Köprü Anasayfa

Demokratlık

"Kış 2014" 125. Sayı

  • Bu Vatanda Şimdilik Dört Parti Var

    Bediüzzaman Said Nursî

    Kalbe ihtar edilen içtimaî hayatımıza ait bir hakikat

    Bu vatanda şimdilik dört parti var. Biri Halk Partisi, biri Demokrat, biriMillet, diğeri İttihad-ı İslâmdır.

    İttihad-ı İslâm Partisi, yüzde altmış, yetmişi tam mütedeyyin olmakşartıyla, şimdiki siyaset başına geçebilir. Dini siyasete âlet etmemeye, belkisiyaseti dine âlet etmeye çalışabilir. Fakat çok zamandan beri terbiye-iİslâmiye zedelenmesiyle ve şimdiki siyasetin cinayetine karşı dini siyaseteâlet etmeye mecbur olacağından, şimdilik o parti başa geçmemek lâzımdır.

    Halk Partisi ise: Hakikaten acip ve zevkli bir rüşvet-i umumîyi kanunlarperdesinde bazı memurlara verdikleri için, yirmi sekiz senelik bütüncinâyatıyla başkaların cinâyâtı ve İttihatçıların ve mason kısmının seyyiatlarıda o partiye yükletildiği halde, Demokratlara bir cihette galip hükmündedirler.Çünkü ubudiyetin noksaniyetiyle enaniyet kuvvet bulur, nemrutçuluklarçoğalır. Bu benlik zamanında, memuriyet hakikatta bir hizmetkârlıkolduğu halde, bir hâkimiyet, bir ağalık, bir nemrutçulukla nefse gayet zevklibir hâkimiyet mertebesini bir kısım memurlara rüşvet olarak verdiği için,bütün o acip cinayetlerle ve kendinden olmayan ceridelerin neşriyatıyla beraberbana yapılan muamelelerinden hissettim ki, bir cihette mânen Demokratlaragalip geliyorlar. Halbuki, İslâmiyetin bir kanun-u esasîsi olan,hadis-i şerifte (“Milletin efendisi, onlara hizmet edendir) yani, “Memuriyet, emirlik ise, reislik değil, millete bir hizmetkârlıktır.” Demokratlık, hürriyet-i vicdan, İslâmiyetin bu kanun-u esasîsine dayanabilir.Çünkü kuvvet kanunda olmazsa şahsa geçer. İstibdad, mutlak keyfî olur.

    Millet Partisi ise: Eğer İttihad-ı İslâmdaki esas olan İslâmiyet milliyetiki, Türkçülük onun içinde mezc olmuş bir millet olsa, o Demokratınmânâsındadır, dindar Demokratlara iltihak etmeye mecbur olur. Frenk illetitâbir ettiğimiz ırkçılık, unsurculuk fikriyle Avrupa, âlem-i İslâmı parçalamakiçin içimize bu frenk illetini aşılamış. Fakat bu hastalık ve fikir, gayet zevklive câzibedar bir hâlet-i ruhiye verdiği için, pek çok zararları ve tehlikeleriyleberaber, zevk hatırı için her millet cüz’î-küllî bu fikre iştiyak gösteriyorlar.Şimdiki terbiye-i İslâmiyenin za’fiyetiyle ve terbiye-i medeniyenin galebesiyleekseriyet kazanarak başına geçerse, ekseriyet teşkil etmeyen ve ancakyüzde otuzu hakikî Türk olan ve yüzde yetmişi başka unsurlardan olanlar,hem hakikî Türklerin, hem hâkimiyet-i İslâmiyenin aleyhine cephe almayamecbur olacaklar. Çünkü, İslâmiyetin bir kanun-u esasîsi olan bu âyet-ikerime, ’dır. Yani, “Birisinin günahıyla başkası muahazeve mes’ul olmaz.”

    Halbuki, ırkçılık damarıyla, bir adamın cinayetiyle mâsum bir kardeşini,belki de akrabasını, belki de aşiretinin efradını öldürmekte kendinihaklı zanneder. O vakit hakikî adalet yapılmadığı gibi, şiddetli bir zulümde yol bulur. Çünkü “Bir mâsumun hakkı, yüz câniye feda edilmez” diyeİslâmiyetin bir kanun-u esasîsidir. Bu ise çok ehemmiyetli bir mesele-i vataniyedir.Ve hâkimiyet-i İslâmiyeye büyük bir tehlikedir.

    Mâdem hakikat budur, ey dindar ve dine hürmetkâr Demokratlar! Sizbu iki partinin gayet kuvvetli ve zevkli ve câzibedar nokta-i istinadlarınamukabil, daha ziyade maddî ve mânevî cazibedar nokta-i istinad olanhakaik-i İslâmiyeyi nokta-i istinad yapmaya mecbursunuz. Yoksa, sizin yapmadığınızeskiden beri cinayetleri nasıl eski partiye yüklüyorlarsa, size deyükleyip, Halkçılar ırkçılığı elde edip tam sizi mağlûp etmeye bir ihtimal-ikavî ile hissettim. Ve İslâmiyet namına telâş ediyorum.

    HÂŞİYE: Eskilerin lüzumsuz keyfî kanunları ve su-i istimalleri neticesiyle, belki de tahrikleriyle zuhureden Ticanî meselesini ve ağır cezalarını dindar Demokratlara yüklememek ve âlem-i İslâm nazarında Demokratlarıdüşürmemenin çare-i yegânesi kendimce böyle düşünüyorum: Nasıl ezan-ı Muhammediyenin (a.s.m.)neşriyle Demokratlar on derece kuvvet bulduğu gibi, öyle de, Ayasofya’yı da beş yüz sene devam eden vaziyet-ikudsiyesine çevirmektir. Ve âlem-i İslâmda çok hüsn-ü tesir yapan ve bu vatan ahalisine âlem-i İslâmın hüsn-üteveccühünü kazandıran, bu yirmi sene mahkemeler bir muzır cihetini bulamadıkları ve beş mahkeme de beraatinekarar verdikleri Risale-i Nur’un resmen serbestiyetini dindar Demokratlar ilân etmelidirler. Tâ, bu yarayabir merhem vurmalı. O vakit âlem-i İslâmın teveccühünü kazandıkları gibi, başkalarının zâlimane kabahati deonlara yüklenmez fikrindeyim.

    Dindar Demokratlar, hususan Adnan Menderes gibi zatların hatırları için, otuz beş seneden beri terk ettiğimsiyasete bir iki gün baktım ve bunu yazdım.

    Said Nursî (Emirdağ Lahikası s. 386)

    Demokrat Hükûmetinin bir büyük hasenesi

    Bağdat’ta çıkan, ehemmiyetli, siyasî bir ceride olan ed-Difa gazetesininmuharriri İsa Abdülkadir diyor ki:

    Nur talebelerinin mürşidi olan Bediüzzaman Said Nursî hakkındaed-Difa gazetesini okuyanlar benden soruyorlar. “Türkiye’deki Nurtalebelerinden ve Üstadları olan Said Nursî’den bize malûmat ver” diyorlar. Ben de bunlar hakkında kısa bir cevap vereceğim. Çünkü, Üstadın, Nurun ve Nur talebelerinin Araplarda hakkı olduğu için, Araplaronlardan ciddî bahsetsinler. Zira, İslâmiyetin madde-i esasiyesiolan Araplar Risale-i Nur’dan ziyadesiyle fayda görmeye başlamışlar.Bu Nur talebeleri, Risale-i Nur’la hem Türkiye’de, hem bilâd-ıArabda komünistliğe karşı muhkem bir sed teşkil ediyorlar.

    ………………

    Risale-i Nur ise, öyle geniş bir mikyasla intişar ediyor ki, değil yalnızTürkiye’de ve bilâd-ı İslâmiyede, hattâ ecnebîlerde de iştiyakla istenilir oluyor.Ve Nurun talebelerinin şevklerini hiçbir şey kıramıyor.

