Köprü Anasayfa

İnsanî Değerler, Toplumsal Barış, Milliyet ve Milliyetçilik

"Güz 2013" 124. Sayı

  • Kürt Sorunu, Eğitim ve Ulema

    Kurdish Problem, Education and Scholars

    İbrahim Kaygusuz

    Giriş

    Yakın tarihimizin önemli olaylarına şahitlik yapan Bediüzzaman SaidNursî, Osmanlı’nın çalkantılı dönemlerine ait olaylar zincirini zengin birmateryale dönüştüren ve bundan hareketle çok yönlü ve her döneme uyarlanabilecekKur’anî düsturlar ortaya koyan önemli bir şahsiyettir.

    İttihad ve Terakki döneminde başlayan baskıcı siyasi tutumlar Kemalistrejimle mutlaklaştırılmıştır. Yakın tarihimizin ırkçı, militarist ve jakobensüreçleri en çok din ve dil özelinde yoğunlaşmıştır. Din özelinde Müslümanlar,dil özelinde de Kürtler hedef alınmıştır.

    Problemi aşmanın pek çok alternatifi mevcuttur. Bunlardan birisi “ulema”realitesidir. Kürt probleminin çözümünde “ulema” önemli bir misyonyüklenebilir.

    Müslüman toplumlarda ve Osmanlı toplumunda merkezî bir konumasahip olan ulema, İslam tarihinde önemli roller oynamış ve Peygambere(asm) varis olma vasfından dolayı saygın konumunu her zaman muhafazaetmiştir. Hazreti Ömer döneminden beri Müslüman olan Kürt toplumundada ulema önemli roller üstlenmiş ve toplumun istikrarına önemli katkılarsağlamıştır.

    Said Nursî, ulema kültürünün temsilcisi olup bu kültürün halk kültürüile bağ kurmasına önemli katkılar sağlamıştır. Mevlana Halid-i Bağdadive Molla Ahmed-i Ceziri gibi değerlerden beslenen Kürt halkının irfanı bugün Said Nursî ismi ile somutlaşmıştır. Dolayısıyla Kürt probleminin çözümünde Said Nursi’nin önerileri çözüm arz etmektedir.

    Bu bağlamda Bediüzzaman’ın Kürt reçetesi olan “Münazarat adlı eserinde“ulema’ya yüklenen misyon, analiz edilmesi gereken önemli bir noktadır.

    1-MÜSLÜMAN TOPLUMLARDA VEKÜRTLERDE ULEMANIN ROLÜ

    Âlim kavramının çoğulu olan ulema, saadet asrından bugüne bütünMüslüman coğrafyalarda saygın bir konuma sahip olmuştur. İslam dinininprensiplerine uygun olarak toplumun değerlerini muhafaza etmeye çalışanulema, gücünü Kur’an ve Hadis’ten almaktadır.

    Müslüman toplumlarda merkezi bir konuma sahip olan ulema ilk çağlardanberi toplumun bütün problemleri ile ilgilenmiş ve Müslüman halkıgözetlemiştir. Emevi, Abbasi, Selçuklu ve Osmanlı döneminde ulema ayrıcalıklıve güçlü bir birim olarak varlığını sürdürmüştür.

    Devlet adamları halkın din ve maneviyatından sorumlu olan ulemanınfikrine her zaman başvurmuş (Özkul, 2009:1) ve onlarla istişare etmiştir.Ulema İslam tarihi sürecinde her zaman yönetimden bağımsız bir statüyesahip olmuş ve peygambere (asm) varis olma vasfından dolayı saygın konumlarınımuhafaza etmişlerdir.

    Hazreti Ömer döneminden itibaren İslamiyet’i kabul eden ve bugünyüzde 99’u Müslüman olan Kürt toplumunda da ulemanın rolü son dereceönemli olmuştur. Bu rolün derecesini anlamak için Kürt toplumunu yakındantanımak gerekmektedir.

