Köprü Anasayfa

Demokratlık

"Kış 2014" 125. Sayı

  • Demokratlık ve Arap Baharı

    Democratic and Arab Spring

    Ertan Efegil

    Prof. Dr. Sakarya Üniversitesi İİBF Uluslar arası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi

    Giriş

    Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun ifade ettiği gibi, Ortadoğu ülkelerindeyaşanan halk ayaklanmaları, aslında 2010 yılında değil, 2000’lerinbaşında yaşanması gereken gelişmelerdir. Çünkü halk ayaklanmalarının yaşandığıülkelerdeki iç dinamikler (sosyal koşullar, idari ve siyasal yapılanma,ekonomik imkânlar vb.) ve diğer ülkeler ile ilişkiler, 2010 yılında bölgedeyaşanan gelişmelere sebebiyet veren faktörler olarak yıllardır bu ülkelerinbünyelerinde yer almaktadır.

    Soğuk Savaş döneminde bastırılmış olan bu faktörlerin etkisiyle, SoğukSavaş sonrası dönemde daha fazla hareket imkânı bulan muhalif kesimler,kendi ülkelerinde radikal değişimlerin yaşanmasını talep ettiler.

    Önceleri gösteriler düzeyinde dile getirilen bu taleplerin, mevcut rejimlertarafından dikkate alınmaması ve hatta liderlerin silaha başvurması üzerine,daha sonra bu ülkelerde iç çatışmalar/savaşlar ortaya çıktı. Maalesefbinlerce sivilin, kadının, çocuğun ölümüne, yaralanmasına neden olan buçatışmalar, Mısır, Libya ve Tunus gibi ülkelerde sona ererken, Suriye’de devametmektedir. Ancak silahlı çatışmaların sona erdiği ülkelerde ise halendaha iç sürtüşmeler devam etmektedir. Bu ülkelerin, kısa ve orta dönemde,istikrarlı yapılara kavuşmaları da beklenmemektedir.

    Bu ülkelerde meydana gelen gelişmeleri, Risale-i Nurlar üzerinden incelediğimizde,Bediüzzaman’ın öngörülerinin, bu olayları değerlendirirken de geçerli olduğu gözlemlenmektedir. Özellikle Bediüzzaman’ın ortayakoyduğu ve temel ilkelerini ifade ettiği meşrutiyet veya günümüzde karşılığıolan katılımcı demokrasi rejimi, bölge halklarının kurtuluşu için yegâneyöntem/ilke olarak karşımızda durmaktadır.

    Mevcut çalışmada, önce Bediüzzaman’ın meşrutiyet konusunda ortayakoyduğu görüşler özetlenecektir. Ardından Ortadoğu ülkelerinin iç dinamikleri(Arap Baharı öncesi) ve muhalif grupların talepleri incelenecektir.Değerlendirme kısmında ise, Bediüzzaman’ın meşrutiyet anlayışı ile bölgedekigelişmeler karşılaştırılacaktır.

    Risale-i Nur’da demokratlık veya meşrutiyet

    İstibdadın Özellikleri

    Bediüzzaman, Risale-i Nurlarda istibdat yönetimine şiddetle karşı çıkmaktave meşrutiyetin/katılımcı demokrasinin İslamiyet’e aykırı olmadığınısavunmaktadır. Bediüzzaman’a göre, istibdat, tahakkümdür, zorbalıktır.İstibdat, keyfi muamelede bulunmak, kuvvete dayanarak zorbalık yapmakveya yöneticilerin kendi ellerindeki idari gücü kendi menfaatleri için kötüyekullanmak anlamına gelmektedir.

