Köprü Anasayfa

İttihad-ı İslam

"Güz 2009" 108. Sayı

  • İttihad-ı İslam’a Dair Sorular

    The Questions on The Unity of Islam

    Nuri ÇAKIR

    Prof. Dr.

    1. Makalenin Amacı

    Okumakta olduğunuz makalenin öncelikli amacı, ittihad-ı İslam kavramı üzerinde düşünen ve sorularının cevabını Risale-i Nur’da arayan okuyuculara ufuk açmak üzere bazı sorular sormaktır. Bu sorulara bizim vereceğimiz cevaplar yanlış ya da eksik olabilir. Daha iyisini ve daha doğrusunu ehline havale ederek, doğruyu bulmak üzere biz de bir deneme yapacağız.

    Bir ön bilgi olarak belirtelim ki; Bediüzzaman bu konuda, eski asırların kavramlarıyla değil, geleceğe ait kavramlarla konuşmakta ve yazmaktadır. Dünyanın yaşadığı değişim, bu kavramların temel çerçevelerinde de değişime sebep olmuştur. Değişikliği reddetmek mümkün olmadığı gibi, teknolojinin ve iletişimin olmadığı, ulaşımın kısıtlı olduğu, devletin her şeye müdahil olamadığı eski döneme dönmeyi hayal etmek de anlamlı değildir: “Eski hal muhal, ya yeni hal ya da izmihlal.” Ancak şüphesiz değişmezler de vardır. O halde ittihad-ı İslam da bu değişimin ve değişmezlerin ölçüleri içerisinde değerlendirilmelidir.

    Mesela “dâr” ya da “diyar” kavramı günümüzde önceki asırlardakinden farklı bir anlama gelmektedir. Bu sebeple Bediüzzaman dar-ı harp ve dar-ı İslam gibi kavramlar yerine, daru’s- sulh anlamına da gelecek biçimde sulh-u umumi kavramını tercih etmektedir. (Nitekim Risalelerde bu ayrım, bir tek yerde ve kavram tartışması yapmaya izin vermeyecek biçimde tali bir sebeple geçmektedir).

    2. Neden “İttifak-ı İslam” Değil de “İttihad-ı İslam”?

    İttihad-ı İslam kavramı yerine ittifak-ı İslam kavramı kullanılamaz. Temel eserlerde ve Risalelerde de kullanılmamıştır.

    Zira ittifak; kendi istiklaliyetini kaybetmeden yan yana gelmek, muvafık olmak ve muvafakat etmek; yani bir çizgi üstünde omuz omuza vermek demektir. İslam toplumlarının birbiriyle ittifak etmesi konjonktürel bir davranıştır, geçicidir, süreklilik taşımayan ihtiyaçların tatminini hedefler. Aynen İslam devletlerinin ya da Müslüman halkların devletlerinin Hıristiyanların devletleri ya da diğer devletler ile geçici ya da kalıcı ama zayıf ve dünyevi amaca yönelik ittifaklar kurması gibi.

    Oysa ittihad; bir araya gelmekten ileri geçip, tekrar bölünmemek üzere “bir” olmak anlamına gelir ve İslam toplumları aslında “bir”dir, “bir” olmalıdır. Aralarındaki farklar bir vücudun azaları arasındaki farklar gibi olmalıdır.

    İslam toplumları birbirlerinden müstakil de değildir, birbirlerine karşı müstakil de değildir. Zira istiklal kalil olmaktan gelir ve “az” ya da “küçük olmak” demektir. Dolayısıyla, bir İslam toplumunun; coğrafyaya, ırka ya da kültüre dayalı devleti sebebiyle sahip olduğu “milli istiklal” ittifaka da ittihada da zıttır. Hakiki bir mü’min için, ittihad-ı İslam kavramına değer verme mecburiyeti sebebiyle “tam bağımsızlık” gibi kavramların anlamı oldukça sınırlıdır.

    3. İttihad-ı İslam’ın “Neden”i mi Önemli, “Nasıl”ı mı?

    İttihad-ı İslam bir hedeftir. Bu hedefin ne olduğunu ve hedefe hangi yöntemle ulaşılacağını tesbit etmeden önce, bu iki husustan hangisinin daha öncelikli ve önemli olduğunu tesbit etmek gerekir. Zira ittihad-ı İslam hedefi “neden” sorusu ile ilgilidir. İttihad-ı İslam’ın yöntemi ise “nasıl” sorusu ile ilgilidir.

