Köprü Anasayfa

İnsanî Değerler, Toplumsal Barış, Milliyet ve Milliyetçilik

"Güz 2013" 124. Sayı

  • Irkçılığın Reçetesi ve Panzehiri: Tevhid Eksenli Bilim Eğitimi ve Din

    The Solution of and Antidote For Racialism: Religion and Science Education Based on unity

    Atilla Yargıcı

    Doç. Dr.

    Giriş: Irkçılığın Sebepleri ve Sonuçları

    19 ve 20. yüzyıllar ırkçı anlayışların yayıldığı ve kabul gördüğü yüzyıllardır.Özellikle Avrupa ülkelerinde beyaz ırkın üstünlüğü düşüncesi, beyaz adamındiğer kıta ve medeniyetlere emperyalist, sömürgeci bir anlayışla yayıldığı birdönemde, “geri kalmış” ülkeleri sömürüp, insanlarını köle gibi kullanmanın entemel dayanağını oluşturmuştur.Tabiri caiz ise minareyi çalan kılıfını hazırlamıştır.İnsanlığın ortak çabasının ürünü olan ve büyük ölçüde İslam dinininbilime bakış açısının ve Müslüman ülkelerdeki bilimsel tekamülün çok önemlikatkısı olan bilimsel gelişmeleri, beyaz adam kendine mal edince, bu üstünlüğü“öteki”ni, yani başka ırktan ve dinden olanları sömürgeleştirmeye veya tarihsahnesinden silme gayretine gerekçe yapmıştır. Sözde bilimsel bazı teoriler debu sömürgeciliği, ayrımcılığı, çatışmaları körüklemiştir. Belki de böyle bir maksatiçin uydurulmuştur bu teoriler. Teorinin Darwinizm olduğunda şüphe yok.

    Darwin’in ‘evrim teorisi’nin en temel iki mekanizması, mutasyon ve doğalseçilimdir. Buna göre bütün canlılar, geçmişte yaşamış, tek bir ortak atanın,tesadüfi değişim süreci geçirmiş nesilleridir. Evrim teorisine göre, canlılığın devamlılığıve türlerdeki çeşitlilik; doğal seçilim ve mutasyonlarla sağlanır. Doğalseçilim; canlının doğadaki şartlara uyumunu ve hayatta kalmasını sağlayan, enuygun genetik karakterlerin ayıklanmasıdır. Darwin teorisine göre doğal seçilim,canlıların varlığını ve çeşitliliğini açıklayan yegâne teoridir. Doğal seleksiyon(seçilim) denen bu mekanizmayı, düşüncesiz ve tamamen tesadüfi, doğalgüçler yönetir. Kontrol yoktur. Hiç bir amacı yoktur. Bu yüzden, canlılardaki değişim ve gelişim, anlık yararlara göre gerçekleşir. Doğal seçilim sayesinde canlılar,kendiliğinden ve çevresel faktörlerin etkisiyle, avantajlı değişimler geçirirler.Böylece, çevreye uyum sağlayan, başarılı fertler ayakta kalır. Çevreye uyum sağlayamayanlarise, elenir. Değişimi sağlayan ana mekanizma ise, mutasyonlardır.

    Bir bakıma Darwin, bu mekanizmaya, ilahi bir anlam yüklemiştir. Darwin’indüşüncelerinde, asla bir Yaratıcıya yer yoktur. Bu sebeple evrim teorisi, Allah’ıreddetmek zorundadır. Darwin, doğal seçilimden, kusurları ayıklayan ve süreklimükemmelliği sağlayan bir mekanizma olarak bahseder. Bugünkü Darwincilerise, daha fazlasına inanırlar.

    Tüm canlıların tesadüflerin ürünü olduğunu, insanın da maymun benzericanlılardan evrimleştiğini iddia eden Darwin’in evrim teorisi, sömürgeci anlayışabüyük destek vermiştir. Çünkü bu teoriyle birlikte, sömürülen yerlilerin”bir tür hayvan” oldukları düşüncesine “bilimsel” bir dayanak göstermek mümkünhale gelmiş oluyordu. Teorinin bilimsel bir dayanağının olması önemli değildi.Önemli olan, emperyalist düşünceye hizmet etmesiydi. Bu teori, üzerinedüşen görevi fazlasıyla yaptı.