    İşte, Nur talebeleriyle Nur risaleleri ve onların bu büyük hizmet-iKur’âniyeleri Demokrat Hükûmetinin bir büyük hasenesidir ki, mübarekâlem-i İslâmdaki hareket-i İslâmiye bu hükûmet-i demokrasiyi takdir vetahsinle karşılıyor. Bütün Irak ahali-i Müslimesi ki, Arap, Türk, Kürt, İran,bu İslâmî hizmeti ve kudsî mücahedeyi kemâl-i ferahla karşılıyorlar. VeTürkiye’deki Türk kardeşlerimiz, garbın yanlış tesiratlarına karşı bunlarlamukavemet gösteriyorlar kanaatindedirler.

    İsa Abdülkadir (Emirdağ Lahikası, 392)

    Aziz, sıddık, fedakâr kardeşlerim,

    Çok yerlerden telgraf ve mektuplarla bayram tebrikleri aldığım ve çokhasta bulunduğum için, vârislerim olan Medresetü’z-Zehra erkânları benimbedelime hem kendilerini, hem o has kardeşlerimizin bayramlarını tebriketmekle beraber, âlem-i İslâmın büyük bayramının arefesi olan ve şimdilikAsya ve Afrika’da inkişafa başlayan ve dört yüz milyon Müslümanı birbirinekardeş ve maddî ve mânevî yardımcı yapan İttihad-ı İslâmın, yeni teşekküleden İslâmî devletlerde tesise başlamasının ve Kur’ân-ı Hakîmin kudsî kanunlarınıno yeni İslâmî devletlerin kanun-u esasîsi olmasından dolayı büyükbayram-ı İslâmiyeyi tebrik ve dinler içinde bütün ahkâm ve hakikatlerini aklave hüccetlere istinad ettiren Kur’ân-ı Hakîmin, zuhura gelen küfr-ü mutlakıtek başıyla kırmasına çok emareler görülmesi ve beşer istikbalinin de, bugelen bayramını tebrikle beraber, Medresetü’z-Zehranın ve bütün Nur talebelerininhem dahil, hem hariçte, hem Arapça, hem Türkçe Nurların neşriyatınaçalışmalarını ve dindar Demokratların bir kısm-ı mühimmi Nurlarınserbestiyetine taraftar çıkmalarını bütün ruh u canımızla tebrik ediyoruz.Bu sene hacıların az olmasına çok esbap varken, 180 binden ziyade hacılarıno kudsî farizayı ve din-i İslâmın kudsî ve semavî kongresi hükmündeolan bu hacc-ı ekberi büyük bir bayramın arefesi noktasında olarak bütünruh u canımızla tebrik ediyoruz. (Emirdağ Lahikası, 336)

    Adnan Menderes, Demokratlar ve Demokratlık

    [Risale-i Nur’un vatana, millete ve İslâmiyete büyük hizmetini kabulve takdir eden Başvekil Adnan Menderes’e Üstadın yazdığı bir mektup.]Ben çok hasta olduğum ve siyasetle alâkasız bulunduğum halde, AdnanMenderes gibi bir İslâm kahramanı ile bir sohbet etmek isterdim.Hal ve vaziyetim görüşmeye müsaade etmediği için, o surî konuşmakyerine, bu mektup benim bedelime konuşsun diye yazdım.Gayet kısa birkaç esası, İslâmiyetin bir kahramanı olan Adnan Menderes gibi dindarlara beyan ediyorum.

    Birincisi: İslâmiyetin pek çok kanun-u esasîsinden birisi, âyet-i kerîmesinin hakikatıdır ki, “Birisinin cinayetiylebaşkaları, akraba ve dostları mesul olamaz.” Halbuki, şimdikisiyaset-i hâzırada particilik taraftarlığıyla, bir câninin yüzünden pek çokmâsumların zararına rıza gösteriliyor. Bir câninin cinayeti yüzünden taraftarlarıveyahut akrabaları dahi şenî gıybetler ve tezyifler edilip, birtekcinayet yüz cinayete çevrildiğinden, gayet dehşetli bir kin ve adaveti damarlaradokundurup kin ve garaza ve mukabele-i bilmisile mecbur ediliyor.Bu ise, hayat-ı içtimaiyeyi tamamen zîr ü zeber eden bir zehirdir.Ve hariçteki düşmanların parmak karıştırmalarına tam bir zemin hazırlamaktır.İran ve Mısır’daki hissedilen hadise ve buhranlar bu esastan ilerigeldiği anlaşılıyor. Fakat onlar burası gibi değil; bize nisbeten pek hafif,yüzde bir nisbetindedir. Allah etmesin, bu hal bizde olsa pek dehşetli olur.Bu tehlikeye karşı çare-i yegâne: Uhuvvet-i İslâmiyeyi ve esasİslâmiyet milliyetini o kuvvetin temel taşı yapıp, mâsumları himayeiçin, cânilerin cinayetlerini kendilerine münhasır bırakmak lâzımdır.Hem, emniyetin ve âsâyişin temel taşı yine bu kanun-u esâsîden geliyor.Meselâ, bir hanede veya bir gemide bir mâsum ile on câni bulunsa, hakikî adaletleve emniyet ve âsâyiş düstur-u esasîsi ile, o mâsumu kurtarıp tehlikeye atmamakiçin, gemiye ve haneye ilişmemek lâzım-tâ ki mâsum çıkıncaya kadar.İşte bu kanun-u esasî-i Kur’ânî hükmünce âsâyiş ve emniyet-i dahiliyeyeilişmek, on câni yüzünden doksan mâsumu tehlikeye atmak, gazab-ıİlâhînin celbinevesile olur. Madem Cenab-ı Hak, bu tehlikeli zamandabir kısım hakikî dindarların başa geçmesine yol açmış, Kur’ân-ıHakîmin bu kanun-u esasîsini kendilerine bir nokta-i istinad ve onlaragarazkârlık edenlere karşı siper yapmak lâzım geldiğini, zaman ihtar ediyor.İslâmiyetin ikinci bir kanun-u esasîsi : Şu hadîs-i şeriftir: (Milletinefendisi, onlara hizmet edendir) hakikatiyle, memuriyet birhizmetkârlıktır; bir hâkimiyet ve benlik için tahakküm âleti değil… Buzamanda terbiye-i İslâmiyenin noksaniyetiyle ve ubudiyetin zafiyetiylebenlik, enaniyet kuvvet bulmuş. Memuriyeti hizmetkârlıktan çıkarıpbir hâkimiyet ve müstebidâne bir mertebe tarzına getirdiğinden, abdestsiz,kıblesiz namaz kılmak gibi, adalet, adalet olmaz, esasiyle de bozulur.Ve hukuk-u ibad da zîr ü zeber olur. Hukuk-u ibad, hukukullah hükmünegeçmiyor ki hak olabilsin. Belki nefsanî haksızlıklara vesile olur.Şimdi, Adnan Menderes gibi, “İslâmiyetin ve dînin icaplarını yerine getireceğiz”diye ve mezkûr iki kanun-u esasîye karşı muhalefet edip tamzıddına olarak iki dehşetli cereyan, gayet büyük rüşvetle halkları aldatmakve ecnebîlerin müdahalesine yol açmak vaziyetinde hücum etmek ihtimalikuvvetlidir.

    Birisi: Birinci kanun-u esasîye muhalif olarak, bir câni yüzünden kırkmâsumu kesmiş, bir köyü de yakmış. Bu derecede bir istibdad-ı mutlak, hernefsin zevkine geçecek memuriyete bir hâkimiyet suretinde rüşvet vererek,dindar hürriyetperverlere hücum ediliyor.

    İkinci hücum da: İslâmiyet milliyet-i kudsiyesini bırakıp, evvelkisi gibi, bir câni yüzünden yüz mâsumun hakkını çiğneyebilen, zahiren birmilliyetçilik ve hakikatte ırkçılık damarıyla hem hürriyetperver dindarDemokratlara, hem bütün bu vatandaki yüzde yetmişi sair unsurlardanbulunanlara, hem hükûmet aleyhine, hem biçare Türkler aleyhine, hem Demokratıntakip ettiği siyaset aleyhine çalışarak ve serseri ve enaniyetli nefisleregayet zevkli bir rüşvet olarak bir ırkçılık kardeşliği veriyor. O zevklikardeşliğin içinde, o zevkli faydadan bin defa daha ziyade hakikî kardeşleridüşmanlığa çevirmek gibi acip tehlikeyi, o sarhoşluğu ile hissedemiyor.Meselâ, İslâmiyet milliyetiyle 400 milyon hakikî kardeşin hergün– Allah’ım, erkek ve kadın bütün mü’minleri bağışla -dua-yı umumîsiyle mânevî yardım görmek yerine, ırkçılık 400 milyon mübarekkardeşleri, dört yüz serseriye ve lâübalilere yalnız dünyevî ve pek cüz’îbir menfaati için terk ettiriyor. Bu tehlike hem bu vatana, hem hükûmete,hem de dindar Demokratlara ve Türklere büyük bir tehlikedir.

