Köprü Anasayfa

Çağımızın Sorunlarına Çözüm Arayışları ve Said Nursi Modeli

"Bahar 2010" 110. Sayı

  • Dünyevî Mutluluk İçin Bir Cennet: Aile

    A Paradise for Earthly Happiness: Family

    Atilla YARGICI

    Yrd. Doç. Dr., Harran Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fak., Doğu Dilleri ve Edebiyatları Bölümü öğretim üyesi.

    Giriş

    Dünyanın birçok ülkesinde komünizm, sosyalizm, kapitalizm ve hedonizmin çarkları arasında kalan aile, gittikçe yozlaşmakta, aile kavramı yerini başka kavramlara bırakmaktadır. Toplumun en küçük birimi olarak kabul edilen çekirdek aile, anne, baba ve çocuklardan oluşmaktadır. Aile, anne-babanın mutluğunu sağlayıp devam ettirmenin yanında, çocukların eğitilmesi ve topluma faydalı fertler olarak yetiştirilmesi için de çok önemlidir. Ancak, son çeyrek asırdır, gelişmiş Batı ülkelerinde aile artık geleneksel aile tipi olmaktan çıkmış, “single parents” denilen, anne–çocuk, baba-çocuk şeklinde yeni bir görünüme bürünmüştür. Bunun yanında ana- babasının kim olduğunu bilmeden büyüyen milyonlarca insan da, ailenin dejenere edilmesinin en büyük göstergelerinden birisidir.

    Boşanma oranların yüzde 50-70 arasında oynadığı bir çok Batılı ülkede insanlar, kendilerine empoze edilen “aşkı” ya da “romantik aşkı” bulamadıklarından veya kaybettiklerinden dolayı, psikoterapistlerin kapısını aşındırmaktadırlar. Aynı Batı ülkelerinde ne acıdır ki, boşanmalara sebep olan unsurlar, evliliğin kurtarılması için de vazgeçilmez bir unsur olarak zikredilmektedir. Boşanma oranlarının artması, evliliklerin mutlu olmak için vazgeçilmez bir kurum olduğu inancını gittikçe sarsmakta, onun yerine sorumluluk duygusundan mahrum gayr-i meşru birliktelikler yaygınlaşmaktadır. Bazı çiftler arasında evlilikler artık beş sene evli kalma şartı ile yapılan kontratlarla en azından belli bir müddet devam ettirilmeye çalışılmaktadır. Konuyla ilgilenen uzmanlara göre, gelecekte bu ülkelerin çoğunda evlilik kurumu, aile kurumu ya tamamen ortadan kalkacak ya da çok kısa süreli anlaşmalara dönecektir. Bu durum, insanlığın tekrar İslam’dan önceki cahiliye dönemine dönmekte olduğunu göstermektedir.

    Mutlu evliliğin sırları, boşanmayı durdurmanın yolları, evliliği kurtarmanın ipuçları gibi kitaplar ve internet sitelerindeki rehberlik yazıları insanlığın sağlıklı bir şekilde devamı için en lüzumlu bir kurum olan evlilikleri kurtarmak için adeta çırpınmaktadır. Bütün bu olanlara ve yapılan çalışmalara baktığımızda asıl hedefin, “mutlu evlilik; ebedi sevgi”yi oluşturmak olduğu anlaşılmaktadır. Ancak çoğu zihinlerin materyalist fikirlerle yaralandığı, çoğu insanların zevkçi ahlak ekollerinin peşine düştüğü, manevi, ruhsal, kalbi olan problemlerin görmezden gelindiği bir çağda, yıkılmakta olan bir kurumun kurtulması için gerekli olan manevi temeller göz ardı edilmektedir. Evliliğin kurtarılması, boşanmanın önlenmesi, mutlu evliliğinin sırları ile ilgili çok yaygın olan ve artık bir sektör haline gelen çalışmalarda ortaya konulan çözüm yollarında hep bu materyalist ve hedonist bakış açılarının etkili olduğu görülmektedir.

    Hıristiyanlık dini temel alındığında dindar bir ülke sayılan Amerika’da boşanma oranları ürkütücü boyutlardadır ve ortalama yüzde 50’dir. İlk evliliklerde boşanma oranları yüzde 50, ikinci evliliklerde yüzde 67, üçüncü evliliklerde yüzde 74’tür. Avrupa ülkelerinde de durum buna yakındır. Batı kültürünün etkisine giren Japonya ve Çin gibi Asya ülkelerinde de boşanma oranları hızla artmaktadır. Boşanan çiftlerin yüzde 66’sı çocuk sahibi değildir. Ülkeden ülkeye bazı değişikler olsa bile genel olarak boşanmanın en önemli sebepleri, ekonomik problem, sadakatsizlik ya da aldatma-aldatılma, cinsel isteksizlik ve hayatta değişiklik arayışına girilmesi gibi hususlardır. Buradan anlaşılmaktadır ki, Amerika ve diğer Avrupa ülkelerinde Hıristiyanlık aile kurumunun çözülmesini engellemeye olumlu katkılarda bulunamamaktadır. İncil’de yer alan, ”eşini kendi bedenin gibi sev” emirleri, Hıristiyan erkekler üzerinde yeterli etkiyi gösterememektedir. Diğeri ülkelerde sahip olunan felsefi ve dini referanslar da aileyi korumada yeterli olamamaktadır.

    Ülkemize geldiğimizde, Türkiye Müslüman bir ülkedir. Dünyada boşanma oranının en düşük olduğu ülkelerden birisidir. Bu oran binde 1.4’tür. Ancak yılda 90 binden fazla evliliğin boşanma ile neticelenmesi ve bu oranın az da olsa artma eğilimi göstermesi, bu konunun üzerinde durulmasını gerektirmektedir.

    Devletin yaptırdığı bir araştırmaya göre, “Bireylerin boşanmasında en önemli faktör geçimsizliktir. Bunu doğuran nedenlerin başında da sırasıyla ilgisizlik ve sorumsuzluk, kıskançlık, çocuk nedeniyle yaşanan anlaşmazlıklar, ekonomik sıkıntılar, eşle kopukluk ve bedensel uyumsuzluk” gelmektedir.

