Köprü Anasayfa

İnsanî Değerler, Toplumsal Barış, Milliyet ve Milliyetçilik

"Güz 2013" 124. Sayı

  • Ontolojik, Psikolojik ve Sosyolojik Bir Milliyetçilik Yaklaşımı

    Approaches to Nationalism From Ontological, Psychological and Sociological Points of View

    Hakan Yalman

    Dr.

    Bütün varlıklar hakikat mertebesinde şeffaftır ve atmosferde yayın halindeolan yayına ve hedefine ulaşmamış telefon sinyaline benzer. Bütünvarlıklar hakikatinde şeffaftır, görünür hale gelme sürecinde teşahhus kazanırlar.Şeffafiyetten teşahhusat noktasına geçiş bir tür nefis kazanma yada nefisleşme sürecidir. Bu süreç zerrelerden kürelere her varlık için işlediğigibi sosyal yapılar için de geçerlidir. Hakikatinde şeffaf olan her toplum birnefis kazanarak kristalize olur ya da görünür hale gelir. Nihayetinde milletolur. Millet olmanın gereği olan ortak duygular bu nefisleşme sürecinin birgereğidir ve toplumun genelinde hissedilen bu duygu toplumu ortak bir nefishaline dönüştürür ve özünde milliyetçilik kavramının karşılığı olmalıdır.

    Milliyetçilik bir yönü ile sosyal bir kavram olmakla beraber daha önemliyönü ile psikolojik bir kavramdır ve insan olma gerçeğinin önemli duygularındanbiridir. Bazı kavramlar yaşantımızın seyri içinde zihnimizdekendilerine bir yer hazırlarlar ve fıtrî gelişim içinde nasıl oluştukları konusupek bizi ilgilendirmez. Bu tip kavramların iç alemimizde oluşturduğumanaları çoğu zaman kelimelere de dökemeyiz. Ama bizde bir şeyler ifadeettiğinin, hayatımızın bir parçası olduğunun farkındayızdır. Milliyetçilik debu kategoride ele alınması gereken kavramlardan biri olmalı. “Kendilerinibirleştiren dil ve kültür bağlarından dolayı ulusal bir topluluk oluşturmalarıgerektiğinin bilincine vararak bağımsız bir devlet kurmak isteyen kişilerinyarattığı siyasî hareket” ya da “ulusal çıkarların, ulusu oluşturan sınıf ve grupların veya diğer devletlerin çıkarlarından daha önce geldiğini ilerisüren siyasî kuram”1 şeklinde bir sözlük tanımı fertlerde milliyetçilik psikolojisinianlamak yolunda bir başlangıç noktası teşkil edebilir.