    Her toplumda olduğu gibi Kürt toplumunda da sosyal yapı belli katmanlardanoluşur: mirler (beyler), ağalar, eşraf, şeyhler, melalar (mollalar) vehalk tabakaları (Tan, 2009:49-56). Modernite ve küreselleştirme süreçleribütün dünyada olduğu gibi Kürt toplumu üzerinde de yıkıcı bir etki gerçekleştirdi.Bölge halkı ciddi bir transformasyon yaşadı. Buna rağmen şeyhve mela sınıfının etkinliği öteden beri mevcut olmaya devam etti. Şeyhlerindini otorite ile birlikte siyasi etkinlikleri söz konusu iken “mela” doğrudan“aydın” tanımlamasına tekabül eder.

    “Özellikle 1800’lü yılların sonlarında “şeyhler aşiret organizasyonun dışındaoldukları için aşiret kavgalarının çözümünde uzlaştırıcı bir rol üstlenebilmekteydiler.Bu nazik zamanda, onlar için yeni bir nüfuz sahası açıldı.Artık bundan sonra şeyhler, siyasi liderler olarak da gittikçe artan bir şekilde,sık sık boy göstermeye başladılar” (Mardin, 1993:185).

    Müslüman Kürt halkının dinî, toplumsal ve kültürel kodlarının şekillenişindeMele’ Ahmed-i Hani, İdris-i Bitlisî vb. binlerce Müslüman Kürtulemanın izleri mevcuttur. Müslüman Kürt halkının bin yıllık irfanı MevlanaHalid-i Bağdadi, Molla Ahmed-i Ceziri gibi değerlerden beslenmektedir.Bu değerler bugün Said Nursî etrafında dolaşmaktadır.

    İbn’ül Esir, İbn-i Teymiye, İbnü’l Halikan, Ebu’l Feda, Bitlisli Şerefhan,Şair Nefi ve Urfalı Nabi gibi birçok Kürt asıllı yazar, şair ve bilim adamıeserlerini Arapça, Türkçe ve Farsça yazmış (Tan, 2009:45) ve İslam’ın şuurunuKürt halkının duygularına yerleştirmişlerdir. Bu rolü bugün güncel veyetkin konumu ile Said Nursî oynamaktadır.

    2-KALICI BARIŞ, EĞİTİM VE ULEMA

    Kâinattaki fıtrat kanunlarına muvafık hareket etmeyen sosyal cereyanlarınneticeye ulaşması mümkün değildir (Nursî, 2007b:286-287). Fıtratıntoplumdaki dili tearüf, teavün ve barıştır. Kalıcı barışlar tedrici süreçlerlegerçekleşir. Ani ve sarsıcı yollar istikrarlı barışı sağlayamaz. Kâinattaki ilahikanunlar gibi sosyal ve ferdi hayatımız da bu tedricilik üzerine işler. Tedricisosyal tekâmülümüzün temel parametresi hiç şüphesiz eğitimdir. Eğitimlibireyler ve bu bireylerden müteşekkil toplumlar terör yerine ilim ve sanatkonuşurlar.

    Ulema, böyle bir medeniyet toplumunu inşa etmede önemli roller oynayabilir.Din dışı bir ulus devlet inşa etmeye çalışan Cumhuriyet eliti hemTürk, hem de Kürt toplumunda fıtratın dilini sarsıntıya uğratmışlardır.Akamete uğrayan bu dil ulemaca tekrar inşa edilmelidir.

    Ulema bu rolleri ile toplumda yeniden görücüye çıkarılmalıdır. Eğitimbunun yolu olmalıdır. Eğitimin kendisi de bu anlamda mecrasından saptırılmışve topluma yabancı bir pozisyona itilmiştir. Anadolu toplumunundeğerleri ile eğitimi karşı karşıya gelmiştir.

    1920’de bu durumu keşfeden Bediüzzaman Kürtlerin medeniyetin anadamarı olan ilim (fünun) ve eğitimden (maarif-i cedide) nefret ettirildiklerinidile getirir. Bediüzzaman bu nefretin sebeplerini dört ana başlık altındatoplar: 1-Görünüşte yabancılardan gelmesi 2-Kendi içinde çatışmacı veuzlaşmaz bir üslup taşıması 3- Medrese modeline aykırı olması 4- Mektepehlinin İslamiyet’i zahiri ve taklidi olarak bilmesi ve itikadî anlamda şüphecibir çıkmaza saplanması. (Nursî, 2009: 27)