    Ülkemizde boşananların yüzde 90’ı kentlerde yaşamaktadır. Bu araştırma, boşananların çoğunun 2-5 yıl arasında evli kaldıklarını saptamıştır. Daha önce ailede olan boşanmaların diğer boşanmalar için örnek teşkil ettiği, bu durumun kadınlarda daha yaygın olduğu söylenebilir. Boşananların büyük bölümünün, tanıştırılarak veya bir süre flört ettikten sonra evlendikleri görülmektedir. Araştırmaya göre, boşanmış erkeklerin ve kadınların yaklaşık yüzde 90’ı evlilik kararını kendileri vermiştir. Boşanmış kadın ve erkeklerin evlenmelerinde birinci neden, ‘aşık olmak’ şeklinde belirtilmektedir. Bu durum, başta Amerika olmak üzere Batı kültürünün sinema ve televizyon ve basın yoluyla insanlarımız üzerinde ne kadar çok etkili olduğunu göstermektedir. Romantik aşk efsanesinin büyüsüne kapılan insanlar, evliliklerini sağlam olmayan temeller üzerine kurmakta, bu da kısa süre boşanma ile neticelenmektedir.

    Burada karşımıza bazı sorular çıkmaktadır: Fıtratın bir gereği olan evlilikleri korumak nasıl mümkündür? Eşler birbirlerine nasıl daha çok sevgi ve saygıyla yaklaşabilirler? Eşler arasındaki sevgi ve şefkat nasıl ölene kadar devam ettirilebilir? Bireyler boşanmayı nasıl en son seçenek olarak düşünebilirler? Yıkılmak üzere olan evlilikler nasıl kurtarılabilir ve kurulmakta olan evlilikler nasıl sağlam bir şekilde kurulabilir? Ailenin televizyon, sinema, gazeteler ve internet vasıtasıyla gittikçe yozlaştırılmaya çalıştığı çağımızda sağlıklı bir aile nasıl olur? İslam dininin ailenin kurulmasında ve devamında ne gibi olumlu katkıları vardır? İslam’ın ana kaynaklarını kendisine referans olarak alan Said Nursi, aile hayatımızın bir cennet hayatına dönüşebilmesi için neler önermektedir? İşte bu çalışma, bu gibi sorulara cevap bulmaya çalışmayı amaçlamaktadır.

    A. İslamiyet’e Göre Ailenin Önemi

    Evlilik, toplumun en temel kurumudur. Toplumun gerçek bir toplum olması, fertlerin mutlu olması, insan neslinin sağlıklı bir şekilde devam etmesi, dünyaya gelen çocukların terbiye edilip büyütülmesi, erkek ve kadının bedensel olduğu kadar ruhsal ve kalbî olarak da tam olarak tatmin olup sükûnet bulması ancak aile kurmakla mümkündür. Cenab-ı Hak ayetlerde müminlere evlenmeye ve evlendirmeye teşvik etmektedir. Örneğin bir ayette şöyle buyrulur:

    “İçinizde evli olmayanları, kölelerinizden ve cariyelerinizden salih olanları evlendirin. Eğer fakir iseler Allah kendi fazlından onları zengin eder. Allah, geniş (nimet sahibi)dir bilendir”1

    Bir başka ayette ise, “Nikah (imkanı) bulamayanlar, Allah, onları kendi fazlından zenginleştirinceye kadar iffetli davransınlar” buyurmaktadır.2

    Bir diğer ayet ise şöyledir: “Bugün size temiz olan şeyler helal kılındı (Kendilerine) Kitap verilenlerin yemeği size helal sizin de yemeğiniz onlara helaldir Mü’minlerden özgür ve iffetli kadınlar ile sizden önce (kendilerine) kitap verilenlerden özgür ve iffetli kadınlar da namuslu fuhuşta bulunmayan ve gizlice dostlar edinmemişler olarak -onlara ücretlerini (mehirlerini) ödediğiniz takdirde- size (helal kılındı). Kim imanı tanımayıp küfre saparsa elbette onun yaptığı boşa çıkmıştır. O, ahirette hüsrana uğrayanlardandır. “3

    Peygamberimiz (s.a.v.) de hadis-i şeriflerinde evlenmeye teşvik etmiştir. Bir hadislerinde şöyle buyururlar: “Evlenmek benim sünnetimdendir. Kim benim bu sünnetimle amel etmezse, benim yolumda olmamış olur. Evleniniz. Çünkü ben diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla iftihar ederim. Evlenme imkânı olmayan oruç tutsun. Çünkü oruç şehveti kırar.”4

    Bir başka hadislerinde, dört şeyin peygamberlerin sünnetinden olduğunu, bunların da haya, güzel koku sürünmek, misvak kullanmak ve evlenmek olduğunu bildirmektedir.5

    Konuyla ilgili bir başka hadis-i şerif de çok anlamlıdır: “Dindarlığını ve ahlakını beğendiğiniz kimse, ailenizden birisi ile evlenmek isterse, onları evlendirin. Şayet bunu yapmazsanız yeryüzünde fitne ve fesat çıkar.”6

    Görüldüğü gibi ayet ve hadislere göre, bir erkek ve bir dişiden yaratılan insanlar evlenmekle hem Allah’ın bir emrini yerine getirip ibadet sevabını kazanmış olmaktadırlar, hem de Hz. Muhammed’in (s.a.v.) bir sünnetini yerine getirmiş olmaktadırlar. Bütün bunlar, evliliğin mukaddes bir kurum olduğunu ve korunması gerektiğini göstermektedir. Evliliğin engellenmesi, ya da insanların çeşitli sebeplerle evlilikten uzaklaştırılması, fitne ve fesatların, fuhuş ve ahlaksızlıkların yayılmasına, toplumun huzurunun bozulmasına sebep olmaktadır.