    İstibdat, cehaletten, fakirlikten ve ihtilaflardan beslenmektedir. İstibdatta,menfi ihtilaf bulunmaktadır. Yani herkesin avukat gibi hareket ederek,sadece kendi sözünün/düşüncesinin doğru olduğunun kabul edilmesinisağlama arayışlarıdır. Böylece bireyler kendi şahsi çıkarlarını ve benliğini,adalete ve ahlaki ilkelere tercih etmektedir. Kısacası istibdatta, kişiler arasındanefsi arzulara dayanan bir tarafgirlik söz konusudur (Nuri Çakır, Kış2009).

    İstibdat rejiminde, insanlar arasında ayrımcılık mevcuttur. Yasalar keyfişekilde uygulandığı için, bazı kesimler, yasalardan ve devletin iradesindenmuaf tutulabilmekte; diğerleri ise, keyfi şekilde yorumlanan yasalara itaatetmekle yükümlü hale gelmektedir. Yasalar da zaten yöneticilerin kişisel ve/veya nefsi arzularına uygun olarak kabul edilmektedir. Böylece toplumunmenfaati yerine, kişilerin menfaatleri esas alınmaktadır. Bu rejimde sonuçtakişilere itaat esastır (Furkan Aydıner, Güz 2008).

    Sonuçta, istibdat, İslam dünyasını zillete ve sefalete düşürmekte ve yöneticilerve/veya halklar arasında kin ve husumete neden olmaktadır.

    Meşrutiyet Rejiminin İlkeleri

    Bediüzzaman’ın kendi dönemine ilişkin olarak savunduğu meşrutiyetrejiminin günümüzdeki karşılığı, katılımcı demokrasidir. Katılımcı demokrasiveya meşrutiyet, Bediüzzaman’ın ifade ettiği gibi, milletin yönetimdehâkimiyetini esas alan ve halkın taleplerinin/beklentilerinin yönetime aksettirildiğirejimdir (Risale-i Nur Enstitüsü, Yaz 2008). Yani insan iradesiniözgürleştiren ve ilimde/fikirde hürriyeti sağlayan rejimdir.

    Meşrutiyet rejimi, üç temel kavram üzerine oturmaktadır: Meşveret,adalet ve hukukun üstünlüğü.

    Meşveret, bireylere ve topluma yönelik konularda istişarede bulunarak karar almak anlamına gelmektedir. Meşveret, toplumun menfaatini esas almaktadır. Meclis’te veya Şura’da bir araya gelen ve halkın temsilcisi olan ehilinsanların, karşılıklı fikir alışverişinde (müspet ihtilafta) bulunarak herkesinmenfaatini dikkate alan bir neticeye ulaşmasıdır. Bu sayede bir yandanhalkın iradesi yönetime yansıtılırken, diğer yandan yönetilenler arasındaihtilaf önlenmiş olmaktadır. Çünkü müspet ihtilafta, sorunların ele alınmasısırasında, doğruyu bulmak niyetiyle, kendi fikirlerinde inat etmeksizin,ehil insanlar bir araya gelmektedir. Böylece toplumun menfaati için bireyinhakları feda edilmemektedir. Yani adalet-i mahza hayata geçirilmektedir(İlhami Koçkan, Güz 1998).

    Adalet ise, mahkemelerin, salt hukuk düzenlemelerine bağlı kalarak,tarafsız bir şekilde karar almaları halinde sağlanmaktadır. Adaletli davranmakzorunda kalan mahkemeler, tarafgirane yaklaşımdan uzak durmaklayükümlüdür. Aynı zamanda devlet yetkilileri de, yasaları tarafsız şekilde uygulamalı,kararlarında, kişilerin iradeleri yerine, yasaların belirttiği kurallarıesas almalıdır (Ahmet Battal, Yaz 2010).

    Adaletin yaşandığı yönetim anlayışında hukukun üstünlüğü de kendiliğindenortaya çıkmaktadır. Öncelikle hukukun üstünlüğü ilkesi sayesinde,her vatandaş/birey, hukuk nezdinde eşit haklara ve yükümlülüklere sahipolmaktadır. Bu durumda, toplum içerisinde ayrımcılık engellenmektedir.Ayrımcılığın kaldırılması ise, insanlar arasında nifakın çıkmasını engellemektedir(Hüseyin Kara, Güz 2002).

