Köprü Anasayfa

Demokratlık

"Kış 2014" 125. Sayı

  • Panel

    Demokratlık Paneli

    KONUŞMACILAR

    Prof. Dr. Atilla Yayla

    Prof. Dr. Ahmet Battal

    Prof. Dr. Bekir Berat Özipek

    Yönetici: Kadir Akbaş

    Atilla Yayla

    (Prof. Dr. İstanbul Ticaret Ün. Öğretim Üyesi)

    Bu davet için teşekkür ediyorum. Bu camia benim çok yabancı olmadığımbir camia. Zaman zaman toplantılara katılıp konuşmalar yapıyorum,ama bu toplantı ilginç bir dönemde gerçekleşiyor. O bakımdan da anlamlıve yararlı. Bu ilginç döneme atıfla ben konuşmamın başlığını “Zor zamanlardademokrat olmak” diye belirledim. Başlığın anlamı olduğunu düşünüyorum;çünkü her şeyin güllük gülistanlık olduğu zamanlarda demokratımdemek gayet kolay. Ama ortalığın karıştığı ve meşhur tabirle “at izinin itizine karıştığı dönemler”de gerçekten demokrat bir pozisyon almak da okadar zor. Ama mühim olan ve insana itibar, erdem kazandıracak olan zorzamanlarda demokrat olabilmeyi becerebilmek. Önce demokrasi ile ilgilibir takım genel bilgileri aktarıp ondan sonra günümüzde tartışılan meselelerleilgili birkaç yorum yapmak arzusundayım.

    Hepimizin malumu, demokrasiyi tercih etmek sebebimiz onun mükemmelbir siyasî yönetim biçimi olması değil. Yahut da her derde devaolması değil. Demokrasi adı üstünde bir siyasî yönetim biçimi ve siyasîyönetim biçimiyle ilgili sorulara ve sorunlara cevap verebilme yolu, yöntemi.Demokrasiyi tercih ediyoruz; çünkü demokrasi alternatiflerindendaha iyi, daha az problemli, daha az kötülük meydana getiren bir yönetim biçimi. Bu çerçevede öne çıkarmamız gereken Abraham Lincoln’ün“Demokrasi halkın halk için halk tarafından yönetimidir.” sözünden ziyade;Winston Churchill’in “Demokrasi alternatifleri hesaba katılmadığında enkötü yönetim biçimidir. Alternatifleri hesaba katıldığında en iyi yönetimbiçimidir.” şeklindeki sözüdür. Bu panel başlığı itibariyle farklı demokrasitürlerine işaret eder gibi bir izlenim veriyor; ama bu yanlış bir kavrayıştır.Farklı demokrat türleri olabilir, ama farklı demokrasi türleri yoktur. Bugüngeldiğimiz nokta itibariyle hepimiz biliyoruz ki, demokrasi dediğimşey, esas itibariyle liberal demokrasidir. Liberal olmayan bir demokrasinindemokrasi olamayacağını teorik olarak ispatlanmış buluyoruz, hem de tecrübelerimizdenbiliyoruz.

    Liberal demokrasinin iki ana unsuru vardır. Birincisi liberal dünya görüşüve bunun siyasî sisteme enjekte ettiği çerçeve; ikincisi demokrasininbir teknik olarak kendisi. Liberal düşünce bireysel özgürlüğü, demokrasiise siyasî eşitliği önemser. Bireysel özgürlüğün olması için bir yerde hukukunhâkimiyetinin olması, kuvvetler ayrılığının bulunması, yargının bağımsızama özellikle tarafsız olması gerekir. Çünkü tarafsız olmayan biryargı bağımsız olamaz ve tarafsız olmayan bir yargıyı bağımsızlık yönündendesteklemek demek kuzuyu kurda teslim etmek demektir. Bir yerde piyasaekonomisi yoksa eğer, orada uzun vadede demokrasinin yaşama şansı dayoktur. Onun için piyasa ekonomisi ve piyasa ekonomisinin alt yapısı olandeğerler; yani özel mülkiyet, serbest ticaret gibi şeyler, demokrasi açısındanvazgeçilmezdir. Keza bir yerde demokrasinin olabilmesi için devletin mutlakave mutlaka küçük olması ve tarafsız olması gerekir.