    Günümüzde evliliklerde önemli kriterler, zenginlik, yakışıklılık ya da güzellik, iyi bir kariyer sahibi olmak gibi hususlardır. Peygamberimiz (s.a.v.) ise, bir kadınla dört şey için evlenildiğini bildirmektedir. Bunlar da mal, asalet, güzellik ve dindarlıktır. Ancak Hz. Muhammed dindar olanın seçilmesi gerektiğini vurgulamaktadır.7 Çünkü insanı mutlu edecek olan husus, dini inanç ve değerlere sahip olan bir kimse ile evlenmesidir. Bir başka hadislerinde kadınların sadece güzellikleri için nikahlanmaması gerektiğini, çünkü güzelliklerinin onları tehlikeye atabileceğini bildirerek şöyle devam etmektedir: “Sadece malları için de nikahlamayınız. Çünkü malları onları azdırabilir. Dindar olanını nikahlayınız. Şüphe yok ki, burnunun bir kısmı kesik, kulağı delik ve teni siyah dindar bir cariye, dindar olmayan hür bir kadından efdaldir.”8

    Görüldüğü gibi dinimiz, evliliklerin sağlıklı olabilmesi, karşılıklı sevgi ve saygının, şefkat ve merhametinin devamı için dindar olmayı, dini inanç ve değerlere sahip olmayı en birinci şart olarak göstermektedir. Burada diğer hususların hiçbir değerinin olmadığı bildirilmemektedir. Ancak dindarlığın ön plana çıkması gerektiği hatırlatılmaktadır. Çünkü dindarlık hem insanda kalıcı değerlerin oluşmasına sebep olmakta, hem de eşlerin birbirlerini geçici özelliklerden dolayı değil, kalıcı özelliklerden dolayı sevmesine, sevgilerini ebediyete taşımasına sebep olmaktadır.

    Sevgi her insanda var. Hem de Bediüzzaman’ın 24. Söz’ün Beşinci Dalındaki ifadeleriyle kâinatı istila edecek kadar ucu açık olan bir sevgi var. Ama çoğu insan, böyle sonsuz denecek kadar bir potansiyele sahip olan sevginin niçin verildiğinin farkında değil. Halbuki bu sonsuz potansiyele sahip olan sevgi, sonsuz ve mukaddes bir güzelliği olan Allah’ı sevmek için insana verilmiştir. Yaratıcı bizim kendisine iman etmemizi, kendisini tanımamızı ve kendisini sevmemizi, buna bağlı olarak da O’na ibadet etmemizi istemektedir. İnsan yaratıcının kendisine verdiği bu sevgiyi, ya Allah’a ya da diğer varlıklara karşı kullanır. Allah’ı sevmeden doğrudan diğer varlıkları sevmek, gerçek bir sevgi değildir ve sevilen şeyler bu sonsuz potansiyele sahip olan sevgiye değmemektedir. Aynı zamanda Allah inancından ve sevgisinden mahrum olarak geliştirilen bir sevgi, örneğin evlendiğimiz eşimize yönelmişse, o zaman eşimizin sadece maddi özellik ve güzelliklerine yönelmiş, manevi ve ahlakî yön ya hiç nazara alınmamış, ya da en son sıralarda yer almıştır. İşte bu durumda Allah sevgisinin yerleşmediği bir kalbin bir insanı sevmesi, yapmacık ve suni bir sevgi olmakta, bu da kısa bir süre içinde sona ermekte, her iki tarafı da yaralamaktadır. Yani insanlar, en önemli sevgi objeleri olan eşlerini Allah’ın bir hediyesi, bir nimeti olarak sevmemekte, sadece zatları için sevmektedir. Halbuki ayette zikredilen içimize koyulan sevginin ilk objesi, Allah olsa, Allah’ı kainatta yansıyan isim ve sıfatlarıyla tanıyıp da sevsek, o zaman eşimizi O’nun namına, O’nun için sevebiliriz. Bu sevgi, “yaratılanı hoş gör, Yaratandan ötürü” prensibinin aile hayatımıza yansımasına sebep olur

    Evlilikler, Allah için olmazsa, eşler birbirlerini Allah için sevmezse, ruhsal birliktelik, gönül birlikteliği, şefkat güzelliğine bağlı birliktelik, ahiret inancına bağlı birliktelik olmaz. Kadın ya da erkek o zaman bir meta gibi olur. Bir fiziksel eğlence vasıtası ve bir oyuncak haline gelir. Oyuncaktan bıkılınca da değiştirme başlar. Batı dünyasında boşanmalarının çok yüksek olmasının sebeplerinin birisi de dünyevi olan evliliklerden bir müddet sonra bıkılması, manevi, uhrevi bir yönün, Allah ile bir bağın ya hiç bulunmaması ya da doğru bir şekilde olmamasıdır.

    Allah’a ve ahiret gününe inanan bir mümin ise, erkek olsun kadın olsun eşini Allah için sever. Zaten daha evlenirken buna dikkat eder. Evlenirken dikkat etmemişse, sonradan bunu temin etmeye çalışır. Peygamberimizin (s.a.v.) tavsiyesine uyarak, “dindar olan bir eş”i tercih eder. Allah için sevginin başlangıcı budur. Allah için sevgide eşler birbirine emanettir. Erkek de, kadın da çobandır. Amaç dünya ve ahiret mutluluğudur. Batılının keşfedemediği bir durumdur bu. Allah için birbirini seven eşler bilirler ki, imanla kabre girerlerse cennette birlikte olacaklar. Ebedi bir şekilde birlikte olacaklar. Konuyla ilgili olarak Yüce Allah bir ayet-i kerimede, “Siz ve eşleriniz sevinç ve mutluluk içinde cennete giriniz.”9 Buyurmaktadır.

    Sonraki ayetler de onların Cennetteki durumlarını anlatıyor:

    “Onlar için altın tepsiler ve kadehler dolaştırılır. Canlarının istediği ve gözlerinin hoşlandığı her şey oradadır. Siz orada ebedî olarak kalacaksınız. İşte, bu yapmakta olduklarınıza karşılık size miras verilen cennettir. Orada sizin için bol bol meyve var, onlardan yersiniz” 10

    Cennet ebedi kalınacak, Cenab-ı Hakkın sonsuz lütuflarına, en büyük lütfu olan Cemalini görmeye vesile olacak bir mekân. İşte buraya beraber gitmek, gerçek mutluluktur. Gerçek mutluluğa götüren yolda yürümek de insana mutluluk verir. Dünyada bile güzel bir piknik yerine giderken insan ne kadar mutlu oluyor. İşte böyle bir inanç, evlilik bağını kuvvetlendirir. Hayat ebedi hayata kadar uzanan bir yoldur. Ebediyete kadar birlikte yürürsek, engelleri birlikte aşarsak, o zaman bu hayat yolunun ve yolculuğunun anlamı çok büyük olur. Oraya gitmeyen yollara girenlerin beraberlikleri de kısa sürer, mutlulukları da… Çünkü o yollardan gitmek zordur. Hz. Muhammed gibi bir rehberimiz, Kur’an gibi bir yol haritamız, bir kitabımız olmazsa hayat yolu zorların da zoru bir yoldur.