    Ve öyle yapanlar da hakikî Türk değillerdir. Necip Türkler böyle hatâdançekinirler.

    Bu iki taife herşeyden istifadeye çalışıp dindar Demokratları devirmeyeçalıştıkları ve çalıştırıldıkları, meydandaki âsar ile tahakkuk ediyor. Bu aciptahribata ve bu iki kuvvetli muarızlara karşı, kırk Sahabe ile dünyanın kırkdevletine karşı meydan-ı muarazaya çıkan ve galebe eden ve bin dört yüzsene zarfında ve her asırda üç yüz dört yüz milyon şakirdi bulunan hakikat-iKur’âniyenin sarsılmaz kuvvetine dayanmak ve onun içindeki dünyevî veuhrevî saâdet-i ebediyenin zevklerine o câzibedar hakikatle beraber nokta-iistinad yapmak, o mezkûr muarızlarınıza ve hem dahil ve hariçteki düşmanlarınızakarşı en lâzım ve elzem ve zarurî bir çâre-i yegânedir. Yoksa, o insafsızdahilî ve haricî düşmanlarınız sizin bir cinayetinizi binler yapıp ve eskilerin decinayetlerini ilâve ederek başkaların başına yükledikleri gibi, size de yükleyecekler.Hem size, hem vatana, hem millete telâfi edilmeyecek bir tehlike olur.Cenab-ı Hak sizleri İslâmiyet lehindeki hizmetlerinizde muvaffak vemezkûr tehlikelerden muhafaza eylesin diye ben ve Nurcu kardeşlerimiz,yapacağınız hizmete ve mezkûr hakikati kabul etmenize mukabil dua etmeyekarar vereceğiz.

    Üçüncüsü: İslâmiyetin hayat-ı içtimaiyeye dair bir kanun-u esasîsi dahi,bu hadis-i şerifin, (Mü’minin mü’minebağlılığı, parçaları birbirini tutan bina gibidir) hakikatıdır. Yani, hariçtekidüşmanların tecavüzlerine karşı, dahildeki adâveti unutmak ve tam tesanüdetmektir. Hattâ en bedevî tâifeler dahi bu kanun-u esasînin menfaatinianlamışlar ki, hariçte bir düşman çıktığı vakit, o taife birbirinin babasını,kardeşini öldürdükleri halde, o dahildeki düşmanlığı unutup, hariçteki düşmandef oluncaya kadar tesanüd ettikleri halde; binler teessüflerle deriz ki,benlikten, hodfuruşluktan, gururdan ve gaddar siyasetten gelen dahildekitarafgirane fikriyle, kendi tarafına şeytan yardım etse rahmet okutacak, muhalifinemelek yardım etse lânet edecek gibi hadisatlar görünüyor. Hattâ,bir sâlih âlim, fikr-i siyasîsine muhalif bir büyük sâlih âlimi tekfir derecesindegıybet ettiği; ve İslâmiyet aleyhinde bir zındığı, onun fikrine uygun vetaraftar olduğu için hararetle senâ ettiğini gördüm. Ve şeytandan kaçar gibi, otuz beş seneden beri siyaseti terkettim.

    Hem şimdi birisi, hem Ramazan-ı Şerife, hem şeâir-i İslâmiyeye, hembu dindar millete büyük bir cinayeti yaptığı vakit muhaliflerinin onun ovaziyeti hoşlarına gittiği görüldü. Halbuki, küfre rıza küfür olduğu gibi;dalâlete, fıska, zulme rıza da fısktır, zulümdür, dalâlettir. Bu acip halin sırrınıgördüm ki, kendilerini millet nazarında ettikleri cinayetlerinden mâzurgöstermek damarıyla muhaliflerini kendilerinden daha dinsiz, daha cânigörmek ve göstermek istiyorlar.

    İşte bu çeşit dehşetli haksızlıkların neticeleri pek tehlikeli olduğugibi, içtimaî ahlâkı da zîr ü zeber edip bu vatan ve millete ve hâkimiyet-iİslâmiyeye büyük bir suikast hükmündedir.

    Daha yazacaktım, fakat bu üç nokta-i esasiyeyi şimdilik dindar hürriyetperverlerebeyan etmekle iktifa ediyorum.

    Said Nursî (Emirdağ Lahikası, 394)

    Demokratlar ve Şeair-i İslamiye

    Reisicumhura, Heyet-i Vekileye, Başbakanlığa,

    Adliye Bakanlığı yüksek katına, Diyanet Riyasetine,

    Ankara,

    Hakikî adalet ve hürriyet için çalışan zatlara birkaç nokta beyan ediyorum:Birinci nokta: Hem Denizli Mahkemesi, hem Ankara Ağır Ceza Mahkemesi,bütün Risale-i Nur eczalarını tetkik edip ve ehl-i vukufun da iştirakiyleberaatlerine ve sahiplerine iade etmesine bir mahzur olmadığına kararverip Said’i arkadaşlarıyla beraat ve tahliye ederek, iki sene ellerde ve mahkemelerdekalan Nur Risalelerinin tamamıyla Said’e ve arkadaşlarına iadeedildiği ve aynı kararı Mahkeme-i Temyiz kaziye-i muhkeme haline getiriptasdik ettiği halde; şimdi Afyon’un, Said’in şahsına karşı iki garazkârın aynıkitapları, hem gayet antika mu’cizâtlı yazılı Kur’ân’ını, bütün bütün hilâf-ıkanun olarak müsadere edip Said ve arkadaşlarına verdiği asılsız hükmünüyine aynı Mahkeme-i Temyiz bozduğu ve şimdi vatan ve milleti eski partiningarazkârâne istibdadından kurtaran hamiyetkâr, vatanperver bazı Demokratliderleri kemâl-i istihsan ile o risaleleri kabul edip sahip olduklarıhalde, üç senedir hiç sebepsiz binler lira bizim gibi fukaraya zarar vermek,üç defa beraat etmiş bir mahkemeyi üç sene uzatıp-acip bir zulüm içindeşahsî bir garazkârlık vardır ki-yirmi ay tecrid-i mutlakta hizmetçisiyletemas ettirmediler. Tahliyeden sonra iki polis kapısında bıraktılar. Hem ogayet müttakî Nur şakirtlerini, kasten, sebepsiz, sırf takvâlarına ihanet için,mağrip namazının vaktinde muhakeme edip namazlarını kazaya bırakarakacip bir zulmetmişler. Hem bütün bu Risale-i Nur eserlerini bir defa daIsparta tamamen müsadere edip tetkikten sonra tekrar aynen iade etmiş.Demokratların zamanında madem ezan-ı Muhammedî ve din dersleri gibişeâir-i İslâmiye ile Kur’ân’a hizmet ve eskilerin Kur’ân zararına tahribatlarıtâmire başlanılmış. Ve madem dinsizlerin ve masonların ve komünistlerineserleri intişar ediyor. Elbette âlem-i İslâmın Mekke, Medine, Şam gibi yerlerinde büyük âlimlerin takdir ve tahsinlerine mazhar olmuş ve DiyanetRiyasetinde hocalara okutturulan Zülfikar, Asâ-yı Mûsâ ve Siracü’n-Nurgibi filozofları susturan mübarek mecmuaları müsadere etmek, üç sene onlarlaberaber binler lira kıymetinde değerli, mu’cizâtlı, altınla İsm-i Celâlyazılmış, Diyanet Reisi bütün takdir ile tab’ına çalıştığı Kur’ân’ı müsadereeden adamlar, elbette adalet ve adliye ve hakikat hesabına değil, belkikomünist, masonluk hesabına bir garazkârlık ediyorlar. Ben kendim zehirhastalığıyla şiddetli hasta olduğumdan ve kendi hukukumu müdafaaedemediğimden, Sungur’u kendime vekil ediyorum. Eski hükûmetin banakarşı yirmi senelik işkenceyle bu tahribatın kaldırılmasını adaletperver yenihükûmetin bakanlarından bekliyorum. Kardeşlerimden Mustafa Sungur’utevkil ediyorum.