    Bediüzzaman, meşrutiyet rejiminde, vicdan, din ve fikir özgürlüklerininhakkıyla yaşandığını düşünmektedir. Kısacası, demokrasinin vazgeçilmezkavramı olan temel hak ve özgürlükleri savunmaktadır. Bu sayede meşveretve istişare mekanizmaları hakkıyla işler hale gelmektedir (Recep Ardoğan,Yaz 2010). Yalnız herkesin temel hak ve özgürlüklere, kendisine ve başkasınınhaklarına zarar vermemek koşuluyla sahip olabileceğini kabul etmektedir.Aksi takdirde sınırsız özgürlüğü savunan, sadece nefsi arzularını yerinegetirmeye gayret eden kişiler, toplumda asayişi ve huzuru bozabileceklerdir(Osman Özkul, Güz 2009).

    Bediüzzaman, devlet içerisinde yaşayan gayr-i Müslimlerin haklarının,fitne çıkarmadıkları sürece, korunması gerektiğini söylemektedir. KısacasıBediüzzaman, insanları ötekileştirmeyen, toplum içerisindeki farklılıklarasaygılı ve azınlık haklarına tam riayet eden bir yönetim anlayışını savunmaktadır.Devletin, din karşısında tarafsız kalmasını, çatışmaya sebebiyetvermemek koşuluyla herkesin istediği fikri savunmasını desteklemektedir(Bünyamin Duran, Yaz 2008).

    Son olarak, cehalet, fakirlik ve ihtilaf batağına düşmüş olan İslam dünyasınınfen ilimleri, sanat, marifet ve ittifak ile yeniden kalkınabileceğinidüşünen Bediüzzaman, Batılı/gayr-i Müslim toplumlara üstün gelme yolunun,ikna olduğunu öngörmektedir.

    Ortadoğu ülkelerinde istibdat ve iç çatışmalar

    Arap Baharı ile birlikte kendi iç siyasi hayatlarında sorunlar yaşayanOrtadoğu ülkelerinde, Bediüzzaman’ın ifade ettiği gibi, istibdat yönetimlerininiş başında bulunduğunu söyleyebiliriz.

    Mısır

    Yıllardır askeri vesayet rejimi altında yaşayan Mısır’da, halkın büyükbir kısmı fakirdir. Devlet yönetimi, Devlet Başkanı, Ordu, İşadamları veBürokratlar arasında oluşturulan ittifak tarafından kontrol altındaydı. Yolsuzlukyaygın haldeydi. Yasalar keyfi bir şekilde uygulanıyordu. Yönetim,muhalefete, ifade özgürlüğüne ve halkın serbestçe siyasal hayata katılımınaizin vermiyordu (Uluslararası Kriz Grubu, 6 Nisan 2011).

    İstibdat yönetiminin getirdiği sıkıntılardan bunalan halk ayaklanarakrejimin değiştirilmesini, ekonomik ve sosyal koşulların iyileştirilmesini vesiyasal hayata daha fazla katılımın sağlanmasını talep etti. Ancak HüsnüMübarek yönetimi, halkın bu taleplerine olumlu cevap vermedi. Aksinekendi rejimini daha fazla güvence altına alabilmek için sert tedbirlere başvurdu.

    Ordunun Hüsnü Mübarek yanında yer almaması üzerine, ülkede Mübarekdönemi sona erdi. Mısır Genelkurmay Başkanı’nın başkanlığında birgeçiş yönetimi oluşturuldu. Geçiş Yönetimi, kısa sürede yönetimi sivilleredevretmek istemedi. Çünkü askeri kesim, önceden edindiği ayrıcalıklıkonumunu kaybetmeyi arzu etmiyordu. Halk arasında da görüş ayrılıklarımevcuttu. Liberaller, Müslüman Kardeşler, Selefiler, gayr-i Müslimler veMübarek yanlısı gruplar, kendi çıkarlarını muhafaza edebilmek için gayretgösteriyorlardı. Bu da halk nezdinde fikir ayrılıklarının yaşanmasına nedenoldu (Uluslararası Kriz Grubu, 24 Şubat 2011).