    Bediüzzaman meşru hedefe ancak meşru yöntemle ulaşılabileceğini kabul etmektedir. Zira Bediüzzaman, yöntemin meşruiyeti anlamında müsbet hareketi her hedefe ulaşmak için şart koştuğu gibi, her ne suretle olursa olsun hedefe ulaşmak anlamında hedefe kilitlenmeyi de neticeyi Allah’a bırakmak anlamındaki tevekküle aykırı görmektedir.

    O halde diğer tüm İslamî-dinî hedefler gibi ittihad-ı İslam hedefi de bu hedefe ulaştıracak yöntemle birlikte değerlendirilmelidir. Müslümanların bu hedefe ulaşmasını sağlayacak “doğru yöntem”in bulunması ve tatbik edilmesi, bu hedefe ulaşılmasından daha önemlidir.

    Zira hedefe ulaşıp ulaşmamak Allah’ın bileceği ve takdir edeceği bir neticedir. Müslüman’ın vazifesi ise o yolda adım atmaktır. Diğer deyişle, ittihad-ı İslam için “nasıl” sorusu “neden” sorusundan daha önemlidir.

    4. İttihad-ı İslam’a Ulaştıracak Yöntem Tek midir?

    Bir neticeye birden çok yoldan ulaşılabilir. Ancak iki nokta arasındaki en kısa yol düz çizgi olduğuna göre, yollar içinde “en doğru” olan yolun aynı zamanda en kısa yol olduğu da açıktır.

    O halde Müslüman’a düşen, en kısa ve en doğru ve dolayısıyla en selametli ve en kerametli yolu bulmaktır. Bu hususta Müslümanların müsbet müsabaka mânâsındaki bir yarışın içinde olması mahzurlu değildir. Ancak bir yolun yolcusunun hedefe giden yollardan bazılarını butlan ile itham etme hakkı olmasa gerektir.

    5. İttihad-ı İslam’a Ulaştıracak Yolun Ana Hatları ve Köşe Taşları Nelerdir?

    Bediüzzaman’a göre her dinî hedef gibi ittihad-ı İslam hedefine de en kolay ve en kısa, ancak ihlas denilen vasıta ile ulaşılabilir. Zira “ittihat; âdetten değil, ibâdettir.” Diğer vasıtalar ise ancak bu vasıta ile bir anlam ifade eder. Mesela “ittihad, cehl ile olmaz. İttihad, imtizac-ı efkârdır. İmtizâc-ı efkâr, mârifetin şua-ı elektriğiyle olur.” (Münazarat, s. 112)

    O halde ittihad için önce ilim lazımdır. İttihadın ilme paralel önemli bir şartı da Müslümanlar arasında imtizac-ı efkarın sağlanmasıdır. İmtizaç (mezc etme-uyumlaştırma) ise İslam toplumlarının birbirini tam olarak tanıması (muarefe) ve aradaki farkları tesbit edip ittihada engel olanları ayıklamaya yönelmesi ile olabilir. Mesela Afgan Müslümanları ile ittihad edebilmek için Taliban’ı doğuran sebeplerin doğru kaynaklardan bilinmesi şarttır.

    Bu sebeple Bediüzzaman’ın ittihad-ı İslam’a ulaştıracak süreçte gerekli gördüğü en önemli araç, ittihadı sağlayacak olan ilmî ittihadın zeminini teşkil edecek olan Medresetüzzehra projesidir.

    Yine Bediüzzaman’a göre ittihad-ı İslam’a ulaşabilmek için önce İslam toplumlarındaki her türlü istibdadın (ilmî istibdat dahil) bitmesi ve ikinci meşrutiyet döneminde adı yeniden konulan meşrutiyet-i meşruanın (şeriata uygun demokrasinin) tüm İslam toplumlarına yerleşmesi gerekir. Zira “Asya’nın bahtının miftahı meşveret ve şuradır.” Yine bunun için sadece sistemin ve rejimin demokrasi ya da cumhuriyet olması yetmez. Önemli olan, İslam’ın tarif ettiği hürriyet anlayışının İslam toplumlarında yerleşik bir kültür ve hayat tarzı olarak tam kabul görmesidir: “Hürriyet, terbiye-i İslâmiye ile olmazsa, ölecek; bir istibdâd-ı mutlak, yerine çıkacak.” (Münazarat, s. 150)

