Köprü Anasayfa

Demokratlık

"Kış 2014" 125. Sayı

  • Demokrat, Temel Hak ve Özgürlükleri İçselleştirmiş İnsandır

    Mehmet Altan

    Prof. Dr. İstanbul Ün. İİBF. Öğretim Üyesi

    Demokrat, temel hak ve özgürlükleri içselleştirmiş insandır

    Konuşan: Ahmet Dursun

    Demokratlık kavramının sizin fikir dünyanızdaki tanımı nedir?

    Demokratlık, insanlığın ve insanın kesişme noktasında sürekli özgürlükleringelişmesini sağlayan ve bu gelişmenin öncülüğünü yapan sosyal yapıyaadapte olma kabiliyeti yüksek bir yaklaşımdır. Bu sabit bir şey değildir.Demokrasi ve demokratlığın özünde insan var. İnsanın bulunduğu ortamdeğiştikçe insanın yaşam biçimi, hakları ve özgürlükleri değişiyor. İnsanhaklarının 65. yılını konuşuyoruz. Bu haklar giderek genişliyor. Şimdi Baltıkülkelerinde temel haklara internet de dahil oldu. Devlet üç gün içindeinternet altyapısını yerleşim yerine getirmezse bir hakkı ihlal etmiş oluyor.İnsanın varlığının ve mevcudiyetinin özgürlük ve var oluş sınırlarını süreklideğiştiren ve zamanın ruhu ve tarihin temposuna uyumunu sağlayan düşünceve eylem sistematiğidir demokratlık ve insan odaklı bir yaklaşımdır.

    Yönetim biçimi haline geldiği vakit; yönetenlerin çıkarcılığı ve bencilliğistatükoya dönüştüğü vakit, bir saray -teba ayrımına uğramaya başlıyor.Burada yönetenlerle yönetilenler arasında ayırım var oldukça bu ortaya çıkıyor.Yönetenlerin yönetilenlerden farklı bir sınıf ve konum içinde olmalarıve bunun uygulanması, toplumların gelişmişlik düzeyine göre nisbî bir fazfarkı oluşturuyor.

    Siyaset-devlet- toplum ve insan ilişkilerinin demokratik şemasınınasıl çizebiliriz?

    Bunların hepsini somuta indirgersek, bütün söylediklerimizin hepsinişekillendiren hukuktur. Çünkü toplum ve insan ilişkili olarak, topluminsan-vatandaş ve devlet ilişkileri geliştikçe haklar da genişliyor. MeselaAvrupa İnsan Hakları Mahkemesi sürekli olarak ictihat kararları ile dünyadakiinsan haklarını yeni yorumlarla genişletiyor; gelişen şartlara göreinsanın kazanımlarını bir ictihat olarak belirliyor ve genişletiyor. Hukuksalgelişmeleri de takip etmek lazım. Çünkü tanımsız bir hak ve anlatım olamaz.Biz demokratlığı neye göre şekillendireceğiz dediğiniz vakit, bu temelhak ve hürriyetlerin ve sosyolojik yapının geldiği en son noktadaki tanımıitibari ile bunu şekillendirebiliriz, diyebiliriz. Onun için de hukuk olmadandemokrasi ve demokratlık konuşulamaz. Burada hukuk, demokratlığın enönemli tanımlayıcısıdır. Mesela fikir özgürlüğü… Avrupa’da “fikir özgürlüğünedir?” diye baktığımız vakit şiddet ve hakareti dışlayan; ama toplumaen aykırı gelecek fikirleri, toplumu en hoplatacak fikirleri hukuksal olarakdevletin güvencesi altına alabilmesidir. Yani hoşa giden değil, en rahatsızedici fikirlerin de güvence altına alınabilmesidir.

    Bazen yönetenlerin hukuk gücünü kullanarak bunu engellediğinigörüyoruz. Hukuk güçlünün yanında yer alan bir araç haline gelirse…

    Güçlünün yanında derken, hukuk da değişiyor. Gerçekten hukuk birgüç dengesini belirler ama toplumdaki güç dengesi de insan lehine değişiyor.Neden? Çünkü insan beyninin bulduğu bir buluş dünyanın en büyükzenginlik kaynağıdır. İnsan beyni üretim aracı haline geliyor.

    Her alanda hızlı değişimler yaşanıyor. Bugün artık başkasını sömürmeninkârlı olmaktan çıktığı bir döneme giriyoruz. Ulus devlet dönemlerindekianlayışlar artık geçerliliğini yitirdi. Yeni buluşlar yapmak artık daha kârlı.Büyük ülkeler bu yolu tercih ediyor. Maliyet ve üretim açısından sanayidönemi mantığıyla hayata bakmanın artık zenginlik meydana getirmediğibir çağdayız. Bu çağda kâr etme başkasını sömürmekten değil, icat yapmaktangeçiyor.

