Köprü Anasayfa

İnsanî Değerler, Toplumsal Barış, Milliyet ve Milliyetçilik

"Güz 2013" 124. Sayı

  • Kimlik Arayışı Olarak: Türk’üm, Müslüman’ım, Fenerbahçeliyim

    Search For Identity: I am a Turkish, a Muslim and a Fan of Fenerbahçe

    Levent Bilgi

    Yrd. Doç. Dr. Harran Üniversitesi, Fen- Edebiyat Fak. Öğretim Üyesi

    J. Arnold Toynbee’nin vurguladığı gibi; “Osmanlı tarihi gelişme ve değişmeyidurdurmamaya, üzerinde yaşadığı toprakları, yönettiği toplumlarıdeğiştirmemeye çalışmıştır.”

    Bunun anlamı, her milleti, her ırkı, her rengi olduğu gibi kabul etmek,reddetmemek; hatta incitmemekti. Osmanlı çağımızı çok aşan bir anlayışlainsanları kendisine benzetme, Türkleştirme; hatta Müslümanlaştırma gibiproblemli bir hareketin içinde olmadı.

    Ancak Cumhuriyetin ilânından sonra bazı kesimler “ulus-devlet” ideolojisinidinin yerine ikame edebilmek için herkesi Türkleştirmenin derdinedüştüler. Bunun iki tür zararı oldu.

    Biri; Türk olmayanların ırkî hassasiyetlerini tahrik ederek onların buözelliklerini kışkırttı. Türk veya Kürt gibi kimliklerin varlığı aslında birproblem teşkil etmezken bir kimliğin ön plana çıkarılması ve diğerlerinebaskınlaştırılmaya çalışılması sonunda bir ırkî kimlik çatışması doğdu.

    Sonuç: seksen yılda on binlerce ölü. Kaybolan onca gençlik. Gözü yaşlıanneler. Yıkılan yuvalar. Acı çeken aileler…

    Diğeri; Türk olan veya olmayan tüm millet üzerindeki boşluk duygusu.Elinden dini, hedefi, idealleri alınan onca insan, onca genç manevî bir kaos,bir boşluk içine düştü. Birincisi lokal bir bölgede tesirli olurken bu ikincitehlike her yerde; hatta İstanbul’un en lüks, en zengin semtlerinde bile kendinigösterdi.

    Yazdırılan ısmarlama resmî tarihler, şatafatlı kutlamalar, okullardaki beyinleri iğdiş etme çabaları, spor, eğlence gibi içi boş alternatifler deinsan ruhundaki hakikat arayışını durduramadı. Bu boşluk ve hayatı anlamlandıramamahandikapı toplum ve bireyde köklerini, varlık sebebini arama özlemi doğurdu ve yoğun bir kimlik kaosu, kimlik bunalımı çıktı ortaya.

    Bu kimlik bunalımı, özelde ferdin şahsî hayatını, genelde de toplumhayatını etkiledi. İnsanlar ve toplumlar, rüzgâra kapılmış yapraklar gibi hedefsizve anlamsız yaşamaya başladılar.

    İbn Haldun’un sözünü ettiği asabi bağların yerine, küresel bağlar mı,manevî anlamlandırmalar mı ya da kendisine yabancılaşmış ve hiçbir yereve değere aidiyeti kalmamış bağlar mı geçecek; henüz belli değil. Gerçek şuki Tocquiville’in işaret ettiği “bireyselleşme sendromu”, günümüzde dahada fazla artmış bulunuyor ve yeni dünya düzensizliğinde, milyonlarca insanınarasında kendini yalnız hisseden, kitleler içinde eriyecek kadar küçülen,cemaatler içinde kimlik bunalımı çekecek kadar değerini yitiren bireylerinsayısı artmaya devam ediyor. Var olan bireyler arası ilişkiler de internet ortamısayesinde azalmaya devam ediyor.

    Gelir seviyesi yüksek ailelerin başarılı çocukları aynı okullarda toplanıyorlar.Bu şekilde verilen eğitim ve öğrencilerin yaşadıkları ortam, Türkiye’nin toplumsal gerçekleriyle uyuşmuyor. Öğrenciler, yapay bir ortamda yetişiyorlar ve bunu fark ettikleri zaman da kendilerini boşlukta hissediyorlar.