    Halkın yeniden gösteriler düzenlemesi üzerine, askeri elitler, yönetimi,sivillere devretmek zorunda kaldı. Seçimlerin ardından başa geçen MüslümanKardeşler, yönetimde istediği başarıyı elde edemedi. Çünkü Mübarekdöneminde ayrıcalıklı konumda bulunan bu gruplar, CumhurbaşkanıMursi’nin istediği reformları yapmasını engellediler (Uluslararası KrizGrubu, 24 Nisan 2012).

    Bu grupların çabaları neticesinde, Mısır’da durum daha da kötüleşti.Müslüman Kardeşler’den memnun olmayan liberaller ile gayr-i Müslimlerindesteğiyle Genelkurmay Başkanı Sisi, yeni bir askeri darbe gerçekleştirdi.Darbe esnasında Müslüman Kardeşlerin kararlı protestolarına serttedbirler ile karşılık veren Sisi ve yeni yönetim, askeri-bürokratik vesayetindevamı yönünde bir anayasal çalışmayı tamamladı (Uluslararası Kriz Grubu,7 Ağustos 2013).

    Tunus

    Tunus’taki durumda, Mısır’daki şartlar ile benzerlik gösteriyordu.Mısır’da olduğu gibi, Tunus’ta da, halkın büyük bir kısmı eğitimsizdir. Yolsuzlukyaygın haldeydi. Rejim, baskıcı anlayışa sahipti ve muhalefete izinverilmiyordu. Rejime yakın kesimlerin hayat standartları çok yüksekti ve bugruplar siyasal ve ekonomik alanlarda ayrıcalıklı konumda bulunmaktaydı.Bu nedenle halk arasında büyük bir hoşnutsuzluk mevcuttu (UluslararasıKriz Grubu, 28 Nisan 2011).

    Tunus’ta rejim halk gösterileri sonucunda kansız bir şekilde değişti. Fakatgeçiş döneminde, Tunus’taki siyasi gruplar arasında derin görüş ayrılıklarıortaya çıktı. Çünkü gruplar ülke yönetiminin kendi siyasi düşüncelerine uygun olarak yeniden şekillenmesini istemektedir. Kendi görüşlerinde ısraretmeleri üzerine, gruplar, ortak bir noktada buluşamamaktadır. Bu da ülkeiçinde siyasi çalkantılara neden olmaktadır (Uluslararası Kriz Grubu, 28Nisan 2011).

    Ancak yine de Tunus’ta siyasi grupların yeni bir anayasal düzeni inşaederek, siyasal katılımı desteklemesi, devlet kurumlarının işler hale getirilmesive ekonomik ve sosyal koşulların iyileştirilmesi yönünde adımlarınatılması gerekmektedir (Uluslararası Kriz Grubu, 13 Şubat 2013).

    Libya

    Libya da tipik bir istibdat yönetimine sahip ülke idi. Kaddafi, kendiyandaşları ve aile üyeleriyle birlikte, ayrıcalıklı bir konumda ve keyfi uygulamalarile ülkeyi yönetiyordu. Rejime yakın olan gruplar, siyasi ve ekonomikavantajlardan fazlasıyla faydalanabiliyordu. Diğerleri ise, tümüylebu iki hayattan dışlanmışlardı. Libya’da muhalefete, fikir özgürlüğüne izinverilmiyordu (Uluslararası Kriz Grubu, 6 Haziran 2011).