    Ahirette ebedî olarak yepyeni bir yaratılışla cennette birlikte olacaklarına inanan, ebediyet âleminin anahtarını almak için çabalayan karı-koca bu yolda ayaklarına takılan taşlara, batan dikenlere aldırış etmezler. Ebedi arkadaşlığın hatırı için sevgi dolu bir hayat yaşarlar. Allah için birbirlerini seven insanların hiç mi hataları, kusurları olmaz? Olmaz olur mu! Beşerdir şaşar denmiştir. Ancak gittiğimiz yolun ebede, sonsuzluğa giden bir yol olduğunu bildiğimizde, sevgimizin Allah için olduğunu hatırladığımızda eşimizin hatalarını büyütmeyiz. Gerçekten yanlış bir şey yapmışsa da ona düşmanlık beslemeyiz, ona kin beslemeyiz. Onunla aramızda aşılmaz bir duvar, bir buz dağı örmeyiz. Said Nursi’nin 22. Mektup’ta bildirdiği gibi, Gönlü gerçek sevgi ile dolu bir insanın kalbinde düşmanlığa yer olmaz. Düşmanlık mecazi olur artık. O acımaya, şefkate dönüşür. Bu durumda birbirimizin hatalarını lütufla düzeltmeye çalışırız. Ama kalbimizde sevgi değil de, düşmanlık varsa bu durumda karşımızdaki insana, eşimize olan sevgimiz sahte olur. Sadece onu sözlerle uyuturuz. Hatalarını bağışlamayız. Affetme ahlakımız olmaz. O halde Allah için olan sevginin tezahürü affetmektir, hoşgörülü olmaktır. Eşimizin sevmediğimiz bir ya da birkaç sıfatı olabilir. Bu da insan olmamızdan dolayı anormal değildir. Onu da öyle kabul etmek lazım. Diğer güzel sıfatlarına, özelliklerine bakmalıyız. Birkaç sıfatı hoşumuza gitmiyor diye, onu ortalığa bırakamayız. Ebediyet yolunun yolcularına, ebediyet yoluna bizi gönderen Rabbimiz bu durumda bize şöyle bir davranış öneriyor:

    “Onlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmadıysanız, olabilir ki, siz bir şeyden hoşlanmazsınız da Allah onda pek çok hayır yaratmış olur”.11

    Eşimizden kızgınlık anında bizim hoşumuza gitmeyen bir söz işittiğimizde, nasıl davranmamız gerektiği şöyle bildirilmektedir:

    “Sen kötülüğü en güzel bir tutumla sav, çünkü biz onların yakıştırmakta oldukları şeyi çok iyi bilmekteyiz.”12 Yani, başkalarının olduğu gibi eşimizin, çocuklarımızın hatalarına, yanlışlarına, kötülüklerine iyilikle karşılık vermek, onları affetmek aile hayatımızı cennetten bir köşe haline getirecektir. Bu af, onların hatalarının düzelmesi için çaba sarfetmeyi engellemez, aksine teşvik eder. Aynı zamanda bu aile arasındaki bağların daha da kuvvetlenmesine sebep olur.

    B. Risale-i Nur Perspektifi: Aile’de Gerçek Mutluluk

    İnsan dünyada mutluluğu değişik şekilde tadabilir. Ancak insanı en çok mutlu eden hususların başında evlilik, yani bir aile kurmak gelmektedir. Fakat bu mutluluğun geçici değil daimi olması, engellerle karşılaştığında hemen ortadan kalkmaması, basit sebeplerden dolayı hemen boşanmayla kesintiye uğramaması için dikkat edilmesi gereken bazı hususlar vardır. Nursî, eserlerinde bu hususların en önemlilerini zikreder.

    Said Nursi, evlilik akdinin insanın dünyevî mutluluğunun esaslarından birisi olduğunu dile getirir. Ona göre, insan evlilikle kalbine mukabil bir kalp bulur ve karı-koca sevgilerini, aşklarını, şevklerini, sevinçlerini ve kederlerini paylaşır, birbirlerine yardımcı olur.13

    Nursi’nin bu ifadelerine göre evlilik, insanın kalbine mukabil bir kalb bulmasının, sevgi, lezzet, gam ve kederlerini paylaşmasının en doğru adresidir. Çünkü insanın hayatta en çok ülfet ettiği kimse, onun eşidir. Bu yüzden Nursi, bu paylaşmanın sadece sevgi, lezzet gam ve keder paylaşması değil, aynı zamanda “hayret ve tefekkür paylaşımı” olduğunu da söylemektedir. “ Bir işte mütehayyir kalan veya bir şeye dalarak tefekkür eden adam, velev zihnen olsun ister ki, birisi gelsin, kendisiyle o hayreti, o tefekkürü paylaşsın. Kalplerin en latifi, en şefiki, “kısm-ı sâni” ile tâbir edilen kadın kalbidir. Fakat kadın ile ruhî imtizacı (geçimi) ikmal eden, kalbî ünsiyet ve ülfeti itmam eden, sûrî ve zahiri olan arkadaşlığı samimileştiren, kadının iffetiyle, ahlâk-ı seyyieden temiz ve pâk bulunması ve çirkin ârızalardan hâli olmasıdır.”14