    Nur şakirtleri namına Said Nursî (Emirdağ, 270)

    Ehemmiyetli bir hakikat ve Demokratlarla Üniversite Nurcularının birhasbihalidir.

    Şimdi milletin arzusuyla şeâir-i İslâmiyenin serbestiyetine vesile olanDemokratlar, hem mevkilerini muhafaza, hem vatan ve milletini memnunetmek çâre-i yegânesi, ittihad-ı İslâm cereyanını kendine nokta-i istinadyapmaktır. Eski zamanda İngiliz, Fransız, Amerika siyasetleri ve menfaatleribuna muarız olmakla mâni olurdular. Şimdi menfaatleri ve siyasetleribuna muarız değil, belki muhtaçtırlar. Çünkü komünistlik, masonluk, zındıklık,dinsizlik, doğrudan doğruya anarşistliği intaç ediyor. Ve bu dehşetlitahrip edicilere karşı ancak ve ancak hakikat-ı Kur’âniye etrafında ittihad-ıİslâm dayanabilir. Ve beşeri bu tehlikeden kurtarmaya vesile olduğu gibi, buvatanı istilâ-yı ecanipten ve bu milleti anarşilikten kurtaracak yalnız odur.Ve bu hakikate binaen, Demokratlar bütün kuvvetleriyle bu hakikate istinadedip komünist ve masonluk cereyanına karşı vaziyet almaları zarurîdir.Bir ezan-ı Muhammedînin (a.s.m.) serbestiyetiyle kendi kuvvetlerindenyirmi defa ziyade kuvvet kazandılar. Milleti kendilerine ısındırdılar, minnettarettiler. Hem mânen eski İttihad-ı Muhammedîden (a.s.m.) olan yüzbinler Nurcularla, eski zaman gibi farmason ve İttihatçıların mason kısmınakarşı ittifakları gibi, şimdi de aynen İttihad-ı İslâmdan olan Nurcularbüyük bir yekün teşkil eder. Demokratlara bir nokta-i istinaddır. FakatDemokrata karşı eski partinin müfrit ve mason veya komünist mânâsınıtaşıyan kısmı, iki müthiş darbeyi Demokratlara vurmaya hazırlanıyorlar.Eskiden nasıl Ahrarlar iki defa başa geçtiği halde, az bir zamanda onlarıdevirdiler. Onların müttefiki olan İttihad-ı Muhammedî (a.s.m.) efradınınçoklarını astılar. Ve “Ahrar” denilen Demokratları kendilerinden daha dinsizgöstermeye çalıştılar. Aynen öyle de, şimdi bir kısmı dindarlık perdesinegirip Demokratları din aleyhine sevk etmek veya kendileri gibi tahribatasevk etmek istedikleri kat’iyen tebeyyün ediyor. Hattâ ulemânın resmî birkısmını kendilerine alıp Demokratlara karşı sevk etmek ve Demokratın tarafında,onlara mukabil gelecek Nurcuları ezmek, tâ Nurcular vasıtasıylaulemâ, Demokrata iltica etmesinler. Çünkü Nurcular hangi tarafa meyletselerulemâ dahi taraftar olur. Çünkü onlardan daha kuvvetli bir cereyanyok ki, ona girsinler.

    İşte madem hakikat budur, yirmi beş seneden beri ehl-i ilmi, ehl-i tarikatıezen, ya kendilerine dalkavukluğa mecbur eden eski partinin müfrit vemason ve komünist kısmı bu noktadan istifade edip Demokratları devirmemekiçin, Demokratlar mecburdurlar ki hem Nurcuları, hem ulemâyı, hemmilleti memnun ve minnettar etmek, hem Amerika ve müttefiklerinin yardımlarınıkaybetmemek için bütün kuvvetleriyle ezan meselesi gibi şeâir-iİslâmiyeyi ihyâ için mümkün oldukça tamire çalışmaları lâzım ve elzemdir.Maatteessüf, bazı müfrit ve mason ve komünistler, Demokrat aleyhinde olduğuhalde kendini Demokrat gösteriyorlar ki, Demokratları tahribata sevketsin ve din aleyhinde göstersin, onları devirsin.

    Nur talebeleri ve NurcuÜniversite gençliği namına

    Sadık, Sungur, Ziya (Emirdağ Lahikası, s. 271)

    Aziz, sıddık kardeşlerim,

    Evvelâ: Hem sizin, hem bu memleketin, hem âlem-i İslâmın mühimbayramlarının mukaddemesi olan, bu memlekette şeâir-i İslâmiyenin yenidenparlamasının bir müjdecisi olan ezan-ı Muhammedînin (a.s.m.)kemâl-i ferahla on binler minarelerde okunmasını tebrik ediyoruz. Ve seksenküsur sene bir ibadet ömrünü kazandıran Ramazan-ı Şerifteki ibadet vedualarınızın makbuliyetine âmin diyerek rahmet-i İlâhiyeden herbir gece-iRamazan bir Leyle-i Kadir hükmünde sizlere sevap kazandırmasını niyazediyoruz. Bu Ramazan’da şiddetli zafiyet ve hastalığımdan tam çalışamadığımasizlerden mânevî yardım rica ederim.

    Saniyen: Benim son hayatımı Isparta havâlisinde geçirmek büyük birarzumdur. Ve Nur Efesinin dediği gibi demiştim: “Isparta, taşıyla toprağıylabenim için mübarektir.” Hattâ yirmi beş seneden beri beni işkence ile tâzipeden eski hükûmete kalben ne vakit hiddet etmişsem, hiçbir zaman Ispartahükûmetine hiddet etmeyip, o mübarek vatandaki hükûmetin hatırı içinötekileri de unutuyordum. Hususan oradaki eski tahribatı tamirata başlayanhakikî vatanperverler olan Demokrat namında hamiyetli Ahrarlar, yanihürriyetperverler, Nur ve Nurcuları takdir etmelerine çok minnettarım.Onların muvaffakiyetine çok dua ediyorum. İnşaallah, o Ahrarlar istibdad-ımutlakı kaldırıp tam bir hürriyet-i şer’iyeye vesile olacaklar.

    Salisen: Bayramdan bir miktar sonraya kadar burada kalmaklığımın birsebebe binaen lüzumu var. Bir iki ay sonra Medresetü’z-Zehra erkânlarınınkararıyla ve İstanbul ve Ankara üniversitelerindeki genç Said’lerin de muvafakatiylenereyi benim için münasip görürseniz orayı kabul edeceğim.Madem hakikî vârislerim sizlersiniz ve şahsımdan bin derece ziyade dünyadavazifemi de görüyorsunuz. Bu hayat-ı fânideki son menzili sizin reyinizebırakıyorum. (Emirdağ Lahikası, 267)

    [Adnan Menderes’e gönderilmek niyetiyle evvelce yazılan içtimaî hayatımıza ait bir hakikatın haşiyesinitakdim ediyoruz.]

    HAŞİYE : Eskilerin lüzumsuz keyfî kanunları ve su-i istimalleri neticesinde, belki de tahrikleriyle zuhureden Ticanî meselesini dindar Demokratlara yüklememek ve âlem-i İslâmın nazarında Demokratları düşürmemeninçare-i yegânesi kendimce böyle düşünüyorum:

    Ezan-ı Muhammedînin (a.s.m.) neşriyle Demokratlar on derece kuvvet bulduğu gibi; Ayasofya’yı, beş yüz sene devam eden vaziyet-i kudsiyesine çevirmek ve halen İslâmda çok hüsn-ü tesir yapan ve bu vatan ahalisineâlem-i İslâmın hüsn-ü teveccühünü kazandıran, yirmi sekiz sene mahkemelerin muzır cihetini bulamadıkları vebeş mahkeme de beraatine karar verdikleri Risale-i Nur’un resmen serbestîsini dindar Demokratlar ilân etmelive bu yaraya bir nevi merhem vurmalıdırlar. O vakit âlem-i İslâmın teveccühünü kazandıkları gibi, başkalarınınzâlimane kabahatları onlara yüklenmez fikrindeyim. Dindar Demokratlar, hususan Adnan Menderes gibi zatlarınhatırları için, otuz beş seneden beri terk ettiğim siyasete bir iki saat baktım ve bunu yazdım.