    Artık yeni bir döneme giriyoruz. Toplumun yapısıyla insanın yapısınınözdeş olduğu bir döneme, insan odaklı bir çağa giriyoruz. İnsan yeniden yüceliyorve bütün sistemlerin önüne geçiyor. Bunun sebebi eski ekonomininüretim faktörlerinin yerini inovasyonun alması.

    Buluşlar, yani insan beyninin bulduğu yeni yaratımlar yeryüzüne yayılıyor.Artık sermaye sahibi olmanın önemi kalmadı. Bunun yerini yaratıcı birfikir ve buluş sahibi olmak aldı. Artık insanoğlunun en önemli vasfı olanbeyin, yeni bir üretim faktörü olarak karşımıza çıkıyor.

    Zenginlik üretebilen, bütün hayatı beyinsel bir yaratıcılıkla, inovasyonlave buluşlarla şekillendiren insan her şeyin önüne geçiyor. İnsan kutsallarınkutsalı olarak her şeyin önüne geçiyor. Dünya, insanı her şeyden sakınır,gözetir hale geliyor. Artık insanı toplumun ve yaşamın en güzide yerinekoyuyoruz.

    Beyinsel faaliyetleri ile öne çıkan insan sosyal yapıyı da yeniden kuruyor. İnsanın ortak değerleri, temel hak ve özgürlükler ve bireysellik öne çıkıyor. Oysa ulus devlet döneminde insan sermaye sınıfı kadar önemli değildi.Bugünse sosyo-ekonomik sistemin özünü insan oluşturuyor. Bu yüzden deinsanın özelliklerini içeren, önemseyen küresel bir yapılanmaya doğru gidiyoruz.Bu yeni oluşumlara da “insan odaklılık” diyoruz.

    Bu yeni çağa uyamayan, eksik ritimle dans eden, değişimi algılayamayıpbu gelişmelere düşman olanların yeni döneme ayak uydurması mümkündeğil.

    Söylediğimiz güç dengesi de değişiyor, Bil Gates dünyanın en zengininsanı, bilimsel buluş sayesinde, onun için güç dengesi de insan lehine gitmekmecburiyetindedir. Bu bir trend tabii. İnsan lehine değişecek.

    Bizde yüz elli yıllık bir anayasal gelenek olmasına rağmen bu değişimneden uzuyor?

    Çünkü burada bunu taşıyan bir yapı yok. İnsanın kendisini değerli kılmasıile mümkün olabilir bu. İnsanın kendini değerli kılması için değerüretmesi gerekir. İnsan olmanın dışında bir değer ürettiği vakit kendisinedokundurtmaz, haksızlık yaptırmaz, hukukuna sahip çıkar; ama bizde yirmibeş yaş yukarısındaki nüfusun ortalama okula gitme yılı altı buçuk yıl, yaniorta ikiden terk. Bu şu demektir: bizim nüfusumuzun yani yarısından fazlasınınmesleği yok demektir. Mesleğiniz yoksa, bir değer üretemiyorsanızhayattan korkarsınız. Hayattan korktuğunuz vakit, bir şekilde hak ve hukukikinci derecede kalır. Birincil derecedeki barınma, beslenme gibi ihtiyaçlarınızıkarşılayamıyorsanız hak ve hukuk arama peşinden gitmezsiniz. Sadecevar oluş üzerinden günlük yaşamınızı idame ettirme üzerinden hayata bakarsınız.Bu sizin temel olarak toplumun hukuksal güvencelerini sağlayabilecek,toplumun devletle ilişkilerini sizin lehinize tanımlayacak bir yaptırımıgetirmez. Türkiye’nin Osmanlıdan padişahlığı devraldığı cumhuriyet,içi değiştirilmemiş bir cumhuriyettir. Burası hala vatandaşsız bir cumhuriyettir.Vatandaşsız cumhuriyet olmasının nedeni de, insanların büyük birkısmının meslekleri olmadığı için, yaşam kalitesi açısından güçsüz olduklarıiçin, hayat karşısında ezildikleri için, kendilerinin hak ve hukukunu aramak,vicdansızlıklara demokratik bir isyan sergilemek; eşitsizliklere, hukuksuzluklarakarşı çıkmak durumunda değiller. Var olma savaşı veriyorlar. Onuniçin de anayasa, buranın toplumunun yeniden şekillenmesine, devletin çatısınınyeniden tanımlamasına, yönetim ve yönetilenler arasındaki ilişkiyi yenidensağlayacak bir anayasayı oluşturmuyor. Çünkü birinci derece ihtiyaçolarak görülmüyor.

