Köprü Anasayfa

Risale-i Nur’dan Örneklerle Şerh ve İzah

"Bahar 2013" 122. Sayı

  • Risale-i Nur Orjinli Cemaat Tarzının Bir Kaynağı Olarak İhlâs Risalesi

    The Book of Sincerity as a Source of the Community Pattern Originated From Risale-i Nur

    İhsan Torunoğlu

    Giriş

    Bu makalede Bediüzzaman Said Nursi’nin telif ettiği İhlâs Risalesi (Lem’alar, 1994) Risale-i Nur orijinli cemaatlerin örgütsel doktrini olarak ele alınıp inceleniyor. Diğer bir ifadeyle, İhlâs Risalesi çerçevesinde Bediüzzaman’ın öngördüğü cemaat tarzı araştırılıyor.

    Bediüzzaman’ın, İkinci Said döneminde ilke ve kurallarını belirlediği hiz-met biçimi ne devlet güdümündeki siyasi bir kurum, ne de bütünüyle içsel inşaya yönelen tarikattır. Bu organizasyon, dinin kurumsal işlevlerini görmek için insanların bizzat kendi iradeleriyle bir araya geldiği, iktidar amacı taşımayan, devletten görece özerk, kişilerin eşitler olarak var oldukları sivil ve anonim bir örgüttür. Bu örgüt yapısını kurgularken eşitlikle örgütlenmenin sağlıklı nasıl bir şekilde işleyeceği Bediüzzaman’ın temel problemlerinden biridir. Ona göre mü’minler eşitler halinde, modern işbölümü mantığıyla ve Allah rızası için bir araya gelmelidir. Bediüzzaman, ortaya koyduğu hizmet tarzıyla muasır insan ihtiyaçlarını karşılar.

    İki genel önermeyi başlangıçta belirlemek mümkündür. Birincisi, diğer mânâ ve işlevler saklı kalmak şartıyla cemaat yapısının nasıl olacağıyla ilgili temel ilke ve kurallar İhlâs Risalesi’nde mündemiçtir. İkincisi, İhlâs Risalesi “kime”, “hangi makamda” ve “niçin” perspektifine bağlı olarak farklı anlamlara gelecek şekilde okunabilir.

    Bu inceleme, hazır cemaatlerin gözlemi üzerinden yapılmıyor; onların temel aldığı, kendi imkân ve şartlar çerçevesinde yorumlayarak uyarladıkları doktrini, yani Risale-i Nur metinlerini incelemeyi ve yorumlamayı hedef alıyor. Bediüzzaman’ın konuyla ilgili düşüncesini anlamlandırırken şüphesiz akademik literatürün hazır şablonlarından yararlandık. Bu şablonları kendi toplumsal gerçekliğimize uydurma, uymayanları ayıklama gayreti içinde olsak da analizimiz neticede modern Batı düşüncesiyle mülevves olmakla maluldür. Şerh ve izahla ilgili sapmaların bizimle, bizim yaklaşımımızın sınırlılığıyla ilgili olduğu bilinmelidir.

    İhlâs Risalesi Hakkında

    İhlâs Risalesi Bediüzzaman’ın İkinci Said döneminde yaptığı bir teliftir. Birinci Said için Hutbe-i Şamiye ne ise İkinci Said için İhlâs Risalesi odur. Birinci Said, belki siyaseti dine âlet etmeye çalışan bir İslâm âlimidir. (Emirdağ Lahikası,1994:390). Müslümanların dışarıda bayraktarı ve hamisi, içeride İslâmi kurum ve şeairin sahibi olan Osmanlı Devleti dağılmaktadır/dağılmaya yüz tutmuştur. Osmanlı tarihsel olarak İslâm coğrafyası ve Müslümanların bir aradalığını simgelemektedir. Birliği tehlikeye giren Müslüman halklar ve İslâmi coğrafyanın nasıl bir arada kalacağı konusu Birinci Said’in düşüncesini ateşleyen geri plandır. Doğal olarak Birinci Said’in çözüm düzleminde siyasal önermeler yer alır; fakat bu önermeler İslâm toplumlarının eğitim, ahlâk ve itikad alanlarında yaşadığı sorunlar karşısında îman ve Kur’ân merkezlidir.

