Köprü Anasayfa

Üçüncü Said

"Güz 2010" 112. Sayı

  • Bediüzzaman’ın Üç Hayat Devresi

    Three Life Periods of Bediuzzaman

    Selim SÖNMEZ

    Bediüzzaman Said Nursi, insanlığın önemli dönüşümler geçirdiği bir dönemde, bu dönüşümleri fikirleriyle yorumlayan ve aksiyonlarıyla yönlendirmeye çalışan bir İslam âlimidir. O, bu yorum ve aksiyonlarını yaşadığı dönemin özelliklerini dikkate alarak yapmıştır. Dünyada, Avrupa’da ve İslam coğrafyasında varlığını hissettiren bütün fikrî, sosyal, siyasal ve ekonomik değişiklikleri ve bu değişikliklerin sonuçlarını ihmal etmeden değerlendirmelerde bulunmuştur.

    Said Nursi’nin bu değerlendirmelerine temel olan konulardan birisi fikrî tartışmalardır. 20. yüzyılın ilk çeyreğinde, İslam’ın geleneksel düşünce sistemi ve bu sistemin nasıl modernize edileceği konusu önemli tartışma konularından birisiydi. Batı’da Rönesans ve Reform olayları ile başlayarak Aydınlanma Çağı’nda sistematize edilen yeni fikirlere ne şekilde yaklaşılacağı zihinlerde kargaşaya neden oluyordu. “Kur’an’ı çağın gerekleri çerçevesinde nasıl yorumlayacağız? Batı’dan gelen fikir ve pratiklerin ne kadarını alacağız, neleri reddedeceğiz?” gibi sorular, zihinleri ciddi şekilde meşgul ediyordu.

    Bu fikrî tartışmalar tabii olarak siyasal konuşmaların da konusunu teşkil ediyordu. Avrupa’da Fransız İhtilali’nden sonra büyük bir ivme kazanan siyasal değişimler, Osmanlı Devleti’ne de sirayet etmişti. Yeni değerler hürriyet, eşitlik ve adalet bütün dünyada olduğu gibi Osmanlı toplumunda da büyük makes bulmuştu. Bu siyasal ortam azınlıkların Osmanlı Devleti’nden kopmasına zemin hazırlamak dışında Osmanlı toplumu içinde meşrutiyet kavramı ile ifade edilebilecek yeni siyasal sistemlerin tartışılmasına da zemin hazırlamıştı. Tanzimat döneminde Yeni Osmanlılar ile tartışılmaya başlanan bu siyasal fikirler, sonraki dönemlerde Jön Türkler diye ifade edilen gençler arasında yaygınlık kazanmaya başladı. Tartışmaların nirengi noktasını, bu yeni siyasal fikirlerle İslam arasındaki ilişkinin nasıl kurulacağı meselesi teşkil ediyordu. Bediüzzaman, bu konularda hayatının her döneminde fikirlerini açıklamaktan çekinmemiştir. Ama zaman içinde bazen kavramlar bazen de üslupta bazı değişikliklerin olduğu gözlenmiştir.

    Nursi’nin yaşadığı dönemi ve onun tepkilerini anlayabilmek için bilinmesi gereken önemli konulardan birisi de dönemin ekonomik özellikleridir. Bilindiği gibi 19. yüzyılda özellikle Batı Avrupa’da endüstri büyük bir gelişme göstermişti. Endüstri İnkılâbının çarkları sömürgelerden gelen hammadde ile dönüyor; dünyanın bir bölümünde sosyal refah ve gelir seviyesi günden güne artarken; diğer bölümünde yeraltı kaynakları endüstrileşmiş ülkelere hammadde olmanın ötesinde bir anlam taşımıyordu. Bu dönemde Osmanlı Devleti ikinci grupta yer almıştı. 19. Yüzyılın ortalarından itibaren alınmaya başlanan dış borçların giderek artmasından sonra, aynı yüzyılın son çeyreğinde Avrupalı ülkelerin denetiminde Osmanlı mali kaynaklarının önemli bir kısmına el konulmuştu. Bu durum ülkenin içinde bulunduğu diğer kayıplarıyla birlikte düşünüldüğünde devletin ciddi sıkıntılar yaşamasına neden olmuştu. İnsanların siyasal kayıplar yanında ekonomik sıkıntılar da yaşaması büyük bir ümitsizlik ve bedbinliğin yerleşmesine neden oldu. Said Nursi, İslam dünyasını bu bedbin halet-i ruhiyeden çıkararak Müslümanlara ümit ve heyecan vermek için büyük çaba göstermiştir.