    Tarifin birinci kısmında dil ve kültür bağları ve bu bağların bir arayagetirdiği fertlerin oluşturduğu topluluk “millet” olarak ortaya çıkmaktadır.Aslında bu bağları elde etmiş fertler bir araya gelmezler; bir aradaki fertlerdeoluşan bu bağlar nesilden nesile taşınır. Yaşadığı toplulukta düşünebilen,idrak edebilen bir çağa gelmiş her fert kendini bu bağlarla bezenmişbir halde bulur. Yani, çevreyi algılayabilecek çağa geldiğinde artık fertleriarasında sıkı bağlar oluşmuş bir bütünün parçasıdır. Aile içinde anne, babave kardeşler ile, okulda arkadaşlar arasında kurulan bağlarla gözünü açan,daha sonra aynı şehirde yaşıyor, aynı toprakları paylaşıyor ve aynı dili konuşuyorolmanın ve aynı kültürden ve aynı türden varlıklar olmanın ördüğüağ ile çepeçevre sarılmış olarak bulur kendini. Bu ağdır kişiyi boşluktatutan, ruhuna destek olan ve sonsuz kâinat boşluğunun dehşet saçan gökcisimlerinin ve ezici çarklar gibi dönen olayların açtığı acziyet ve fakirlikyaralarının merhemi. Kişi, acizliğini ve fakirliğini hissettikten sonra, kendisinitutunmuş vaziyette bulduğu bu bağları devam ettirmek artık ihtiyaçhaline gelmiştir. Artık çıkarlarının farkındadır ve ilişkiler bir anlamda çıkarilişkisine dönüşüvermiştir. Şahsî çıkarlarını, ulusal çıkarlar hâline dönüştürmekkişinin kendisini daha güçlü hissetmesini sağlar ve olaylar karşısındadayanma gücünün arttığını düşünür. Peki, bu duygu nereden kaynaklanırve nasıl gelişir. Psikonalitik yaklaşımı Erich Fromm şöyle ortaya koyuyor;“Freud’un en verimli, en geniş kapsamlı bulgularından biri de narsisizm kavramıdır.Freud kendisi de bu kavramı en önemli bulgularından biri saymış,psikoz “narsisist nevroz” sevgi, hadım edilme korkusu, kıskançlık, sadizmgibi önemli olgularla, ezilen sınıfların yöneticilerine boyun eğmeye hazırolmaları gibi kitlesel olguların anlaşılmasında bu kavramdan yararlanmıştır.Bu bölümde ben Freud’un düşünce çizgisini izleyerek narsisizmin ulusçuluk,ulusal nefret, savaşın ve yıkıcılığın ruhsal dürtüleri konusundaki rolünüincelemek istiyorum.2 “Kişinin kendi benliğini sevmesi, kendisine hayranolması, libidonun cinsel nesne olarak kendi bedenine yatırım yaptığı ruhsalsapma”3 şeklinde anlamlandırılan narsisizm, aslında insan yaratılışında varve onu doğruya ulaştıracak yolda itici güçlerden biri olan kuvve-i şeheviyeninpsikonalitik dille ifadesinden başka bir şey değildir. “Menfaatlericezb ve celb için” insana verilen ve “tagayyür, inkılap ve felaketlere maruzve muhtaç şu insan bedeninde iskân edilen ruhun yaşayabilmesi için”4 verilmişüç kuvvetten biri olan kuvve-i şeheviyye-i behimiyye. İşte bu kuvveyedayalı bir milliyetçilik izahında Erich Fromm başka sahalarda bunun pekçok örneğini ortaya koymuş olan Freud’un yaklaşımı ile yola çıkıyor. “Freudşu temel fikrini hiçbir zaman değiştirmemiştir. İnsan ilk durumunda,erken bebeklik çağında, dış dünyayla henüz ilişki kurmadığı narsisizm “birincilnarsisizm” durumundadır, sonra normal gelişmesi sırasında çocuğundış dünyayla (libidoyla ilgili) ilişkilerinin çapı ve yoğunluğu artmaya başlar; ama insan birçok durumlarda (bunların en ağır olanı deliliktir.) libido bağlılığınınesnelerden soyutlayıp kendi egosuna yöneltir. “İkincil narsisizm”Ne var kì, normal gelişme durumunda bile insan, hayatı boyunca bir ölçüdenarsisist kalabilir”5

    İnsan fıtratındaki bu gelişmenin seyri psikonalitik deyimle “normal” birkişide narsisizmin gelişmesi Freud’un fikirleri doğrultusunda Erich Frommtarafından şöyle özetlenir: “Ana rahmindeki cenin mutlak bir narsisizmden,kendine yeterli narsisizmden değişen dış dünyanın algılanmasına, nesnelerinkeşfedilmesine doğru bir adım atarız”6 der. Bebeğin dıştaki nesnelerikendi başlarına “ben olmayan” nesneler olarak algılayabilmesi aylar sürer.Narsisizmine indirilen darbelerle, dış dünyayı ve bu dünyanın yasalarınıgittikçe daha çok tanıyarak insan “ister istemez” başlangıçtaki narsisizmini“nesne sevgisi”ne dönüştürür. “Ama” der Freud, “insan, dışta libidosuna nesnebulsa da her zaman bir õlçüde narsisist kalır.”7 Gerçekten de bireyin gelişmesi,Freud’un deyişiyle mutlak narsisizmden nesnel düşünme ve nesnesevgisi geliştirme yetisine doğru bir evrimdir; bununla birlikte bu yeti belirlisınırları aşmaz, “normal”, “olgun” kişi narsisizmini bütünüyle yok edemesede toplumca onaylanan en az duruma indirebilmiş kişidir. Freud’unbu gözlemi gündelik yaşam deneyleriyle de doğrulanır. Öyle anlaşılıyor kiher insanda, her türlü çözülme çabasına karşı direnen narsisist bir çekirdekkalır.”8 Bu konteks içinde kullanılan narsisizm terimini bir Müslüman’ıniç alemini şekillendiren dürtülerden, “nefs-i emmare” ya da kısaca “nefis”kavramı içinde toplananlara karşılık olarak değerlendirebiliriz. Devamlıkötülükleri emreden bu nefsin de ruhun gelişme seyri içinde terbiyeye ihtiyacıvardır. Olgun kişi, yani kâmil insan olma yolunda nefis öldürülmeye yada terbiye edilmeye ihtiyaç duyar. İşte kişilerdeki bu kavram, onların teşkilettiği toplumu da etkileyecek ve toplumun şahs-ı manevisinin oluşumundatop yekun bu duyguların birer yeri olacaktır. Yani psikoloji, sosyolojininoluşmasında bir temel taşıdır. Bu noktadan hareketle Erich Fromm “toplumsalnarsisizm” kavramını ortaya atmakta ve şöyle îzah etmektedir.” Aşağıdakitartışmanın özü kişisel narsisizmin topluluk narsisizmine dönüşmesiolacaktır. Topluluk narsisizminin toplumsal işlevinin bireysel narsisizminbiyolojik işlevine koşut olduğunu belirterek başlayabiliriz işe. Varlığını sürdürmekisteyen örgütlü bir topluluk açısından üyelerin narsisist enerjiyleyüklenmesi gereklidir. Topluluğun ayakta kalabilmesi, topluluk üyelerininbuna kendi yaşamları ölçüsünde giderek yaşamlarından çok önem vermesiylesağlanır; dahası, o topluluğun üyeleri kendi topluluklarının ötekitopluluklardan daha erdemli, daha üstün olduğuna inandırmalıdırlar. Butür narsisist birikim olmazsa, topluluğun ayakta kalmasını sağlayan gereklienerji ya da topluluk uğruna yapılan özveriler büyük ölçüde azalır.”9