    Osmanlı’nın yıkılması ve onun mirası üzerinde kurulan Cumhuriyet’in, ilk Büyük Millet Meclisi sonrasında tahakkuk ettiği üzere, Osmanlı Devleti’nin yukarıda vasfettiğim işlevlerini reddetmesi Bediüzzaman’ın hayatında radikal bir dönüm noktası olur. Van’a giderek İslâm âleminin temel meseleleri ile ilgili eğitim ve benzeri alanlarda faaliyetlere girişir.

    1925 yılında Kürt ileri gelenlerinin Batı bölgelerine sürgün edilmesi kapsamında Van’dan alınıp Isparta’nın Barla nahiyesine sevk edilir. Bu tarihten sonra Bediüzzaman eski Said değil, yeni Said’tir. Yeni Said bu tarihten itibaren bir yandan odağı iman olan Risale-i Nurları telif eder, diğer yandan ihtiyacı olan kitlelere eserleri ulaştırmak için yeni bir organizasyon formüle eder ve bizzat uygular. Yeni Said’in formüle edip başlattığı bu hareket sivil bir İslamî harekettir. Bu hareket iktidar alanına, yani devletle ilgili işlere ne iktidar, ne de muhalefet olarak angaje olur. İşte, İhlâs Risalesi bu hizmet tarzını belirleyen temel bir metindir.

    İhlâs Risalesi Risale-i Nur dairesinde bulunan/bulunduğunu iddia eden bütün hareket ve çığırların hizmet tarzlarında temel ilke, misyon, kural, yöntem ve tekniklerini içerir. Bunları okuma, anlama ve yorumlama farkları ise Risale-i Nur cemaatleri içindeki farklılığı da oluşturur. Bu çerçevede İhlâs Risalesi’nin analizi Risale-i Nur dairesindeki fraksiyonların oluşumuna da ışık tutar.

    Risale-i Nur Eksenli Hareketlerin Yapısı

    Bediüzzaman, doktrine ettiği hizmet biçimini geleneksel İslâmi hareket, yani tarikat üzerinden geliştirir. Bunu, önerdiği ilke ve yöntemleri tarikatların ilke ve yöntemlerine kıyaslamasından ve dahi tarikat kurumlarını yer yer kendi hizmet tarzına uyarlamasından anlıyoruz. [1]

    İhlâs Risalesi’nin Dördüncü Düstur’unda (Lem’alar,1994:166-167) cemaatin/hizmetin/hareketin nasıl olacağı/olması gerektiği belirlenir. Buna göre, cemaat sivil toplum örgütleri gibi eşitlikçidir. Cemaat hukuksal/sosyal bakımdan birbirlerine eşit üyelerden oluşur. Cemaat, bundan dolayı tarikatta olduğu gibi bir şahsa veya geleneksel toplumda olduğu üzere bir babaya, aileye veya aşirete ait olamaz. Bu çerçevede Bediüzzaman’ın düşüncesindeki cemaat anonim bir nitelik taşır. Bu nitelik, modern zamanda ortaya çıkan ticari, siyasi ve sivil örgütlerin temel özelliğidir. Örgüt veya grup ne onu oluşturanların şahsi mülkü, ne onun kişisel varlığına angaje bir kurum ne de onun güdümündeki aşiret veya tarikattir. Bu nitelikteki örgüt veya grup onu oluşturan bireylerin aritmetik ortalamasından da ibaret değildir; büyüklüğü-küçüklüğü veya kuvveti-zayıflığı üyelerin aralarındaki bağın niteliğine bağlı olarak şekillenen müstakil bir tüzel kişi/şahs-ı manevîdir. “Şahs-ı manevî” Risale-i Nur’un hizmetlerle ilgili kısımlarında ve özellikle lahikalarda sık sık tekrar edilir. [2]