    Zengin petrol yataklarına rağmen, Libya’da halkın büyük bir kısmı fakirlikile mücadele ediyordu. Yetersiz kalkınma düzeyi, fakirlik, yolsuzluk,Libya’nın temel özellikleriydi. Geleneksel dini kurumlarda, devletin politikalarınımeşrulaştırıcı tavırlar içerisindeydi (Uluslararası Kriz Grubu, 14Aralık 2011).

    Kaddafi yönetimi ile muhalif kabileler arasında yaşanan çatışmalar neticesinde,ülkede yönetim değişmiştir. İç çatışmalar esnasında ayaklanangruplar, ülke genelinde siyasal, ekonomik ve sosyal koşulların iyileştirilmesiyönünde taleplerde bulunmuştu. Fakat çatışma sonrası dönemde her birmilis grubu, kendi kontrolü altında tuttuğu bölgeden ayrılmayı, yönetimitümüyle merkezi otoriteye bırakmayı kabul etmedi. Günümüzde Libya’dakabileler arası nefret ve intikam duyguları artmış, bunlar arasında ihtilaflarortaya çıkmıştır. Ülkede etnik temelli önyargılar mevcuttur. Yolsuzluk devametmektedir. Devlet makamları parayla satılmaktadır. Yerel milis grupları,adaleti kendileri sağlamakta ve böylece keyfi adalet anlayışı hükümsürmektedir (Uluslararası Kriz Grubu, 14 Eylül 2012; Uluslararası KrizGrubu, 17 Nisan 2013).

    Fakat Libya’da durumun yeniden normale dönebilmesi için, yerel milisgüçlerinin merkezi otoritenin emri altına girmesi, ülkede katılımcı demokratikanlayışın hüküm sürmesi, eğitim, sağlık gibi sosyal ve ekonomikkoşulların iyileştirilmesi ve devlet kurumlarının işler hale getirilmesi gerekmektedir.

    Sonuç

    Suriye, diğer Ortadoğu ülkeleri gibi, benzer koşullara sahipti. Esad ailesi,Nusayriler ve işadamları sayesinde ülke genelinde baskıcı bir yönetiminşa etmişti. Bu gruplar, ülkenin imkânlarından büyük oranda faydalanırken,yasalar da keyfi şekilde uygulanıyordu. Suriyeli Kürtlere vatandaşlıkhakkı tanınmıyordu. Muhalif gruplar baskı altında tutulurken, ifade ve düşünceözgürlüklerine izin verilmiyordu. Ayrıcalıklı konumda bulunan kesimlerin dışında kalanlar ise, ekonomik ve siyasal hayattan dışlanmışlardı(Uluslararası Kriz Grubu, 13 Temmuz 2011).

    Muhalif gruplar, diğer Ortadoğu ülkelerinde yaşanan süreçlerden cesaretlenerek,Suriye rejiminden radikal bir şekilde demokratikleşme yönündeadımlar atmasını, ekonomik imkânların herkesi kapsayacak şekilde düzeltilmesinive sosyal koşulların iyileştirilmesini istediler. Fakat Esad yönetimi,bu talepleri karşılamak yerine göstericilere karşı askeri güç kullandı (UluslararasıKriz Grubu, 1 Ağustos 2012).

    İç savaşın sürdüğü Suriye’de, ülke ekonomisi uzun yıllar düzelemeyecekşekilde çökmüştür. Devlet kurumları işlemez hale getirilmiştir. Halkınyaşam standardı aşırı şekilde kötüleşmiştir. Rejim ile muhalif gruplar arasındaintikam duyguları yeşermiştir. Gruplar, kendi mensuplarına karşı aidiyethissederken, diğer gruplara karşı kin, nefret ve önyargı beslemektedir(Uluslararası Kriz Grubu, 27 Haziran 2013).

    Değerlendirme

    Bediüzzaman’ın ifade ettiği gibi, Ortadoğu ülkelerinin birçoğunda otoriterrejimler hâkimdir ve bu ülkelerdeki yönetimler, kuvvete dayanmakta,ayrımcılık uygulamakta ve yönetimi elinde tutan zümreler ellerindeki gücükendi menfaatleri için kötüye kullanmaktadır.