    Bediüzzaman kurucularından olduğu İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti’ni tarif ettiği ve bunun aslında bir dernek değil ittihad-ı İslam’ın çekirdeğini oluşturacak bir fikir hareketi olduğunu belirttiği makalesinde; ittihadın, ancak korkutmayan, ürkütmeyen, bilgilendiren, gizli gündemi olmayan ve bu sıfatları ile irşad eden şeffaf bir hareketle sağlanabileceğini bildirmektedir: “Tarîk-ı Muhammedî (a.s.m), şüphe ve hileden münezzeh olduğundan, şüphe ve hileyi ima eden gizlemekten de müstağnîdir. Hem de o derece azîm ve geniş ve muhit bir hakikat, bahusus bu zaman ehline karşı hiçbir cihetle saklanmaz. Bahr-ı umman nasıl bir destide saklanacak! Tekraren söylüyorum ki, ittihad-ı İslâm hakikatında olan ittihad-ı Muhammedînin (a.s.m.) cihetü’l-vahdeti Tevhid-i İlâhîdir. Peyman ve yemini de îmandır. Müntesibîni, umum mü’minlerdir. Nizamnâmesi, sünen-i Ahmediyedir (a.s.m.). Kanunu, evâmir ve nevâhi-i şer’iyedir. Bu ittihat; âdetten değil, ibâdettir. İhfa, havf; riyâdandır. Farzda riyâ yoktur. Bu zamanın en büyük farz vazîfesi, ittihad-ı İslâm’dır. İttihadın hedef ve maksadı; o kadar uzun, münşaib, muhit, merâkiz ve maâbid-i İslâmiyeyi birbirine rabtettiren bir silsile-i nuraniyi ihtizaza getirmekle onunla merbut olanları ikaz ve tarîk-ı terakkiye bir hâhiş ve emr-i vicdanî ile sevk etmektir. Bu ittihadın meşrebi muhabbettir. Husumet ise, cehalet ve zaruret nifakadır. Gayr-i Müslimler emin olsunlar ki bu ittihadımız bu üç sıfata hücumdur. Gayr-i Müslime karşı hareketimiz iknadır. Zira onları medenî biliriz. Ve İslâmiyet’i mahbub ve ulvî göstermektir. Zira onları munsıf zannediyoruz. Lâübaliler iyi bilsinler ki, dinsizlikle kendilerini hiçbir ecnebiye sevdiremezler. Zîra mesleksizliklerini göstermiş olurlar. Mesleksizlik, anarşilik sevilmez. Ve bu ittihada tahkik ile dahil olanlar, onları taklit edip çıkmazlar. İttihad-ı Muhammedî (a.s.m.) olan ittihad-ı İslâm’ın efkâr ve meslek ve hakikatini, etkâr-ı umumiyeye arz ederiz. Kimin bir itirazı varsa etsin; cevaba hazırız.” (Hutbe-i Şamiye, s. 94)

    6. İttihad-ı İslam Bir Pakt mıdır? İttihad-ı İslam Paktının “Karşı Paktı” Var mıdır?

    Bediüzzaman ittihad-ı İslam’a giden yolda İslam ülkelerinin ve onların devletlerinin kuracağı ve kurduğu Bağdat Paktı gibi birliklere önem vermektedir. Ancak bunlar birer ara basamaktır. İttihad-ı İslam ise bir yönüyle bu paktların en büyüğü ve en kuşatıcısıdır.

    Nitekim Bediüzzaman bu hususta “… çok zamandan beri esaret altında kalmış ve istiklaliyetini kaybetmiş Hindistan, Arabistan gibi alem-i İslam’ın büyük memleketleri birer devlet-i İslamiye şeklinde Hind’de yüz milyon bir devlet-i İslamiye, Cava’da elli milyondan ziyade bir devlet-i İslamiye ve Arabistan’da dört beş hükumet bir cemahir-i müttefika gibi Arap birliği ile İslam birliğini birleştirmesindeki alem-i İslam’ın bu büyük bayramının mukaddemesini tebrik ile bu bayram bize müjde veriyor.” (Emirdağ Lahikası, s. 234) demektedir.

    İttihad-ı İslam paktının coğrafi ve siyasi bir yönü de vardır. Ancak bununla sınırlı değildir.