    İhlâs Risalesi’nin İhlâsı Kıran İkinci Sebep başlığına göre (Lem’alar,1994:167), cemaat içinde hiç kimse kendisini ötekilerinin üstünde konumlandıramaz. Bediüzzaman, bu “hiç kimseye” kendisini dâhil etmekten çekinmez. Bana kalırsa ısrar eder. [3] Cemaat bir tarikat olmadığı için grup içinde kimse kimseye şeyhlik, babalık ve mürşitlik taslayamaz. Bütün bu anlatı(lan)lardan yola çıkarak Bediüzzaman’ın düşüncesindeki cemaatte yöneten – yönetilenler ilişkisi Max Weber’in Asya’ya yamadığı patrimonyallik (Mardin,1995:208-210) konseptinin dışında kalıyor denebilir. Padişah-tebaa, baba-çocuk veya şeyh – mürit arasındaki ilişki kişiseldir; oluşan birliktelik ise tabi olunan kişiye bağlı, ait ve angaje birlikteliktir. Baştaki kişi ortadan çekilince birliktelik de ortadan kalkar.

    Öte yandan farklılaşmayı komünistler gibi mutlak eşitlik noktasına vardırmaz. İlkin hukuksal/sosyal değil, ama fazilete dayalı farklılaşmayı kabul eder. ‘Kardeş kardeşin faziletlerinde fani olsun’ derken kastı bu olmalıdır. Bu durum Risale-i Nur’un değişik yerlerinde geçtiği üzere İslâm literatüründeki “üstünlük takvadadır” (Hucurat Süresi, 49:13 ve Mektubat, 1994:309) ilkesine uygunluk arz eder. Fazilet üstünlüğü ise tabiatı itibariyle iktidar aracı yapılamaz. Eğer yapılırsa zaten o fazilet değildir.

    İkinci olarak, farklılaşmayı mutlak eşitlikçiler gibi örgütlenmeyi yadsıyacak ve yasaklayacak raddeye vardırmaz. Aksine “teşrik-i mesai” ve “taksim-i a’mal” adıyla işbölümünü önerir (Lem’alar, 1994:169). Liberalistlerin iğne üretiminde işbölümü ile nasıl yüz kat verim elde edildiği örneğini burada zikreder. Mamafih, verimlilik işbölümü önerisinin doğrudan sebebi değildir. Maddi ve manevi çıkar sonucu cemaat içinde ortaya çıkacak yıkıcı (İhlâs bozucu) rekabeti sağlıklı bir şekilde kanalize etmenin sebebidir.

    Bediüzzaman, yukarıda önerdiği iki yöntemle zıt iki özelliği bir araya getirmeye çalışır. Bir yandan cemaatin eşitlikçi yapısını korumak diğer yandan eşit bireylerin iş ve maddi-manevi ücret üzerinde girecekleri rekabet yüzünden ortaya çıkacak bireysel kopuşlar ile cemaatin bölünmesini önlemek ister. Risale-i Nur hizmet dairesi içinde işbölümünü uygulamayan eşitlikçi / meşveretçi cemaatler grubun büyümesine paralel olarak cemaat içi niza ve ayrışmalardan başı ağrır. İşbölümü ve dolayısıyla bürokrasiyi sıkı bir şekilde uygulayıp eşitlikçi yapıyı ihmal edenler ise cemaat üyelerini değersizleştirir, kişiliksizleştirir, ruhsuz bürokrat ve memur haline getirirler. İkinci durumda cemaat zamanla amaçlarına yabancılaşır. Cemaatin kendisi amaç, amaç (Allah rızası ve güzel ahlak ise) ise araç haline gelir.

    İşbölümü ve bürokrasiyi ihmal edenler hizmet etmeyi, hizmetin hatırasını muhafaza etmeye odaklayıp kendi içlerindeki ayrılık ve fitne ateşinden başlarını alamazlar. İlkeleri ve ilkelerin gereği olan eşitlikçiliği ihmal edenler ise cemaatin başarısı için önüne çıkan din dahil her tür ilke, kural, ahlak ve insafı tevil eder, cemaatin başarısı için her tür mukaddesat ve ahlaki değeri rüşvet vermeye hazır hale gelir; böylece mensuplarının ve toplumun sekülerizasyonuna sebep olur.