    Bediüzzaman’ın bu duruma karşı çözüm önerisi ise şöyledir: “Aşiret,alaylılık ve askerlik bab-ı alisi ile mekatip ve maarifi içlerine idhal ve maden-i saadetleri olan medaris-i münderiseyi (izi kalmamış medreseler)ihya ile ulum-i diniye ile beraber fünun-u lazıme-i medeniyeyi Kürt ulemasıtedris etmektir. (Nursî, 2009: 27)

    Bediüzzaman “Aşiret, alaylılık ve askerlik bab-ı alisi” gibi siyasi nüfuz vemaddi güç unsurlarının politik uygulamalarda rol alması gerektiğini ifadeeder. Aşiretten kasıt bölgenin toplumsal tabanıdır. “Alaylık ve askerlik bab-ıâlisi” ile de Bediüzzaman bürokrasiyi kastediyor olmalıdır. Kısaca devletve halk politik seferberliği beraber yürütecek. Yani Bediüzzaman tabandangücünü alan bir eğitim modeli önerir ve bu modelin en önemli öncüsüolarak da “ulema”yı görür. Bu ulema medrese, tekke ve mektebi barıştıranmodern dönemlerin Müslüman ulemasıdır.

    Yoksa sadece aşiret, alaylık veya askerlik bab-ı âlisi’ni önceleyen bir çözümstratejisi akamete uğrayabilir. Örneğin alaylık ve askerlik bab-ı âlisi’ninbugün tekabül ettiği düzey dünkünden çok farklıdır. Osmanlı’dan bugünedoğu ve güneydoğu bölgesinin hem bürokratik tabanı, hem de sosyolojiktabanı dönüşüm ve kaymalar yaşamıştır.

    Bugün varlığı devam eden “aşiret” olgusu da değişim rüzgârından çoketkilenmiştir. Özellikle pazar ekonomisi ve pazar güçleri karşısında aşiretinvarlığı tehlikeye düşmüştür. Varlığı Doğu ve Güneydoğu’da tek parçalı birolgudan ziyade karmaşık olgular sistemine tekabül eden aşiret kavramınınbugünü ile ilgili Doğu Ergil’in yorumu şöyledir:

    “Aşiret bir güç kaynağıdır. Bireye fiziksel güvenlik yanında arazi ve meragibi alansal güvenlik sunar. Ancak aşiret dayanışmacı olduğu kadar bölüşümcüdeğildir. Eşitlikçi ve kaynak dağıtıcı, yani bir sosyal adalet aracı değildir.Eldekini (sürüler ve diğer hayvanlar ile sahip olunan araziyi) korur.Üretim için işbirliğini ve işbölümünü düzenlemez. Kısaca aşiret koruyucubir şemsiyedir, mensuplarını dışarıdan gelecek tehlike ve tehditlere karşıkorur. Tabii bu tehditler, aynı düzenin benzer birimlerinden gelmelidir. Yapazar ekonomisinin gözle görülmeyen tehdidi? İşte aşiret yapısının bu konudayapacağı bir şey yoktur. Aşiret pazar güçleri karşısında işlevini ve gücünüyitirir. Birçok yerde olan da budur” (Ergil, 2009:143-144)

    Varlığı kalıp değiştirse bile tesir alanı bugün şiddetle devam eden ulemayaait değerlendirmeler ise öteki üç olgudan farklı olmalıdır. Dün cami,medrese ve tekke etrafında dolaşan fonksiyonel ulema rolü bugün cemaatler,vakıflar, dernekler, sivil toplum kuruluşları ve gönüllü organizasyonlarözelinde dünden daha tesirli şekilde devam etmektedir.

    31 Mart Vak’ası sonrası kurulan sıkıyönetim mahkemesine çıkarılanBediüzzaman burada yaptığı müdafaasında Doğu ve Güneydoğu coğrafyasınıneğitimi ile ilgili şu dikkat çekici yorumu yapar: “Ben vilayat-ı şarkiyedeaşiretlerin hal-i perişaniyetini görüyordum. Anladım ki, dünyevi birsaadetimiz, bir cihetle fünun-u cedide-i medeniye ile olacak. O fünununda gayr-ı müteaffin (bozulmamış) bir mecraı ulema ve bir menbaı da medreselerolmak lazımdır; ta ulema-i din, fünun ile ünsiyet peyda etsin. Zirao vilayatta nimbedevi vatandaşların zimam-ı ihtiyarı (tercih hakkı) ulemaelindedir” (Nursî, 2000:29).