    Son yıllarda intiharlara ve intihar girişimlerine çokça şahit oluyoruz.Öyle ki ekonomik ya da ailevî sebeplerle köprüye çıkan, kamera önündeikna edilmeye çalışılan insanların görüntülerini rutin haber olarak algılamaya;hatta bu girişimleri şov olarak değerlendirmeye başladık. Bir kısmışova yönelik olsa da çoğu gerçekten intihar teşebbüsü ve gencecik bedenlerinmezara yolculuğu ile sonuçlanıyor.

    Bir de kameralar önünde gerçekleşmeyen bazı intiharlar var ki her şeyolup bittikten sonra çok tartışıldılar. Alman Lisesi öğrencileri Cenan Yuğaç(14) ile Aslı Yardımcı (17), 22 Haziran 1998’de Ataköy’deki evlerinin5. katından atlayarak intihar ettiler. Yine bir Alman Lisesi öğrencisi olanCeylan Konuk (15), 2000’de okulunun 4. katından atlayarak intihar etti.16 Aralık 2001 günü ise Özel Amerikan Koleji öğrencisi Lara Falay (16),Boğaz Köprüsü’nden atlayarak aynı akıbeti paylaştı.

    Bu genç öğrencilerin ortak özellikleri vardı. Türkiye ortalamasına göreiyi bir eğitim almışlar, özel yabancı okullarda okumuşlardı. Maddî olaraksıkıntıları yoktu, kültür seviyesi yüksek ortamlarda yetişmişlerdi.

    1998’de Alman Lisesi’nden mezun olan ve okuduğu dönemde intiharateşebbüs eden bir genç bu durumu şöyle ifade ediyor:

    “Ben, Alman Lisesi’nden mezun olan arkadaşlarım arasında ruhen sağlıklıve dengeli olarak kabul gören standart insan tiplemesini bulamıyorum.Hayatımızın 8 yılını aynı ortamda (Benim açımdan ruhsal sağlığımı yitirmem,depresyonla ve sakinleştiricilerle tanışmam kesinlikle orada oldu!)geçirmemiz mi buna sebep, yoksa sadece tesadüf mü? Ama intihar düşüncesineuzak değiliz hiçbirimiz. Aslında kendi adıma konuşmam daha mantıklıolacak; hayatla ilgili hiçbir beklentimin ya da amacımın olmadığını hissediyorum. Kendimi bana ait olmayan, saçma bir düzende kuklaymışımgibi hissediyorum ve hiçbir şeyin kontrolümde olmadığını görüyorum. Ozamanlarda yaşadığım birkaç intihar girişimi oldu; ama sanırım yeterincecesaretli değildim. Olsam hâlâ aynı kısır döngüyü yaşıyor olmazdım.”

    Nurcan G. de başka bir özel lisede okurken Lara gibi intihara teşebbüsetmiş; ama kurtarılmış. Ekonomik olarak durumlarının çok iyi olmasınedeniyle öğretmenlerinin kendilerine fazla müdahalede bulunamadığınıbelirtiyor Nurcan G. Buna ailesinin de ilgisizliği eklenince boşluğa düştüğünübelirten Nurcan, bir ara FRP oynamaya başlamış ve oyundaki savaşçırolünün etkisinden kendisini kurtaramamış.

    15 yaşında iken bir kutu ilaç içerek intihara teşebbüs eden Nurcan G. şuanda üniversite öğrenimi görüyor, aynı zamanda da astroloji kurslarına devamediyor. İntihar ettiği dönemde metafizik konuların çok cazip geldiğinibelirten Nurcan, kendisini intihara götüren süreci şöyle anlatıyor:

    “O dönem annem ve babam tartışmış, babam evi terk etmişti. Çocukolmadığımı hissediyor; fakat isteklerimi yaptıramıyordum. Kim olduğumadair cevabı beklemek çok zor geliyor, ‘Türk’üm –Müslüman’ım– Fenerbahçeliyim’diyordum; ama bunlar beni tatmin etmiyordu. Gece kulüplerinetakılmak, içki, sigara, hatta uyuşturucu kullanmakla kendimi ispat ettiğimidüşünüyordum. Diğer yandan çevremin beni cinsel bir obje olarak fark ettiğinianlamıştım. Bu durum kendimi kirli hissetmeme yol açıyordu. Kendidüşüncelerimle toplumun ahlak kuralları arasında büyük bir fark var zannediyordum.Bu mutsuzluk hali zaman geçtikçe büyük bir içsel enerji ortayaçıkardı. Hayat denen en kuvvetli içgüdümü yendi. Cesaretimi göstermekiçin hayata karşı güçlü olduğumu kendime ispatlamaya çalışmıştım.”

    Özel bir yabancı okul mezunu olan Deniz C. ise yetiştikleri okulda ‘’Benkimim? Hayattan ne bekliyorum? Yerim ne olacak? Hayatın anlamı nedir?’’gibi sorulara cevap vermekte zorlandıklarını belirtiyor. “Uyuşturucukullanmak… Anlamsız konuşmalar yapmak, yabancı pop dinleyip sözleriniezberlemek… Bu müziği, bu atmosferi gerçek hayat gibi yaşamak… Bizimiçin o en gerçek şeydi” diyen Deniz, iki arkadaşının ölümünün gizlendiğinibelirtiyor. Deniz C. okulda iken Avrupa’dan uzak, Türkiye’den kopuk, boşluktayaşadıklarının altını çiziyor:

    “Lisemiz bir adaydı âdeta! Öyle bir ada ki her şeyi olan çocuklar, samimiyeti,gerçek dostluğu çok az; ama belli bir jargonu, alt kültürü, bu çerçevedetuhaf bir ‘yabancılık’ içinde yaşardık. Politikayla henüz ilgilenmezdik.Okulumuz, bize düşünmeyi öğretti hâlbuki. Almanca, İngilizce derslerindeKafka, Camus okuyarak hayatın anlamını tartışırdık; ama yabancı öğretmenlerimizinbizi götürdüğü bu dünya çok uzaktaydı. Biz Avrupa’da yaşamıyorduk.Türkiye toplumundan ise müthiş kopuktuk. Eğer Almanya’dayaşıyor olsaydık, anaokulundan itibaren bireyciliği, egoizmi, çıkarlarımızıkorumayı öğrenecektik. Hâlbuki bizim her şeyimiz ayağımıza gelirdi, kahvaltımızbile. Türk öğretmenlerimiz hep alt statüde, eziklik içinde gelirdibize. Yabancı öğretmenler, 4-5 yıllığına geliyor ve ne Türkiye’yi ne de Türkmantalitesini biliyorlar. Bu öğretmenler, Türk gencine asla ulaşamıyorlar.”

    Gençlerin ergenlik dönemlerinde bir akran grubu bulmaya ihtiyaçlarıolduğuna dikkat çeken psikiyatristler de ergenliğe giren gençlerin anne, baba ve öğretmenlerinden edindikleri bilgilerin dışında, kendi doğrularınıbulmaya çalıştığını, bir kimlik oluşturma mücadelesi verdiklerini belirtiyorlar.Gençler, bu dönemde “Ben kimim?”, “Ne olacağım?” sorularının cevabınıarıyor ve birileriyle ortak değerleri paylaşmak istiyorlar. Kişi kendineuygun bir akran grubu bulduğunda, o grubun pozitif veya negatif değeryargılarını düşünmeyebiliyor. Bunun yerine kendisinin o grup içinde nasılkabul gördüğüne dikkat ediyor. Gençler o boşlukta kendilerine uzatılan elinmahiyetini çok iyi anlayamıyor. Sadece bir akran grubu bulduğunu sanaraksapkın gruplara dâhil olabiliyorlar.

