sufilerin tanımıyla; “insanı, Allah’tan uzaklaştıran şeydir.”16

    İslam dini, kirli ve günahkâr bir varlık olarak “dünyâyı” dışta, yani eşyanın maddesinde değil, içte, ilgi tarafında arar. Öyleyse, uzağında durulması gereken bir süflî varlık-"dünyâ" varsa, o içimizde aranacak demektir. İlgi tarafı ile arada gerektiği kadar bir temas boşluğu bırakmaya özen gösterdikten sonra, dış görüntüleri olarak mal-mülk tarafı ile ilişki kurmanın herhangi bir sakıncası olduğu söylenemez. İç dünyamıza hükmetmeye kalkmadıkça yiyecek, içecek, giyecek olarak madde tarafının haram kılınması için bir sebep yoktur: “De ki: Allah’ın kulları için çıkardığı zîneti ve temiz-hoş rızıkları kim haram etmiştir?”17 Evet, bu âyetten anlaşılıyor ki, uzağında durulması istenen kirli ve günahkar “dünyâ” eşyanın maddesinden kişinin iç âlemine (kasıd ve niyetine) aktarılmış olmaktadır. Nitekim, dünyâ malı, kalem kalem sayılıp dökülecek olsa, her birinin kendi maddesinden çok peşine taktığı hırs ve ihtiraslardan dolayı aşağılandığı görülür: “Kadınlar, oğullar, yüklerle altın ve gümüş, salma atlar, davarlar, ekinler.”18 Bunların hepsi, şüphe yok ki dünyâ malıdır. Fakat hepsi de, dikkat edilsin, kadın, oğul, altın ve gümüş v.s. oldukları için değil, hizmetine koşuldukları dünyâ hayatının türlü ihtiraslarını karşılama sıfat ve yeteneğine sahip nesneler oldukları için kirli ve günahkardır.19

    Bilindiği gibi ünlü sosyolog Max Weber (1864-1920) klâsik tezinde, endüstriyel kapitalizm geliştikçe asketizmin* önemini yitireceğini ve dünyevileşmenin kaçınılmaz olacağını vurgulamıştır.20 Gerçekten de, Batı dünyasında Protestan ahlakı, paylaşmayı devre dışı bırakarak, salt tasarrufu teşvik etmek ve servet birikimini artırmak adına meşrulaştırıcı ve kalkınmacı bir araç olarak dünyevileşmenin önünü açmıştır. İslam da çalışmayı emreder, ama İslam servetin belirli ellerde tekelleşmesine karşıdır.21 Said Nursi’nin dediği gibi İslam, “benim, karnım tok başkaları bana ne?” anlayışını ortadan kaldırmak için bir paylaşma ahlakı olan zekâtı farz kılmış; “sen çalış ben yiyeyim” anlayışını tedavi etmede de ribayı yasaklamıştır.22 İslam, paylaşma eksenli olmayan Protestan ahlakının aksine, tasarruf ve biriktirme odaklı tekelleşmeyi önlemek için mevcut sermaye birikimini üretime dönüştürür ya da zekât vermek ve infakta bulunmak gibi, servetin toplumsal hayatta ihtiyaç sahiplerinin ekonomik anlamda güçlendirilmelerinde kullanımına yönelik teşvikte bulunur. İslam, insana ekonomik teşebbüs özgürlüğü verirken, bir yandan da tekelciliğin gelişmesini kontrol eder, denetler. Çünkü paylaşma ahlakına dayalı manevî öğelerden arındırılmış bir dinî anlayışın, Protestan Hıristiyanlıkta yaşandığı gibi, vahşi kapitalizmin cazibesinden yakayı kurtarması zordur.