    Said Nursî (Emirdağ, 394-396)

    Demokratlara büyük bir hakikatı ihtar

    Şimdi Kur’ân, İslâmiyet ve bu vatan zararına üç cereyan var:

    Birincisi: Komünist, dinsizlik cereyanı. Bu cereyan, yüzde otuz, kırkadama zarar verebilir.

    İkincisi: Eskiden beri müstemlekâtların Türklerle alâkalarını kesmekiçin, Türkiye dâiresinde dinsizliği neşretmek için, ifsad komitesi namındabir komite. Bu da yüzde on, yirmi adamı bozabilir.

    Üçüncüsü: Garplılaşmak ve Hıristiyanlara benzemek ve bir nevi Purutlukmezhebini İslâmlar içinde yerleştirmeye çalışan ve dinde hissesi olmayanbir kısım siyasîler heyetidir. Bu cereyan yüzde, belki binde birisiniKur’ân ve İslâmiyet aleyhine çevirebilir.

    Biz Kur’ân hizmetkârları ve Nurcular, evvelki iki cereyana karşı daimaKur’ân hakikatlerini muhafazaya çalışmışız. Mümkün olduğu kadar dünyayave siyasete bakmamaya mesleğimiz bizi mecbur ediyormuş. Şimdi mecburiyetlebakmaya lüzum oldu. Gördük ki, Demokratlar, evvelki iki müthişcereyana karşı bize (Nurculara) yardımcı hükmünde olabilirler. Hem onlarındindar kısmı daima o iki dehşetli cereyana mesleklerince muarızdırlar. Yalnızdinde hissesi az olan bir kısım garplılaşmak ve garplılara tam benzemek mesleğinitakip edenler ise, üçüncü cereyana bir yardım ediyorlar. Madem o cereyanınyüzde ancak birisini, belki binden birisini Purutlar ve Hıristiyan gibiyapmaya çevirebilirler. Çünkü, İngiliz iki yüz sene zarfında tahakküm ettiğiiki yüz milyon İslâmdan iki yüz adamı Purutluğa çevirememişe çeviremez.Hem hiçbir tarihte bir İslâm, Hıristiyan olduğunu ve kanaatle başka bir diniİslâmiyete tercih etmiş olduğu işitilmediğinden, iktidar partisinde bulunanaz bir kısım, dinin zararına siyaset namıyla üçüncü cereyana yardım etse de,madem o Demokrat Partisi, meslek itibarıyla öteki iki cereyan-ı azîmenindurmasında ve def etmesinde mecburî vazifeleri olmasından, bu vatana veİslâmiyete büyük bir faydası dokunabilir. Bu cihetten biz, Demokratlarıiktidar yerinde muhafaza etmeye Kur’ân menfaatine kendimizi mecburbiliyoruz. Onlardan hayır beklemek değil, belki dehşetli, baştaki iki cereyanasiyasetlerince muarız oldukları için, onların az bir kısmı dine verdiklerizararı, vücudun parçalanmasına bedel, yalnız bir parmağı kesmek gibi pekcüz’î bir zararla pek küllî bir zarardan kurtulmamıza sebep oluyorlar bildiğimizden,o iktidar partisinin lehinde ehl-i dini yardıma davet ediyoruz.Ve dinde lâübali kısmını dahi cidden îkaz edip “Aman, çabuk hakikat-iİslâmiyeye yapışınız!” ihtar ediyoruz ki, vatan ve millet ve onların hayatı vesaadeti, hakaik-i Kur’âniyeye dayanmak ve bütün âlem-i İslâmı arkasındaihtiyat kuvveti yapmak ve uhuvvet-i İslâmiye ile 400 milyon kardeşi bulmakve Amerika gibi din lehinde ciddî çalışan muazzam bir devleti kendinehakikî dost yapmak, iman ve İslâmiyetle olabilir. Biz bütün Nurcular veKur’ân hizmetkârları onlara hem haber veriyoruz, hem İslâmiyete hizmete muvaffakiyetlerine dua ediyoruz. Hem de rica ediyoruz ki, bu memleketinbir ehemmiyetli mahsulü ve vatanda ve şimdi âlem-i İslâmda pek büyükfaydası ve hizmeti bulunan Risale-i Nur’u müsaderelerden kurtarıp neşrinehizmet etsinler. Bu vatandaki dindarları kendine taraftar etsinler. Veselâmeti bulsunlar.

    Said Nursî (Emirdağ Lahikası, 424)

    Demokratlar Dine Taraftardırlar

    Asıl mesele bu zamanın cihad-ı mânevîsidir. Mânevî tahribatına karşısed çekmektir. Bununla dâhili âsâyişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir.

    Evet, mesleğimizde kuvvet var. Fakat bu kuvvet, âsâyişi muhafaza etmekiçindir. “Hiçbir günahkâr baskasının günahını yüklenemez (En’âmSûresi, 164.)” düsturu ile ki: “Bir câni yüzünden onun kardeşi, hanedanı,çoluk-çocuğu mes’ul olamaz.” İşte bunun içindir ki, bütün hayatımda bütünkuvvetimle âsâyişi muhafazaya çalışmışım. Bu kuvvet dâhile karşı değil,ancak hârici tecavüze karşı istimâl edilebilir. Mezkûr âyetin düsturuile vazifemiz, dâhildeki âsâyişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir. Onuniçindir ki, âlem-i İslâmda âsâyişi ihlâl edici dahilî muharebât ancak bindebir olmuştur. O da, aradaki bir içtihad farkından ileri gelmiştir. Ve cihad-ımâneviyenin en büyük şartı da vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır ki, “Bizimvazifemiz hizmettir; netice Cenâb-ı Hakka âittir; biz vazifemizi yapmaklamecbur ve mükellefiz.”

    Ben de Celâleddin-i Harzemşah gibi, “Benim vazifem hizmet-iîmaniyedir; muvaffak etmek veya etmemek Cenâb-ı Hakkın vazifesidir”deyip ihlâs ile hareket etmeyi Kur’ân’dan ders almışım.

    Haricî tecavüze karşı kuvvetle mukabele edilir. Çünkü düşmanın malı,çoluk-çocuğu ganimet hükmüne geçer. Dâhilde ise öyle değildir. Dâhildekihareket müsbet bir şekilde mânevî tahribata karşı mânevî, ihlâs sırrı ile hareketetmektir. Hâriçteki cihad başka, dâhildeki cihad başkadır. Şimdi milyonlarhakikî talebeleri Cenâb-ı Hak bana vermiş. Biz bütün kuvvetimizledâhildeki ancak âsâyişi muhafaza için müsbet hareket edeceğiz. Bu zamandadahil ve hâriçteki cihad-ı mâneviyedeki fark pek azîmdir.

    Biz dünyaya bakmıyoruz. Baktığımız vakit te onlara yardımcı olarak çalışıyoruz.âsâyişi muhafazaya müsbet bir şekilde yardım ediyoruz. İşte bugibi hakikatlar itibariyle bize zulüm de etseler hoş görmeliyiz.

    Risale-i Nur’un neşri her tarafta kanaat-ı tâmme verdi ki, Demokratlardine taraftardırlar. Şimdi bir Risaleye ilişmek; vatan, millet maslahatına tamamenzıttır.

    Şimdi Allah’a şükrediyoruz ki, siyasî partiler içinde bir parti, bir parçabunu hissetti ki; o eserlerin neşrine mâni olmadı; hakâik-ı îmaniyenin dünyadabir cennet-i mâneviyeyi ehl-i îmana kazandırdığını isbat eden Risale-iNur’a mümanaat etmedi, neşrine müsaadekâr davrandı; nâşirlerine de tazyikattanvazgeçti.