    O bu ifadeleriyle, gerçek dindar olan bir eşte bulunması gereken nitelikleri en veciz bir şekilde dile getirmektedir. Her şeyden önce kadın ve erkeğin mutlu olması “nikah” akdine bağlıdır. Yani evlenmelerine bağlıdır. Evlenmeden, gayr-i meşru bir hayatta insanın mutlu olması mümkün değildir. Nursi’nin 32. Sözdeki ifadesiyle, “Gayr-i meşrû bir muhabbetin neticesi, merhametsiz azab çekmektir.” Yani gayri meşru birliktelikler, merhametsiz azapların çekilmesine, insanın şefkat beklediği nazarlardan nefret görmesine sebep olur. İkinci olarak, eşler, evliliklerinin mutluluk içinde geçmesini istiyorlarsa, birbirlerini sevmeli, sevinçlerini ve kederlerini paylaşmalıdır. Beraber sevinmeli, beraber üzülmelidir. Üçüncü olarak, evliliğin hayret ve tefekkür paylaşımı gibi günümüz pragmatik felsefesinin çok ötesinde önemli ortak noktaları olmalıdır. Yani karı koca yeni öğrendiği ve şaşkınlığa düştüğü bir şeyi, yeni okuduğu ve beğendiği bir hususu paylaşmalıdır. Böyle bir durum evliliğin düşmanlarından olan rutin ve sıkıcılığı ortadan kaldırdığı gibi, bedensel hazların ötesinden akıl ve ruhun önünde açılan geniş manevi sofralarda da paylaşılacak çok büyük manevi lezzetler olduğunu ortaya koyar. Dördüncü olarak, kadın ile erkek arasındaki ülfeti, arkadaşlığı pekiştiren ve doyumsuz hale getiren şeylerin başında, iffetli, yani namuslu olmak, haramdan uzak bir yaşantıyı benimsemek, kötü ahlaki niteliklerden uzak olmak gelmektedir. Eşler arasındaki sevginin devam etmesi ve şefkatin oluşması, iffetli olmaya; yani kötü ahlaki vasıflardan uzak olmaya bağlı olan bir durumdur. Çünkü ister erkek, ister kadın olsan eğer kötü ahlak sahibi ise, yani niteliklerinin çoğu güzel değilse, o insanın zengin olmasının, o insanın güzellik sahibi ya da yakışıklı olmasının, tanınmış bir aile sahibi olmasının hiçbir anlamı yoktur. İnsanı insan yapan imandır ve ona bağlı olarak da güzel ahlak prensipleridir.

    Yine Bediüzzaman’a göre aile; insanlık nev’inin dünya hayatında en cemiyetli bir merkez, en esaslı bir zemberek, dünyevî saadet için bir cennet, bir melce; bir tahassüngâhtır.15

    Onun bu ifadelerinde ailenin dünyevî mutluluk için bir cennet ve bir sığınak olduğunu söylemesi altı çizilmesi gereken iki önemli husustur. Bu ifadelere göre dünyevî mutluluğun gerçek adresi, evlilik dışı münasebetler, meşru olmayan davranışlar değil, ailedir. Aynı zamanda aile, insanı dış dünyada, yani toplumda insanı bekleyen bir çok tehlikelerden korunmak için bir sığınak görevi görmektedir. Aile sadece karı-kocayı korumakla kalmaz, çocukları da en güzel şekilde korur. Bu ifadeler, “kadınlar sizin için bir örtü, siz de onlar için bir örtüsünüz” ayetini hatırlatmaktadır.16

    Dünyevi mutluluk için bir cennet ve bir sığınak olarak nitelendirilen ailenin mutluluğu ise, “samimî ve ciddî vefâdarâne hürmet ve hakikî ve şefkatli ve fedâkarâne merhamet ile olabilir. Ve bu hakikî hürmet ve samimî merhamet ise, ebedî bir arkadaşlık ve daimî bir refakat ve sermedî bir beraberlik, hadsiz bir zamanda ve hududsuz bir hayatta, birbiriyle pederâne, ferzendâne, kardeşâne, arkadaşâne münasebetlerin bulunmak fikriyle ve akidesiyle olabilir.”17

    Said Nursî’nin, Kur’an ve hadis perspektifi ile ortaya koyduğu mutlu aile modelinde bulunması zarurî olan ahlaki kurallar, samimî ve ciddî hürmet, hakikî, şefkatli ve fedakarâne merhamettir. eşlerin birbirine saygısı, çocukların ana-babalarına saygısı, eşlerin birbirine sevgi ve şefkati, çocuklarına sevgi ve şefkati ve yaşlandıkları zaman çocukların ana-basına sevgi ve şefkati nasıl samimî, ciddî, hakikî ve fedakarâne olabilir? Ona göre, bunun sağlamanın yolu, Allah’a ve ebedi cennet hayatına imandır. Mademki Kur’an salih ve saliha olan eşlerin cennette ebedi olarak birlikte olacaklarını söylüyor. O halde buna iman etmek, bunu düşünmek insanın hürmet, sevgi ve şefkatinde samimi, ciddi ve fedakâr olmasını sağlar. Ebedî bir hayatta beraber olma inanç ve düşüncesine sahip olan bir insan, eşinin ebedî hayatta, ebedi bir hayat arkadaşı olacağını söyler, onun çirkin ve ihtiyar olmasına önem vermez. Böyle ebedî bir arkadaşlığın hatırı için her türlü fedakârlığı ve hürmeti yapar.18 Böyle düşünen bir insan, Allah’ın en çok buğzettiği helal olan boşanmayı kolay kolay aklına getirmez. Buradan anlaşılmaktadır ki, ahiret inancının sağlam olması, evliliklerinin temelinin de sağlam atılmasına sebep olmakta, başta anne baba olmak üzere bütün aile fertlerinin birbirlerini ebedî bir sevgi ile sevmelerine sebep olmaktadır. İşte Batı dünyasının aradığı ama bulamadığı sevgi böyle bir sevgidir.