    İslam, iktisatlı yaşamayı tavsiye eden bir dindir. Elbette Bediüzzaman Said Nursi’nin, risalelerin birçok yerinde "dünya kurma"ya hizmet edecek düzeyde iktisat ve tasarruf sözcüklerini kullanması, Protestanlığın tasarruf anlayışından farklıdır. Bu noktada Said Nursi, bütün peygamberlerin Şark topraklarından/hinterlandından çıkmış olmasını, İlahi kaderin bir remzi sayar. "Makine-i tekemmülatın buharı, diyanettir" diyen Nursi, Asya ve Rumeli çiçeklerinin diyanetin ışığıyla olgunlaşacağını söyler. Hatta o bu zamanda Allah’ın adının yüceltilmesini maddi anlamda ilerlemeyi gerçekleştirmeye bağlar. Said Nursi, İslam âleminin maddi uygarlık alanında geri kalmasının sebeplerini; yoksulluk, cehalet ve ihtilaflar olarak belirler. Bu üç düşmanla cihadın her mü’min üzerine dinen büyük bir sorumluluk olduğunu vurgular.23 Görüldüğü gibi Said Nursi de din-dünya ilişkileri bağlamında Mevlana Celaleddin-i Rumi gibi düşünmektedir. Mevlana, din-dünya ilişkisini “deniz-gemi” metaforuyla anlatır. Nasıl ki der, geminin su üzerinde olması geminin yürümesine yardımcı oluyorsa, Allah’la ilgiyi kesmeme üzerine kurulu bir dünya anlayışı da dinin ayakta durmasına yardımcı olur.24 Çünkü din-dünya ilişkileri sağlıklı yürüdüğü takdirde, temeli adalet ve şefkate dayalı bir medeniyetin inkişafına yol açar, bu durum, küresel ölçekte barış ve uzlaşı kültürünün egemen olmasını sağlar.

    Öte yandan Said Nursî’nin risalelerinde Allah’a rağmenliği çağrıştıran dünyevileşme ile ilgili kavramlara dikkatler çekilmiştir. Bu kavramlar arasında; dünyaperestlik, ehl-i dünyâ, hubb-u cah ve hubb-u dünya vb. gibi kavramlar sayılabilir.25 Çünkü dünyanın bu yüzü, insanın hevâsına bakmaktadır. Bu durum da, Said Nursi’nin sık sık dikkat çektiği gibi, insanda "hırsı" kamçılar. Hırs, maddi anlamda insanın kendisinden yükseğe bakmasıdır. Böyle bir hırs, insanda doyumsuzluğu derinleştirir. Said Nursi’ye göre bu hırs, kanaat ahlakıyla eğitilmezse, birey ve toplumların başına büyük felaketler getirir. Hatta, savaşların temelinde bile bu hırs güdüsü yatar.26

    Said Nursi’ye göre, dünyevileşmenin alt yapısını oluşturan tasarrufa dayalı sermaye birikimi, hakiki sevgili olan Allah yolunda sarf edilmelidir.27 Çünkü dünyevileşme, insanda "benlik" meydana getirir, bu durum da insanı Allah’a kayıtsızlığa götürür.28 Kur’an çok çarpıcı bir şekilde ehl-i dünyayı tanımlar: “Onlar bu hayattan görünen kısmını biliyorlar, hâlbuki onlar, âhiretten gâfildiler.”29 İşte Kur’an, Allah’tan kopuşu engellemek için, sürekli aşkınlık, yücelik ve “öte” fikrini insanda canlı tutmak adına Allah’a karşı sorumluluk bilinci anlamı taşıyan "takvâ" kelimesini öne çıkarır. Takvâ, insanın ahlâki alanda bozulmaya karşı kendini korumasına ve şahsiyet açısından çözülüp dağılmaktan korunmaya yardımcı olan ve özünde erdemli nitelikler taşıyan bir ahlak kavramıdır. Kur’an’daki bütün âhiret fikri, işte bu takva kavramına dayanır. Bu sebeple insan, kalbini, zihnini, gözlerini, “aşkınlığa” çevirmeli ve “ben”inde/”bilinç”inde, gereken sorumluluk duygusunu oluşturmalıdır. Çünkü “Hüküm Günü”nde insanın şimdiki davranışları değerlendirilecektir.30