    Liberal demokrasinin ikinci ayağı siyasî eşitliktir. Siyasî eşitlik, siyasîhaklara sahiplikteki eşitliği gerektirir. Bu şu demektir: Bütün vatandaşlarseçme seçilme haklarına sahiptirler. Herkes seçmendir. Herkes aynı zamandaseçimle gelinen kamusal makamlara talip olabilir. Bunun bir uzantısıda şüphesiz kamu görevine girişte eşitliktir. Kamu görevine girişte insanlararasında dillerinden, dinlerinden, cinsiyetlerinden sosyal ve ekonomikstatülerinden dolayı pozitif veya negatif ayrımcılık yapılamaz. Her insankamu görevine talip olma ve genel şartları karşılıyor ise o görevleri üstlenmehakkına sahiptir.

    Siyasî eşitliğini ikinci ayağı “yarışmacı siyaset” ile ilgilidir. Demokrasidemek yarışmacı siyaset demektir. Siyaset her ülkede vardır, ama demokratiksiyaset sadece demokratik ülkelerde vardır. Yarışmacı siyasetin olmasıiçin bir siyasî sistemde birden çok parti olmalıdır. Tek partili bir demokrasikavramsal bir çelişkidir, bir oksimorondur. Güzel çirkin, uzun kısa gibi…İkincisi periyodik seçimlerdir. Seçimler makul bir süre içinde yenilenmelidir.4 veya 5 yıl her neyse… Ama mesela 10 yıldan 10 yıla, 20 yıldan 20 yılayahut da iktidar sahibi istediği zamandan istediği zamana seçim yaparsanız,orda demokrasi olmaz.

    Üçüncü olarak, demokrasilerde iktidara seçimle gelinir, iktidardan seçimlegidilir. Karl Raimund Popper, demokrasinin en önemli erdemininiyileri başa getirmesi değil, kötülerden en düşük maliyetle kurtulmamızısağlaması olduğunu söyler. Kötülerden kurtulmanın kabaca iki yolu vardır.Birincisi savaştır, ikincisi sandıktır. Aslında iktidara gelişin de iki yolu vardır. Birincisi güçtür, fizikî ve kaba güçtür, ikincisi sandıktır. Demokrasi sandığadayanır. Son zamanlarda tartışmalarda bu dile getirildi biliyorsunuz.Sandık demokrasisi diye… Sandığın olmadığı yerde asla demokrasi olmaz.

    Türkiye’de son günlerde yaşanan olaylar ışığında şu noktaların yorumlanmasıve yoruma tabi tutulması gerektiği kanaatindeyim. Demin de işaretettiğim gibi demokrasilerde iktidar seçimle işbaşına gelir. Ve seçimle gider.Siyasî iktidar seçimle gelen politikacıya aittir. Bürokrata ait değildir. Hangiözelliklere sahip olursa olsun, bürokrat politikacının hizmetindedir. Politikacıaracılığıyla toplumun hizmetindedir. Aksinin düşünülmesi bile mümkündeğildir. Aksi türlüsü bürokratlar hangi vasfa sahip olurlarsa olsun birbürokratik diktatörlük ortaya çıkartır. İkinci olarak siyasetçi bürokratı anayasaldüzene uygun olarak ve partisinin programı istikametinde çalıştırır.Devlet dediğimiz aygıt istikametini seçimle iş başına gelen iktidardan alır.Seçimle işbaşına gelen hükümetler parti programları doğrultusunda devletcihazını sevk ve idare ederler. Hiçbir bürokrat ya da bürokrat grubu devletinçalışma istikametini siyasetçileri çiğneyerek “Ben tayin edeceğim!” diyemez.Siyasetçi aynı zamanda bürokratı denetler. Biz hep siyasetçinin denetimindenbahsediyoruz, ama bu denetim demokraside otomatikman var. En büyüğüseçimdir. Seçimlerin garanti olduğu yerde seçilmişlerin diktatör olmaihtimali son derece zayıftır, sıfıra yakındır. O yüzden seçilmiş kimselerinhak ve hürriyetlerimizi gasp etmesine ve diktatöryal eğilimler içerisine girmesinekarşı en büyük garantimiz çok partili yarışmacı adil hür seçimlerdir.Buna karşılık bürokratları denetlemekte vatandaşlar olarak daha aciz durumdayız.Çünkü bürokratlar göz önünde değildir. Çoğu zaman onlarınkim olduğunu bilmeyiz. Çoğu zaman canımızı yakan icraatların onlardangeldiğini bilmeyiz. Özellikle Türkiye gibi bürokratik tahakküm geleneğiolan ülkelerde politikacılar bizim bürokratlara karşı kalkanımızdır. Hepinizhayatınızda tecrübe etmişsinizdir. Bazen basit bürokratik engelleri aşmakiçin politik araçlar kullanmak zorunda kalırsınız. Bugünlerde politik araçlarınyanlış şeyler için kullanıldığı iddia ediliyor. Öyle bir hava oluşturuluyor,ama şurası da bir gerçek ki bürokratik tahakkümü kurmak için demokratikpolitikaya ve demokratik usullerle işbaşına gelmiş politikacılara ihtiyacımızvar. Politikacılar, bürokratları denetleyen başlıca mekanizmadır.