    Bu duygunun insan bedeninin biyolojik ve ruhî devamlılığını sağlamasınabenzer şekilde toplum içinde bir benlik duygusunun toplumun ayaktakalmasına gerekli olduğu ancak bunun belirli ölçüler dahilinde normal olduğu ve belli bir seviyenin üzerinde patolojik olduğunu söyleyen Fromm,Bediüzzaman’ın şu sözlerini doğruluyor: “Tagayyür, inkılap ve felaketleremâruz ve muhtaç şu insan bedeninde iskan edilen ruhun yaşayabilmesi içinüç kuvvet ihdas edilmiştir. Bu kuvvetlerin birincisi, menfaatleri celb ve cezbiçin kuvve-i şeheviyye-i behimiyye… ikincisi, zararlı şeyleri def için kuvve-isebuiyye-i gadabiyye… üçüncüsü, nef ’ ve zararı, iyi ve kötüyü birbirindentemyiz için kuvve-i akliyye-i melekiyyedir. Lakin, insandaki bu kuvvelereşeriatça bir had ve nihayet tayin edilmiş ise de, fıtraten tayin edilmemişolduğundan, bu kuvvetlerin her birisi “tefrit, vasat, ifrat” namiyle üç mertebeyeayrılırlar. Mesela: Kuvve-i şeheviyyenin tefrit mertebesi humuddur ki,ne helale ve ne de harama şehveti, iştihası yoktur. İfrat mertebesi fücurdurki, namusları ve ırzları pâyimal etmek iştihasında olur. Vasat mertebesi iseiffettir ki; helaline şehveti var, harama yoktur.

    İhtar: Kuvve-i şeheviyenin; yemek, içmek uyumak ve konuşmak gibifüruatında da şu üç mertebenin yeri vardır.”10

    Ferdî plandaki bu özellikleri topluma yansıtmak için yine Fromm’uncümlelerini kullanalım: “Topluluk narsisizmini yaratan öğeler arasındabireysel narsisizmle ilgili olarak ele aldığımız benzer olguları bulabiliriz.Burada da narsisizmin tehlikesiz ve hastalıklı türleri arasında ayrım gözetebiliriz.Topluluk narsisizminin nesnesi herhangi bir şeyin başarılmasıysayukarıda incelenen diyalektik süreç aynıyla yer alır. Yaratıcı bir şey başarmagereksinmesi topluluk tekbenciliğinin yarattığı dar çemberin kırılmasını,ilginin başarılmak istenen amaca yöneltilmesini zorunlu kılar. (Bir topluluğunamaçladığı başarı, toprak ele geçirmekse gerçekten üretici bir çabanıngetirdiği yararlı etki büyük ölçüde yok olacaktır) Öte yandan topluluk narsisizmininnesnesi topluluğun kendisi, görkemliliği, geçmişteki başarıları,üyelerinin bedensel sağlamlığıysa o zaman yukarıda sözü edilen karşıt eğilimlergelişemeyecek, narsisist eğitimle bunun getirdiği tehlikeler gittikçeartacaktır. Elbette gerçek hayatta bu iki öğe çoğu zaman birbirine karışmışolarak görülür.