    Said Nursi’nin ifadesiyle, her türlü ahlaki değerden kayıtsız yaşayan insan, aşırı tamah sonucu, anlık doyumlara dayalı yaşam biçimini seçmek suretiyle dünyevileşir.31 Artık o yeni bir kimlikle tanınır: “Ehl-i dünya.” Şahsi kaprisleri doyurmaya yönelik ehl-i dünya için tek bir yaşam biçimi vardır: “Hedonizm.” Hiçbir ahlaki kural ve bariyer tanımayan hedonist kimlik için dünyevi zevkler uğruna her şey mubahtır. İşte müellife göre, 19. yüzyıl materyalist düşünce biçimi, dünyevileşmeyi getirmiştir. Bu gerçeğe; “Onlar dünya hayatını seve seve ahirete tercih ederler…”32 âyetiyle işaret eden Said Nursi, içinde yaşadığı asrın dünya hayatının, ahiret hayatına tercih edildiği bir asır olduğunu vurgular. Dünyevileşmenin insan hayatında negatiflik anlamındaki hırsı ve hedonizme düşkünlüğü beslediğine dikkatlerimizi çeker. Nihilist bir bakış açısına sahip olan bu yaşam tarzı, ahlaki anlamda insanı yaralamış ve asıl vazifesinden uzaklaştırmıştır. Gerek bireysel ve gerekse sosyal hayatta nefsi olabildiğince kışkırtma üzerine dayalı sefihane bu hayat, maalesef insanın ulvi latifeleri ve aklını nefsi emmarenin tutsağı haline getirmiştir. Bunun sonucu olarak insanın dinle ilgili duyarlılığı ve hassasiyeti olabildiğine zayıfladığı için33 insafsızlık, yalancılık, hırs, israf, fuhuş, hıyanet, gıybet gibi Kur’ân tarafından şiddetli bir surette yasaklanmış olan rezaletler ortaya çıkmıştır. Said Nursi’ye göre, insan ancak bu edna hayattan; hüsnü niyet sahibi olmak, başkalarına iyilik etmek, iffet, hayâ, müsamaha, sabır ve tahammül, iktisat, doğruluk, istikamet, sulhperverlik, hakperestlik gibi ahlaki değerleri kuşanmakla ve itikadi anlamda bütün benliğiyle Allah’a itimat, tevekkül ve itaatle kurtulabilir.34 Onun için Kur’an’da sürekli âhiret bilinci vurgulanır. Çünkü âhiret bilinci, takvâyı göz ardı eden insanın eşyânın çekiciliğine dalıp, buraya, şimdiye (ed-dünyâ) çakılıp kalmasını önler. Ancak, insanın vicdanında “ben burada yaşıyorum ama öteye mensubum” fikri âhiret bilinciyle kökleşir.

    Sonuç

    Kur’an’a göre gerçek hayat, nihâi hakikatin kendisidir.35 Bu hayat, dünyâda anlamlandırılacaktır. Böyle bir varlık alanı, aşkın varlıkla bağlantılıdır. Sorun, “el-hayâtü’d-dünyâ”yı reddetmek değil, belki, din-dışılığı kutsadığı ve gönüllerde egemenlik yarışına giren, aşırı “hubbu’d-dünyâ/dünyâ sevgisi” tutkusunu aşmaktır. Kur’an’da dünyâ hayatı ve metâının yerilmesi, onun, amacı dışında kullanılmasından dolayıdır. Yoksa dünyâ metâının hakkı veriliyorsa, bu övülmektedir.36