    Nursi’nin fikirlerinde etkili olan önemli toplumsal pratiklerden birisi de İslam toplumunun sosyal yapısıdır. Osmanlı klasik döneminde, geleneksel toprak sistemine bağlı olarak şekillenen Osmanlı toplum yapısı, Tanzimat’tan bu yana büyük yara almış ve bu sistemin yerine ikame edilmeye çalışılan sistemler de yeterince başarılı olamamıştı. 20. yüzyılın başlarına gelindiği zaman, geleneksel sistemlerin terk edilip yerine ikame edilmeye çalışılan sistemlerle boğuşan bir sosyal yapı vardı. Yeni yeni ortaya çıkan asker, memur ve çiftçi orta sınıf, ülkedeki sosyal değişimin önemli motoru olma görevini üstlenmişti.

    İşte Bediüzzaman Said Nursi, böyle bir dönemde yaşamış ve bu dönemin problemleriyle uğraşmak zorunda kalmıştır. Bu sorunlara çözüm ararken her zaman Kur’anî prensipleri dikkate almıştır. Bu süreçte şahsında ve çevrede görülen değişimleri dikkate alarak yeni üslup ve tarz geliştirmekten kendisini geri tutmamıştır. Bu durum da, onun hayatında Eski Said, Yeni Said ve Üçüncü Said gibi dönemlerin oluşmasına zemin hazırlamıştır. Bediüzzaman’ın, hayatının belli bölümlerini değişik isimlerle ifade etmesini iki önemli parametre ile açıklamak mümkündür.

    Bu parametrelerden birisi çevrede görülen değişimlerle ilgilidir. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi imparatorluktan ulus devlete geçiş sürecinde, devletin insanlara karşı takındığı tavır, ister istemez fertlerin davranış biçimlerinin şekillenmesine neden olmuştur. İkinci parametre Bediüzzaman’ın yaşadığı tecrübelere bağlı olarak enfüsî âleminde görülen değişimlerdir. Aşağıda Bediüzzaman’ın hayat dönemleri bu iki parametre dikkate alınarak analiz edilecektir.

    İzzet-i İslamiye Dönemi: Eski Said

    Osmanlı Devleti’nin çöküş sürecinde bedbin bir halet-i ruhiyeye sahip Osmanlı toplumunun en çok ihtiyaç duyduğu şey, ümit, heyecan ve zihinlerdeki kafa karışıklığının giderilmesiydi. Bediüzzaman, bu dönemde İslam toplumunun karşılaştığı bu sorunlara dair çözüm önerileri ileri sürerek, yeniden bir İslam medeniyeti kurulması için büyük bir fütuhat söylemi geliştirdi. Bu söyleminde yenilgiler üzerine bütün heyecanını kaybeden topluma ümit ve heyecan veriyordu. Bediüzzaman’ın ilk hayatından Rus esaretinden döndüğü savaş sonrasına kadar geçen süre (1918) böyle bir gayretle geçmiştir.

    Said Nursi’nin siyasete dair görüşleri Eski Said’in yoğunlaştığı önemli bir konuydu. Bilindiği gibi, Yeni Osmanlılardan bu yana tartışılan siyasal sisteme dair görüşler, Osmanlı toplumunun kafasını karıştırıyordu. “Hürriyet nedir? Meşrutiyet nedir? Hürriyet-iman ilişkisi nasıldır?” gibi sorular geniş halk kitlelerinin zihinlerini karıştıran önemli sorulardı. Bediüzzaman bu sorulara cevap vermek için gazetelerde makaleler yayınlıyor, kitaplar yazıyor, taşraya konuyu anlatan telgraflar gönderiyordu. Bu fikri çalışmaların yanında, aksiyoner faaliyetlerden de kaçınmıyordu. Selanik ve İstanbul’da yaptığı konuşmalarda halkın zihinlerindeki soruları cevaplamaya çalışıyordu.