    Darwin, insanların yarı-maymun atalardan evrimleşerek bugünkü durumlarınageldiklerini ileri sürüyordu. Türlerin Kökeni isimli kitabının alt başlıklarındanbirisi, The Preservation of Favored Races in the Struggle for Life idi;yani, “hayat mücadelesinde kayrılmış ırkların korunması”. Onun teorisine göreekonomik ve teknolojik olarak kuvvetli olan ırklar, kayrılmış ırklardır. Bu ırklardiğer aşağı ırkları yok edecektir. Ya da onları köle olarak kullanmayı haketmektedir.

    Amerikalı biyolog Edwin G. Conklin, diğer ırkçı Darwinistler gibi temelsizfikirlerini şöyle dile getirir:

    Herhangi bir modern ırkın Neandertal ya da Heidelberg tipleri ile karşılaştırılmasışunu gösterir: Zenci ırklar, beyaz ve sarı ırklardan çok orijinal ırka(maymunsu atalara) benzemektedir. Her faktör, beyaz ırkın üstünlüğüne inananları,ırkın saflığını korumak, diğerlerinden ayrımını pekiştirmek ve sürdürmekiçin çaba harcamaya yöneltmelidir.1

    Oxford Ünversitesi’nden paleontoloji ve jeoloji profesörü William Sollasda 1911 yılında yayınlanan Ancient Hunters (Eski Avcılar) adlı kitabında ırkçıgörüşlerini şu şekilde açıklamıştı:

    Adalet güçlünün elindedir ve her ırka gücü oranında paylaştırılmıştır. Birtoprağı işgal için öncelik anlamı taşımamasına rağmen, orada hak talep etmeyisağlayacak olan güç kullanımıdır. Bu nedenle, mümkün olan her yolu deneyerekgüç artırımına gitmek, her ırkın olduğu kadar insan soyunun da kendinekarşı bir görevidir. İster bilim, ister eğitim, ister savunma örgütlenmesi alanlarındaolsun, organik dünyanın güçlü fakat lütufkar hükümdarı olan doğal seleksiyonun,bunu hızla ve sonuna kadar gerçekleştirmemesi bir ceza, doğrudandoğruya bu görevin yerine getirilmemesi olacaktır. 2

    Örneğin Darwin, İnsanın Türeyişi adlı kitabında zenciler ve Aborijinlergibi bazı ırkların sözde aşağı ırklar olduklarını ve hayatta kalma mücadelesiiçinde, gelecekte elenerek ortadan kalkacaklarını iddia etmiştir:

    Belki de yüzyıllar kadar sürmeyecek yakın bir gelecekte, medeni insan ırkları,vahşi ırkları tamamen yeryüzünden silecekler ve onların yerine geçecekler. Öte yandan insansı maymunlar da kuşkusuz elimine edilecekler. Böylece insanile en yakın akrabaları arasındaki boşluk daha da genişleyecek. Bu sayede ortadaşu anki Avrupalı ırklardan bile daha medeni olan ırklar ve şu anki zencilerden,Avustralya yerlilerinden ve gorillerden bile daha geride olan babun türü maymunlarkalacaktır.3

    İşte sömürgeci anlayışın kendisine bulduğu “kutsal bilimsel” dayanak Darwinve taraftarları tarafından ortaya atılan bu temelsiz düşüncelerdir. Ama dinindışlandığı, bilimin kutsandığı bir süreçte, bilimsel olarak lanse edilen birdüşüncenin bilimi kutsayanlar tarafından ne kadar büyük bir istekle kabul edildiğide tarihî bir realite. Dünya Savaşları, kutsanan sosyal Darwinizmin vahşiürünü. Avrupayı feth edip ilmin yayılmasına sebep olan Müslüman Türkleri“ aşağı ırk ve barbarlıkla itham eden” Darwin’in ortaya attığı bu teori, sebepolduğu büyük savaşlarla gerçek barbarların kimler olduğunun ortaya çıkmasınayol açmıştır.