    Son devrin ünlü mütekellimi Said Nursi’ye göre, ahlaki değerlere kayıtsızlık düşüncesi, dünyevileşmeyi doğurmaktadır. Bu durum, toplum hayatında gelir dağılımındaki adaletsizlikleri körükler, lüks ve konfora özenti, sınıfsal ayrımları derinleştirir. Ahlâkî dindarlığın zayıflamasıyla eş zamanlı olarak dünyevî hassasiyetlerin artması ön plana çıkar. Eğer temelinde “bereket” yatan yeni bir iktisat ahlakı geliştirilmezse, dünyevileşmeyi dizginlemek zorlaşır. Bireysel hayattan toplumsal hayata, hatta uluslar arası ilişkilere varıncaya kadar, onuru korumanın yolu, “dini ahlakı” eksen alan yeni bir iktisat anlayışından geçer. Çünkü “sahip olma” içgüdüsünü olabildiğince besleyen “hırs”, samimi dindarlığı ortadan kaldırdığı gibi, âhiret hayatının kazançlarına yönelik paylaşma ahlakını da yok eder. Said Nursi’nin ifade ettiği gibi, özellikle “israf ekonomisiyle” malul bir yaşam biçimi, kanaatsizliği, kanaatsizlik de şükrü ortadan kaldırarak şekvayı kuvvetlendirir. Bu durum, onuru kırmakla kalmaz, birey ve toplumların şahsiyetini zedeleyen dilencilik yolunu açar.

    Said Nursi’nin teolojisinde, iktisatsızlık ve israf yüzünden kalkan bereketsizlik her türlü yoksulluğa davetiye çıkararak dünyevileşme alanındaki krizi derinleştirir. Onun düşüncelerinden esinle söylemek gerekirse, nasıl ki Harbi Umuminin altında küresel ölçekte adalet ve hakkaniyet değerlerinden uzaklaşmaya dayalı "hırs" varsa, bugün küresel ölçekte yaşanan ekonomik ve ahlaki krizin altında da bu hırs vardır. O halde küresel krizi çözmenin yolu, milletlerin içtima-i hayatını sarsan hırs, israf, kanaatsizlik gibi her biri dünyevileşmenin alâmet-i fârikaları olan ahlâki değersizliğe karşı, iktisat, kanaat ve tevekkül gibi ahlaki değerlere yeniden hayatiyet kazandırmaktan geçmektedir. Dolayısıyla, dünyaya kalbî bağlanma anlamına gelen ve insanın daha çok hevasına hükmeden dünyevileşmeyi tedavide, mutlaka, eserlerinde iman-ahlak bağını kuvvetli bir şekilde vurgulayan Said Nursî’nin mesajından faydalanmak gerekir.

    Öz

    Bugün küresel ölçekte yaşanan ekonomik ve ahlaki krizin altında dünyevileşmeye yönelik hırs yatmaktadır. Yaşanan küresel krizi çözmenin yolu, milletlerin içtimai hayatını sarsan hırs, israf, kanaatsizlik gibi her biri dünyevileşmenin işareti olan ahlâki değersizliğe karşı, iktisat, kanaat ve tevekkül gibi ahlaki değerlere yeniden hayatiyet kazandırmaktır. Bu çalışmada bu bağlamda dünyevileşme olgusu ele alınmakta ve Said Nursi’nin fikirleri göz önünde bulundurularak dünyevileşme olgusu irdelenmektedir

    Anahtar Kelimeler: Dünyevileşme, hırs, sekülerizm, modernleşme, din, dünya

    Abstract

    Today, the greed to the secularization is the basic reason of the economic and moral crisis in the global scale. The way to deal with the global crisis is to vitalize moral values like frugality, contentment and reliance on Allah, against to moral valueless like greed, waste, insatiability which are the sign of secularization and which destroys the nations’ social life. In this study, phenomenon of secularization is considered and analyzed in the light of Said Nursi’s point of view.