    Topluluk narsisizminin şimdiye dek ele almadığımız başka bir toplumsalişlevi daha vardır. Bir toplum, üyelerinin çoğunu ya da büyük bir kesiminiyeterince besleyemiyorsa, toplumsal huzursuzluğu önleyebilmek içinhastalıklı bir narsisizmle doyum sağlamak zorundadır onlara. Ekonomikve kültürel açıdan yoksul olan insanlar için o topluluğun bir üyesi olmanınverdiği narsisist kıvanç tek ve çoğu zaman çok etkili bir doyum kaynağıdır.Hayat kendilerine “ilginç” bir şey getirmediği, ilgilerini geliştirecekimkânları sağlayamadığı için bu insanlar aşırı bir narsisizm geliştirebilirler.Bu olgunun en iyi örnekleri son yıllarda Hitler Almanyasında bugün deAmerika’nın Güney’inde görülen ırksal narsisizmdir. Her iki örnekte deırksal üstünlük duygusunun özü aşağı-orta sınıftan kaynaklanmıştır. Durumbugün de aynıdır; Almanya gibi Amerika’nın Güneyi’nde de ekonomikve kültürel açıdan gelişmemiş (köhnemiş, can çekişen bir toplumunkalıntıları olduğu için) hiçbir gerçekçi gelişme umudu kalmamış olan bugeri kalmış sınıfın bir tek doyum yolu vardır: Kendini dünyada en büyük hayranlık toplayan topluluk sayarak, aşağı ırk olarak damgalanan bir ırksalgruba üstünlük taslayarak kendi imgesini şişirmek. Bu geri kalmış topluluklarınüyeleri şu duygular içindedir: “Yoksul ve kültürsüz olsam da önemlibir kişiyim ben, çünkü bugüne dek dünyanın gördüğü en üst topluluğununüyesiyim”11 Aynı noktaya Bediüzzaman da şöyle işaret ediyor: “Hem fikr-imilliyette bir zevk-i nefsâni var, gafletkârane bir lezzet var; şeametli birkuvvet var. Onun için şu zamanda hayat-ı içtimaiye ile meşgul olanlara,“Fikr-i milliyeti bırakınız!” denilmez. Fakat fikr-i milliyet iki kısımdır. Birkısmı menfìdir, şeametlidir, zararlıdır: başkasını yutmakla beslenir, diğerlerineadavetle devam eder, müteyakkız davranır. Şu ise muhâsamet ve keşmekeşesebeptir.”12

    “Topluluk narsizmini görebilmek bireysel narsisizmi görebilmektendaha zordu. Birisinin çıkıp da başkalarına şunları söylediğini düşünelim:“Ben” (ve benim ailem) dünyanın en üstün insanlarıyız; bizden temiz, bizdenzeki, bizden iyi, bizden dürüst insan yoktur; öteki insanların hepsi pis,aptal, ahlaksız ve sorumsuzdur.” Pek çok kimisi bu insanın kaba, dengesiz,giderek deli olduğunu düşünecektir. Oysa bağnaz bir konuşmacı, kitleninkarşısına çıkıp da “Ben” ve “benim ailem” yerine ulus (ya da ırk, din, siyasalparti vb.) koyarak bir konuşma yaparsa ülkesini, Tanrı’yı vb.yi seven birinsan olarak övülecek, değerli bulunacaktır. Öte yandan başka uluslardan vebaşka dinlerden olanlar hor görüldükleri için böyle bir konuşmaya kızacaklardır.Yüceltilen toplum ipinde her bireyin kişisel narsisizmi doğrulanacak,milyonlarca kişinin paylaştığı bu yargılar akla uygunmuş gibi görünecektir.(Halkın çoğunluğunun akla uygun olarak kabul ettiği şey halkın tümünündeğilse bile büyük bir kesimin kabul ettiği bir şeydir: pek çok insanıngözünde “akla uygunluk” yargısını akıl değil toplumun onayı belirler.) Birbütün olarak topluluk, varlığını sürdürebilmek için narsisizme ihtiyaç duyduğusürece topluluk narsisist tutumlarını arttıracak, bu tutumları özelliklegayet haklı ve erdemli tutumlar olarak gösterecektir.

    Narsisist tutumun yayıldığı toplumun yapısı ve boyutları tarih boyuncadeğişiklikler göstermiştir. İlkel kabile ya da boylarda yalnızca birkaç yüz üyevardır; burada insan henüz “bireyliği”ni kazanmamıştır; kendi topluluğuna,henüz koparılmamış olan “ilkel bağlar”la”,13 kan bağlarıyla bağlıdır. Bu nedenleboya olan narsisist bağlılık, üyelerin boy dışında duygusal bir varlıkgeliştirememelerinden dolayı çok güçlüdür.