    Demokrasinin öznesi olarak ‘demokrat insan’ tipi kabul ediliyor. Demokratinsanın özellikleri nelerdir?

    Demokrat insanı; insanın insan olarak var oluşunun farkında olup insanolma kabiliyeti üzerinden empati yapan, temel hak ve özgürlükleri içselleştirmişinsan olarak algılıyorum.

    Yine buradan hareketle; Liberal, Muhafazakâr ve Sosyal Demokrattürlerinin ortak noktası demokratlık olarak karşımıza çıkıyor. İdeolojilerindemokratlığa rengini verdiğini görüyoruz. Bunlardan hangisi gerçek demokratlık?

    Demokratlık çoğulculuğu gerektirir. Bir şekilde temel hak ve özgürlükler…başkasını garipseyen adam kentli olamaz. Garipseyen adam demokratolamaz. Buradaki özü, başkasının temel hak ve özgürlüklerine saygıdır, seningibi olmayanı garipsememektir. Eğer birisinin temel hak ve özgürlükleriniihlal ediyorsan, senin gibi olmamasını garipsiyorsan, hatta benzemezliküzerinden hayatı kuramıyorsan, başına ne koyarsan koy, demokrat olmaz.Muhafazakar, liberal demokrasi vs. bunun içindeki öz aynıdır; ama kullanımsistemli farklıdır.

    Siz İkinci Cumhuriyet fikrini üretenlerden birisiniz? ABD’de DemokratlarCumhuriyetçiler şeklinde belirgin bir ayrım var. Demokratlıkve Cumhuriyetçilik çatışan kavramlar mıdır?

    Cumhuriyet iktidarı hanedanın elinden alır. Cumhuriyet ilan edildiğizaman artık iktidar babadan oğla geçmeyecek demektir. Bunun bir anlamtaşıması için aileden alınan iktidarın halka devredilmesi lazım. Halka devredilmesiiçin her türlü farklı fikrin rahatça propagandasının yapılıp örgütlenebileceği,yaşam biçiminin çoğaldığı bir yapı gerekir. Halkın çoğulculuğunuve farklılığını güvence altına alan bir rejimdir. Cumhuriyet bizdeneden bir işe yaramadı. Çünkü Osmanlı hanedanı gitti tek parti iktidarıgeldi.

    Bunun en sağlıklısı demokratik bir cumhuriyettir. Yani hem bir hanedanyürütmesin hem de halk egemenliği, hukuksal bir çoğulculuk kavramıiçinde şekillensin. Bizde hala tek parti rejiminin bütün yasaları var, onuvernikleyen 12 Eylül’ün bütün yasaları duruyor. Mesela ‘İller Yasası’ faşizanbir yasadır, 1949’dan kalma bir yasadır. YÖK 12 Eylül’ün en faşizan kurumudur,hala devam ediyor.

    Demokrasi cami ile kışla kavgası değildir. Demokrasi, bütün toplumunfarklılığını, çoğulculuğunu güvence altına alması, insanın kutsallığının kabulü,kimsenin kimseye karışmaması ve hukukun egemen olmasıdır. Geldiğimiznoktada, bugün hükümet her şeye karışıyor, Kemalizm de karışıyordu.Biz laikçi bir Kemalizm’den dindar bir Kemalizm’e geçtik.

    Türkiye dünyalı bir anlayışın parçası olabilseydi, bir çok şey farklı olabilirdi.Türkiye, şimdi, cami kışla kavgasında caminin kışlaya rövanşını izliyor,28 Şubat’tan 15-16 yıl öncesinden kalmış bir savaş veriliyor.

    Ergenekon sürecinin demokrasiyi güçlendirdiğini düşünüyor musunuz?

    Demokrasiyi güçlendirebilmesi için rejimin demokratikleştirilmesi lazımdı.Ergenekon süreci Başbakan’ın vesayeti ele geçirmesi için bir tehditolarak kullanılıp bir noktada durduruldu, rejimin demokratikleştirilmesiaşamasına taşınmadı. Uludere’de katliamdan sonra Başbakan Genel KurmayBaşkanı’na teşekkür etti. 27 Nisan müthiş bir darbedir. “Başörtülü bircumhurbaşkanı istemiyorum” diyen Genelkurmay Başkanı yargılanmadı.Sayıştay, Avrupa birliğinin bize önerdiği bir uyum yasasıdır, askerlerin yerindelikdenetimini AKP by-pas etmiştir. 11 yıldır iktidardalar, askerlerinmaaşı açıklanmıyor. Bunları gizliyorlar. Askerî yargı hala devam ediyor. Uludere Genel Kurmay mahkemesinde. Vesayetin devam ettirilmesi içinbiriyle anlaşması lazımdı, orduyla anlaştı. Bu, bir şekilde gücünü dikte ettireceknoktaya kadar demokratikleşme sürecini kullandı, ‘vesayet benimelime geçti’ dediği noktada orduyla anlaştılar.