    Ayrıca, Bediüzzaman’ın Eski Said dediği bu dönemde devletin biçimlenmesi için bizzat devlet adamlarıyla münasebetleri vardı. Padişah II. Abdülhamid’e giderek ülkedeki eğitim faaliyetleri hakkında fikirlerini sunması, II. Meşrutiyet’ten sonra meşrutiyet konusundaki fikirlerinin halk tabakalarına yayılmadığını görmesi üzerine, yine aksiyoner bir yol tercih ederek Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu köy köy, aşiret aşiret dolaşarak onlara hürriyet ve meşrutiyeti anlatması ve İttihat ve Terakki Cemiyeti döneminde Enver Paşa ile iyi ilişkiler kurarak eğitim kurumları açmak istemesi onun bu özelliğini gösteren örneklerdir.

    Said Nursi, Eski Said döneminde dünyadaki bilimsel gelişmelere ve felsefi düşüncelere dair gelişmeleri takip ediyordu. Hatta Van’da Tahir Paşa konağında ikamet ettiği dönemde o dönemde yayınlanmış Batılı basın ve yayını takip etmişti. Bu eserlerdeki inançsızlık aşılayan eserleri ilzam etmeyi kendisine bir görev olarak görüyordu.

    Bediüzzaman’ın Eski Said dönemindeki önemli vazifelerinden birisi de, bedbinliğe düşmüş halk tabakalarına ümit ve heyecan aşılamaktı. Bu çerçevede münhasıran bu konu ile ilgili yazdığı Hutbe-i Şamiye adlı eserinde, İslam toplumunun en büyük sıkıntılarından birisinin ümidini yitirmiş olması olduğunu gösteriyordu. Şam’da dönemin önemli alimlerine hitaben verdiği hutbede, Batılı fikir akımları ve teknolojik gelişme karşısında bedbinleşmiş İslam toplumunun kendini toparlayarak yeniden eski ihtişamlı medeniyetini kurabileceklerini belirtiyordu.

    Said Nursi, Eski Said döneminin sonlarında vatanın istilaya uğradığını görerek talebeleriyle birlikte vatan savunmasında görev aldı. Birinci Dünya Savaşı’nın Doğu Cephesinde masum halkın istilacı Ruslar ve Ermeniler tarafından zulme uğramaması için elinden geleni yaptı.

    Azim Bir İnkılâbât-ı Ruhî: Yeni Said

    Bediüzzaman bu savaşta cephede savaşırken esir oldu. Daha sonra Rusya’da Bolşevik İhtilali’nin ortaya çıkardığı şartlardan da yararlanarak esaretten kaçıp yurda döndü. Ancak hiçbir şey eskisi gibi değildi. Osmanlı Devleti yıkılma sürecine girmiş, İstanbul galip devletler tarafından işgal edilmişti. İnsanlar arasında materyalist fikirler kökleşmeye başlamıştı. Revaçta olan Batılı fikirler Müslümanlar arasında hayat bulmaya başlamıştı. Bu yeni durum kendisinde büyük bir ruhî inkılâbın başlamasına neden oldu. Siyaset yoluyla dine hizmet etmek düşüncesini terk ederek enfüsi dairede yoğunlaşmaya başladı. “Bu andan itibaren dünyadan tamamen yüz çevirdim ve kendi ıstılahıma göre ‘Eski Said’i gömdüm. Büsbütün âhiret ehli ‘Yeni Said’ olarak dünyadan elimi çektim. Tam bir inziva ile bir zaman İstanbul’un Yûşâ Tepesine çekildim.”1 diyordu.

    Bu gelişmelerden sonra başlayan savaşlarda Müslümanlar muvaffak olmuş, daha küçük sınırlara sahip bir devlet kurmayı başarmışlardı. Bu sırada Said Nursi, Ankara’ya gelmesine dair yapılan çağrılara karşı çıkarak, cephede bulunmak istediğini ifade etmişti. Ancak ısrarların devam etmesi üzerine, Ankara’ya gitti. “Bir zaman, ihtiyarlığın başlangıcında, Eski Said’in gülmeleri Yeni Said’in ağlamalarına inkılâp ettiği hengâmda, Ankara’daki ehl-i dünya beni Eski Said zannedip oraya istediler, gittim”2 diyordu.