    Dördüncü olarak, bürokratlar devlet içinde otonom yapılar oluşturupalternatif bir partiymiş gibi çalışamazlar. Hükümetinkinden ayrı bir siyasetgeliştiremezler. Mesela, “hükümetin dış politikasını sevmiyoruz!” diyekendileri devlete bir dış politika istikameti tayin edemezler. Eğer üst seviyebürokratlar hükümetin icraatlarını sevmiyorlarsa, hatt-ı hareketini beğenmiyorlarsa,yapmaları gereken şey üst makamdan ayrılmak köşeye çekilmektir.Bununla kastettiğim memuriyet görevinden ayrılmak değil tabiî ki.Ama pasif bir göreve geçmek ve politikacının istediği istikamette ilerlemesineengel olmamaktır. Aynı şekilde Kürt meselesi de bu açıdan tahliledilmelidir. Kürt meselesinin savaşarak mı çözüleceğine, yoksa barışarak mıçözüleceğine hükümet karar verir. Yani biz seçmenler karar veririz. Hükümetinalacağı kararın doğruluğu ya da yanlışlığı tartışılabilir. Zaten akıllı birhükümet kararının yanlış neticelere yol açtığını gördüğü zaman kendisinidüzeltmeye çalışacaktır. Ama “Ben senin Kürt politikanı beğenmiyorum.Kürt politikası şöyle olacaktır!” diye silahlı ya da silahsız bir bürokrat gruphükümete dayatmada bulunamaz. Hükümetin politikasını engelleyemez.Eğer bunu yapmaya kalkarsa yine bir bürokratik tahakkümle karşılaşırız.

    Beşinci olarak; millî irade, halk iradesi kavramı modern demokrasinintemeli değildir. Benim bağlı olduğum entelektüel gelenek, düşünce geleneği,yekpare bir bütün olarak millî irade nosyonunu reddeder. Böyle bir şeyyoktur. Çünkü millî irade dediğimiz şey parçalıdır. Farklı farklı ve birbirleriyleçelişebilen iradelerden oluşur. Olduğu kadarıyla millî irade sadeceTürkiye Büyük Millet Meclisi’nde bir bütün olarak temsil edilebilir, amadediğim gibi onun yekpare bir bütün olduğu söylenemez. Nitekim, günümüzdemodern demokrasi millî irade veya halk iradesi nosyonuna dayanmaktanziyade birey haklarının ve azınlık haklarının korunması nosyonunadayanmaktadır. Modern demokrasi, modern liberal demokrasi, birey haklarınıve grup haklarını, azınlık haklarını azamî derecede koruyan bir siyasîyönetim biçimidir.

    Altıncı olarak, milli irade kavramının böyle bir anlamı olmamakla beraber,eğer milli irade dediğimiz şeye meydan okuyan başka bir irade varsa,mesela bir şahıs “Ben milli iradenin üstündeyim” diyorsa yahut da bir bürokratgrubu “Biz milli iradenin üstündeyiz” diyorsa o zaman milli iradekavramının bir anlamı vardır ve milli irade bu sekteryen irade taleplerinekarşı daha üstündür, daha sağlam bir zeminde bulunmaktadır. Yani milliirade kavramı, milli iradeye alternatif bir irade tarafından meydan okumaylakarşı karşıya geliyorsa ete kemiğe bürünür, bir anlam kazanır.