    Bu yönetimlerde, ülkenin imkanlarından fazlasıyla faydalanan gruplar,kendi grup/şahsi menfaatleri için ülke yönetimiyle ittifak ilişkisi içerisindebulunmaktadır.

    Bu ülkelerde muhalefete, fikir, vicdan ve din özgürlüğüne izin verilmemektedir.Siyasal partiler, özgür medya ve sivil toplum kuruluşları yasaklanmıştır.Bu nedenle bölge ülkelerinde yaşanan siyasal tartışmalar, özgürortamlarda gerçekleştirilememekte, rejimin menfaatlerine yönelik olmaktave bu tartışmalarda rejimi eleştirmeye olanak tanınmamaktadır. Sonuçta buülkelerde mutlak hakikatin ve adaletin yeşermesi mümkün değildir. Böylecebölge ülkeleri, demokrasi, kalkınma değerleri, toplumca insanca yaşama verileri,sosyal koşullar açısından dünyanın oldukça gerisinde yer almaktadır.Bu ülkelerdeki koşullar, hem içeride siyasal ve toplumsal istikrarsızlıklarınyaşanmasına hem de uluslararası terör eylemlerine olanak sağlamaktadır.

    Halk gösterileri sonrasında, Tunus, Libya, Mısır gibi ülkelerde, halkındesteklediği, arzuladığı rejimler inşa edilmemiştir. Çünkü bu ülkelerdemüspet yerine menfi ihtilaflar görülmektedir. Örneğin, Tunus ve Mısır’daolduğu gibi, çeşitli siyasal gruplar, tarafgirlik içerisinde hareket ederek, sadecekendi düşüncelerinin/ideolojilerinin devlet yönetimine hâkim olmasınıve/veya önceden sahip oldukları imtiyazlarının yeni yönetimde de devametmesini istemektedir. Bu nedenle diğerlerinin görüşlerini dinleyerek, ortakbir noktada uzlaşmakta veya halkın genel menfaatine uygun hareket etmektezorlanmaktadır.

    Bu ülkelerin yeniden istikrarlı hale gelebilmeleri için önerilen adımlar,Bediüzzaman’ın savunduğu meşrutiyet rejiminin temel özelliklerini yansıtmaktadır.Örneğin halkın genelinin talep ettiği katılımcı demokrasinin buülkelerde hâkim hale gelmesi, devlet kurumlarına yeniden işlerlik kazandırılması,eğitim, sağlık, sosyal yaşam koşullarının düzeltilmesi ve ekonomininyeniden istikrarlı hale getirilmesi gibi öneriler sıklıkla dile getirilmektedir.

    Halkın, siyasal, sosyal ve ekonomik alanlarda serbestçe ifade edebilmesinin,bu ülkelerin kalıcı şekilde istikrarlı hale gelebilmesi için gerekli olduğugörüşü genel kabul görmektedir.

    Siyasal alanda önerilen rejim modelinde, halkın siyasal hayata Meclisyoluyla katılması, temel hak ve özgürlüklerin anayasal güvence altına alınması,azınlıkların haklarına saygı gösterilmesi, hukukun üstünlüğünün inşaedilmesi, serbestçe fikirlerin tartışılması gibi unsurlar yer almaktadır.

    Sonuçta, Bediüzzaman’ın meşrutiyet konusunda ifade ettiği görüşleri,Arap Baharı yaşanan ülkelerdeki sorunların nedenlerini ve bu ülkelerinmevcut sorunlardan kurtulması için gereken tedavi yöntemlerini içermektedir.

    KAYNAKÇA

    Ahmet Battal, “Bediüzzaman ve Demokratik Toplum Tasavvuru”, Köprü Dergisi, Yaz2010, Sayı 111.