    Buradaki asıl problem nedir? Demokrat bir zihin yokluğundan mısöz ediyorsunuz? Türkiye böyle bir zihne sahip olsaydı…

    Bu anlayışın kendine zarar verdiğini bilirdi. Bundan en büyük zararınkendisinin alacağını bilirdi. En sağlıklı yapı sistemi değiştirmektir. Sistemideğiştirmeden bilek güreşine girmenin bu topraklarda kimseye yaramadığınıbilirdi. Buranın otuz altı padişahı var, on dördü yıkılıyor, ikisinin kellesigidiyor. Eğer devlet bir bireyin eline geçebiliyorsa, o devlet değildir;çünkü o zaman o başkasının da eline geçer. Başbakan’ın yaptığı en büyüktehlikelerden biri, Türkiye’nin sağlıklı gelişiminin sürekli kendini geliştirebilecekbir hukuksal sistemi hayata geçirememesi, demokratik bir denetimmekanizması kurmak yerine yetmiş altı milyonu tek başına yöneteceği birsistemin rüyasına kapılmasıdır. Bu şekilde vesayet rejimi, ister istemez, 28Şubat’tan rövanş almaya kalktığınız için çok kanlı bir geri dönüşü de içindebarındırıyor. Nasıl olsa el değiştirebilen bir yapı var. Oysa devlet, hiç kimsenineline geçmeyecek, toplumun gelişmesine ayak uydurabilecek sosyal birorganizmadır. Siz bunu ‘emniyeti, polisi ele geçirdim, yetmiş altı milyonaben ayar vereceğim’ yanılgısına düştüğünüz an, sizin altınızdan birileri onuçeker, size de çok ağır maliyet ödetir. Çünkü bu bir kızıldereli- kovboy kavgasınınötesine geçemez.

    Bu noktada biraz da Bediüzzaman çizgisinden söz edebilir miyiz?Bediüzzaman Said Nursî, Cumhuriyet öncesi Ahrarları, Cumhuriyetsonrasında da Demokrat Parti çizgisini destekliyor. Bediüzzaman’ın dinadına ortaya çıkan partileri desteklemediğini görüyoruz. Bu çizgiyi nasıldeğerlendiriyorsunuz?

    Dindarlık siyasetle çelişen bir şey. Dindarım diyorsunuz, beş vakit namazkılıyorsun, dua ediyorsun, ama Uludere’deki katliamın üstünü kapatıyorsun.Yolsuzluk, rüşvet vb. olaylara girmiyorum bile. Şikede kanun değiştiriyorsun,ceza indirimi uyguluyorsun; dindar bir adam siyaset yapamaz aslında.

    Kamu ihalesine hile karıştırmanın cezasını indirdiler. Bir Müslümanbunu nasıl yapabilir? Ancak dindar olarak kendine oy getirebilecek facialaraüzülüp diğerlerine hiç aldırmayarak nasıl bir bütün vicdan olunabilir, nasılböyle bir Müslümanlık olabilir? Benim bunları hafızam almıyor. Siyasetyapmaya başladığın vakit zaten dinden istifa ediyorsun. Cemaati fişleyerekya da onun altına imza atarak dindar olunabilir mi? “Ben Müslüman’ımama dindarları fişleyecek bir belgenin altına imza atarım” diyerek nasıl dindarlıkolabilir? Bunu nasıl açıklayabiliriz?

    Dersane üzerinden başlayan ve Cemaat AKP kavgası olarak büyüyengelişmeleri demokrasinin geleceği açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?

    Bu kavga, aslıyla yaratmak istediği efsane arasındaki uçurumu gösterdi.Türkiye’de akıl dışı işler oluyor. MGK tutanaklarında gördüğümüz gibi çiftestandart anlayışlar hakim. Muhafazakarların, dindarların benim açımdananlamı şudur: ‘Ben dindarım’ dediğin vakit, ‘ben vicdanlı birisiyim’ demek.Olup bitene vurduğunuz vakit, vicdanlı mı değil diye, Türkiye’nin olup bitenindeinançlı vicdan görmüyorum.