    İnsan ırkının gelişmesinde toplumsallaşmanın gittikçe arttığını görebiliriz;kan bağlılığına dayanan ilk küçük topluluklar zamanla ortak bir dile,ortak bir toplumsal düzene ve ortak bir inanca dayanan daha büyük topluluklaradönüşmüşlerdir. Topluluğun çapının büyümesi ille de narsisizminhastalıklı niteliklerinin azalması anlamına gelmez.”14 Yukarıda geçen kısımlardanda anlaşılacağı üzere, menfi milliyetin menfiliği başkalarına karşıdüşmanlık üzerine kurulmuş olmasından kaynaklanır. Bu ise iyi ilişkilerleancak ayakta durabilecek olan insanlık âlemine önemli zararlar verir. İslamalemi içinde “ene” üzerine bina edilmiş bir menfì milliyet anlayışının verdiği zararları Bediüzzaman şöyle dile getirir: “Emeviler, bir parça fikr-i milliyeti siyasetlerine karıştırdıkları için, hem âlem-i İslâmı küstürdüler, hem kendileri de çok felaketler çektiler. Hem Avrupa milletleri, şu asırdaunsuriyet fikrini çok ileri sürdükleri için Fransız ve Alman’ın çok şeâmetliebedî adavetlerinden başka, Harb-i Umumideki hadisat-ı müdhişe dahi,menfi milliyetin nev’i beşere ne kadar zararlı olduğunu gösterdi. Hem bizdeibtida-i hürriyete Babil kal’asının harabiyeti zamanında ‘tebelbül-ü akvam’tabir edilen ‘teşâub-u akvam’ ve o teşâub sebebiyle dağılmaları gibi menfimilliyet fikriyle, başta Rum ve Ermeni olarak pek çok “kulüpler” namındasebeb-i tefrika-i kulüp, muhtelif mülteciler cemiyetleri teşekkül etti. Veonlardan şimdiye kadar ecnebilerin boğazına gidenlerin ve perişan olanlarınhalleri, menfi milliyetin zararını gösterdi. Şimdi ise, en ziyade birbirinemuhtaç ve birbirinden mazlum ve birbirinden fakir ve ecnebî tahakkümüaltında ezilen anasır ve kabail-i İslamiye içinde, fikr-i milliyetle birbirineyabani bakmak ve birbirini düşman telakki etme, öyle bir felakettir ki, tarifedilmez. Adeta bir sineğin ısırmaması için, müthiş yılanlara arka çevirip,sineğin ısırmasına mukabele etmek gibi bir divanelikle; büyük ejderhalarhükmünde olan Avrupa’nın doymak bilmez hırslarını, pençelerini açtıklarıbir zamanda, onlara ehemmiyet vermeyip, belki manen onlara yardım edip,menfi unsuriyet fikriyle Şark vilayetlerindeki vatandaşlara veya Cenup tarafındakidindaşlara adavet besleyip, onlara karşı cephe almak, çok zararlarıve mehâliki ile beraber; o cenup efradları içinde düşman olarak yoktur ki,onlara karşı cephe alınsın. Cenuptan gelen Kur’an nuru var; İslamiyet ziyasıgelmiş; o içimizde vardır ve her yerde bulunur.”15

    Fertlerden oluştuğu için, toplum kendi şahs-ı manevisinde onların ruhlarınınmozaiği olacak ve bu karışımın neticesinde genel hatlar ortaya çıkacaktır.Bir ferdin ruh yapısını şekillendiren kuvve-i şeheviyye, kuvve-i gadabiyyeve kuvve-i akliyye mertebelerinden geçen hat, toplum yaşantısında daönem kazanacak ve o toplumu oluşturan fertlerin hatları bir araya geldiğindetoplum için de bir ruh hali ortaya çıkacaktır ve toplum organik bir özellikkazanacaktır, ki bunu Bediüzzaman, “Küremiz hayvana benziyor” sözüyleifade eder. Teilhard de Chardin dünyada insan ruhlarının şekillendirdiğibir atmosferi “noosfer” şeklinde adlandırırken bu atmosferde ortaya çıkantoplum özelliklerini şu şekilde anlatır: “Biyolojik mekanizması gözden geçirildiğindeuygarlık (uygarlıktan, toplumsal organlaşmanın tamamlanmışhalini değil bu organlaşmayı doğurucu süreci anlıyoruz), bir zoolojik gruba(insan) yayılmış zoolojik türleşmeden başka bir şey değildir. Bu türleşmede,özel bir etki (psişizmin etkisi) sistematik açısından o zaman kadar ihmaledilebilir derecede kaldığı halde, birdenbire soyun dallanmasında egemenbir pay üstlenmiştir. Aynı şeye başka bir planda örnek: Gerçekten uzunzamandan beri iyi bildiğimiz gibi (mesela Böcekler, Kuşlar, Kemirgenler)birçok hayvan için sınıflandırma özelliği sayılmıştır. Şu halde bu “psikolojiktürler” kavramını neden daha ileri götürerek çok ve çok şekilli “insankolektif birimlerini” tarihin akışı içinde doğmuş doğal gruplar saymayalım?Kültürün ve ırkın birlikte etkileri ile, düşünce ve özgürlük alanlarında doğmuş bu kolektif birimler herhangi bir geviş getirici ve yırtıcı grubunu gruplandırmada yaptığımız kadar meşrû ve doğal bir gruplandırma sayılamaz mı? Yalnız şu farkla ki, burada ruhsal etkiler, fizyoloji ve morfolojininpayından daha egemen bir pay üstleniyorlar. O zamana kadar bilinmeyenveya nadir olan tiplerdeki bazı özellikler ve davranış özgürlükleri, canlıgüçlerin etkileşmelerinde kendilerini belirtmektedirler. Bunların birincisi,eski kromozomal kalıtımın “eğitimsel kalıtım” eklenerek çiftleşmesidir. Bireydışı olan bu kalıtım sebebiyle “kazanılmışın korunması ve biriktirilmesi Biyogenez’de birinci derecede bir önem kazanır.