    Yedinci olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin iradesi üzerinde birkurumsal irade olamaz. TBMM’nin iradesini başka bir irade, bürokratikveya gayr-i bürokratik bir irade veya başka bir ülkenin iradesi sınırlayamazve çiğneyemez. Pozitif hukuk parçalarını; yani kanunları meclis çıkartır. Vebuna politikacılar kadar bürokratlar da uymak zorundadır. Meclisi sınırlayacakbir iradeye şüphesiz ihtiyaç vardır. Aksi takdirde bir çoğunluk diktatörlüğüortaya çıkabilir. Meclisin iradesini sınırlayacak şey ise, doğal hukukveya doğal insan hakları kavramlarıdır.

    Sekizinci olarak, demokrasilerde esas olan seçimle gelenin seçimle gitmesidir.Darbeyle, sokak şiddetiyle, meşru zemine oturuyormuş süsü verilenpolis yargı operasyonlarıyla hükümetler yıkılamaz. Bu bir yöntem olarakkabul edilemez. Bütün bu noktalara bugünlerde özellikle dikkat çekmekvurgu yapmak ve farklı türlerden ve cinslerden olan şeyleri birbirleriyle karıştırmadanmakul durarak ve makul düşünerek soğukkanlı bir şekilde demokrasinintemel ilkelerine sahip çıkmak zannediyorum hepimizin görevidir.Bu görev başkalarına karşı olmaktan önce kendimize karşı görevimizdir.Çünkü bu dediğim noktalarda, eğer bir zaafiyetle karşılaşırsak kaçınılmazolarak özgürlüklerimizi kaybetme, özgürlüklerimizin bir kısmını kaybetme,hatta daha aşırı durumlarda bir çeşit köleye dönüşme tehlikesi vardır.Memnuniyetle ifade etmek isterim ki, buradaki ortam ve buradaki insanlarıngenel olarak takip ettikleri çizgi, bu tür tehlikelerin farkında olmayı veonlara karşı bir direnme pozisyonu almayı kolaylaştıracak bir pozisyondur.Bundan dolayı hakikaten çok büyük mutluluk duyuyorum. Tekrar teşekkürediyorum.

    Ahmet Battal

    (Prof. Dr. Turgut Özal Ün. Öğretim Üyesi)

    Bediüzzaman Said Nursî’nin demokrasi konusunda tipik özelliği demokrasininbir öncü kavramı olan hürriyete ilişkin bakışıdır. Hürriyet ileiman arasında doğrusal bir bağ kurmaktadır ve bu yönden ulema sınıfındaistisna sayılabilecek bir kişidir. Diğer alimler Osmanlının son dönemindeve Cumhuriyet yıllarında, hâlâ bu gün de, dinî bakış açısına sahip diğerinsanlar demokrasi gelirse din elden gider korkusuyla demokrasiye karşıçıkmış ve çıkmakta iken, Bediüzzaman Said Nursî ve onun takipçileri, demokrasiİslâmiyet’in de doğru ve samimi yaşanmasına katkı yapar, diyerekdemokrasiyi desteklemişlerdir. Bediüzzaman dört ilginç dönemde yaşamıştır.Mutlakiyet döneminde, 1890’dan 1910’a kadar yaklaşık 20 yıl gençlikdöneminde, kendi tabiriyle demokrasiye aşık bir ferd olarak, demokrasiyi,o günkü adıyla hürriyeti aramıştır. Ama enteresandır, 1890’ların başlarındacumhuriyetçi olduğunu çevresindekilere o meşhur karınca ve arılara ilişkinbakışıyla anlatmıştır. Yani 1890’lı yıllarda bırakınız demokrasiye taraftarolmayı, demokrasinin bir ileri aşaması sayılabilecek olan cumhuriyete dahitaraftar olmuş ve bunu açıkça söylemiş biridir. Üstelik halife, padişah ortadavarken. Arkasından İkinci Meşrutiyet’in ilanıyla 1908’den sonra aktifolarak demokratik faaliyetlerin içeresinde bulunmuş, bir taraftan din adamıolarak talebe yetiştirirken öbür taraftan da siyasette, çok partili siyasî hayattahürriyetçileri, sonraki adıyla demokratları, o günkü adıyla Ahrarlarıdestekleyen bir cemaat organizasyonunu kurmuştur.