    Cemaat hizmet etmek için vardır. Ama, nihai amaç hizmet değil, Allah rızasıdır. Bu, nitekim İhlâs Risalesi’nde Birinci Düstur (Lem’alar, 1994:164) olarak sıralamaya girer. Dine ve cemaate adam kazandırmak, kamusallaşmak ve halkın teveccühüne mazhar olmak gibi amaçlar cemaatin nihai amacı olamaz. Dini cemaat ne çıkar amaçlı bir şirket, ne iktidar arayan siyasi örgüt ne de taraftar toplamaya çalışan sivil bir toplumdur. Bunu bir sebeple unutanlar cemaati yabancılaştırırlar ve yukarıda saydığım dünyevi amaçlı örgüt haline gelirler veya bunlardan biri olmakla itham edilirler.

    Cemaatte işbölümünü bir yöntem olarak belirlediğinizde yukarıdaki yabancılaşma sebeplerinden biri olan bürokrasiyi de kendi ellerinizde ihdas etmiş olursunuz. İşbölümünün en genel sınıflaması işlevsel sınıflamadır. Yani işlerin sektörlere göre ayrılmasıdır: Yönetim sektörü, maliye sektörü, iaşe-ibate sektörü, eğitim sektörü, mübaşeret sektörü vs. Bu sektörleri daha küçük işlere ve ihtisaslara bölmek mümkündür. Tam bu noktada Karl Schmidt ve Gaetano Mosca’un savundukları gibi siyasal ve toplumsal elitlik kaçınılmaz oluyor (Akt Vergin, 2008:107, 128). Yani, örgüt varsa kaçınılmaz bir şekilde cemaatin elitleri bir yana, kalabalıklar ise diğer yana hiyerarşik olarak ayrılıyor. Bu durum eşitlikçi yapıyı her daim tehdit eder. Bediüzzaman, bu soruna çözüm olarak İkinci ve Üçüncü Düstur’u va’z eder. İhlâs Risalesi’nin İkinci Düstur’u ile cemaatin elitlerine, Üçüncü Düstur’u ile ise cemaatin tabanına hitap eder.

    İkinci Düstur’la (Lem’alar, 1994: 164-165) cemaatin elitlerine der ki; aşağıdakileri tenkit ederek onların şevklerini kırmayın, onların üzerinde fazilet-füruşluk yaparak rekabet ve çatışma çıkarmayın. Kısaca, elitliğinizi faziletsiz bir şekilde ihsas ederek cemaatte ayrışmayı tetiklemeyin ve tabanın cemaatten kopmasına sebep olmayın. Cemaatin elitlerine yönelik Dördüncü Düstur’da (Lem’alar,1994:166-167) da yukarıdaki mânâyı destekleyen hitap vardır. Elitlik belki fazilette olabilir. Bunun dışında geleneksel toplumun alışkanlıkları olan şeyhlik ve babalık kültürü cemaate taşınamaz der.

    Üçüncü Düstur (Lem’alar, 1994: 165-166) ile bu sefer tabana döner: Elit olup olmamak önemli değildir, Allah rızası önemlidir. Hakperest olun, yukarıdakilerin (cemaatin elitlerinin) faziletlerini rekabet ve cemaatten ayrılma sebebi yapmayın, onların faziletlerini kendi faziletleriniz bilin, onunla fahredin, içinize sindirin der. Şanda, şerefte ve hatta nefsin hoşuna giden meşru işlerde bile kardeşinize tabi olmakta çekince göstermeyin der.

    İkinci ve Üçüncü Düstur’u kime hitap ettiğini veya muhatabın kim olduğu bilmeden okumak onun temel esprisinden kopmaya götürebilir. Meselâ, bilerek veya bilmeyerek İkinci Düstur’u tabana yöneltmek sıradan cemaat üyelerini silikleştirmek, kul, tebaa ve mürit haline getirmek demektir. Cemaatte baskın hale gelen bu tutum yukarıdaki elitleri şeyh veya pederşahi yapar. Üçüncü Düstur’un tavana yöneltilmesi ise fazilet ve kabiliyetleri dumura uğratır veya kendinden uzaklaştırır. Bu tutumun baskınlaştığı cemaatte fazilet, kabiliyet ve karizma düşmanlığı başgösterir. Farklılıklar ve farklı kabiliyetler körelir, işlevsizleşir veya cemaatten uzaklaşır. Bu durumda istibdat ve otorite cemaat içinde sari (bulaşıcı) hastalık olarak yerleşir.