    Dünyanın yakın tarihinde paktlar genellikle zıt kutuplar biçiminde algılanmıştır. NATO bir pakt iken bunun karşısında Varşova Paktı vardı. Ancak günümüzde bu “çift kutuplu dünya” yaklaşımı aşılmıştır.

    İttihad-ı İslam gerçekleştiğinde ya da gerçekleşme süreci önemli bir mesafe katettiğinde dünya yine iki kutuplu olacaktır. Ama bu kutuplar, artık manevi bir kavramsallaştırmayla “iman ve küfür kutbu” gibi tarif edilebilecektir. Yoksa, sınırların önemini kaybettiği bir dünyada iman paktına coğrafi bir sınır çizilemez.

    Ayrıca kafir kavramının çeşitli alt türleri vardır ve bunların her birinin İslam karşısındaki statüsü farklıdır. Dolayısıyla tasnifte ve paktlaştırmada dikkatli olmakta fayda vardır.

    Öte yandan ittihad-ı İslam paktı fikrî planda komünizmin arka planındaki materyalizmi öldürmeye yöneldiğinden, insanı maddeleştiren materyalizme dost olmayan aklı başında bütün devletler siyasetlerinin bir gereği olarak da olsa ittihad-ı İslam’a taraftar olacaklardır. Nitekim Bediüzzaman bu hususta “Şimdi milletin arzusuyla şeâir-i İslâmiyenin serbestiyetine vesile olan Demokratlar, hem mevkilerini muhafaza, hem vatan ve milletini memnun etmek çâre-i yegânesi, ittihad-ı İslâm cereyanını kendine nokta-i istinad yapmaktır. Eski zamanda İngiliz, Fransız, Amerika siyasetleri ve menfaatleri buna muarız olmakla mâni olurdular. Şimdi menfaatleri ve siyasetleri buna muarız değil, belki muhtaçtırlar. Çünkü komünistlik, masonluk, zındıklık, dinsizlik, doğrudan doğruya anarşistliği intaç ediyor. Ve bu dehşetli tahrip edicilere karşı ancak ve ancak hakikat-ı Kur’âniye etrafında ittihad-ı İslâm dayanabilir. Ve beşeri bu tehlikeden kurtarmaya vesile olduğu gibi, bu vatanı istilâ-yı ecanipten ve bu milleti anarşilikten kurtaracak yalnız odur. Ve bu hakikate binaen, Demokratlar bütün kuvvetleriyle bu hakikate istinad edip komünist ve masonluk cereyanına karşı vaziyet almaları zarurîdir.” (Emirdağ Lahikası, s. 271) demektedir.

    7. Hıristiyanlarla İttifak İttihad-ı İslam’a Zıt mıdır?

    İttihad-ı İslam’a dahil sancakların kendi içlerinde çeşitli ittifaklar kurmaları mümkündür. Aynı şekilde bu sancakların ittihad-ı İslam’a dahil olmayan devletlerle de ittifaklar kurmaları mümkündür. Ancak bu ittifaklar ittihad seviyesine geçemeyecektir.

    Öte yandan ittifaklar bilhassa dinsizlik fikrine karşı mücadele etmek üzere Hıristiyanlarla (bazı biçimlerde Hıristiyanlıkla) da yapılacaktır. Hatta bu ittifakı zayıflaştırabilecek türden medar-ı münakaşa hususlar muvakkaten de olsa tartışma dışı bırakılacaktır. Bu sebepledir ki Hıristiyanlarla ittifak neticede Hıristiyanlığın ve Hıristiyanların İslam’a ittiba ve iltihakı ile neticelenecek bir işbirliğidir.

    Bediüzzaman’ın Mektubat’ta (s. 60) bu konuda kullandığı kavramlar önemlidir: “Hazret-i İsâ Aleyhisselâm’ın şahsiyet-i mâneviyesinden ibaret olan hakikî İsevîlik dini zuhur edecek, yani rahmet-i İlâhiyenin semâsından nüzul edecek, halihazır Hıristiyanlık dini o hakikate karşı tasaffî edecek, hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak, hakaik-i İslâmiye ile birleşecek, mânen Hıristiyanlık bir nev’î İslâmiyet’e inkılâp edecektir. Ve Kur’ân’a iktida ederek, o İsevîlik şahs-ı mânevîsi tâbi ve İslâmiyet metbû makamında kalacak, din-i hak bu iltihak neticesinde azîm bir kuvvet bulacaktır. Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlûp olan İsevîlik ve İslâmiyet, ittihad neticesinde dinsizlik cereyanına galebe edip dağıtacak istidadında iken, âlem-i semâvatta cism-i beşerîsiyle bulunan şahs-ı İsa Aleyhisselâm, o din-i hak cereyanının başına geçeceğini, bir Muhbir-i Sadık, bir Kadîr-i Külli Şey’in vaadine istinad ederek haber vermiştir. Madem haber vermiş, haktır. Madem Kadîr-i Külli Şey vaad etmiş, elbette yapacaktır.”