    Said Nursi, Ankara’da Meclis’te hoşamedi töreni ile karşılandı. Ne var ki o istediğini bulamamış, milletvekillerinde ibadetlere karşı bir tembellik hissetmişti. Bu zaafı gidermek için bir broşür yayınladı. Bu broşürde milletvekillerine en temel görevlerinin ubudiyet olduğunu yazıyor, namaza dair tavsiyelerde bulunuyordu. Bu durum o dönemin iktidar sahiplerini rahatsız etti. M. Kemal kendisini, “Biz sizi yüksek fikirlerinizden istifade edelim diye çağırdık, siz namaza dair neşriyatta bulunuyorsunuz” diye eleştirdi. Bütün bunlardan sonra siyaset ile hizmet etmenin mümkün olmadığını anladı. Bazı hadislere göre şiddetli bir inançsızlık döneminin geleceğine dair işaretleri hatırlayarak, bu güce karşı siyaset yoluyla hizmet edilmeyeceğini anladı.3 Kendi ifadesi ile “Eski Said, bir miktar siyasete girdi. Belki siyaset vasıtasıyla dine ve ilme hizmet edeceğim diye beyhude yoruldu. Ve gördü ki, o yol meşkûk ve müşkülâtlı ve bana nisbeten fuzuliyâne, hem en lüzumlu hizmete mâni ve hatarlı bir yoldur. Çoğu yalancılık ve bilmeyerek ecnebi parmağına âlet olmak ihtimali var.”4 Kendisinde esaret dönüşünde yerleşmeye başlayan ruhî inkılâbât böylece tamamlanmış oldu. Artık Said Nursi’nin, hizmet telakkisindeki üslûbu tamamen farklıydı. Ancak bu farklılık fikirlerinde bir değişimi içermiyordu. Belki fikirlerini ifade etme biçimi ile ilgili bir üslup farkıydı.

    Bundan sonra Said Nursi, daha münzevi bir hayat yaşamayı tercih etti. Ankara’da istediği ortamı bulamaması üzerine Van’a giderek orada münzevi bir hayat yaşamaya başladı. Kâinattaki kaçılması mümkün olmayan bir hakikat olan ölümü düşünerek, yeni hayatını düzenliyordu. Kendi ifadesi ile onu “râbıta-i mevt Eski Said’i Yeni Said’e (r.a.) çevirmiş”ti.5 Bu dönüşümden sonra, “Bediüzzaman, kendisine tevdi edilen mebusluğu ve teklif edilen Diyanet’teki müşavere azalığını ve Şark Vilayetleri Umumi Vaizliği’ni kabul etmedi”. Ankara’dan Van’a giderken aldığı bilet onu “Eski Said”den “Yeni Said”e taşıyan bir tren bileti oldu.”6 Bediüzzaman bundan sonra nasıl bir yol izlediğini de şöyle anlatır: “Mevlâna Celâleddin (r.a.) ve İmam-ı Rabbânî (r.a.) ve İmam-ı Gazâlî (r.a.) gibi, akıl ve kalb ittifakıyla gittiği için, her şeyden evvel kalb ve ruhun yaralarını tedavi ve nefsin evhamdan kurtulmasını temine çalışıp, lillâhilhamd, Eski Said, Yeni Said’e inkılâp etmiş.”7

    Bediüzzaman bundan sonra siyasi konularla ilgilenmeyi bıraktı. Hatta “Eski Said, sigara ile beraber gazeteleri ve siyaseti ve sohbet-i dünyeviye-i siyasiyeyi terk” etti.8 Afaki eserler okumak yerine Kur’an-ı Kerim’i okumayı tercih ediyordu. “Bana Kur’an yeter” diyordu.9 Ayrıca sosyal hayata girmekten kaçınmaya, ortalıkta görünmemeye dikkat etmeye başladı. Ancak bu da yetmedi. Ulus devlet inşa sürecinde Cumhuriyet hükümetleri onu Anadolu’da sürgünden sürgüne taşıdılar. Ama onun hizmetine engel olamadılar.