    İttihadı Muhammedî Fırkası diye bilinen cemaat aslında tam bir cemiyetdeğildir, bir fırka hiç değildir. Bediüzzaman’ın tarifiyle bir dini cemaattirve o cemiyet siyasî tercihi Ahrar Fırkası olmuştur, Hürriyetçiler olmuştur.Maalesef Türkiye 1920-25’ten sonra İnkılaplar vesilesiyle Tek PartiDönemi’ne geçtiğinde Bediüzzaman zulmün muhatabı ve magduru olmuş;ama bu mağduriyetiyle şahsen ilgilenmeksizin, “Bana ızdırap veren aslındabu milletin fertlerinin ahiretinin tehlikeye girmiş olmasıdır. Doğru yöntem,doğru çözüm insanların yeniden imanını kuvvetlendirecek bir şeyler yapmaktır”demiştir ve Risale-i Nur Külliyatı’nı telif etmiştir. Ve bu dönemdesiyasetçilere nasihat vermekten geri kalmamıştır. Mahkeme müdafaaları veCHP yöneticilerine yazdığı mektuplar bunun delilidir. Onları da milletinhizmetine davet etmiştir. Bir manada demokrasiye davet etmiştir. Bunun dakatkısıyladır ki CHP 1945 yılında meşhur bir demokratikleşme kongresiyapmayı başarabilmiştir. 1950-60 arasında çok partili siyasî hayatın fiilenyaşandığı dönemde ise demokratları şahsen ve talebeleriyle desteklemiştir.Ama bu destek konjonktürel bir destek değildir. Aynen 1908 sonrasındaİttihad-ı Muhammedî Cemiyeti’yle bugünkü Ahrarları desteklediği gibi,1950 sonrasında da kendisine tâbi olan ya da kendisiyle beraber olan NurTalebeleriyle, “Nurcular Ahrarın devamı olan demokratlara destek olmalıdır” diyerek Demokrat Parti’yi desteklemiştir. Bu 4 dönemden sonra 5.Dönem sayılabilecek olan Bediüzzaman’ın vefatından sonra da, onun yolundangiden talebeleri daima hiç tereddütsüz demokrat olan iktidarı arzuetmişler ve iktidara Demokrat Parti’yi getirmeye çalışmışlardır. Ama atiziyle it izinin karıştığı 1960 sonrasında demokratlık konusunda kafalar hepkarışmıştır. Zaman zaman şöyle ya da böyle demişlerse de, netice itibariyletercihlerinde yanılmamak için gayret etmişlerdir. Ama temel prensip yerindedurmaktadır.

    Demokrat olan, en demokrat olan ya da en az antidemokrat olan partiyibulup desteklemek Nur Talebelerinin temel yaklaşımı olmuştur. Bir partikurarak iktidara gelmeyi, devlet topuzunu elde tutmayı zaten düşünmedikleriiçin de böyle bir problem onlar açısından olmamıştır. Birileri siyasetyapıyor ve yapacak. O yapanlar içerisinde kim daha demokratsa ya da kimen az antidemokratsa onu destekleyip iktidarda tutmak bir mecburiyet gibigörülmüştür. Çünkü Bediüzzaman siyasetteki dört ana damardan birini, diğerüçüne üçünün zararı nedeniyle tercih etmektedir. Birinci damar CHP,jakoben devletçi damardır. Millete tepeden bakan damardır. Bu damarıreddetmek için demokratları desteklemiştir. İkinci damar milliyetçi, faşizmekadar kayabilen milliyetçi damardır. Bu damara karşı yine demokratlarıdesteklemiştir. Üçüncü damar dini siyasete alet eden damardır. Bugün adınabirileri “siyasal İslamcılık” diyorlar, birileri “İslamcılık” diyorlar. İsminçok önemi yok, ama neticede dini siyaset alet eden veya etmek zorundaolacak olan damara, dindar damara karşıda yine demokratları desteklemiştir.Bu desteği sırasında da demokratlara önemli bir isim yüklemiştir. Buisim aynı zamanda onlara arzu ettiği bir sıfattır: Dindar demokratlar sıfatı…Ekranda gördüğünüz demokratlık hangisi? Liberal mi, muhafazakar mı,sosyal mı ya da dindar mı? vurgusu Bediüzzaman’a ait bir vurgu olarakbugün aslında yerini daha iyi bulmaktadır. Çünkü bu tartışmayı bundanbir ay önce yapıyor olsaydık muhtemelen çoğunuzun kafasında “Bu adamne demek istiyor?” diye bazı sorular olacaktı. Ama bir aydır yaşananlar, biryandan karabulutlar üzerimize çökmüş gibi görünürken aslında benim kanaatimegöre, bir çok karabulutun ortadan kalkmasına ve her şeyin ayanbeyan ortaya çıkmasına hizmet etmiştir.