    8. İttihad-ı İslam “Bölücü” müdür?

    İttihad-ı İslam’ın yayacağı nurdan kimseye zarar gelmez. Gelse gelse, huffaşa (yarasaya) gelir. İttihad-ı İslam Müslüman olmayan bireylere de İslam şeairine sahip olmayan toplumlara da zarar vermez. Onları “hasım” olarak görmez. Onları potansiyel ortak olarak görür ve ittihada kazanmaya çalışır.

    Nitekim Bediüzzaman Hutbe-i Şamiye’de (s. 94) “Bu ittihadın meşrebi muhabbettir. Husumet ise, cehalet ve zaruret ve nifakadır. Gayr-i Müslimler emin olsunlar ki bu ittihadımız bu üç sıfata hücumdur. Gayr-i Müslime karşı hareketimiz iknadır. Zira onları medenî biliriz. Ve İslâmiyet’i mahbub ve ulvî göstermektir. Zira onları munsıf zannediyoruz.” demektedir.

    Yine aynı eserde (s. 98) İslam toplumlarında yaşayan dinî azınlıkların ittihad-ı İslam hakkındaki tereddütlerine ve vehimlerine cevap olarak, “dinde zorlama yoktur” ayetini de delil göstererek şunları söylemektedir: “Dördüncü vehim: İçimizdeki gayr-i Müslimler ürkecekler veya bahane tutacaklar. Elcevap: Bahane tutmak çocukluktur ve hâinliktir. Ürkmek ise cehalet veya tecâhüldür. Zira gayr-i Müslimler kurûn-u vustâda ve vahşi oldukları zamanlarda ferman-ı ile bu kadar edyan ve akvâm-ı muhtelife medeniyet-i İslâmiyede masum kaldıklarından, İslâmiyet’in ulüvv-ü cenabı ve gayr-i Müslim tevehhüm ettikleri mahzurun ademi, güneş gibi tezahür ediyor. Hem de gayr-i Müslimlerin selâmeti vatanın saâdeti iledir. Ve meşrutiyetin devamı, ruhu, nokta-i istinadı ve mürşidi, şeriat ve milliyetimiz olan İslâmiyet olduğundan gayr-i müslimler bu ittihaddan ürkmek değil, takdis ve ünsiyet etmek lâzımdır” demektedir.

    Aynı şekilde Bediüzzaman 7 Nisan 1909 tarihli Volkan gazetesinde yayınladığı makalesinde de (Eski Said Dönemi Eserleri, s. 79) ittihad-ı İslam idealine çalışmanın toplumda bölücü bir etki yapabileceği varsayımına karşılık şunları söylemektedir:

    “Sual: Anâsır-ı gayr-ı Müslimeyi de ittihad-ı İsevî ve Musevîye teşebbüslerine teşviktir. Bu ise, taassubla ve iftirakla meşrutiyete darbe olmaz mı?

    “Elcevap: Zarar yoktur, onlar da yapsınlar. Ve hem de çoktan yapmışlar. Şimdi bir Nebiyy-i Zîşan’ın ismine istinad ile bir cemiyet çıksa; ya o Nebiyy-i ihtiramı tasdik ve tebcil ve muhabbeti izhar içindir, bu ise husumeti davet etmez veyahud ona mensub âyinleri icra etmektir. Bu olsa, ferman-ı ile hürriyet-i mezhebiye teessüs ettiğinden, münakaşaya mahal olmaz. Eğer siyasiyat ve maddiyata karışmaya vesile addedecekler ise, buna muvaffak olamazlar. Zira onların dinleri sırf vicdanî olduğundan, siyaset ve maddiyata münasebeti az ve hem de çoktan kesilmiş. Ve hem de muhtaç değillerdir, zira milliyet ve menfaat onların terakkiyatına muharrik-i kâfidir. Biz ise saadet-i dünyeviye ve uhreviye ile bu ittihada eşedd-i ihtiyaçla muhtacız. Çünkü milliyetimiz İslâmiyetten başka yoktur. Kavmiyet nazara alınsa tavaif-i mülûk gibi olur. Ve vicdanımıza dinden başka âmir ve müşevvik yoktur. Hem de menba-i istimdadımız ve nokta-i istinadımız bu ittihad-ı diniyedir.”