    Bediüzzaman Yeni Said döneminde enfüsi âlemine çekilmesi, Hz. Peygamber (asm) dönemindeki Hudeybiye Barışı gibi bir fonksiyon icra etti. Nasıl ki Hudeybiye Barışı’ndan sonra, savaşsız dönemde iman edenler artmışsa, Bediüzzaman’ın Yeni Said döneminde de Risale-i Nur hareketine sahip çıkanlar arttı.

    Yeni Said’in Eski Said Üslubunu Kullanması

    Bediüzzaman Yeni Said döneminde, Eski Said dönemi fikir ve yaklaşımlarını inkâr eden bir tutuma girmedi. Hatta zaman zaman Yeni Said döneminde belirlediği hayat tarzına uymayan yazılarını Eski Said üslubuyla anlatmaya çalıştı.

    Bu durum onun Yeni Said döneminin Eski Said dönemini tamamıyla reddeden, yeni fikirler ileri sürülen bir dönem olmadığını gösterir. Kendisiyle görüşmek için gelmek isteyenlere Eski Said ve Yeni Said dönemindeki eserleri tavsiye etmesi ve kendisiyle görüşmek yerine o kitapları okumaları gerektiğini söylemesi hayatının her döneminde yazdığı eserlere sahip çıktığını ortaya koyar.10 Eserlerinin muhtelif yerlerinde “Eski Said ve Yeni Said’in yazdıkları meydanda” diyerek hayatının her döneminde yazdığı eserlerini referans gösterir. Bu durum onun bütün eserlerine sahip çıktığını göstermesi bakımından önemlidir.11

    Yeni Said’in Eski Said’den farkı temel fikri kriterler değil, bu fikirlerin sunuluş biçimiyle ilgilidir. Hatta Yeni Said döneminde de bazen Eski Said üslubuna dönmek zorunda kaldığını ifade etmiştir. O Yeni Said döneminde Anadolu’nun ücra köşelerinde inzivaya çekilmiş iken rahat bırakılmaması üzerine, yine Eski Said’in sert, meydan okuyan üslubuna dönmek zorunda kalmıştır.12 “Eski Said kafasını muvakkaten başıma giyerek konuşmak zorunda kaldım” demiştir.13

    Yeni Said döneminde bazen şehamet-i diniyeyi ve izzet-i İslamiyeyi göstermek gerekmiştir. Bu durumlarda “mütevazi ve enfüsi dairede yoğunlaşan Yeni Said yerine Eski Said üslubuyla konuştuğunu” ifade etmiştir. Onun bu üslubunda dikkat çekici bir durum vardır. Sanki istemediği halde Eski Said’in üslubunu, ifade tarzını seçmiş ve kendisi uzaktan seyrediyor gibidir. “Şu makamda Eski Said’in iftiharkârâne söylediği şu sözlere ben iştirak etmiyorum. Bu risalede sözü ona verdiğim için susturamıyorum”14 demiştir. Yani “Enâniyetlilere karşı bir parça enâniyetini”15 göstermeyi Eski Said üslubuyla yapıyordu.