    Kabileler, uluslar ve büyük devletlerin ve nihayet çağdaş devletin (bazıek faktörlerle birlikte) hayvan türlerinden kaynaklanan mekanizmayı sürdürdüğügörüşü açısından bakıldığında, insanlık tarihi, soyoluş (filogenez)yasalarını incelemeye açık bir seçim alanı haline gelmektedir. Bunun üçsebebi (dayanağı) vardır. Yakınlık veya “içsellik” nedenleri en başta gelir.Çünkü bu dayanağı oluşturan evrimsel fenomenler son birkaç yılda iç basıncınıarttırmakla kalmayıp, son deneyimlerimizde de devam etmektedir.İkinci dayanak, açıklık, netlik dayanağıdır. Noosferin yayıldığı süre içindeNoosfer’in bazı lifleri, özel bir kültür kompleksinin kuvvetli ve parlak boyasınıalmış olduğundan, bunları izlemek ve çözümlemek, herhangi bir zoolojikgrubun sadece anatomik öğelerini izlemekten daha kolaydır. O kadar ki,paleontolojinin ortogenez ve farklılaşmanın büyük yasaları üzerinde ortayakoyduğu gerçekleri ayrıntılarına kadar belirlemek ve doğrulamak istiyorsakuygarlıkların biyolojisi üzerine eğilmek uygun olur.”16Yine, farklılaşmaların da toplum gruplarını oluşturma üzerinde etkileriniorganik bir yaklaşımla değerlendiren yazar şöyle devam ediyor: “Toplumsallaşmaile canlılaşma arasında bulunan ve yapay olduğu halde bugün de(alışkanlık veya gelenekle) varlığı sürdürülen engel kaldırıldığında, insanlıkmacerasının görünürdeki düzensizliği altından berrak şekilde, temel yalınlıkbelirecektir. Yüzlerce halkın, ortaya çıkması, güçler, çatışmalar, birbirininyerine geçmeler… yani bir çok şekilli ve alacalı kaynaşma, canlı şekillerineseri ve hep aynı, sonu gelmeyen dallanma olayının uygarlık ortamında dadevam etmesi olamaz mı?

    Başlangıçta büyük ırkların bir tek yumağı, Pleitosen Çağı’nda belirmişti.Bunlar, beyaz, siyah ve mongoloid ırklardır. Daha sonra bu ilk etnikkültüreldemetten yeniden, periyodik ve “nabazanlar” halinde yeni pullar oluşmuş,yeni çizgiler ıraksak olarak ayrılmaya başlamışlardır. Bunların davranışıherhangi bir zoolojik pul veya çizgiye tamamen benzemektedir. Tarih ufkundabazı illetlerin birden belirmesinin, yer etmesinin ve (nasıl doğduğuaynı şekilde bilinmeyen) komşu bir çizgiye nöbet devrederek silinmesinindayanakları hep aynıdır.”17

    Bu, toplum olaylarını ve tarihî gelişmeleri de insan iradesinin dışındacereyan ediyor olarak ele alan çarpıcı bir yaklaşımdır. Belki dünyayı da aynışekilde… Kâinatı küçültünce insana ve insanı büyütünce kâinata benziyorolarak ortaya koyan cümlelerin sırlarını çözmeye doğru atılmış bir büyükadım.