    3-MEDRESETÜ’Z-ZEHRA(ÜNİVERSİTE/AKADEMYA ZİNCİRİ)

    “Ulema” merkezli çözüm önerilerinin en somut örneği Bediüzzaman’ınelli beş yıllık hedefi olan Üniversite/Akademya zinciridir.

    Akademyalar zincirinin misyonuna dair sembolik cümle şudur: “Vicdanınziyası ulum-u diniyedir, aklın nuru fünün-u medeniyedir. İkisinin imtizacıylahakikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder.İftirak ettikleri vakit birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüteder” (Nursî, 1999:80).

    Din ilimleri ve medeniyet fenlerinin beraber okutulması hedefi bugünİmam-Hatip düzeyinde kısmi olarak gerçekleştirilmektedir. Bu uygulamadakimüsbet sonuçlar Bediüzzaman’ın isabetine dair ipuçlarını ele vermektedir.İmam-Hatip okulları siyasî kampların içine çekilmediği sürecebeklenen verimi beraberinde getirmiş ve artık kendi neslini üreterek resmiideolojinin çatışmacı yansımalarını elimine etmiştir.

    Bu aşamadan sonra hedef bu olgunun ortaöğretimden yüksek öğretimedoğru geçişini sağlamak olmalıdır. Hükümetler 4+4+4 gibi projelerleİmam-Hatip realitesinin orta kısımlarına verdiği ehemmiyet paralelinde busistemin yüksek öğretim ayağına da üst düzeyde önem vermelidir. Zira İlahiyatfakülteleri Bediüzzaman’ın hedeflediği anlamın tam karşılığı değildir.

    Medresetüzzehra projesi İmam-Hatip okullarının açılışından yarımasır önce Bediüzzaman tarafından Sultan Abdülhamid’e teklif edilmiştir.Eğer teklif kabul görse idi bu Akademyalar zinciri hem kendi neslini hemde kendi sisteminde “ulema”sını üretecekti.

    Bu ulema toplumun değerleri ile eğitim arasındaki yabancılığı ortadankaldıracak ve Batı’nın hegamonik bilimsel baskısı bu kadar ağır olmayacaktı.Konumuz özelinde doğu ve güneydoğu problemi bu kadar büyümeyecek,kurulacak bu yüksek öğretim merkezlerinin yetiştirdiği nesil ve ürettiği ulema,ideolojik ve etnik çatışmalara meydan vermeyecekti.

    Resmî düzeyde karşılığını bulmayan bu proje Bediüzzaman’ın çabalarıile gayr-ı resmî olarak karşılığını bulmuştur. Büyüyen Doğu ve Güneydoğusorununun tamir edilebilir noktada kalması bu gayr-ı resmi çabaların başarısısonucudur.

    Bediüzzaman Hazretlerinin bu üniversite projesi, genelde Osmanlı coğrafyasınındoğu ve güney bölgelerini ıslaha yönelik bir hedef olarak takdimedilir. Bu yaygın kanaat doğru olmakla beraber yetersizdir. Çünkü SaidNursî’nin konu ile alakalı son yıllarına ait metinlerine baktığımızda projeninbütün insanlığa yönelik bir “Kur’an medeniyeti” projesi olduğu anlaşılır.

    Din ilimleri ile medeniyet fenlerinin (bilim, sanat, teknoloji, vb.) buluşmazemini olan bu proje, önceliğinde Asya kıtasını hedef alan bir projedir.Bu medeniyet projesinin bir sonraki hedefi ise, bu kıtayı basamak yaparakbütün insanlığın problemlerine çözümler üretmektir. Bu anlamda proje,modern dünyanın dinamiklerini anlamaya ve kucaklamaya matuf bir reçetedir.