    Siyasetle ilgili sorulara cevap vermesi gerektiği zamanlar da Eski Said üslubu imdada yetişmiştir. Bu muhtevadaki sorulara, “Yeni Said, ‘Benim cevabımı kader-i İlâhî versin” der. Bununla beraber, “mecburiyetle, emaneten istiare ettiği Eski Said’in kafası diyor ki” diyerek görüşlerini aktarıyordu.16 Başka bir yerde de Eski Said’e istediklerini söylettiği halde muhalefet ettiğini de saklamıyordu. “Eski Said olsaydı, Antere gibi diyecekti: [Zilletle ele geçen âb-ı hayat, tıpkı Cehennem gibidir. İzzetle Cehennem ise, medar-ı iftihar bir menzilim olur] Eski Said yok. Yeni Said ise, ehl-i dünya ile konuşmayı manasız görüyor. ‘Dünyaları başlarını yesin! Ne yaparlarsa yapsınlar; mahkeme-i kübrâda onlarla muhakeme olacağız’ der, sükût eder.”17 Yine fikr-i milliyet konusunu anlatırken de, “hayat-ı içtimaiyeden çekilmek isteyen Yeni Said lisanıyla değil, belki İslâm’ın hayat-ı içtimaiyesiyle münasebettar olan Eski Said lisanıyla” diyerek Eski Said’den yardım alır.18 Yine serbestlik vesikası için müracaat etmemesini soranlara cevap verirken, “Eski Said lisanıyla ve Yeni Said’in kalbiyle verilmiş ibretli ve merakaver bir cevaptır.”19 diyordu. Bediüzzaman’ın, Avrupa medeniyetine yönelttiği eleştirileri bazen Eski Said üzerinden yapması dikkat çeker.20 Said Nursi, Avrupa fen ve medeniyetinin Eski Said’in fikrinde bir derece yerleştiğini belirtiyordu. Kendi ifadesi ile “Avrupa fünunu ve medeniyeti, Eski Said’in fikrinde bir derece yerleştiği için, Yeni Said harekât-ı fikriyede seyrettiği zaman, Avrupa’nın fünun ve medeniyeti o seyahat-i kalbiyede emrâz-ı kalbiyeye inkılâp ederek ziyade müşkilâta medar olduğundan, bilmecburiye, Yeni Said zihnini silkeleyip, muzahraf felsefeyi ve sefih medeniyeti atmak isterken, kendi ruhunda Avrupa’nın lehinde şehadet eden hissiyât-ı nefsaniyeyi susturmak için, Avrupa’nın şahs-ı mânevîsi ile bir cihette gayet kısa, bir cihette uzun, gelecek muhavereye mecbur olmuştur.”21

    20. yüzyılın ortalarına gelindiği zaman, 2. Dünya Savaşı sona ermiş ve sömürgeci devletler İslam dünyasındaki sömürgelerini yavaş yavaş terk etmeye başlamışlardı. Bu gelişmeye paralel olarak İslam dünyasında nisbî bir rahatlama meydana gelmişti. Türkiye’de ise bu tarihlerde çok partili hayata geçiş sürecinin yaşanması tek parti diktasının az da olsa azalmasına neden olmuştu. Ayrıca Türkiye’deki esnaf ve çiftçi sınıf kendisini göstermeye başlamıştı. Risale-i Nurlar da bu kesimler arasında yayılmaya başlamıştı. İşte bu ortam Bediüzzaman’ın kendi tanımıyla yeni bir hayat devresine, Üçüncü Said22 dönemine girmesine neden oldu. Kendisi bu değişimi, Yeni Said dönemindeki geçişe de benzeterek şöyle ifade ediyordu: “Yeni Said mahiyetini gösteren acîp inkılâbât-ı ruhînin bir misli, şimdi mukaddematı bende başlamış. Üçüncü bir Said ve bütün bütün târik-i dünya olarak zuhuruna bir işaret tahmin ediyorum.”23

    Külli Bir İnkişaf Dönemi: Üçüncü Said

    1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesinden sonra, hak ve hürriyetler konusunda genel bir rahatlama yaşanmıştı. Bu dönemde ezan-ı Muhammedî’nin aslına döndürülmesi, halk üzerinde ağır baskı unsurlarının hafifletilmesi, Köy Estitüleri ve halk evleri gibi CHP’nin ideolojisini taşıyan kurumların yavaş yavaş lağvedilmesi ülke genelinde daha serbest bir ortamın oluşmasına neden olmuştu. Bu dönemde Risale-i Nur hizmetleri de büyük boyutlar kazandı. Artık Risale-i Nurların telifi büyük ölçüde tamamlanmış, eserler teksir makineleri ile hatta matbaalarda basılıyordu. Geniş kitleler Risale-i Nurları okumaya başlamıştı. Hizmet her alanda gelişmeye başlamış külli bir inkişaf görülmeye başlamıştı. Üniversiteliler arasında Risale-i Nurlar hızla yayılmaya başlamıştı.24