    Bediüzzaman’ın dindar demokrat vurgusu var eserlerinde. Bu kavramsizde neyi çağrıştırıyor?

    Said Nursî’nin bu cenahtan, siyaset yapanlardan çok büyük bir farkı var.Said Nursî’nin bir beklentisi yok. Bunların hepsinin bir beklentisi var. İkbalbeklentisi, devlette ömür boyu tantana, şatafat, devlet imkanları…Bunlartoplumun içinde var olamıyorlar. Bunların devlette, siyaseten iktidardangitmeyeyim dediğiniz vakit, her türlü çifte standart olur. Bu geçenlerde gittim,Van’da Nursî’nin çilehanesini gördüm. Bunların hiçbir şekilde paramolsun, pulum olsu, burayı ben yöneteyim, iktidar gitmesin gibi bir düşüncelerive beklentileri yok. Para-pul, pozisyon beklentilerine girip, kaybetmemekiçin her türlü iki yüzlülüğe tevessül ettiğiniz vakit çarpılırsınız.

    Said Nursî bir siyasetçi değil, felsefeci ve düşünce adamı. Neden insançarpılıyor? Hak etmediği noktalarda kalabilmek için çaba sarf etmeye başladıklarıvakit… Türkiye’yi yönetenler kendi mesleklerinde kalsalardı nereyegelebilirlerdi? İktidarı çok seviyorlar. Muhafazakâr kesim bu dönemdeiyi bir sınav vermedi. Para ve güç karşısında kendi vicdanını dinlemeyenbir adama ben inançlı, dindar demem. Said Nursî’nin böyle beklentileriyok. Said Nursî bu işlere, din felsefesine kafa yoran, orada yoğunlaşan, çokçalışan ve bunun için muazzam bir emek sarf eden birisi. Dini kullanaraksiyaset yapma peşinde olan birisi değil. Mevcut kadro dini sömürerek iktidardakalma noktasına geldi. Türkiye’nin nereden başlayıp nereye geldiğinigörüyorsun. Demokrasiden başlayıp bir din rövanşına geldi. Onu da kendiistedikleri tarzda yapıyorlar, kent dindarlığı şeklinde değil. Kasabanın şehredayatmasını din üzerinden formüle etmek isteyen yabanlıkla bu işin siyasetenrantını yemeye kalkan insanlarla, düşünce dünyasında ömrünü var edenbirisi arasında muazzam farklar var.

    Biz demokrasi konusunda bugüne kadar yönümüzü Batı’ya bakarakbelirledik; ama Batı, Mısır meselesinde olduğu gibi, demokrasi dersindeiyi bir sınav veremedi. Demokrasi konusunda yeni bir pusula mı gerekiyor,ne dersiniz?

    Batı dış politikada bir şekilde çifte standart uyguluyor; ama kendi içindeböyle bir çifte standartlık yok. Bir kere bunu ayırmak gerekir. Biz de önceliklekendi içimize bakalım. Mesela hükümet Mursi darbesine şiddetlekarşı durdu, peki aynı duruşu içerde niye göstermiyorlar, niye 27 Nisan’ıyargılamıyorlar? Darbelere karşılarsa bunu niye yapmıyorlar? Bu darbelerekarşı olmak siyasi bir laftan öteye geçmiyor. Darbelere karşı iseniz, içerde27 Nisan’ı yargılamanız, 12 Eylül’ün bütün yasalarını değiştirmeniz gerekir.Hem 12 Eylül’ün getirdiği kurumsal yapıdan- YÖK, MGK gibi- yararlanacaksınhem de darbelere karşıyım diye, Müslüman Kardeşler ayağımınaltından kayıyor diye Mısır’da ayağa kalkacaksın; ama bir taraftan da 27 Nisan darbesini hiç olmamış gibi kabul edeceksin. AKP’nin ne yazık ki,bugün demokratlıkla ilgisi kalmamıştır.

    Bahsettiğiniz siyasi ikiyüzlülükten Türkiye nasıl sıyrılır?

    Bence gerçek inançlıların, gerçek vicdanlıların, gerçek Müslümanlarınkent Müslümanlığı algısı ile buradan çıkabiliriz. Yani, Müslümanlığın birşekilde iç yolculuk, hakikati arama, başkalarına ayar verme değil, kendi içindekibir varlık sürecini sorgulayan bir seyahat olduğunun ortaya çıkmasıylabundan kurtulabiliriz. Şimdi olup biten, din üzerinden sarayı ele geçirmeharekatıdır.