    Bir ailede kadının herhangi bir sebepten dolayı çirkinleşmesi, ihtiyarlaması gibi durumlar bile ailenin birlikteliğini bozmayıp kuvvetlendiren bir unsur olursa, o aile dünyanın en mutlu ailesi olur. Bu inancın kuvvetli olmadığı aileler, menfaat, güzellik, yakışıklılık gibi geçici özellikler üzerine kurulduğundan çok uzun sürmemektedir. Menfaatler azaldığında, güzellik bozulduğunda ya da inanç zayıflığının verdiği sorumsuzlukla vefa ortadan kalktığı zaman evlilik de bir anda bozulmaktadır. Bu yüzden Nursî’ye göre, kısacık bir arkadaşlıktan sonra ebedî bir ayrılık düşüncesi ve inancı, ancak gerçek olmayan mecazî bir merhamet ve sun’î bir hürmet verebilir ve insan artık bir hayvan gibi hareket etmeye başlar. Tıpkı hayvanlarda olduğu gibi diğer galip olan hisler, duygular, menfaatler, o hürmet ve merhameti mağlup eder, o dünyevi cenneti cehenneme çevirir.19

    Bu tespitler, dünyada gittikçe artan, yavaş yavaş ülkemize de sirayet eden boşanma oranlarının gerçek sebebini de açıklamaktadır. Sadece bedensel hazlar ve menfaat peşinde koşan bir insanın evlendiği eşiyle mutluluk içinde yaşaması mümkün değildir. İster erkek ister kadın olsun bu inanç ve ona bağlı manevi değerlerden, ahirette ebedi beraberlik düşüncesinden mahrum olan kimselerin başka türlü yaşaması da çok şaşırtıcı olur. Nursi, insanlığın bu kanayan yarasına iman odaklı, özellikle de ahiret inancı odaklı bir çözüm önerisi sunmaktadır. Sevginin gerçek sevgi, hürmetin hakiki ve samimi hürmet, şefkatin fedakâr bir şefkat olması bu inanca bağlıdır. Bunun dışındaki çözümler, kökleri hastalanan bir ağacın yapraklarını ilaçlamaya benzer. Yaprakları ilaçlamak ağacın kurumasını engelleyemediği gibi, kişisel gelişimin çok denenmiş ve başarısız olmuş metotları da evlilikleri kurtarmada yetersiz kalır.

    Nursi, erkeklerin kadınları ebedi bir sevgi, ebedi bir arkadaş düşüncesi ile sevmesinin yanında, kadınların da erkekleri böyle ebedi bir sevgi ile sevmesi gerektiğini söyler. Ona göre, bir kadın kocasına yalnız dünya hayatına mahsus bir hayat arkadaşı değildir. Belki ebedi hayatta dahi bir hayat arkadaşıdır. Bu yüzden ebedi arkadaşı olan kocasından başkasına güzelliklerini göstermemeli, kocasını kıskandırmamalı ve darıltmamalıdır. Bir erkek, eşini ebedi bir arkadaşlık açısından sevdiği, bu yüzden ona ciddi bir muhabbet beslediği, o kadın çirkinleştiği ve ihtiyarladığı zaman da o sevgi ve şefkati taşıma kararlılığında olduğundan dolayı, kadının kendi güzelliklerini sadece kocasına tahsis etmesi, sevgisini ona hasretmesi, insanlığın gereğidir, yoksa pek az kazanır, pek çok şey kaybeder.20 Ona göre, mutluluk, eşler arasında karşılıklı güven, samimî bir hürmet ve muhabbetle sağlanır. Ancak tesettürsüzlük ve açık saçıklık, o karşılıklı hürmet ve sevgiyi kırar.21 Özellikle kadınların İslam’a uygun olmayan ortamlarda, İslam’a uygun olmayan giyiniş tarzlarıyla çalışması bu güvensizliğin ve sevgi kaybının en önemli sebepleri arasındadır. Kadının en önemli hasletlerinden ikisinin de “sadakat ve güven” olduğunu söyleyen Nursi’ye göre, açık saçıklık bu sadadaki kırar, kocası nazarında güvenin kaybolmasına sebep olur ve kocasının da vicdan azabı çekmesine sebep olur. Said Nursi, cesaret ve cömertliğin kadınlarda iyi bir haslet olmadığını, güven ve sadakata zarar vereceğini de bildirir.22 Burada cesaret ve cömertlik, kadının sadece kocasına göstermesi gereken güzelliklerini kocasının dışındaki erkeklere gösterme ile ilgili “cesaret ve cömertlik” olarak kullanılmaktadır. Ona göre kocanın görevi de, “himaye, merhamet ve hürmettir.”23 Bir erkek, ancak güvendiği, sadık olduğuna inandığı, sevmeye değer bulduğu eşini himaye etmek ister, ona merhamet ve hürmet eder. Bu yüzden güvenin kaybolması, sadakatin sarsıntıya uğraması, vicdan azabı ve sevginin azalması ya da kaybolması mutsuz bir ailenin mutsuzluğunun sebeplerini oluşturmaktadır. Çünkü artık erkek sadakatsiz, güven duymadığı ve sevgisinin azaldığı bir kadını himaye etmek istemez, ona hürmet etmez ve merhamet duyguları kabarmaz. Bu durum, bir cennet gibi olması gereken aileyi cehenneme çevirir ve böyle bir evlilik de çok fazla devam etmez.

    Diğer taraftan Bediüzzaman evli kadınlara seslenerek, gerçek mutluluğun meşru dairenin dışındaki zevklerde, lezzetlerde olmadığını, bunlardan alınan lezzetten çok fazla elemler ve zahmetler bulunduğunu, meşru eğlence ve lezzetin ne olduğunu hatırlatır ve şöyle der:

    “Kat’iyen biliniz ki: Daire-i meşruanın haricindeki zevklerde, lezzetlerde; on derece onlardan ziyade elemler ve zahmetler bulunduğunu Risale-i Nur yüzer kuvvetli delillerle, hâdisatlarla isbat etmiştir. Uzun tafsilatı Risale-i Nur’da bulabilirsiniz.

    Ezcümle: Küçük Sözlerden Altıncı, Yedinci, Sekizinci Sözler ve Gençlik Rehberi benim bedelime sizlere tam bu hakikatı gösterecek. Onun için daire-i meşruadaki keyfe iktifa ediniz ve kanaat getiriniz. Sizin hanenizdeki masum evlâdlarınızla masumane sohbet, yüzer sinemadan daha ziyade zevklidir. Hem kat’iyen biliniz ki; bu hayat-ı dünyeviyede hakikî lezzet, îman dairesindedir ve îmandadır. Ve a’mâl-i sâlihanın her birisinde bir mânevî lezzet var. Ve dalâlet ve sefahette, bu dünyada dahi gâyet acı ve çirkin elemler bulunduğunu Risale-i Nur yüzer kat’î delillerle isbat etmiştir.”24