    O halde ittihad-ı İslam ile ortaya çıkacak olan devletin bayrağı da kılıç değil; kalem, kelam ve/veya selam sembolü içerecektir. Zira Bediüzzaman’a göre medeni toplumlara İslamı hakim kılmak onları ikna etmekle olacaktır. Harici cihadda dahi maddi kılıç kınına girmiştir: “Cihad-ı hâricîyi Şeriat-ı Garra’nın berâhin-i kâtıasının (kesin aklî delillerinin) elmas kılınçlarına havale edeceğiz. Zira medenilere galebe çalmak ikna iledir; söz anlamayan vahşîler gibi, icbar ile (zorla) değildir. Biz muhabbet fedaileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur.”

    Dolayısıyla yine bu sebeplerle ittihad-ı İslam yolunda ilerlerken “İslam ordusu” ya da “hilafet ordusu” gibi kavramlar, tebliğ hakkı ve meşru müdafaa denilen usule göre şekillenecektir.

    9. İttihad-ı İslam Ne Anlama Gelir?

    İttihad-ı İslam nedir sorusuna “İslam’ın ittihadıdır” cevabını verdiğimizde anlam eksilmektedir. Zira bu cümlecik “İslam’ın kiminle ittihadı?” sorusunu sordurur. “İslam’ın kendi kendisiyle ittihadı” anlamlı bir cevap olmadığına göre, bu terkipte kasdedilen İslam, çeşitli anlamlara gelebilir.

    Birinci olarak İslam’ın ittihadı Müslümanların ittihadı demektir ve bu seviyedeki ittihadın öncelikli mânâsı, bütün mü’minlerin birbirleri ile ancak kardeş olduklarının şuuruna varmaları veya birbirlerini ancak kardeş olarak görebileceklerini bilmeleridir. Diyar-ı küfürde bulunan bir mü’min de diyar-ı sulhte ya da diyar-ı İslam’da bulunan Müslümanlarla kardeşâne ittifak edecek demektir. O halde bu anlamıyla ittihad sınır aşmakla ilgili değildir ve bu ittihad için devlet ve sınır gibi kavramlar anlamlı değildir. Ancak bu ittihadın da elbette sembolik bir merkez mekânı ve coğrafyası vardır: Hac ve mukaddes beldeler ile tüm mü’minlerin tüm dünyada namaz ile oluşturduğu büyük halkaların teşkil ettiği manevi daireler…

    İkinci olarak İslam’ın ittihadı İslam toplumlarının ittihadı demektir. Bu anlamda toplum; kültür birliğini, mezhep birliğini veya tarz birliğini ifade edebilir. Bu birliklerin bir üst birlikte birleşmesi ise ittihadı ifade eder. Bu birlik de sınır ve devlet ile ilgili değildir.

    İslam toplumlarının ittihadı, İslam toplumlarının alt kültürlerinin yok olması ve kültürlerin tekleşmesi anlamına gelemez. Zira bu fıtri değildir.

    Mesela dinî cemaatlerin ittihadı “yöntem birliği” manasında olamaz. Zira bu ittihad lazım olmadığı gibi caiz de değildir. Ancak “hedef birliği” manasında ise vaciptir. Nitekim Bediüzzaman bu hususta “Ey dinî cemiyetler! Maksadımız, dinî cemaatler maksatta ittihad etmelidirler. Mesalikte ve meşreplerde ittihad mümkün olmadığı gibi, caiz de değildir. Zira taklit yolunu açar ve ‘Neme lâzım, başkası düşünsün’ sözünü de söylettirir” (Hutbe-i Şamiye, s. 105) demektedir.

    Yine mezheplerin birleşmesi ile ilgili olarak Bediüzzaman İçtihat Risalesi’nde “Eğer beşerin ekseriyet-i mutlakası bir mekteb-i âlînin talebesi gibi, bir tarz-ı hayat-ı içtimâiyeyi giyse, bir seviyeye girse, o vakit mezhebler tevhid edilebilir. Fakat bu hal-i âlem, o hale müsaade etmediği gibi, mezâhib de bir olmaz” demektedir.