    Kimliğimizi arama serüvenimizde bizi bekleyen başka bir tehlike de“Kim olduğumuz sorusuna cevap ararken aklımızın hep kim olacağımız sorusuylakarışmasıdır. Kim olacağımızı düşündüğümüzde ise kim olmak istediğimizsorusu peşimizi bırakmıyor. Gerçekte, kim olduğumuzu öğrenmesüreci içinde bile kimliğimiz yeniden oluşuyor. Sanki Werner Heisenberg’inbelirsizlik ilkesine tabi olmuş gibiyiz. Nerede olduğumuzu öğrenmeye çalışırkennereye gittiğimizin bilgisi elimizden kaçıyor, eğer nereye gittiğimizibilme gayretine kaptırırsak nerede olduğumuzu unutma tehlikesine uğruyoruz;ama bütün bu belirsizlik içinde karartılamayacak, önemi azaltılamayacak,vazgeçilemeyecek bir kalkış noktamız var: Bizler hepimiz, birerürünleriz. Hepimiz husule geldik, hepimiz oğullar ve kızlarız.”Hiçbirimiz bu dünyaya acı çekmek için gönderilmedik. Kendi varlığımızı,kabiliyetlerimizi, imkânlarımızı sokakta bulmuş da değiliz. Her şey;ama her şey sadece bize verilendir. Verenle bir bağ kurmaktır. Bunu kendibaşımıza yapmaktır. Herkesin kimliği verenle kurduğu irtibatla, O’nunlaolan anlamlandırmasıyla doğar ve gelişir.

    Kimlik bir maliyet meselesidir. İçinde yaşadığımız bu toplumun ön yargılarınaitaatten geçmediğini peşinen kabul etmektir. Aramak, sormak, düşünmek,yerinde durmamaktır.

    Yaşıyor olmak, aynı zamanda savaşıyor olmak demektir. Kim olduğumuz,nereden gelip nereye gideceğimiz sorusuyla, bir kimlik için savaşmaktandaha büyük bir mücadele var mıdır?

    İnsana verilen en önemli şey kendisidir. Kendi ruhu, kendi aklı, kendiyüreği, kendi bedeni. Bu en önemlinin terkibi değil midir kişinin kimliği?

    “Dalalet fikridir, zulümat kalbidir, israf cesedidir” diyor Bediüzzaman.Nasıl beden gemimizin idaresi, irade noktasında bize bırakılmışsa fikir vekalp yansımalarını da yönlendirmek bize aittir. Bunların yönünü dalalet vezulmete çevirmek üzüntünün, sıkıntının, anlamsızlığın, kimliksizliğin işaretleridir.

    Yaratıcı, bize, bizi vermiş, bize bizi hediye etmiştir. Bize düşen sadecekim olduğumuzu bulmaktır. Çünkü kendini bilen Rabb’ini de bilir. Rabb’inibilen kendini de… Aksi takdirde Yaratıcı ile bağlantılandırılmayan, ilişkilendirilmeyenhiçbir sevgi, hiçbir ilgi, hiçbir takdir, hiçbir kimlik,hiçbir aşk veya sevgi insanı tatmin edemeyecektir.

    Bir insanın hayatının bir hiç olduğunu, gereksiz olduğunu hissetmesiinsanın en temel acısıdır. Bu kabuller, insanın hayatla ve diğer insanlarlabağlantısını koparır. Ruhunu her an azap içinde bırakır. Tüm yaşamaisteğini yok eder. Hayatı çekilmez kılar. Duygular kararır, ruh acı çeker.

    Akıl azap duyar. Bu duygular dayanılmazdır. İnsan bir dayanak noktası arar.İnsanın aradığı bu dayanak noktası ya kendi içindedir ya da kendi dışındaolacaktır. İnsanın kendi dışındaki dayanak noktası ya kendi gibi aynı varoluşimkânına, aynı varoluş sınırlılıklarına sahip diğer insanlar olacaktır yada tüm varoluşu yokluktan ve hiçlikten var kılan, mutlak kudreti olan birYaratıcı…

    Hayatın, mutluluğun ve bilincin yönlendirilmesi noktasında bir kararavarmalıyız artık:Türk müyüz, Müslüman mı, Fenerbahçeli mi?VeyaYaratıcı’yla beni ve hayatı anlamlandıran mı?