    Nursi’ye göre ırkçılığın reçetesi ve panzehiri

    Said Nursî, eserlerinde ırkçılık konusunu tahlil edip bu hastalığa çözümlerüretirken, ırkçılığın tarihsel arka planına ve bunun sonuçlarına temas etmiştir.12. Söz’deki “Hikmet-i Felsefe ile Hikmet-i Kur’aniye’nin” insanın sosyalhayatına verdiği terbiyeleri mukayese ederken kullandığı ifadeler, bu sosyalDarwinizm’in ortaya attığı dayanaksız ama etkili teorinin kısa analizini oluşturmaktadır.Ona göre, felsefe’nin (ki bu dinsiz felsefedir, inancı dışlayan, bilimikutsallaştıran felsefedir) sosyal hayatta dayanak noktası “kuvvet”tir. Hedefimenfaattir. Hayat prensibi mücadeledir. Toplulukların bağını “unsuriyet, menfimilliyet” olarak kabul eder. Semereleri, meyveleri ise, “nefsani hevesleri tatmininsanlığın ihtiyaçlarını artırmaktır.” Buna göre, kuvveti esas almak, tecavüzetmeyi; menfaat, boğuşmayı; cidal çarpışmayı; ırkçılık, başkasını yutmakla beslenmekolduğundan tecavüzü netice verir. Bu yüzden, insanlığın mutluluğuyok edilmiştir. 4

    Bediüzzaman, bir taraftan Avrupa emperyalizminin kendisine bulduğudinsiz Darwinist temeli analiz ederken, diğer taraftan bu ırkçılık anlayışının“Dessas Avrupa zalimleri” tarafından Müslümanların içinde menfi bir şekildeuyandırıldığına, bunun amacının da “parçalayıp yutmak” olduğuna dikkat çekmektedir.5 Hatta ırkçılığı, “frenk illeti” olarak da tarif etmektedir. Bir soruyaverdiği cevapta şöyle demektedir:

    “Eğer derseniz, “Sana Said-i Kürdî derler. Belki sende unsuriyetperverlikfikri var, o işimize gelmiyor”, ben de derim: “Hey efendiler! Eski Said ve YeniSaid’in yazdıkları meydanda. Şahit gösteriyorum ki, ben ilk resim!ferman-ı kat’îsiyle, eski zamandan beri menfi milliyetve unsuriyetperverliğe, Avrupa’nın bir nevi frenk illeti olduğundan, birzehr-i katil nazarıyla bakmışım. Ve Avrupa, o frenk illetini İslâm içine atmış, tâtefrika versin, parçalasın, yutmasına hazır olsun diye düşünür. O frenk illetinekarşı eskiden beri tedaviye çalıştığımı, talebelerim ve bana temas edenler biliyorlar.” 66

    Görüldüğü gibi Nursî, ırkçılık anlayışını bir frenk illeti ve öldürücü bir zehir olarak nitelendirmekte, bu hastalığı tedavi etmeye çalıştığını bildirmektedir.12. Söz’deki tahlil, ırkçılık hastalığının sebebinin teşhis edilmesi ve tedavisiningösterilmesidir. Çünkü önce, hastalığın teşhis edilmesi gerekir. Sonra bu hastalığıninsanlığın sosyal bedeninde nasıl bir tahribat yaptığını da tespit etmiştir.

    Onun şu ifadeleri hastalığın dehşetli neticelerini gözler önüne sermektedir:“Evet, menfi milliyetin tarihçe pek çok zararları görülmüş. Ezcümle, Emevîler,bir parça fikr-i milliyeti siyasetlerine karıştırdıkları için, hem âlem-i İslâmı küstürdüler,hem kendileri de çok felâketler çektiler.

    Hem Avrupa milletleri şu asırda unsuriyet fikrini çok ileri sürdükleriiçin, Fransız ve Almanın çok şeâmetli ebedî adâvetlerinden başka, Harb-iUmumîdeki hâdisât-ı müthişe dahi, menfi milliyetin nev-i beşere ne kadar zararlıolduğunu gösterdi.