    Neticede insanın ve toplumun yapısında milliyetçilik duygusu vardır.Bunu inkâr etmek veya ortadan kaldırmaya çalışmak gerçekten uzaklaşmakolur. O halde yapılması gereken bu duyguyu veriliş maksadına uygun vemüsbet yöne kanalize ederek kullanmaktır. Bu noktada, yukarıdaki bilgilerışığında daha farklı yönleri ile anlaşılacağına inandığım şu cümleler büyükönem kazanmaktadır: “Hürriyetin başında, Sultan Reşad’ın Rumeli’ye seyahatimünasebetiyle vilâyât-ı Şarkiye namına ben de refakat ettim. Şimendiferimizdeiki mektepli mütefennin arkadaşla bir mübahese oldu. Bendensual ettiler ki; ‘Hamiyet-i diniye mi, yoksa hamiyet-i milliye mi daha kuvvetli,daha lazım?’ O zaman dedim: “Biz Müslümanlar indimizde ve yanımızdadin ve milliyet bizzat müttehittir. İtibarî, zahirî, arızî bir ayrılık var. Belkidin, milliyetin hayatı, ruhudur. İkisine birbirinden ayrı ve farklı bakıldığızaman; hamiyet-i diniye, avam ve havassa şamil oluyor. Hamiyet-i milliye,yüzden birisine, yani menâfi-i şahsiyetini millete feda edene has kalır. Öyleise, hukuk-u umumiye içinde hamiyet-i diniye esas olmalı. Hamiyet-i milliyeona hadim ve kuvvet ve kal’ası olmalı. Hususan biz Şarklılar, Garplılargibi değiliz. İçimizde kalplere hakim hiss-i dinîdir. Kader-i Ezeli ekser enbiyayıŞarkta göndermesi işaret ediyor ki, yalnız hiss-i dinî Şark’ı uyandırır,terakkiye sevk eder. Asr-ı Saadet ve Tabiîn, bunun bir bürhan-ı kat’isidir.”

    “Ey bu hamiyet-i diniye ve milliyeden hangisine daha ziyade ehemmiyetvermek lâzım geldiğini soran bu şimendifer denilen medrese-i seyyarededers arkadaşlarım! Ve şimdi, zamanın şimendiferinde istikbal tarafınabizimle beraber giden bütün mektepliler! Size de derim ki:

    “Hamiyet-i diniye ve İslamiyet milliyeti, Türk ve Arap içinde tamamıylamezcolmuş ve kâbil-i tefrik olamaz bir hale, gelmiş. Hamiyet-i İslamiye, enkuvvetli ve metin ve Arştan gelmiş bir zincir-i nûrânîdir. Kırılmaz ve kopmazbir urvetü’lvüskâdır. Tahrip edilmez, mağlup olmaz bir kudsî kal’adır.”dediğim vakit, o iki münevver mektep muallimleri bana dediler: “Delilinnedir? Bu büyük davaya büyük bir hüccet ve gayet kuvvetli bir delil lâzım.Delil nedir?”

    Birden şimendiferimiz tünelden çıktı. Biz de başımızı çıkardık, penceredenbaktık. Altı yaşına girmemiş bir çocuğu şimendiferin tam geçeceğiyolun yanında durmuş gördük. O iki muallim arkadaşlarıma dedim.

    “İşte bu çocuk lisan-ı haliyle sualimize tam cevap veriyor. Benim bedelimeo masum çocuk bu seyyar medresemizde üstadımız olsun. İşte lisan-ıhaliyle bu gelecek hakikati der:

    Bakınız, bu dabbetü’l arz, dehşetli hücum ve gürültüsü ve bağırmasıylave tünel deliğinden çıkıp hücum ettiği dakikada geçeceği yolda bir metreyakınlıkta o çocuk duruyor. Dabbetü’l arz tehdidiyle ve hücumunun tahakkümüile bağırarak tehdit ediyor. “Bana rastgelenlerin vay haline” dediğihalde, o masum yolunda duruyor. Mükemmel bir hürriyet ve harika bircesaret ve kahramanlıklı beş para onun tehdidine ehemmiyet vermiyor. Budabbetü’l arzın hücumunu istihfaf ediyor ve kahramancıklığıyla diyor: “Eyşimendifer! Sen ra’d ve gök gürültüsü gibi bağırmanla beni korkutamazsın!”

    Sebat ve metânetinin lisan-ı haliyle güya der: “Ey şimendifer, sen bir nizamınesirisin. Senin gemin, senin dizginin seni gezdirenin elindedir. Seninbana tecavüz etmen haddin değil. Beni istibdadın altına alamazsın. Haydi yoluna git, kumandanının izniyle yolundan geç!