    Üçüncü Said döneminde Risale-i Nurların neşri büyük ölçüde tamamlanmış, müellifinin ifadesi ile artık Risale-i Nurlar ve Bediüzzaman’ın talebeleri hizmeti üstlenmeye başlamışlardı. Bediüzzaman ve talebeleri Risale-i Nurları dünyanın dört yanına yaymanın yollarını aramaya başlamışlardı. 1950’de Bediüzzaman, talebesi Bayram Yüksel ile Japonya’ya Risale-i Nur Külliyatı gönderdi. Yüksel bu eserleri Tokyo Milli Kütüphanesi’ne hediye etti. Risale-i Nur’dan Zülfikar adlı eser Vatikan’a Katoliklerin dini lideri Papa’ya gönderildi. 1951’de buradan gelen cevabî yazıda, gönderilen “el yazısı güzel eser” için teşekkür ediliyordu.25 Nursi, 1953’de İstanbul Fener Patriği Athenagoras ile görüşerek “Hıristiyanlığın din-i hakikisini kabul etmek, Hazret-i Muhammed’i (asm) Peygamber ve Kur’an-ı Kerim’i de kitabullah kabul etmek şartıyla ehl-i necat olacaksınız” dedi. Patrik bu görüşü kabul ettiğini söyleyerek Bediüzzaman’ı tasdik etti.26

    Bediüzzaman ülkedeki gelişmeleri de incelemeye başladı. Seçimlerde Demokrat Parti’yi desteklerken, “benim reyim ehemmiyetlidir” diyerek açıkça oy verdi.27 Çeşitli konularda Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a ve Başbakan Adnan Menderes’e tavsiyelerde bulundu.28 Siyasilerin güzel icraatlarını takdir ederek başbakan Adnan Menderes’i “İslam Kahramanı” olarak tavsif etti.

    Üçüncü Said döneminde Bediüzzaman ülkenin dış politikası ile de ilgilendi. 1955’de Türkiye ile Irak arasında imzalanan daha sonra İngiltere, Pakistan ve İran’ın da üye oldukları Türkiye-Irak işbirliği Antlaşması’nın (CENTO) yapılmasından dolayı dönemin idarecilerini tebrik etti. Bu birliğin İslam kardeşliğini pekiştireceğini belirtiyordu. Ayrıca talebesi Bayram Yüksel’in Kore Savaşı’na katılmasını “İnkâr-ı uluhiyete karşı gitmek lazım” diyerek destekledi.29

    Bediüzzaman’ın hayat tarzında da bazı değişiklikler oldu. Afyon hapsine kadar, evinde geceleri hiç kimseyi bulundurmazdı. Akşamdan tâ kuşluk vaktine kadar kapısı kilitli olarak kalırdı. Afyon hapsinden sonra sadık talebelerinden bazıları onun özel hizmetinde bulunmaya başladı. Bediüzzaman’ın odası sürekli ayrı olmakla birlikte her hangi bir durumda talebeleri yanına gelebilirlerdi.

    Bütün bunlar gösteriyor ki, Bediüzzaman Üçüncü Said döneminde Eski Said ve Yeni Said döneminin özelliklerini mezcetmiştir. Şartların değişmesine paralel olarak hem Eski Said gibi siyasi konularla ilgilenmiş, siyasilere tavsiyelerde bulunmuş, hem de iman ve Kur’an hizmetine azami derecede önem vermiştir.

    Sonuç

    Bediüzzaman, hayatının farklı bölümlerini farklı şekillerde isimlendirmiştir. Bu dönemlerin oluşmasında zamanın şartlarındaki değişimler etkili olduğu gibi, bu değişen şartlara göre Said Nursi’nin enfüsi âleminde görülen değişiklikler de etkili olmuştur. Onun hayatındaki bu değişimleri, temel fikri konularda değişim olarak değil, belki üslupta görülen bir değişiklik olarak yorumlamak daha doğru bir tespittir.

    Eski Said Dönemi’nde hizmet-i İslamiyeyi siyasette gören Bediüzzaman, Yeni Said döneminde enfüsi tefekküre büyük önem vermekle beraber siyasetle hiç ilgilenmemiş değildir. Ama o geliştirdiği kavramsal çerçeve içinde siyasetle, devletle ilgili konularda Eski Said üslubunu kullanmaktan çekinmemiştir. Bu yaklaşım, dönemler arasında şartlardan kaynaklanan bir üslup farkı olduğunu göstermektedir. Yeni Said döneminde zaman zaman Eski Said üslubuna müracaat etmesi, onun geçmişteki hayat dönemlerini inkâr etmediğini gösteren en önemli delildir.