    Key Words: Worldly, greed, secularization, modernization, religion, world

    Dipnotlar

    1- Bkz. Saraç, Tahsin, Büyük Fransızca-Türkçe Sözlük, Ankara, 1976, s. 1283; krş. Cox, Harwey, The Secular City, Lonrda: Penguin, 1974, s. 31-35.

    2- Armağan, Mustafa, Gelenek ve Modernlik Arasında, İstanbul, 1998, s. 87.

    3- Attas, S. Nakib, Modern Çağ ve İslamî Düşünüşün Problemleri, (çev. M. Erol Kılıç), İstanbul, 1989, s. 42-43.

    4- Bkz. Attas, İslâmi Düşünüşün Problemleri, s, 43.

    5- Bkz. er-Ra’d, 13/26; el-Mü’min, 40/39.

    6- el-A’raf, 7/176. Şu âyette de ebedîliği burada arayanların durumu tahlil edilirken “essâkaltüm ile’l-arz”/yere çakılıp kalmak” pasajının kullanılmış olması çok enteresan ve üzerinde durulmağa değer bir olgudur. Krş. et-Tevbe, 9/38.

    7- Âsım Efendi, Kâmus Tercümesi, İstanbul, 1305, I, 1133.

    8- Tâhâ, 20/120.

    9- el-Hümeze, 104/1-3.

    10- Bkz. el-En’âm, 6/29; el-A’râf, 7/51; el-Mü’minûn, 23/37; el-Câsiye, 45/24;en-Necm, 53/29.

    11- Altıntaş, Ramazan, Din ve Sekülerleşme, İstanbul, 2005, s. 137.

    12- Kırca, Celâl, “Dünyâ”, İslâmî Kavramlar, Ankara, 1997, s. 196.

    13- el-En’âm, 6/ 32, 73.

    14- Bkz. İbnü’l-Cevzî, Ebu’l-Ferec, Zâdü’l-Mesîr fî İlmi’t-Tefsir, Beyrut, 1984, III, 67; Elmalı’lı, M. Hamdi Yazır, Hak DiniKur’an Dili, Istanbul, 1979, III, 1550.

    15- Krş. Attas, İslâmi Düşünüşün Problemleri, s. 69.

    16- İsfehânî, Ebû Nuaym, Hılyetü’l-Evliya, Beyrut, ts., , IX, 264.

    17- el-A’râf, 7/32.

    18- Bkz. Âl-i İmrân, 3/14.

    19- Ülgener, Sabri F., Zihniyet ve Din, İstanbul, 1981, 55-57.

    * Çilecilik, dünya nimetlerinden el-etek çekme.

    20- Weber, Max, Protestan Ahlâkı ve Kapitalizmin Rûhu, (çev. Zeynep Arıoba), İstanbul, 1985.

    21- Bkz. el-Haşr, 59/7.

    22- Said Nursi, Mektubat, s. 265-266.

    23- Said Nursi, Makalat, 6. nolu Makale.

    24- Mevlânâ, Mesnevi, (çev. Veled İzbudak), Ankara, 1974, I, 74.

    25- Bkz. Said Nursi, Mektubat, s. 68-69.; Şualar, s. 582; Sözler, s. 197.

    26- Bkz. Said Nursi, Lem’alar, s. 19; İktisat Risalesi, s. 201-209, yeni, s. 353-368.

    27- Said Nursi, Sözler, s. 197.

    28- Said Nursî, Şualar, s. 282.

    29- er-Rûm, 30/7.

    30- Fazlur Rahmân, İslamî Yenilenme, (çev. A. Çiftci), Ankara, 2000, II, 115.

    31- Said Nursi, Mektubat, s. 406-407.

    32- İbrahim, 14/3.

    33- Krş. Said Nursi, Kastamonu Lahikası, s. 73-74.

    34- Bkz. Said Nursi, İşaratü’l-İ’câz, s. 270.

    35- el-Enfal, 8/24.

    36- el-Bakara, 2/29; el-A’râf 7/31-32.