    İslam’ın ittihadı üçüncü olarak İslam toplumlarının kurduğu devletlerin ittihadı anlamına gelir. Bu tür bir ittihad şüphesiz sınırların en azından bazılarının kalkması anlamına gelir. Bayrakların teke inmesini ve bayrakların sancaklara dönüşerek bir araya gelmesini ifade eder. Bu süreçte, İslam devletlerinin, hürriyet ve istiklâl adına yeniden ve yeniden daha küçük parçalara bölünmesi (mesela eyalet sistemine geçmek) gibi uygulamalar, coğrafyayı bütünleştirmeyip daha da parçalayacağından ve gereksiz sınırları artırmaktan başka bir işe yaramayacağından ittihad-ı İslam’ı geciktirmekten ya da engellemekten başka anlam da ifade etmezler.

    10. İttihad Nereden Başlayacak, Nereye Varacak?

    İttihad-ı İslam’ın yukarıdaki üç anlamı aslında ittihadın kaynağını ve üç basamağını da göstermektedir: İttihad mü’minlerin kalbinde başlayacaktır. İttihad ve uhuvvet; topluma, toplumlara ve devletlere sirayet edecek ve süreç bu şekilde tamamlanacaktır.

    Bu süreç aslında fıtri ve tabii olan bir tekleşme biçimidir. Zira İslam devleti de aslında, “birey, toplum ve devlet” ya da “iman, hayat ve şeriat” üçlüsünün “kendiliğinden sonucu”dur. Müttehid bireyler müttehid İslam toplumlarını, onlar da İslam devletlerinin ittihadını netice verecektir.

    Yine, bu süreç Peygamberimiz’in (a.s.m.) İslam’ı tebliğ ve İslamî toplumu ve devleti tesis modeline de uygundur. Zira Hazret-i Peygamber de (a.s.m.) Allah’ın emri ve inayetiyle önce bireyden başlamıştı ve imanı temel kavram olarak almıştı. Hayata yansıyan iman, mü’min toplumu kendiliğinden bir sonuç olarak ortaya çıkarmıştı.

    Aynı şekilde bu süreç ahir zamanda geleceği hadis-i şeriflerde bildirilen özel görevli şahıs durumundaki Mehdinin ve talebelerinin ittihad-ı İslam’a ilişkin görevlerine de uymaktadır.

    Bediüzzaman Mehdi cemaatinin görev alanını; iman, hayat ve şeriat daireleri olarak tarif etmekte ve ikinci ve üçüncü daireye ilişkin bir kavram olan ittihad-ı İslam’a ilişkin görevi de şu şekilde ortaya koymaktadır. “İkinci vazifesi: Hilafet-i Muhammediye (a.s.m.) unvanıyla şeair-i İslamiyeyi ihya etmektir. Âlem-i İslam’ın vahdetini nokta-i istinad edip beşeriyeti maddi ve manevi tehlikelerden ve gazab-ı İlahiden kurtarmaktır. Bu vazifenin, nokta-i istinadı ve hadimleri, milyonlarla efradı bulunan ordular lazımdır.” (Emirdağ Lahikası, s. 231)

    Ancak Bediüzzaman, yine bu hedefe ulaşmak konusunda gerekli aşamalara riayet etmemek gibi bir riskin de bulunduğunu şu şekilde ifade etmektedir: “… âhirde iki vazife, gerçi hakikat noktasında birinci vazife derecesinde değiller. Fakat hilâfet-i Muhammediye (a.s.m.) ve ittihad-ı İslâm avamda ve ehl-i siyasette, hususan bu asrın efkârında o birinci vazifeden bin derece geniş görünüyor.” (Şualar, s. 382)

    İttihad-ı İslam’ın tam ikmalinin üçüncü basamak durumunda olduğu; fakat avamın bu konuda yanılabilecek durumda olacağı şu mektuptan da anlaşılmaktadır: “O zatın üçüncü vazifesi, hilafet-i İslamiyeyi ittihad-ı İslam’a bina ederek, İsevî ruhanîleriyle ittifak edip, din-i İslam’a hizmet etmektir. Bu vazife, pek büyük bir saltanat ve kuvvet ve milyonlar fedakârlarla tatbik edilebilir. Birinci vazife, o iki vazifeden üç-dört derece daha ziyade kıymettardır, fakat o ikinci, üçüncü vazifeler pek parlak ve çok geniş bir dairede ve şa’şaalı bir tarzda olduğundan, umumun ve avamın nazarında daha ehemmiyetli görünüyorlar.” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 11)

    11. İttihad-ı İslam’ın Sınır Kavramı İle İlgisi Var mıdır?