    Said Nursi, sinemanın pek yaygın olmadığı bir zamanda, büyük çoğunluğu aile bağlarını ortadan kaldırıcı filmlerin oynatıldığı sinemaların meşru olmayan bir eğlence olduğuna dikkat çeker. Batı dünyasında ailenin çökmesinin en önemli sebeplerinden birisi de sinema filmleridir. Filmlerde gösterilen gayr-i ahlaki sahneler, kadın ve erkek arasındaki gayr-i meşru münasebetler normal birer davranış olarak takdim edildiğinden, manevi değerlere sahip olmayan insanlar üzerinde yıkıcı etki bırakmaktadır. Bugün romancı Batı medeniyetinin ortaya çıkardığı sinemalarda gösterilen en masum filmlerde bile gayr-i ahlaki unsurların var olduğu bilinen bir gerçektir. Televizyon, sinemaları evlere kadar getirmiş, internet her evin içine kadar girmiştir. Teknoloji ailenin eğitilmesi, dinimizin öğrenilmesi, maneviyatımızın geliştirilmesi için kullanıldığı zaman insanlığın yararınadır. Ne yazık ki günümüzde büyük çoğunluğuyla dinin, ahlakının, manevi değerlerin öğretilmesine değil, öğütülmesine çalışmaktadır. Evde çoğu ile ilgilenmesi, onu yetiştirmesi gereken bir anne ve baba, zamanları televizyon dizileri, filmleri karşısında geçirirlerse, çocuklarına gereken zamanı ayıramazlar. Halbuki Nursi, insanın çocuklarıyla masumane sohbet etmesinin yüzer sinemadan daha zevkli olduğunu bildirmektedir. Çünkü birisinde gerçek olmayan bir şeyle karşılıksız bir iletişim kurulmaktadır. Sinemadaki karakterleri insan sevse, beğense onların cansız görüntülerinden bir karşılık bulamaz. Bu da karşılıksız bir iletişim, karşılıksız bir sevginin oluşmasına sebep olur. Halbuki insanın çocuğuyla sohbet etmesi, ona dinini, diyanetini, güzel ahlakı öğretmesi, onu muhatap alması çocukta büyük bir sevgi ve ilginin oluşmasına sebep olacaktır. Anne baba bu sevgiyi yüreklerinde hissedecekler böylece mutluluklarına mutluluk katmış olacaklardır. Nursî, aileye mutluluk verecek gerçek sevginin çocukla ciddi ilgilenmek olduğuna vurgu yapmaktadır.

    Ona göre kadın, bir annedir ve çocuğun ilk tesirli öğretmenidir. Baba büyük ölçüde dışarıda olduğu için çocuk üzerinde anne kadar etkili olamaz. Kadınlarda “fedakâr şefkat” bulunmasından dolayı, çocuklarını karşılıksız severler. Bu güzel haslet insanın dünya ve ahiretinin kurtulmasına sebep olmalıdır. Fakat “bazı fena cereyanlarla o kuvvetli ve kıymettar seciye inkişaf etmez veyahut suiistimal edilir.”25

    Nursi’ye göre bu fedakâr şefkat potansiyel olarak bütün annelerde vardır. Ancak fena cereyanlar olarak nitelendirdiği, dünyevileşmeye teşvik eden modernite, hayatın her alanına sirayet eden materyalizm, kadınları yuvalarından çıkaran feminizm gibi akımlar, insanın nazarını sadece dünyevi istikbale çevirmektedir. Bu da kadınlarda bulunan bu fedakâr şefkatin rotasını şaşırmasına, Said Nursi’nin ifadesiyle, “şefkatin suiistimal edilmesine” sebep olmaktadır.

    Ona göre bu suiistimal de şöyle olmaktadır:

    “O şefkatkâr valide, çocuğun hayat-ı dünyeviyede tehlikeye girmemesi, istifade ve fayda görmesi için her fedakarlığı nazara alır, onu öyle terbiye eder. Oğlum paşa olsun diye bütün malını verir; hafız mektebinden alır, Avrupa’ya gönderir. Fakat o çocuğun hayat-ı ebediyesi tehlikeye girdiğini düşünmüyor ve dünya hapsinden kurtarmaya çalışıyor, Cehennem hapsine düşmemesini nazara almıyor.”26

    Buradan anlaşıldığına göre, çocuğuna İslami terbiye vermeyen bir kimse, ona gerçek şefkat göstermiyor demektir. Gerçek şefkat insanı uhrevi tehlikelerden de korumak için çalışmaktır. Sadece dünya ve menfaat odaklı düşünmek, şefkatin kötüye kullanılması anlamına gelir. Bu durum çocuklarda da ana-babalarına karşı gerçek bir şefkatin oluşmasını engeller, çocuklarına en çok muhtaç oldukları zamanlarda onları yanlarında bulamazlar. Aynı zamanda çocukların ahirette ana-babalarından davacı olmalarına da sebep olur. İnsan çocuğunun dünyasını kurtarmayı düşündüğünden daha da fazla ahiretini kurtarmayı düşünmelidir. Çocuğunun ahiretini kurtarmak için çabalayan bir insan salih bir evlat yetiştirdiğinden onun kazandığı hayırların bir mislinin, ana-babasının amel defterine de geçeceği unutulmamalıdır. O halde bir insanın çocuğuyla ilgilenmesi, ona dinini-diyanetini, İslam ahlakını öğretmesi, onun ebedi hayatını da kurtarmaya çalışması bir ailenin mutlu olmasına çok önemli katkılarda bulunacak bir husustur. Allah’a ve ahiret gününe inanan ve birbirlerini “ebedî hayat arkadaşı” olarak görerek sevgilerini ve şefkatlerini ahiret odaklı yapan anne-babalar, çocuklarını da ahiret odaklı sevmek suretiyle ailenin dünyevi mutluluğuna çok önemli katkılarda bulunmuş olmaktadırlar.