    Kardeşlerim! Hastalığım pek şiddetli; belki pek yakında öleceğim veyahutbütün bütün konuşmaktan –bâzan men’olduğum gibi– men’edileceğim.Onun için benim Nur âhiret kardeşlerim, “Ehvenüşşer” deyip bâzı bîçâre yanlışçıların hatâlarına hücum etmesinler. Dâima müsbet hareket etsinler.Menfî hareket vazifemiz değil… Çünkü dâhilde hareket menfîce olmaz.Mâdem siyasetçilerin bir kısmı Risale-i Nur’a zarar vermiyor, azmüsaadekârdır; “Ehvenüşşer” olarak bakınız. Daha azamüşşerden kurtulmakiçin onlara zararınız dokunmasın, onlara fâideniz dokunsun.

    Hem dâhildeki cihad-ı mânevî; mânevî tahribata karşı çalışmaktır ki,maddî değil, mânevî hizmetler lâzımdır. Onun için ehl-i siyasete karışmadığımızgibi, ehl-i siyaset de bizimle meşgul olmaya hiçbir hakları yok!..

    Meselâ: Bir parti bana binler vecihle sıkıntı verdiği halde, hattâ otuzsenede hapisler de, tazyikler de olduğu halde, hakkımı helâl ettim. Ve azablarınamukabil, o bîçârelerin yüzde doksan beşini tezyif ve itirazlara, zulümleremâruz kalmaktan kurtulmaya vesile oldum ki, “En’âm Sûresi, 164.”âyeti hükmünce kabahat ancak yüzde beşe verildi. O aleyhimizdeki partininşimdi hiçbir cihetle aleyhimizde şekvâya hakları yoktur.

    Hattâ bir mahkemede yanlış muhbirlerin ve casusların evhamları ile; bizi,yetmiş kişiyi mahkûm etmek için su’-i fehmiyle, dikkatsizliği ile Risale-iNur’un bâzı kısımlarına yanlış mâna vererek seksen yanlışla beni mahkûmetmeğe çalıştığı halde, mahkemelerde isbat edildiği gibi, en ziyade hücumamâruz bir kardeşiniz, mahpus iken pencereden o müdde-i umumînin üçyaşındaki çocuğunu gördü, sordu, dediler: “Bu müdde-i umumînin kızıdır.”O mâsumun hâtırı için, o müddeîye bedua etmedi. Belki onun verdiği zahmetler;o Risale-i Nur’un, o mu’cize-i mânevîyenin intişarına, ilânına birvesile olduğu için rahmetlere inkılâb etti.

    Mâdem mesleğimiz âzâmî ihlâstır; değil benlik, enaniyet; dünya saltanatıda verilse, bâkî bir mesele-i îmaniyeyi o saltanata tercih etmek âzâmîihlâsın iktizasıdır. Meselâ: Harb içinde, avcı hattında, düşmanın top gülleleriarasında Kur’ân-ı Hakîm’in tek bir âyetinin, tek bir harfinin, tek birnüktesini tercih ederek, o gülleler içinde Habîb kâtibine “Defteri çıkar!”diyerek at üstünde o nükteyi yazdırmış. Demek Kur’ân’ın bir harfini, birnüktesini; düşmanın güllelerine karşı terk etmemiş; ruhunun kurtulmasınatercih etmiş.

    O kardeşimize sorduk: “Bu acîb ihlâsı nereden ders almışsın?” Demiş:“İki noktadan…

    “Birisi: âlem-i İslâmiyetin en acib harbi olan Bedir Harbinde namazvaktinde cemaattan hissesiz kalmamak için, düşmanın hücumu ile berabermücahidlerin yarısı silâhını bırakıp cemaat hayrına şerîk olmak, iki rek’atsonra onlar da hissedar olsun diye Fahr-i âlem Aleyhissalâtü Vesselâmbir hadîs-i şerîfiyle emretmiş olmasıdır. Mâdem harpte bu ruhsat var. Vemâdem cemaat hayrı da sünnet olduğu halde, o sünnete riayet etmek enbüyük bir hâdise-i dünyeviyeye tercih edilmiş. Üstad-ı mutlakın böyle birişaretinden bir nüktecik alarak, biz de ruh ve canımızla ittiba’ ediyoruz.

    “İkincisi: Kahraman-ı İslâm İmam-ı Ali Radiyallahü Anh Celcelûtiye’ninçok yerlerinde ve âhirinde bir himayetçi istemiş ki, namaz içinde huzurunagaflet gelmesin. Düşmanları tarafından ona bir hücum mânası hâtırınagelmemek, sırf namazdaki huzuruna pekçok olan düşmanları tarafından birhücum tasavvuru ile namazdaki huzuruna mâni olunmamak için bir muhafızifriti dergâh-ı İlâhîden niyaz etmiş.

    İşte bu bîçâre, ömrü bu zamanda hodfüruşluk içinde yuvarlanan bîçârekardeşiniz de; hem sebeb-i hilkat-ı âlemden, hem kahraman-ı İslâmdan buiki küçük nükteyi ders aldım. Ve bu zamanda çok lâzım olan Kur’ân’ın esrarınaehemmiyet vermekle harb içinde ruhunun muhafazasını dinlemeyerek,Kur’ân’ın bir harfinin bir nüktesini beyan etmiş.

    Emirdağ Lahikası, c. II, s. 455-460.

    Cumhuriyet ve demokrat mânâsındaki meşrutiyet

    Ey Meb’usan! Uzunluğu ile beraber gayet mûciz birtek cümle söyleyeceğim.Dikkat ediniz, zira itnâbında îcaz var. Şöyle ki:

    Cumhuriyet ve demokrat mânâsındaki meşrutiyet ve kanun-u esasî denilenadalet ve meşveret ve kanunda cem-i kuvvet, bu ünvan ile beraber, asılmâlik-i hakikî ve sahib-i ünvan-ı muhteşem olan, ve müessir ve adâlet-imahzâyı mutazammın bulunan ve nokta-i istinadımızı temin eden, ve meşrutiyetive cumhuriyeti bir esas-ı metine istinad ettiren, (…) ol Kur’ân-ımukaddesin düsturları ünvanıyla gösterseniz ve hükümlerinize me’hazedinseniz ve düsturlarını tatbik etseniz, acaba bu kadar fevaid ile beraber negibi birşey kaybedeceksiniz?

    Divan-ı Harb-i Örfi, s. 69-72.

    Demokratlar Nurcular ile müttefiktir

    Otuz beş senedir ki siyaseti bırakmıştım ve Nurculara da “Bırakınız!”diyordum Sebebi, siyaset ihlası kırar. Fakat şimdi hissettim ki, bazı münafıklardindarları perde yapıp dini siyasete alet; sonra da siyaseti dinsizliğealet etmeye çalıştıklarından safdil dindarların hatırı için bir-iki defa siyasetebaktım, gördüm ki: Bizi bu üç-dört mahkemede “Dini siyasete alet ediyor”diye itham edenler kendileri dessasane dini tezyif etmek için kendilerisonra da siyaseti dinsizliğe alet etmek için dinsizlik düsturlarını kanunabağlamak gibi dünyada hiçbir şeddat, hiçbir zalimin yapmadığı bir dehşetgördüm. Şiddetli bir me’yusiyetim içinde, hürriyet başında bizimle, yaniİttihad-ı Muhammedi (a.s.m.) Cemiyeti ile, İttihadçıların bir kısmındakigizli farmasonlara muarız ve manen bizimle, yani İttihad-ı Muhammediile müttefik olan Ahrar Fırkası yine otuz beş sene sonra dirildi, yine uyandı.Birden şeair-i İslamiyenin başında olan ezan- ı Muhammedi’yi farmasonlarınzincirlerini kırıp ilan etmesiyle; siyasetten kat’ı alaka eden, eskide“İttihad-ı Muhammedi” şimdi “Nurcular” namını alan ve İttihad-ı İslamiçinde bulunan kardeşlerimiz yanlış basmamak için bazı şeyleri söylemekisterdim. Fakat Risale-i Nur benim bedelime konuşuyor dedim, yüzümüçevirdim.