    Medresetü’z-Zehra İran, Arabistan, Mısır ve Afganistan; öte yandanPakistan, Türkistan ve Anadolu’nun merkezinde bir kalp olma hedefindedir.Medresetüzzehra bir yönü ile Câmiül Ezher paraleli bir projedir. Çünkü Câmiül Ezher, uzun yıllar İslam dünyasının Afrika ayağında ilim merkeziolma rolünü üstlenmiştir.

    Projenin aslı, “Câmiül Ezher”in (kız) kardeşi olan “Medresetü’z-Zehra”dır. Fakat Medresetü’z-Zehra, Câmiül Ezher’in muadili değildir.Fikir, muhteva ve sayı itibarı ile kısırlıktan öte doğurganlığı hedefleyen cihanşümulbir projedir. Bu doğurgan projenin ürünü olan nesiller ve ulemahem bütün İslam coğrafyasına, hem de Anadolu coğrafyasına özelde deTürkiye’nin doğu ve güneydoğu coğrafyasına hayat verecektir. Devlet yetkilileribu projeye sahip çıkmalı ve YÖK bu büyük projenin resmî sorumluluğunuüstlenmelidir.

    4-KÜRT HALKI VE SECİYE-İ İSLÂMİYE

    Hucurat Sûresi on üçüncü ayet, farklı milletlerin ve kabilelerin varlığınıhaber verir. Milleti var kılan İlahi kudret, onu sadece fizikî bir nesne olarakvar etmemiş, seciyeleri ile birlikte yaratmıştır.

    Bediüzzaman Yirmi Altıncı Mektup’ta bu gerçeğe şu örneği verir: “Hermilletin kamet-i kıymeti başka bir elbise ister. Bir cins kumaş bile olsa, tarzıayrı ayrı olmak gerekiyor”(Nursî, 2007a:544). Aynı kumaş farklı cinsiyet,boy ve kilodaki insanlarda farklı kalıplara bürünebildiği gibi insanlar dayaşadıkları coğrafyaların etkisi ile farklı karakterlere bürünebilmektedirler.

    Bediüzzaman’ın “Muhitin insan ahlakı üzerinde tesiri vardır” keşfineparalel olarak, İbn-i Haldun da hava ve iklim şartlarının insan ahlakı, seciyesi,ruh yapısı ve buna bağlı hal ve davranışları üzerinde tesir ettiğini söyler.İnsan, içinde yaşadığı muhite göre şekil alır. İklim insan bedenine tesirettiği gibi ruhuna da tesir eder ve ona değişik huy ve karakterler kazandırır.

    Bediüzzaman Yirmi Dokuzuncu Mektup’ta “Milyonlarla efradı bulunanve binler seneden beri milliyetini ve lisanını unutmayan ve Türklerinhakiki bir vatandaşı ve eskiden beri cihad arkadaşı olan Kürtlerin” (Nursî,2007a:730) varlığına dikkat çeker.

    Herkes dünyaya kendi penceresinden bakar. İçinde yaşanılmayan ve ruhuylatemas kurulmayan bir muhitin şekillendirdiği milliyet ve ona mensupkişilik hakkında uzaktan yorum yapılması doğru olmamaktadır. İnsanlarınsevgisini ruhunda hissettiği, acılarını paylaştığı yer dünyaya gözlerini açtığıyerdir. Lisan-ı maderzade bu kaynaklardan beslenir. Bediüzzaman Münazarat’ındaKürtçe düşündüğünü, Türkçe ve Arapça yazdığını söylerken tercümeyiyapan hayalin dahi kalbin sözünü iyi anlamadığını söylemektedir.Tatmayan bilemez. Mahiyeti bilinmeyen bir şey hakkında fikir yürütmekabesle iştigaldir. Anlamak ve anlam vermek temas etmekten geçer. Dolayısıylabir şeyin aslına ve ruhuna nüfuz etmeden çözüm teklifleri sunmakfıtrat kanunlarına aykırıdır.