    Sonuç

    Dinî değerlerin kıymetini kaybettiği, inançların etkisini bir hayli yitirdiği, ahlakın hedonist ahlaka dönüştüğü toplumlarda böyle bir sonuçla karşılaşılması hiç de sürpriz sayılmamalıdır. Batılı bazı bilim adamları, devlet adamları bu çözülmeye çareler bulmaya çalışırken, Batıyı taklit etmekte bir yarış içinde olan bizim gibi ülkelerde de, ailede yozlaşmanın gittikçe arttığı bir realitedir. Hâlâ romantik aşkın evliliklerin tek sebebi, mutlulukların tek sebebi olarak gösterildiği filimler, televizyon dizileri hem Batıdan sürüyle gelmekte, hem de bizdeki kanalların birçoğu benzer şeyleri insanlara sunmaktadır. Buradan anlaşılmaktadır ki, ailenin çözülmesi, ailenin aile olmaktan çıkması yaşlanan dünyamızın bir numaralı sorunu haline gelmiştir. İslam dini, ailenin dini esaslar üzerine kurulmasına büyük önem vermekte ve evliliği temel kaynaklarında teşvik etmektedir.

    Çağımızın sorunlarını geçen asrın başlarından itibaren iyi okuyan Said Nursi, ailenin bu yozlaştırılmasına karşı, İslam dininin inanç ve ahlak ilkeleri doğrultusunda çözüm önerileri sunmuştur. Nursi’nin ortaya koyduğu aile modelinin temelinde iman, bu imanın içersinde de ahirete iman bulunmaktadır. Ona göre bu iman tahkiki, sağlam bir iman olmalıdır. Mümin bir insan evlenmeyi, geçici heveslerini, arzularını geçici olarak tatmin etmek için değil, ebedî bir arkadaşlık için, dünyaya gelecek çocuklarını da sevgi ve şefkat ile yetiştirmek için ister. Bu modelde, evlilikler, maddi menfaatler üzerine, güzellik ve yakışıklılık üzerine, soy-sop üzerine kurulmaz. Ahlak güzelliği üzerine kurulur. Erkek ve kadın arasına Allah tarafından koyulan sevgi, yaşlandıkça güzelliği artan dinî ve ahlakî güzellik üzerine kurulur. Said Nursi’nin önerdiği bu modelde, eşler birbirini Allah için sevdiği gibi, çocuklarını da Allah için severler. Bu sevgi, hataları birlikte düzeltmeyi, problemleri büyütmeden birlikte çözmeyi sağlar. Eşlerin yaşın ilerlemesiyle fiziksel özelliklerinin kaybolması, nefret ve ayrılığı değil, ebedî arkadaşlık düşüncesiyle güzel muameleyi doğurur. İman-sevgi, şefkat ve ahlak üzerine kurulmuş olan ailelerde, sıkıntılar en asgariye iner. Bugün, insanlık, Nursi’nin Kur’an ve sünnet referanslarıyla ortaya koyduğu bu iman, ahlak, sevgi ve şefkat temelli aile modeline ihtiyaç duymaktadır. Bu model üzerinde ciddi çalışmalar yapılması ve insanlığa bir reçete olarak sunulması İslamî olduğu kadar, insanî bir borçtur.

    Öz

    Aile, anne-babanın mutluğunu sağlayıp devam ettirmenin yanında, çocukların yetiştirilmesi, eğitilmesi ve topluma faydalı fertler olarak yetiştirilmesi için de çok önemlidir. Ancak, son çeyrek asırdır, gelişmiş batı ülkelerinde aile artık geleneksel aile tipi olmaktan çıkmış, “single parents” denilen, anne–çocuk, baba-çocuk şeklinde yeni bir görünüme bürünmüştür. Bunun yanında ana- babasının kim olduğunu bilmeden büyüyen milyonlarca insan da, ailenin dejenere edilmesinin en büyük göstergelerinden birisidir. Fıtratın bir gereği olan evlilikleri korumak nasıl mümkündür? Yıkılmak üzere olan evlilikler nasıl kurtarılabilir ve kurulmakta olan evlilikler nasıl sağlam bir şekilde kurulabilir? İslam’ın ana kaynaklarını kendisine referans olarak alan Said Nursi, aile hayatımızın bir cennet hayatına dönüşebilmesi için neler önermektedir? İşte bu çalışma, bu gibi sorulara cevap bulmaya çalışmayı amaçlamaktadır.

    Anahtar Kelimeler: Aile, mutluluk, evlilik, boşanma, muhabbet, şefkat, iffet, sadakat, güven, himaye, hürmet

    Abstract

    Family is not only important since it ensures and sustains parents’ happiness, but also in raising and educating children as useful individuals for the society. However, within the latest quarter century, family does not have its traditional family type anymore in developed western countries, and gained a new look called “single parents” in the form of mother-child, father-child. In addition to this, millions of people who grew up without knowing who their parents are one of the greatest indicators of family degeneration. How is it possible to protect marriages, that are one of the requirements of natality? How can the marriages that are about to destroy be saved and how new marriages can be firmly established? What does Said Nursi, who takes main Islamic sources as reference, suggest to turn our family life into a life in paradise? This study aims at finding answers to such questions.

    Keywords: Family, happiness, divorce, fondness, mercy, chastity, loyalty, trust, conservation, regard

    Dipnotlar:

    1. Nur,24/32.

    2. Nur, 24/33.

    3. Maide,5/5.

    4. İbn-i Mace, Nikâh, 1.

    5. Tirmizî, Nikâh, 1.

    6. Tirmizî, Nikâh,3.

    7. İbn-i Mace, Nikâh, 6.

    8. İbn-i Mace, Nikâh, 6.

    9. Zuhruf, 43/70.

    10. Zuhruf, 43/71-73.

    11. Nisa, 4/19.

    12. Müminun, 23/96.

    13. Nursî, Said, İşarâtu’l-İ’caz, Tercüme, Abdulmecid Nursi, Sözler Yayınevi, İstanbul, 1978, s. 164-165.

    14. Nursî, İ.İ’caz,s. 165.

    15. Nursî, Said, Şualar, Sözler Yayınevi, İstanbul, tarihsiz, s. 154.

    16. Bakara, 2/187.

    17. Nursî, Şualar, s.154.

    18. a.g.e., s. 164.

    19. a.g.e., 164.

    20. Nursi, Said, Lem’alar, Sözler Yayınevi, İstanbul, 1978. s. 185-186.

    21. Nursî, Said , Lem’alar, s. 186.

    22. Nursî, Said , Lem’alar, s. 187.

    23. Nursî, Said , Lem’alar, s. 187.

    24. a.g.e., s. 189

    25. a.g.e., s. 187.

    26. Nursî, Said , Lem’alar, s. 188-189.