    Bediüzzaman devletlerin ülkelerinin sınırları konusunda fazlaca bir görüş açıklamamakla birlikte coğrafi gerçekliği olmayan farazi hatlar ya da tel örgüler anlamındaki “sınır”ın insanı sınırladığı ve fıtri olmadığı açıktır. Bediüzzaman, içtimai bahislerde, vatan ve vatan müdafaası kavramına da yer vermekle birlikte, “gereğinden fazla” önem vermemektedir. İttihad-ı İslam ile İslam ülkeleri arasındaki coğrafi sınırlar kalkacaktır. Ancak bu aynı zamanda tüm dünyada tüm devletlerin aralarındaki sınırların da kalkması ile mümkündür.

    Dünyadaki tüm sınırların kalkmasının ittihad-ı İslam’a zararının olmadığı açıktır. Zira ittihad-ı İslam aslında coğrafya ile sınırlı bir ittihad değildir. Buna karşılık bazı coğrafi sınırlar vardır ki bunlar İslam durdukça sürecektir. Mekke ve Medine’nin Müslüman olmayanlara kapalı olması gibi.

    12. İttihad-ı İslam’ın Devlet Kavramı İle İlgisi Var mıdır?

    Bugünkü devletlerin çoğunun tipik özelliği ulus devlet olmasıdır. Yani devletin ülkesinde yaşayan kavimlerden biri ön plana geçmiş ve devlet o kavmin adı ile anılmış, ülkede yaşayan diğer kavimler de o ulusun bir parçası sayılmışlardır. Çok kültürlülüğü ve dolayısıyla çok ulusluluğu engelleyen bu yapı elbette ittihad-ı İslam’ın önündeki en önemli engeldir.

    İttihad-ı İslam tamamlandığında bütün İslam toplumları tek devletin çatısı altında olmuş olacaktır. “Konferans”ta bu konu şu şekilde ifade edilmektedir: “Evet, o ecnebîlerin canavarlar gibi yaptıkları muâmele ve zulümler, İslâm dünyasında, hürriyet ve istiklâl ve ittihâd-ı İslâm cereyânını da hızlandırmıştır. Nihayet, müstakil İslâm devletlerinin teşkilini intâc etmiştir. İnşaallahü Teâlâ, cemâhir-i müttefika-i İslâmiye de meydana gelecek ve İslâmiyet dünyaya hâkim ve hükümran olacaktır. Rahmet-i İlâhîden kuvvetle ümit ve niyaz ediyoruz.” (Sözler, s. 722)

    Ancak bu gelişme ya da değişme, İslam devleti denen toplumun, alt-iç toplum katmanlarından oluştuğunu gizlemeyi ya da yok saymayı gerektirmez, hatta buna izin de vermez. Yani devletin tekliği, devletin ve dolayısıyla İslam milletinin alt unsurlarının yok sayılması anlamına gelmez. Aksine ne kadar alt unsur varsa hepsinin tam olarak kendisini göstermesi demektir. “Çokluk içinde birlik” ya da “kesretten vahdete geçiş” ancak bu şekilde tecelli eder.

    Öz

    İttihad-ı İslam ile ilgili sorular; kavramın isminden başlayarak içeriğine, yöntem ve amacına kadar çok farklı alanlarda şekillenmektedir. Bu makalenin amacı; ittihad-ı İslam kavramı üzerinde düşünen ve sorularının cevabını Risale-i Nur’da arayan okuyuculara ufuk açmak üzere bazı sorular sormaktır.

    Anahtar Kelimeler: İttihad-ı İslam, ittifak, ittihad, ihlas, uhuvvet, müsbet hareket, ulus devlet.

    Abstract

    The questions on the Unity of Islam are shaped in many different areas starting from the name of this concept to its method, aim and content. The aim of this article is to ask questions just about to broaden the horizon of those who think on the concept of the Islamic Unity and look for the answers in the Risale-i Nur Collection.

    Key Words: The Unity of Islam, alliance, brotherhood, positive action, nation state, sincerity.