    Nursi’nin hayatının farklı dönemlerindeki farklı üslubuna rağmen genel bir ahengin varlığı inkâr edilmez bir gerçektir. Hayatının başından sonuna kadar Kur’anî prensipleri açıklarken, her zaman hukukun üstünlüğünü, temel insan hak ve hürriyetlerini ve hürriyet rejimini desteklerken; her türlü istibdatı, halka rağmen yapılmaya çalışılan jakoben icraatları ve insan haklarını kısıtlayan her türlü baskıyı reddetmiştir.

    Kısacası bugün Bediüzzaman’ı anlamak isteyenler, onun hayatının herhangi bir dönemini değil, bütün hayat safhalarını; sadece hayatının belli bir döneminde yazdığı eserleri değil, hayatı boyunca yazdığı bütün kitapları incelemek zorundadırlar.

    Öz

    Bediüzzaman, hayatının farklı bölümlerini farklı şekillerde isimlendirmiştir. Bu dönemlerin oluşmasında zamanın şartlarındaki değişimler etkili olduğu gibi, bu değişen şartlara göre Said Nursi’nin enfüsi âleminde görülen değişiklikler de etkili olmuştur. Bu bağlamda Bediüzzaman’ın, hayatının belli bölümlerini değişik isimlerle ifade etmesini iki önemli parametre ile açıklamak mümkündür. Bu parametrelerden birisi, çevrede görülen değişimlerle ilgilidir. İmparatorluktan ulus devlete geçiş sürecinde, devletin insanlara karşı takındığı tavır, ister istemez fertlerin davranış biçimlerinin şekillenmesine neden olmuştur. İkinci parametre, Bediüzzaman’ın yaşadığı tecrübelere bağlı olarak enfüsî âleminde görülen değişimlerdir. Bu çalışmada, Bediüzzaman’ın hayat dönemleri bu iki parametre dikkate alınarak analiz edilmektedir.

    Anahtar Kelimeler: Eski Said, Yeni Said, Üçüncü Said, izzet-i İslamiye, din, siyaset, hizmet

    Abstract

    Bediuzzaman himself distinctively named different eras of his own life. The changes in the conditions of the time, as well as the changes in Said Nursi’s subjective realm were effective in the formation of these periods. In this context, it is possible to explain with two parameters why he named certain parts of his life with different names. One of these parameters is about the changes seen in the milieu. The attitude of the state towards the people, in the period of transition from an empire to a national state, eventually effected the formation of the behaviours of the individuals. The second parameter is about the changes in Bediuzzaman’s subjective realm connected with his experiences of life. In this study, the periods of life of Bediuzzaman are analysed considering these two parameters.

    Key Words: The Old Said, The New Said, The Third Said, Glory of Islam, religion, politics, Service

    Dipnotlar

    1- Şualar, s. 426. (Risale-i Nur Külliyatına dair eserler, www.risaleinurenstitusu.org sitesindeki Yeni Asya Neşriyata ait nüshalardır).

    2- Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, s. 229.

    3- Tarihçe-i Hayat, s. 73.

    4- Şualar, s. 397.

    5- Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 73; Sözler, s. 294-295.

    6- Tarihçe-i Hayat, s. 133.

    7- Mesnevi-i Nuriye, s. 10.

    8- Mektubat, s. 65.

    9- Mektubat, s. 375.

    10- Emirdağ Lahikası, s.342.

    11- Mektubat, s.66.

    12- Şualar, s.397.

    13- Mektubat, s.352.

    14- Lem’alar, s.119.

    15- Lem’alar, s.178.

    16- Lem’alar, s.173.

    17- Mektubat, s.76.

    18- Mektubat, s.309.

    19- Mektubat, s.477.

    20- Sözler, s.502.

    21- Lem’alar, s. 119.

    22- Tarihçe-i Hayat, Afyon Hayatı, s. 492.

    23- Şualar, s. 453.

    24- Tarihçe-i Hayatı, Isparta Hayatı, s. 525.

    25- Emirdağ Lahikası, s. 303.

    26- Necmeddin Şahiner, Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursi, Yeni Asya Yayınları, İstanbul 1979, s. 381.

    27- A.g.e., s. 392.

    28- Emirdağ Lahikası, s. 264.

    29- Şahiner, a.g.e., s. 365.