    Bediüzzaman Hazretleri Kürtlerin seciyelerinin “İslamiyet” ile şekillendiğiniaçıkça söylemektedir. Kürtlere yönelik bu anlamdaki cümlesişöyledir: “Sizler bedevî olduğunuzdan ve fıtrat-ı asliyeniz, oldukça bozulmamışolduğundan, İslâmiyet’in kudsî milliyetine daha yakınsınız” (Nursî,1999:66-67). Bunu hesaba katmayan Kemalizm, İslamiyet yerine Türkçülükperdesi altında dinsizlik empoze etmiştir. Kemalizm Kürtlerin İslamîseciyelerini tanımak yerine keyfi hareket etmiş, “inkâr” modelini seçmiş ve bugünkü tabloya sebebiyet vermiştir. Çözüm yukarıda zikredilen HucuratSuresi on üçüncü ayetin sonundadır: “Sizi birbirinizi tanıyasınız diye milletlereve kabilelere böldük” Bediüzzaman’ın bu son kısımla ilgili yorumuşöyledir: “Yoksa sizi kabile kabile yaptım ki, yekdiğerinize karşı inkâr ileyabani bakasınız husumet ve adavet edesiniz değildir” (Nursî, 2007a:538).

    5- OSMANLI’DAN TÜRKİYE’YE VE DİNDENETNİSİTEYE EVRİLEN TOPLUM

    Dünya tarihinin modernite ve uluslaşma süreçleri bir taraftan Osmanlıtoplumunu transforme ederken diğer taraftan günümüze dek sürecek olansosyal çalkantılara kaynaklık etti. Yüz yıldır can yakmaya devam eden Kürtproblemi, Osmanlı’dan bugüne katlanarak devam eden bu çalkantıların başındagelir. Yeni anayasa ile birlikte aklıselimin devreye girmesi ve bu problemintarihe mal edilmesi gerekmektedir.

    Milliyetçi akımların dünyayı sarstığı dönemler, Türkiye’nin otoriter yapı üzerine inşa edildiği dönemlerdir. Otoriterliğin dayattığı ideolojilerin başında katı laisizm ve milliyetçilik gelir. Yerleşik inanç ve değerlerle çatışan bu iki resmî ideoloji, halk ile devlet çatışmasını beraberinde getirdi.

    “Bu çatışmanın yansıdığı en önemli alanlardan biri, Türkiye’deki ulusinşa pratiğinin bir sonucu olarak karşımızda duran ve kendisini Türk etnik/ulusal kimliği içinde algılamayan, yalnızca seçkinlerle sınırlı olmayıp kitleselbir hareket niteliği de taşıyan, Kürt kimliğine dayalı kültürel ve siyasîtaleplerin karşılanma biçimidir” (Yıldız, 2010:9).

    Kürtlerin de içinde bulunduğu Osmanlı toplumu, 1856’dan sonraki süreçteçok dil ve sair heterojen karakterlerinden uzaklaştırılmıştır. Eşit vatandaşlıkyolu ile Osmanlı halkı din, dil farkı tanınmadan ortak vatandaşlıkbağı ile tek bir millet haline dönüştürülmek istenmiştir. Sonuçta çok din vedile sahip olan Müslüman toplum İslam’dan uzaklaştırılmış ve etnik algıüzerine kurulu modern ulus haline dönüştürülmüştür. Böylece etnik kimlikdin kimliğinden daha güçlü hale gelmiştir (Karpat, 2011:12).

    Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyetine gelindiğinde ise, modern milletanlayışına paralel bir “Türk” milleti olgusu üretilmeye çalışılmıştır. Tarihkongreleri, halk evleri ve benzeri girişimlerle maddi yanları ağır basan yenibir Türk milleti oluşturulmak istenmiştir. Bu süreçte Türk milletinin dışındakihalklar zorla “Türkleştirilmek” (Karpat, 2010:11) istenmiş, Türklerinkendisi de dinden ve maneviyattan uzaklaştırılarak “yabancılaşma” sürecinemahkum edilmiştir.

    Osmanlıdan cumhuriyete uzanan ve günümüze dek süren bu vetire karşıtoluşumları doğurmuştur. 1913-14 Bitlis ayaklanması ile başlayıp günümüzedek süren uzun ve çalkantılı Kürt sorununun temelinde böyle birtoplumsal dönüşüm projesi yatmaktadır.