    İşte ey bu şimendiferdeki arkadaşlarım ve elli sene sonra gelenlere çalışankardeşlerim! Bu masum çocuğun yerinde Rüstem-i İranî ve Herkül-üYunanî o acip kahramanlıklarıyla beraber tayy-ı zaman ederek, o çocukyerinde burada bulunduklarını farz ediniz. Onların zamanında şimendiferolmadığı için, elbette şimendiferin bir intizam ile hareket ettiğine bir itikadlarıolmayacak. Birden bu tünel deliğinden, başında ateş, nefesi gök gürültüsügibi, gözlerinde elektrik berkleri olduğu halde birden çıkan şimendiferindehşetli tehdit hücumuyla Rüstem ve Herkül tarafına koşmasınakarşı, o iki kahraman ne kadar korkacaklar, ne kadar kaçacaklar!.. O harikacesaretleriyle bin metreden fazla kaçacaklar. Bakınız, nasıl bir dabbetü’l arzıntehdidine karşı hürriyetleri, cesaretleri mahvolur. Kaçmaktan başka çarebulamıyorlar. Çünkü onlar, onun kumandanına ve intizamına itikad etmedikleriiçin, mutî bir merkep zannetmiyorlar. Belki gayet müthiş, parçalayıcı,vagon cesametinde yirmi aslanı arkasına takmış bir nevî aslan tevehhümederler.

    Ey kardeşlerim ve ey elli sene sonra bu sözleri işiten arkadaşlarım! İştealtı yaşına girmeyen bu çocuğa o iki kahramandan ziyade cesaret ve hürriyetveren, ve çok mertebede onların fevkinde bir emniyet ve korkmamak haletiniveren: O masumun kalbinde hakikatin bir çekirdeği olan şimendiferinintizamına ve dizginini bir kumandanın elinde bulunduğuna ve cereyanıbir intizam altında ve birisi onu kendi hesabıyla gezdirmesine olan itikâdıve itmi’nânı ve imanıdır. Ve o iki kahramanı gayet korkutan ve vicdanlarınıvehme esir eden, onların onun kumandanını bilmemek ve intizamına inanmamakolan-cahilâne itikatsızlıklarıdır”18

    Sonuç olarak milliyetçiliğin temelde varlık âleminin genel işleyişininbir uzantısı olduğunu fark etmek ve özünde eşyanın şekillenişinde yer alantemel bir kavram olduğunu görmek gerekir. Bu hakikati ile toplumların şekillenmesive kabilelerin oluşmasının zeminidir. Bu noktada varlığını kabuletmemiz gereken bir kavramdır. Ancak bu hakikat iradenin alanına girdiğindetoplumun üstünlüğü davasının, kolektif benlik ve üstünlük davasınınzemini olabilir. Bu da milliyetçilik açısından ciddi bir zemin kaymasıdır. Buise esasında toplumların tanışıp kaynaşması için ilahi bir hikmetle vücudagetirilen bir hakikatin yaratılış maksadının tam aksine savaşların, dünyayıpaylaşma arayışlarının zemini olması sonucunu doğuracaktır.

    Dipnotlar:

    1. Dictionnaire Larousse, Milliyet Yay. İst. 1994,

    2. Daha geniş bilgi için bkz. Erich Fromm, Sevginin ve Şiddetin Kaynağı, Panel Yayınları, İst. 1994, s.60.

    3. Dictionnaire Larousse, Milliyet Yay. İst. 1994

    4. Said Nursî, İşârâtü’l-İcâz, Yeni Asya Neş., İst. 2000, s.24.

    5. Freud, Totem and Taboo, Cilt XIII, s.88-89.

    6. Freud, Group Psychology, Cilt XVIII, s.130

    7. Freud, Totem and Taboo, Cilt XVIII, s.80.

    8. Erich Fromm, a.g.e., s.62.

    9. Erich Fromm, a.g.e., s.76-77.

    10. Said Nursî, İşârâtü’l-İcâz, Yeni Asya Neş., İst. 2000, s.24.

    11. Erich Fromm, a.g.e., s.76-77-78.

    12. Said Nursî, Mektubat, Yeni Asya Neş., İst. 2000, s.298.

    13. Bkz. “Escape from Freedom”da Erich Fromm’un ilkel bağları incelemesi.

    14. Erich FROMM, a.g.e., s.78-79.

    15. Said Nursî, Mektubat, Yeni Asya Neş., İst. 2000, s.299

    16. Teilhard de Chardin, İnsanın Tabiattaki Yeri, İşaret Yayınları, İst. 1990 , s.75-76.

    17. Age. s. 76

    18. Said Nursî, Hutbe-i Şamiye, İst. 2000, s. 72-75