    Bünyamin Duran, “Nursi’de Devlet Algısı”, Köprü Dergisi, Yaz 2008, Sayı 103.

    Furkan Aydıner, “Münazarat: Yüz Yıllık Demokrasi Manifestosu”, Köprü Dergisi, Güz2008, Sayı 104.

    Hüseyin Kara, “Bediüzzaman Said Nursi’de Düşünce Özgürlüğü”, Köprü Dergisi, Güz2002, Sayı 80.

    İlhami Koçkan, “Meşveretten Cumhuriyete”, Köprü Dergisi, Güz 1998, Sayı 64.

    Nuri Çakır, “Bediüzzaman’a Göre İslam Devleti ve Anayasasının Yeri-Zamanı – ModernZamanlarda Devletin Dinle İlişkisi”, Köprü Dergisi, Kış 2009, Sayı 105.

    Osman Özkul, “Said Nursi’nin Demokrasi Düşüncesine Katkısı ya da DemokrasininOntolojisi”, Köprü Dergisi, Güz 2008, Sayı 104.

    Recep Ardoğan, “İnsan Hakları ve Hürriyet Mefhumundan Risale-i Nur’a İzdüşümler”,Köprü Dergisi, Yaz 2010, Sayı 111.

    Risale-i Nur Enstitüsü, “Meşrutiyet’ten Demokrasiye Bediüzzaman”, Köprü Dergisi,Yaz 2008, Sayı 103.

    Uluslararası Kriz Grubu, “Divide We Stand: Libya’s Enduring Coflicts”, Middle East /North Africa Report, No 130, 14 Eylül 2012.

    Uluslararası Kriz Grubu, “Holding Libya Together: Security Challenges after Qadhafi”,Middle East/ North Africa Report, No 115, 14 Aralık 2011.

    Uluslararası Kriz Grubu, “Holding Libya Together: Security Challenges after Qadhafi”,Middle East/ North Africa Report, No 115, 14 Aralık 2011.

    Uluslararası Kriz Grubu, “Lost in Transition: The World According to Egypt’s SCAF”,Middle East/North Africa, Rapor No 121, 24 Nisan 2012.

    Uluslararası Kriz Grubu, “Marching in Circles: Egypt’s Dangerous Second Transition”,Middle East/North Africa, Brifing No 35, 7 Ağustos 2013.

    Uluslararası Kriz Grubu, “Popular Protest in North Africa and The Middle East (V):Making Sense of Libya”, Middle East/North Africa, No 107, 6 Haziran 2011.

    Uluslararası Kriz Grubu, “Popular Protest in North Africa and the Middle East (IV):Tunisia’s Way”, Middle East / North Africa Report, No 106, 28 Nisan 2011.

    Egypt Victorious?”, Middle East / North Africa, Rapor No 101, 24 Şubat 2011.

    Uluslararası Kriz Grubu, “Popular Protest in North Africa and the Middle East (VII):The Syrian Regime’s Slow-motion Suicide”, Middle East/North Africa, Rapor No 109,13 Temmu 2011.

    Uluslararası Kriz Grubu, “Popular Protests in North Africa and the Middle East (III):

    The Bahrain Revolt”, Middle East/North Africa, Rapor No 105, 6 Nisan 2011.

    Uluslararası Kriz Grubu, “Syria’s Metastasising Conflicts”, Middle East, Rapor No 143,27 Haziran 2013.

    Uluslararası Kriz Grubu, “Syria’s Mutating Conflict”, Middle East, Rapor No 128, 1Ağustos 2012.

    Uluslararası Kriz Grubu, “Trial by Error: Justice in Post-Qadhafi Libya”, Middle East/North Africa Report, No 140, 17 Nisan 2013.

    Uluslararası Kriz Grubu, “Tunisia: Violence and the Salafi Challenge”, Middle East/North Africa, Rapor No: 137, 13 Şubat 2013.