    Dinden uzak modern ve etnik millet hedefi çatışmaları tetiklemiştir.Sıkıntı bugüne kadar artarak devam etmiştir. Çözümü krizin başladığı noktadaaramak gerekmektedir. Bunun için çok dil, çok din ve çok renkli heterojenkarakter, topluma yeniden kazandırılmalı ve ırkçı yaklaşımlar terkedilmelidir.

    Düğümü çözecek olan grup ise “ulema”dır. Fakat bu ulema yasalcı, müteredditve kuru nitelikteki Ortodoks ulema profili (Mardin, 1994:38-39)değildir. Türkiye’nin böyle bir ulema profilinden ziyade “ulu kişi” imajınıçizebilen, tüm toplumsal katmanlarda saygın pozisyon alabilen, ezberleribozabilen dolayısıyla çözüm üreten etkin ulema profiline ihtiyacı vardır.

    Said Nursî bu ulema profiline göndermede bulunarak doğu bölgesininve halkının tercih hakkının (zimam-ı ihtiyarı) bu ulemanın elinde olduğunusöylemektedir.

    Bu çözümde rol oynayacak olan ulema ya Kürt halkından olmalı veyaKürt halkının dinî ve millî seciyelerini anlayacak ferasette olmalı. Bu anlamdakiulema doğu ve batı ikilemi yaşamamalı, şartların ve ideolojilerinempoze ettiği zihniyet çelişkilerine esir olmamalı, yerel ve küresel değerlerarasında uzlaşı kurabilmeli ve özellikle de diyalog kültürünü hazmetmişolmalıdır. Böyle olmayan ulemaya Kürt halkının kendi tercih hakkını vermeyeceğibir gerçektir.

    Sonuç

    Modernite ve uluslaşma süreçleri Osmanlıdan cumhuriyete uzanan çatışmalarınçoğuna kaynaklık etmiştir. 1913-14 Bitlis ayaklanması ile başlayıpgünümüze dek süren uzun ve çalkantılı Kürt sorununun temelindebüyük bir dönüşüm projesi olan uluslaştırma süreci yatmaktadır. Yerleşikinanç ve değerlerle çatışan modernleşme ve uluslaştırma projeleri yapıcı değilyıkıcı sonuçlar ortaya çıkarmıştır.

    Dinden uzak modern ve etnik millet hedefi dâhili çatışmaları tetiklemişve sıkıntı bugüne kadar artarak devam etmiştir. Çözümü krizin başladığınoktada aramak gerekmektedir. Bunun için çok dil, çok din ve çok renkliheterojen karakter, topluma yeniden kazandırılmalıdır.

    Çözüme ait perspektif, Kürt halkının dini ve milli seciyelerini içerecekmahiyette olmalıdır. Bediüzzaman’ın metinleri Kürt halkının bu seciyelerinidoğru tanımlayıcı bir referanstır. Yeni anayasa sürecinde bu referanstansonuna kadar faydalanılmalıdır. Doğu ve Batı ikilemi yaşayan, şartların veideolojilerin empoze ettiği zihniyet çelişkilerine esir olan, yerel ve küreseldeğerler arasında uzlaşı kuramayan ve diyalog kültürünü hazmetmemiş birperspektif çözümde yetersiz kalacaktır.

    Doğu ve Güneydoğu için tabandan gücünü alan bir eğitim modeli önerenBediüzzaman bu modelin öncüsü olarak “ulema”yı görür. Bediüzzaman’ınifade ettiği bu ulema medrese, tekke ve mektebi barıştıran modern dönemlerinMüslüman ulemasıdır.

    Dün cami, medrese ve tekke etrafında dolaşan fonksiyonel ulema rolübugün cemaatler, vakıflar, dernekler, sivil toplum kuruluşları ve gönüllü organizasyonlarözelinde dünden daha tesirli şekilde devam etmektedir.

    Kürt problemini çözecek olan ulema, resmi ideolojiye yaslanan yasalcıve mütereddit değil ezberleri bozabilen nitelikte olmalıdır.

    Bediüzzaman’ın Kürt problemine yönelik ulema merkezli çözüm önerisi elli beş yıllık Üniversite/Akademya projesidir. Devlet yetkilileri Bediüzzaman’ın bu projesine sahip çıkmalı, YÖK bu büyük projenin resmi sorumluluğunu üstlenmelidir.