    Sonuç

    SonuçRisale-i Nur hareketi veya Nurculuk sivil bir İslamî harekettir. Ama modern yüzyıla kadar geçerli belki tek sivil İslamî hareket modeli olan tarikatlardan ayrılır. Tarikatlar gibi sivildir, ama kişi etrafında biçimlenen, içsel inşaya yönelen mistisizm de değildir. Bu kıyasla Nurculuk modern karaktere sahiptir denebilir. Tarikatlarda olduğu gibi şeyh-mürit veya geleneksel ailede olduğu gibi baba-evlât şeklinde hiyerarşik kademelenmeye de karşıdır; kısaca eşitlikçidir. Bununla birlikte modern işbölümü ve bürokrasi kurumundan yararlanmayı önerir. Belki en önemlisi örgütün veya cemaat kimliğinin herhangi bir kişi veya aileye ait olmayıp, anonim olmasıdır. Nurculuğun bu modern karakteri onun takipçileri tarafından bile zor anlaşılır. Bu yanlışlık Risale-i Nurları esas alan cemaatlerde çok sıkça görülen bir yanlış okuma ve uygulamanın da sebebidir.

    Bediüzzaman’ın İhlâs Risalesi’nde (Lem’alar, 1994: 169) geçen “..buza benzettiği bireyselliğini havuza benzettiği cemaate katın, yani cemaate girin, işbirliği yapın, dayanışın..” önerisi çokları tarafından cemaat elitlerinin meşrebinde fani olun şeklinde okunuyor. Bu yorumlama biçimi Risale-i Nurların farklı tarzlarda okunabileceğine, yani şerh ve izah edilebileceğine verilebilecek tipik bir örnektir. Çünkü “buz” ve “havuz” temsilindeki / analojisindeki muhatap cemaatin tabanı değil, tavanıdır (elitleri). Burada cemaatin kimliğine kanaat etmeyen, bireysel şöhret peşinde koşan cemaatin elitleri uyarılır.

    İhlâs Risalesi’nde şahıslarda fani olmayın, cemaat içindeki herkesi cemaat elitlerinin meşrebinde fani olmaya zorlamayın, bizim mesleğimiz şeyhlik değildir, cemaat içinde kimse kimseyi şeyh ve baba gibi kendi meşrebine zorlayamaz, deniyor. Aynı meşrebe, aynı anlayışa, aynı yeteneklere sahip insanların kendi iradeleriyle bir arada durmaları ontolojik olarak zaten zordur; benzerler yan yana değil ancak arka arkaya istiflenebilir. Askeriyedeki manga disiplini buna örnektir. Cemaat, özgür bireylerin işbirliği yapmaları ve ortak bir sinerji içinde hareket etmeleri demektir. İki elifin yan yana gelmesi ancak bu şekilde on bir olabilir.

    Öte yandan Nurculuk yine modern dönemde ortaya çıkan siyasi hareketler, siyasi İslâmcı örgütlerden bariz bir şekilde ayrılır. Gerçi bazılarına göre Bediüzzaman, Üçüncü Said denilen döneminde siyaset ve devlet işlerine temayül etmiştir. Kanaatimce bu tarz yorumlar tarikat, siyasi toplum ve sivil toplum arasındaki farkı ayırt etmemekten ileri geliyor. Üçüncü Said döneminde Bediüzzaman’ın siyasetle ilişkisi onun siyasi toplumla benzeştiğine değil, tarikattan farklılaştığına işaret sayılmalıdır. Sivil toplum ne siyasi örgütler gibi iktidara öykünür ne de tarikatlar gibi siyasetten ve dünyadan elini eteğini çeker. Kamuoyu oluşturmak veya siyasetçileri kendi gündemi doğrultusunda etkilemek için yapılan girişimler sivil toplum olmanın gereğidir (Torun, 2008 ve Çaha,1997:31-32).

    Yukarıda İhlâs Risalesi çerçevesinde, tartıştığımız konularla sınırlı olmak üzere, Risale-i Nur orijinli bir örgütlenmenin dayandığı/dayanması gerektiği kuralları aşağıdaki gibi sıralamak mümkündür:

    Mü’minler bireysel kalmamalıdır, işbirliği ve dayanışmaya gitmelidir.