    Beyanat ve Tenvirler, s. 202

    Cumhuriyet ve Bediüzzaman

    Meşrutiyet; adalet, meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetten ibarettir.

    Cihad-ı hariciyi, Şeriat-ı Garranın berahin-i katıasının kılınçlarına havaleedeceğiz. Zira, medenilere galebe çalmak, ikna iledir. Söz anlamayanvahşiler gibi icbar ile değildir. Biz muhabbet fedaileriyiz, husumete vaktimizyoktur. Cumhuriyet ki… Haşiye 2

    Adâlet ve meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetten ibarettir. On üçasır evvel Şeriat-ı Garra teessüs ettiğinden, ahkâmda Avrupa’ya dilenciliketmek, din-i İslâma büyük bir cinayettir. Ve şimale müteveccihen namazkılmak gibidir. Kuvvet kanunda olmalı. Yoksa istibdat tevzi olunmuş olur.(Şüphesiz ki Allah, kuvvet ve kudret sahibidir.) Hâkim ve âmir-i vicdanî olmalı.O da; mârifet-i tam ve medeniyet-i âmm veyahut din-i İslâm namiyleolmalı. Yoksa istibdat daima hükümfermâ olacaktır.

    İttifak hüdâdadır, hevada ve hevesde değil. İnsanlar hür oldular, amayine abdullahdırlar. Her şey hür oldu. Şeriat da hürdür, meşrutiyet de…Mesâil-i Şeriatı rüşvet vermeyeceğiz. Başkasının kusuru, insanın kusurunasened ve özür olamaz. Yeis mâni-i her kemaldir. “Neme lâzım, başkası düşünsün”istibdadın yadigârıdır.

    Divan-ı Harb-ı Örfî, ss 64-65.

    Bence, muhâlif-i hakîkat-i Şeriat olan şeyler, Meşrûtiyete dahi muhâliftir,ya günahlarıdır veya ilcâ-i zarûrettir. Farz ediniz, şu siyâset muhâlif olsun,yine telâşa mahâl yoktur. Zîrâ, Şeriat-ı Garrânın bin kısmından bir kısmıdırki, siyâsete taallûk eder. O kısmın ihmâliyle, Şeriat ihmâl olunmaz.

    Evet, imtisâl etmemek, inkâr etmek demek değildir. Hem de, Devlet-iOsmâniyeye tâbî olan İslâmların on beş misli İslâmlar, sırf siyâset-iecânib altındadırlar. Onların dinlerine zarar gelmez; nerede kaldı ki, şuhükûmetteki; kendisi İslâm, millet-i hâkimesi İslâm, üssü’l-esâs-ı siyâsetide şu düsturdur: “Bu devletin dîni, dîn-i İslâmdır. Şu esâsı vikàye etmekvazifemizdir. Çünkü, milletimizin mâye-i hayatiyesidir.”

    Suâl: Demek, hükûmet bundan sonra da İslâmiyet ve din için hizmetedecek midir?

    Cevap: Hay hay. Bâzı akılsız dinsizler müstesnâ olmak şartıyla,hükûmetin hedef-i maksadı, velev gizli ve uzak olsa bile, uhuvvet-i îmâniyesırrıyla, üç yüz milyonu bir vücut eden ve nûrânî olan İslâmiyetin silsilesinitakviye ve muhâfaza etmektir. Zîrâ, nokta-i istinad ve nokta-i istimdatyalnız odur. Yağmurun katarâtı, nûrun lemeâtı dağınık ve yayılmış kaldıkçaçabuk kurur, çabuk söner. Fakat, sönmemek ve mahvolmamak için, Cenâb-ıFeyyâz-ı Mutlak bize “Ayrılıklara düşüp dağılmayın.” (Şura Sûresi, 13.) ve“Ümidinizi kesmeyin.” (Zümer Sûresi, 53.) ile ezel cânibinden nidâ ediyor.Evet, şeş cihetten nağme-i “Ümidinizi kesmeyin” eyler hurûş.

    Evet, zarûret ve incizap ve temâyül ve tecârüb ve tecâvüb ve tevâtür, okatarât ve lemeâtı musâfaha ettirerek ortalarındaki mesâfeyi tayyedip, birhavz-ı âb-ı hayatı ve dünyayı ışıklandıracak bir elektrik-i nevvâreyi teşkiledecektir. Zîrâ, kemâlin cemâli dindir. Hem, din saadetin ziyâsıdır, hissinulviyetidir, vicdânın selâmetidir.

    Münazarat, s. 53-54.

    Bediüzzaman ve müsavat-ı hukuk mesleği

    İkinci İşaret

    Tenkitkârâne bir suale cevaptır.

    Ehl-i dünya tarafından deniliyor ki: “Sen neden bizden küstün? Bir defaolsun hiç müracaat etmeyip sükût ettin. Bizden şiddetli şekvâ edip ‘Bana zulmediyorsunuz’ diyorsun. Halbuki bizim bir prensibimiz var, bu asrınmuktezası olarak hususî düsturlarımız var. Bunların tatbikini sen kendinekabul etmiyorsun. Kanunu tatbik eden zalim olmaz. Kabul etmeyen isyaneder. Ezcümle, bu asr-ı hürriyette ve bu yeni başladığımız cumhuriyetlerdevrinde, müsavat esası üzerine tahakküm ve tagallübü kaldırmak düsturubizim bir kanun-u esasîmiz hükmüne geçtiği halde, sen kâh hocalık, kâhzâhidlik suretinde teveccüh-ü âmmeyi kazanarak, nazar-ı dikkati kendinecelb ederek, hükümetin nüfuzu haricinde bir kuvvet, bir makam-ı içtimaîelde etmeye çalıştığın, zâhir halin ve eski zamandaki macera-yı hayatınındelâletiyle anlaşılıyor. Bu hal ise, şimdiki tabirle, burjuvaların müstebidânetahakkümleri içinde hoş görünebilir. Fakat bizim tabaka-i avâmın intibahıylave galebesiyle tezahür eden tam sosyalizm ve bolşevizm düsturlarıbizim daha ziyade işimize yaradığı için o sosyalizm düsturlarını kabul ettiğimizhalde, senin vaziyetin bize ağır geliyor, prensiplerimize muhalif düşüyor.Onun için sana verdiğimiz sıkıntıdan şekvâya ve küsmeye hakkınyoktur.”

    Elcevap: Hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede bir çığır açan, eğer kâinattakikanun-u fıtrata muvafık hareket etmezse, hayırlı işlerde ve terakkîde muvaffakolamaz. Bütün hareketi şer ve tahrip hesabına geçer. Madem kanun-ufıtrata tatbik-i harekete mecburiyet var; elbette fıtrat-ı beşeriyeyi değiştirmekve nev-i beşerin hilkatindeki hikmet-i esasiyeyi kaldırmakla, mutlakmüsavat kanunu tatbik edilebilir.

    Evet, ben neseben ve hayatça avam tabakasındanım. Ve meşreben vefikren, müsavat-ı hukuk mesleğini kabul edenlerdenim. Ve şefkaten veİslâmiyetten gelen sırr-ı adaletle, burjuva denilen tabaka-i havassın istibdatve tahakkümlerine karşı eskiden beri muhalefetle çalışanlardanım. Onuniçin, bütün kuvvetimle adalet-i tâmme lehinde, zulüm ve tagallübün ve tahakkümve istibdadın aleyhindeyim.

    Fakat nev-i beşerin fıtratı ve sırr-ı hikmeti, müsavat-ı mutlaka kanununazıttır. Çünkü Fâtır-ı Hakîm, kemâl-i kudret ve hikmetini göstermekiçin, az birşeyden çok mahsulât aldırır ve bir sayfada çok kitapları yazdırırve birşeyle çok vazifeleri yaptırdığı gibi, beşer nevi ile de binler nevin vazifelerinigördürür. İşte o sırr-ı azîmdendir ki, Cenâb-ı Hakk, insan nevini, binlernevileri sümbül verecek ve hayvânâtın sair binler nevileri kadar tabakatgösterecek bir fıtratta yaratmıştır. Sair hayvânat gibi kuvâlarına, lâtifelerine,duygularına had konulmamış; serbest bırakıp hadsiz makamatta gezecekistidat verdiğinden, bir nevi iken binler nevi hükmüne geçtiği içindir ki,arzın halifesi ve kâinatın neticesi ve zîhayatın sultanı hükmüne geçmiştir.