    Bazı dindarlar diyor ki, “hükümdar âdil olsun, nasıl seçildiği önemli değil.Âdil olduktan sonra İslamiyet’in gereği yerine gelmiş olur.” Hayır. Bediüzzamandiyor ki, hükümdar seçimle işbaşına gelmelidir. O hâlde babadanoğula saltanat, İslamiyet’e uygun bir yönetim biçimi değildir. Bazıları diyorlarki, “Dindarlar bizi yönetsin, onlar yanlış yapmazlar, biz işimize bakalım!”Hayır. Bediüzzaman diyor ki, “Eğer bir millet cehaletle kendi hukukunubilmezse, ehli hamiyeti dahi müstebit eder;” yani önce millet cahil bırakılırsaya da cahil kalırsa; yani millet tenvir ve irşat edilmezse ki maalesef enbüyük ihtiyacımız odur, hukukunu hakkını bilmezse, yöneticiler ne kadarhamiyet sahibi, muhafazakar, dindar, iyi, bizden, bizim çocuklardan olurlarsaolsunlar bir gün varacakları yer müstebit olmaktır. İstibdadı yanlış tatbiketmektir. Hamiyet niyetiyle zulmetmektir. O yüzden de iktidar denetlenmelidir.Demokrasi iktidarın denetlendiği rejimin adıdır. Adı Batı’dandır;ama muhtevası iki türlüdür. Bir, Bediüzzaman Hazretleri biliyorsunuz 17. Lema’da Avrupa’yı anlatırken, İki Avrupa/İki Batı var, diyor.

    Ve aslında bana kalırsa bir anlamda iki demokrasi var, demiş oluyor.Batı’nın gördüğü ve üzerinde tartıştığı iki demokrasi ana hatlarıyla şudur:Birinci demokrasi, iktidarın meşru muhalefetle denetlendiği, şura ya dameşveret denilen esasa dayanan, çoğunluk esasını doğru biçimde kullanan,halk iktidarı diye söylenen, Atilla Hoca’nın çok güzel, tane tane, veciz birbiçimde sayıp ezberlettiği, hatırlattığı doğru demokrasi biçimidir. Bu demokrasibize göre aslında 1. Batı’nın/1. Avrupa’nın vahye istinat eden vevahyin temellerinden, köklerinden beslenerek insanlığa faydalı hizmet edenbilimsel keşiflerinden birisidir. İkinci Avrupa, Batı ise nefsini gemlemeyen,nefsin insana bindiği türden… Yani hürriyeti kötüye kullanan, hürriyeti sefahatmanasında anlayan, aslında Batı’nın da yaka silktiği, illallah dediği vehürriyetin/demokratlığın Rafizileri, şirazeden çıkmış olanlarının kullandığıdemokrasidir. Elbette böyle bir demokrasinin insanı hayvaniyet derecesinedüşüren, nefsi dizginlemeyen böyle bir demokrasinin hiçbirimiz tarafından,hiçbir akıl ve vicdan tarafından kabul edilmesi mümkün değildir. Dolayısıylademokrasi kelimesinin lafzına değil, manasına, birinci manasına bakıldığında,demokrasi İslamiyet’in kabul ettiği bir rejimdir. Ama rejimindemokrasi olabilmesi için bir ön şart vardır. O nedir? Hürriyet bu manadabir ön şarttır. Hürriyet; insanda hürriyet, toplum katmanlarında hürriyet,devlet katında demokrasi. Bu yönden bakıldığında imansız hürriyet neysehakikatsiz, manasız demokrasi de böyle bir şeydir ve çelişkilidir. İmansızhürriyet aslında insanın nefsine esaretidir. Buradan imanı doğrudan dinî birkavram olarak değil, insanî bir kavram olarak düşünmenizi ve onun üzerindendinî bir sonuca ulaşmanızı arzu ederim.