    Grubu oluşturan bireyler hukuksal/sosyal olarak bir birlerine eşittir.

    İşbölümü ve bürokrasi hem eşitlikçi yapıdan kaynaklanan sorunları çözmede hem de hizmet verimini arttırmada tavsiye edilen bir stratejidir.

    İşbölümü ve bürokrasinin kaçınılmaz sonucu olarak ortaya çıkan avam (taban)–havas (elit) karşıtlığını önlemek için aşağıdaki kurallar belirlenmiştir.

    Cemaatin havassı (eliti) kendi bireyselliğinin peşinde koşmamalı, cemaatin tabanına faziletfüruşluk ve tenkitle takaddum etmemeli (su yüzüne çıkmaya çalışmamalı) ve cemaatin şahs-ı manevisine kanaat etmelidir.

    Cemaatin tabanı ise elitlerin fazilet, kabiliyet ve gayretlerini takdir etmeli, desteklemeli ve hatta gurur duymalıdır. Bu niteliklere sahip cemaatin elitlerine tabi olmamak, onların kabiliyet ve gayretlerini takdir etmemek ihlâssızlıktır.

    Risale-i Nur orijinli bütün cemaat ve organizasyonların nihaî amacı Allah rızasıdır. Halkın teveccühü, iktidar ve çıkar motivasyonları cemaatin misyonu olamaz.

    Özet

    Bu makalede Bediüzzaman Said Nursi’nin telif ettiği İhlâs Risalesi, Risale-i Nur orijinli cemaatlerin örgütsel doktrini olarak ele alınıp incelenmekte, diğer bir ifadeyle, İhlâs Risalesi çerçevesinde Bediüzzaman’ın öngördüğü cemaat tarzı araştırılmaktadır.

    Anahtar Kelimeler

    İhlas Risalesi, ihlas, İslami hareket, cemaat

    Abstract

    This article considers the Book of Sincerity written by Bediüzzaman Said Nursi as the organizational doctrine of the communities based on Risale-i Nur. In other words it tries to investigate the community pattern set forth by Bediüzzaman within the framework of the Book of Sicerity.

    Key Words

    The Book of Sincerity, sincerity, Islamic Movement, community

    Kaynaklar

    1. Bediüzzaman Said Nursi, (1994). Lem’alar, İstanbul: Yeni Asya Neşriyat, http://www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat

    ………………………… (1994). Mektubat, İstanbul: Yeni Asya Neşriyat, http://www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat

    ………………………… (1994).Kastamonu Lahikası, İstanbul: Yeni Asya Neşriyat, http://www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat

    ………………………… (1994).Emirdağ Lahikası, İstanbul: Yeni Asya Neşriyat, http://www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat

    2. Çaha, Ö. (1997). “1980 Sonrası Türkiye’de Sivil Toplum Arayışları,” Yeni Türkiye, 3(18), 28-64

    3. KÖPRÜ Dergisi (2010). “Üçüncü Said,” 112.Sayı

    4. Mardin, Ş. (1995). Türkiye’de Toplum ve Siyaset Makaleler 1, 5. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları.

    5. Torun, İ. (2008). “Cemaatten Kitleye, Kitleden Örgütlü Topluma: Türkiye’de Cumhuriyet ve Demokrasi,” Cumhuriyetçilik, (Ed. Nafiz Tok), Ankara: Orion Kitabevi, 229-269.

    6. Vergin, N. (2012). Siyasetin Sosyolojisi, 5. Baskı, İstanbul: Doğan Kitap

    Dipnotlar:

    [1] 1. Bu uyarlama ve kıyaslara örnek olarak İhlas Risalesi’nin Dördüncü Düstur (Lem’alar,1994:166), bu Düstur’un Birinci ve İkinci Sebeb alt başlıklarında (Lem’alar,1994:167), İhlasi Kıran İkinci Mani (Lem’alar,1994:169) vb. kısım ve yerler verilebilir.

    [2] 2. Sadece İhlas Risalesi’nde doğrudan işlendiği yerlere örnek için bkz. (Lem’alar,1994:157, 165,171)

    [3] 3. Kastamonu Lahikasındaki (1994:60) Şeyh Ziyaeddin konulu mektubunun odak noktası kanaatimce bu meseledir.