    İşte, nev-i insanın tenevvüünün en mühim mayası ve zembereği, müsabakaile, hakikî imanlı fazilettir. Fazileti kaldırmak, mahiyet-i beşeriyenintebdiliyle, aklın söndürülmesiyle, kalbin öldürülmesiyle, ruhun mahvedilmesiyleolabilir. Evet, şu hürriyet perdesi altında müthiş bir istibdadı yaşayanşu asrın gaddar yüzüne çarpılmaya lâyık iken ve halbuki o tokadamüstehak olmayan gayet mühim bir zâtın yanlış olarak yüzüne savrulan kâmilâne şu sözün,

    “Ne mümkün zulm ile, bîdâd ile imhâ-yı hürriyet?

    Çalış, idrâki kaldır, muktedirsen âdemiyetten!” sözünün yerine, bu asrınyüzüne çarpmak için ben de derim:

    Ne mümkün zulm ile, bîdâd ile imhâ-yı hakikat?

    Çalış, kalbi kaldır, muktedirsen âdemiyetten!

    Veyahut,

    Ne mümkün zulm ile, bîdâd ile imhâ-yı fazilet?

    Çalış, vicdanı kaldır, muktedirsen âdemiyetten!

    Evet, imanlı fazilet, medar-ı tahakküm olmadığı gibi, sebeb-i istibdatda olamaz. Tahakküm ve tagallüb etmek faziletsizliktir. Ve bilhassa ehl-ifaziletin en mühim meşrebi, acz ve fakr ve tevazu ile hayat-ı içtimaiye-ibeşeriyeye karışmak tarzındadır. Lillâhilhamd, bu meşrep üstünde hayatımızgitmiş ve gidiyor. Ben kendimde fazilet var diye fahir suretinde dâvâetmiyorum. Fakat nimet-i İlâhiyeyi tahdis suretinde şükretmek niyetiylediyorum ki:

    Cenâb-ı Hakk, fazl ve keremiyle, ulûm-u imaniye ve Kur’âniyeye çalışmakve fehmetmek faziletini ihsan etmiştir. Bu ihsan-ı İlâhîyi bütün hayatımda,lillâhilhamd, tevfik-i İlâhî ile şu millet-i İslâmiyenin menfaatine,saadetine sarf ederek, hiçbir vakit vasıta-i tahakküm ve tagallüb olmadığıgibi, ekser ehl-i gafletçe matlup olan teveccüh-ü nâs ve hüsn-ü kabul-ü halkdahi, mühim bir sırra binaen benim menfûrumdur, onlardan kaçıyorum.Yirmi sene eski hayatımı zayi ettiği için onları kendime muzır görüyorum.Fakat Risale-i Nur’u beğenmelerine bir emâre biliyorum, onları küstürmüyorum.

    İşte, ey ehl-i dünya! Dünyanıza hiç karışmadığım ve prensiplerinizlehiçbir cihet-i temasım bulunmadığı ve dokuz sene esaretteki bu hayatımınşehadetiyle yeniden dünyaya karışmaya hiçbir niyet ve arzum yokken, banaeski bir mütegallip ve daima fırsatı bekleyen ve fikr-i istibdat ve tahakkümütaşıyan bir adam gibi yapılan bunca tarassut ve tazyikiniz hangi kanunladır?Hangi maslahatladır? Dünyada hiçbir hükümet böyle fevkalkanun vehiçbir ferdin tasvibine mazhar olmayan bir muameleye müsaade etmediğihalde, bana karşı yapılan bu kadar bed muamelelere, yalnız değil benimküsmem, belki eğer bilse nev-i beşer küser, belki kâinat küsüyor.

    Lem’alar, 174-175.

    Ey meb’usân!

    Uzunluğu ile berâber gayet mûciz bir tek cümle söyleyeceğim. Dikkatediniz, zîrâ itnâbında îcaz var. Şöyle ki:

    Meşrûtiyet ve kanun-u esâsî denilen adâlet ve meşveret ve kanundacem’-i kuvvet, bu ünvan ile berâber, asıl Mâlik-i Hakikî ve sâhib-i ünvân-ımuhteşem (1) ve müessir ve adâlet-i mahzâyı mutazammın (2) ve nokta-iistinâdımızı temin eden (3) ve meşrûtiyeti bir esâs-ı metîne istinâd ettiren(4) ve ehvam ve şükûk sâhibini varta-i hayretten kurtaran (5) ve istikbal veâhiretimizi tekeffül eden (6) ve menâfi-i umûmiye olan hukûkullâhı izinsiztasamıftan sizi tahlis eden (7) ve hayât-ı milliyemizi muhafaza eden (8) veumum ezhânı manyetizmalandıran (9) ve ecânibe karşı metânetimizi ve kemâlimizi ve mevcûdiyetimizi gösteren (10) ve sizi muâheze-i dünyeviyeve uhreviyeden kurtaran (11) ve maksat ve neticede ittihad-ı umûmiyeyitesis eden ( 12) ve o ittihadın rûhu olan efkâr-ı âmmeyi tevlid eden (13) veçürük mesâvi-i medeniyeti hudûd-u hürriyet ve medeniyetimize girmektenyasak eden (1·4) ve bizi Avrupa dilenciliğinden kurtaran ( 15) ve geri kaldığımızuzun mesâfe-i terakkîde-sırr-ı i’câza binâen-bir zamân-ı kâsiredetayyettiren (16) ve Arap ve Turan ve İran ve Sâmileri tevhid ederek az zamanlabize bir büyük kıymet veren (17) ve şahs-ı mânevî-i hükûmeti Müslümangösteren (18) ve Kanun-u Esâsînin ruhunu ve On Birinci Maddeyimuhafaza ile sizi hıns-ı yeminden kurtaran (19) ve Avrupa’nın eski zann-ıfasidlerini tekzib eden (20) Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm hâtem-ienbiyâ ve Şeriatın ebedî olduğunu tasdik ettiren (21) ve muharrib-i medeniyetolan dinsizliğe karşı sed çeken (22) ve zulmet-i tebâyün-ü efkâr veteşettüt-ü ârâyı safha-i nûrânîsi ile ortadan kaldıran (23) ve umum ulemâve vâizleri ittihad ve saadet-i millete ve icraat-ı hükûmeti meşrûta-i meşruayahâdim eden (24) ve adâlet-i mahzâsı merhametli olduğundan anâsır-ıgayr-ı müslimeyi daha ziyâde te’lif ve rapteden (25) ve en cebîn ve âmiadamı en cesur ve en has adam gibi hiss-i hakikî-i terakkî ve fedakârlık vehubb-u vatanla mütehassis eden (26) ve hadim-i medeniyet olan sefâhet veisrâfat ve havâyic-i gayr-i zarûriyeden bizi halâs eden (27) ve muhafaza-iâhiretle berâber imârı dünyâ etmekle sa’ye neşat veren (28) ve hayaât-ı medeniyetolan ahlâk-ı hasene ve hissiyât-ı ulviyenin düsturlarını öğreten (29)ve herbirinizi, ey meb’uslar elli bin kişinin takazasını, yâni haklarını sizdendâvâ etmelerini hakkınızda tebrie eden (30) ve sizi icmâ-i ümmete küçükbir misâl-i meşrû gösteren (31) ve hüsn-ü niyete binâen a’mâlinizi ibâdetgibi ettiren (32) ve üç yüz milyon Müslümanın hayât-ı mâneviyesine sû-ikasd ve cinâyetten sizi tahlis eden (33) ol “Şeriat-ı Garra” ünvâniyle göstersenizve hükümlerinize me’haz edinseniz ve düsturlarını tatbik etseniz;acabâ bu kadar fevâidi ile berâber ne gibi şey kaybedeceksiniz? Vesselâm.

    Yaşasın Şeriat-ı Garra!

    Hutbe-i Şamiye, 85-88