    Hem bizde, iptida-yı Hürriyette, Babil Kalesinin harabiyeti zamanında“tebelbül-ü akvam” tabir edilen teşâub-u akvam ve o teşâub sebebiyle dağılmalarıgibi, menfi milliyet fikriyle, başta Rum ve Ermeni olarak pek çok kulüplernamında sebeb-i tefrika-i kulûb, muhtelif mülteciler cemiyetleri teşekkül etti.Ve onlardan şimdiye kadar ecnebîlerin boğazına gidenlerin ve perişan olanlarınhalleri, menfi milliyetin zararını gösterdi.” 7

    Bu teşhislerden anlaşılmaktadır ki, ırkçılığın temelinde bir teori olmaktanöteye gidemeyen ve inançsızlığı esas alan pozitivizm ve onun önemli bir destekçisiolan Darwinizm vardır. Bu bilimsellik adı altında sunulan safsataya göre,eğer insan ve bütün canlılar tesadüfen dünyaya gelmişse, insan da maymundantüremişse, hayvanların ve insanların güçlenip mücadele etmesi, karşıdakinimağlup ederek hak ve adaletin kuvvetlinin elinde olması kaçınılmaz birsonuç olacaktır. Böyle bir anlayışın temelinde inançsızlık olunca, Rabbimizekarşı sorumluluk duygusu ortadan kalkmakta, bu da ister istemez başka insanlarakarşı sorumsuzca davranmaya, güçsüz olanları ezmeye, ortadan kaldırmaya,köleleştirmeye yol açmaktadır. İşte tam da Avrupa’nın ve ırkçılığı benimseyendevletlerin yaptığı ve yapmakta olduğu şey de budur. Başkasının emeğini, zenginliklerini,kültürünü yutmakla beslenen böyle bir canavar, yavrusunu ceylanabenzeterek yiyen aslana benzemektedir. Canavar hayvanlar bir canlıya zararverirken, insan ırkçılık vasıtasıyla öyle bir canavara dönüşmektedir ki, milyonlarcainsanı öldürmekten çekinmemektedir. Sadece kendine menfaat sağlamak,gayr-i zaruri ihtiyaçlarını ihtiyaç olarak görüp onları tatmin etmek için haklıhaksız demeden daha fazla kazanmaya, daha fazla sömürmeye çalışmaktadır.

    Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kuruluşundan itibaren Osmanlının bütünırkları kucaklayıcı İslam’ın engin hoşgörüsü temeline dayanan Osmanlılık üstkimliğini reddetmiş, onun yerine “Türk vatandaşlığı” ilkesini 1924 Anayasasınakoymuştur. Ve bununla birlikte “Ne mutlu Türküm diyene” sloganı böyle birayrımcı anlayışın kışkırtıcı bir görüntüsü olarak ortaya çıkmıştır. Kürtlerin veArapların yaşadığı dağlarda “Ne mutlu Türküm diyene” yazısını okuyan Türkolmayan her vatandaş yıllar boyunca bundan rahatsızlık duymuş, hâlâ da duymaktadır.Cumhuriyet’in ilk yıllarında “ Türk’ten başka ırk yok, bilimden veKemalizmden başka din yoktur” düşüncesi, kökenini diğer ırkçı anlayışlar gibipozitivisit Darwinist anlayışlardan almıştır. İslam dünyasının param parça olmasıbu ırkçı düşüncelerin etkisiyle gerçekleşmiştir. Hatta aynı ırka sahip olanAraplar bile tek bir büyük devlet olarak bırakılmamış, onlarca parçaya bölünmüştür.“parçala yönet” politikası tatbikat sahasına konulmuştur. Bu anlayışlar, bir taraftan komşu ülkeleri birbirine düşman haline getirirken, diğer taraftanbizim gibi ülkelerde çok talihsiz olayların yaşanmasına sebep olmuştur. Kürtolana Türk’sün demek, Kürtleri Türk yapmaz ve yapmamıştır. Bu yaratılıştangelen hakka karşı takınılan olumsuz tavırlar, devlete karşı olumsuz düşüncelerinve fiillerin filizlenmesine sebep olmuştur. Irkçılık birleştirici değil, ayrıştırıcıve çatışmaları, kavgaları körükleyici bir fonksiyon üstlenmiştir. Özellikle ihtilaldönemlerinde dindarlarla birlikte Kürt kardeşlerimize karşı da kasıtlı olarakyapılan kötü muameleler, Kürt ırkçılığı fikrini doğurmuştur. Sanki bir görünmezel, uyguladığı baskı ve zulümlerle Kürt vatandaşlarımızın gençlerinin dağlaraçıkmasını teşvik etmiş gibidir.

    Terörün beslenmesinde bu ayrıştırıcı davranışların etkisini görmemekmümkün değildir. Batı’nın içimize attığı bu hastalık, ırkçı politikalarla yayılmış,bazı karanlık mihraklar tarafından Ergenekon, gladio vb. yapılanmalar devletiele geçirmek ve menfaat temin etmek için kaos ve anarşi çıkarmada planlıolarak kullanılmıştır. Askeri darbeye giden yolda şartlarının olgunlaşması içinanarşik olaylara müdahale etmeyen zihniyetin foyası artık ortaya çıkmıştır.

    O halde, sorunun temelinde inançsızlık, bilimin kutsallaştırılması ve pozitivistDarwinist anlayışlar olduğuna göre, çözüm de tekrar inancın sağlamlaştırılmasıve bilimin inançsızlık cenderesinden kurtulmasıyla, Darwinist anlayışlarınzihinlerden, kitaplardan ve politikalardan kaldırılmasıyla gerçekleşecektir.Bunun için Said Nursî, bilimlere tehvid açısından yaklaşan bir yorumu kendicoğrafyamızda yaygınlaştırma çabası içinde olmuştur. Bilim ve dinin birlikteokutulması için teklif ettiği Medresetüzzehra projesinin de, kaleme aldığıRisale-i Nur eserlerinin de gayeleri aynıdır.

    Varlıkların tesadüfen oluşmadığına, insanın bir Yaratıcısının oluğuna inanannesiller, ırkların bir üstünlük aracı olmadığını, tam aksine Kur’an’da ifadeedildiği gibi bir tanışma ve yardımlaşma vesilesi olduğunu anlayacaktır. Buinanç insana sorumluluk duygusunu verecek güçtedir. Allah’a karşı sorumluolduğunu, ahirette yaptığı davranışların hesabını vereceğini bilen ve öyle itikadeden kimselerin, ırk ayırımcılığı yapması, başka ırktan olanları horlaması,onlara zulmetmesi mümkün değildir. Bir ırk ne kadar ekonomik ve teknolojikaçıdan güçlü olursa olsun, bunu ayırım yapmadan insanlığın yararına kullanmadüşüncesine, ancak kalbi iman ve güzel ahlak ile dolu bir kimse sahip olabilir.Bu yüzden, inanan bir insan bir taraftan inananların kardeş olduğu ilahi prensibinikabul ederken, diğer taraftan mümin olmayanları da insanlık kardeşliğiiçerisinde telakki eder. Kendisine haksızlık yapmayan kimselere haksızlık yapmamayı,şahsına yapılan haksızlıkları affetmeyi bir şiar haline getirir. İslam’ıninsana sağladığı bu inançla bağlantılı güzel ahlak, toplumun fertlerinde hakimolduğu zaman, ırkçılıktan doğan ayrımcılık ve haksızlıklar ortadan kalkar. Toplumher an patlamaya hazır bir bomba olmaktan kurtulur, huzurlu ve mutlu,yaşanası bir toplum olur. Bu yüzden barışın tatlı esintilerinin hissedildiği birdönemde, kardeşlik vurgularının lafta kalmayan sağlam inanç temeline oturtulupebedi hale getirilmesinin sağlanması önem arz etmektedir. Bu bağlamdaSaid Nursî’nin Uhuvvet Risalesi, toplumsal barışı sağlamanın ana dinamiklerininyerleştirilmesi açısından büyük bir seferberlikle bu ülkede bulunan herkeseulaştırılması ve izahlarının yapılması, sorumlu kişilerin sorunları kökündensonlandırmak için yapmaları gereken en önemli bir vatan borcudur.

    Dipnotlar:

    1. Edwin G. Conklin, The Direction of Human Evolution, New York, Scribner’s, 1921, s. 34

    2. http://www.ncl.ac.uk/lifelong-learning/distrib/darwin/08.htm

    3. Charles Darwin, The Descent of Man, 2. baskı, New York, A L. Burt Co., 1874, s. 178

    4. Nursi, Said, Sözler, İstanbul, 1981, s.119

    5. Nursi, Said, Mektubat, Sözler Yayınevi, İstanbul, 1979, s.298

    6. Nursî, Said, Mektubat, Yeni Asya Neş., İst. 2000, s.66

    7. Nursî, Said, Mektubat, Yeni Asya Neş., İst. 2000, s.311)