    İmansız hürriyet nasıl böyle zor bir hürriyetse, demokratlığın da bazıversiyonları, aslında kendi içinde çelişki barındıran kötü versiyonlarıdır.Mesela militan demokratlık. Fevkalade tehlikeli bir kavramsallaştırma biçimidir,çelişkilidir. Bundan daha tehlikelisi, Kemalist demokratlar var, ülkemizdebol miktarda. Bu da çok ciddî bir problemdir. Ama daha ilginçbaşka bir problem var ülkemizde, hatta adı demokrat olan partilerin yöneticilerindebile, bazen seçmeni taban olarak gören demokratlar var. OysaBediüzzaman’ın tarifiyle demokrasi bir ülkeye, bir devlete, bir topluma,bir cemaate, bir cemiyete geldiğinde kum saatinin ters dönmesi gibi, tabantavan olur. Seçmen artık yukarıdadır. Seçtikleri onun altındadır. Siyasetçihalkı temsil etmektedir. Ve siyasetçi seyis; bürokrat denilen atı yönetenseyis, halka hesap veren dolasıyla halkı kendi başının tacı eden bir aracıdurumundadır. Öyle olmalıdır. Ama maalesef hâlâ günlük dilde seçmenetaban demeyi bir alışkanlık olarak devam ettiren demokratları görmeye devamediyoruz.

    Bediüzzaman’ın demokratlık kelimesini bilhassa cumhuriyetçilik kelimesiylekarşıladığını eserlerinde görüyoruz. “Ben dindar bir cumhuriyetçiyim”derken aslında dindar demokratların da kökeninin kendisiyle başlayancumhuriyetçilik geleneğinin ulemada ilk sahibi olduğunu tekrar vurgulamaktadır.Dindar cumhuriyetçi, dindar demokrat bu manaya gelir. Dindarolmayan demokrata karşı mı? Hayır. Bu karşılık ancak şu manadadır: Hakikidindar, ahiretini düşünen ahireti için ciddî çalışan insandır. “Hepimiz öleceğiz, öldükten sonra yok olacağım!” diyen için zaten başka bir meselebaşlamıştır. “Öldükten sonra hesap vereceğim, bir hesap günü gelecek!”diyen insan için aslında cumhuriyetçi olmak, belki bir manada demokratolmak kendi içinde çok önemli bir mana barınmaktadır. İşte bu nedenleBediüzzaman, bana kalırsa, önemli bir kavramsallaştırmayı demokrasikonusunda da yapmaktadır. Nedir o? Malumunuz Bediüzzaman eserlerindedevleti bir sonuç olarak görmekte ve devleti ele geçirilmesi gereken biraygıt, bir araç olarak değil, milletin hizmetkârı olarak tarif ederken “iman,hayat, şeriat” dediği bir basamaklandırmayı yapmaktadır. Şöyle tarif edebiliriz:Kuvvetli imana sahip fertlerden oluşan toplum, ahlaklı bir toplumolur. İman, hayata aksetmiş olur. Ahlaklı fertlerin çoğunlukta olduğu birtoplumda ise devlet kendiliğinden adil bir devlet hâline gelmiş olur. Devletbir sonuçtur. Adil devlet, demokrat devlet, cumhuriyet devleti; adına nederseniz deyin, zulmetmeyen devlet bir sonuçtur ve bu sonucu elde etmekiçin birinci şart kuvvetli imana sahip olmaktır. Başkasının zulmüne boyuneğmediği gibi, başkasına haksızlık yapmayı da kendisine hesap günündesorulacak büyük bir hesap olarak gören ve bundan korkan kuvvetli imanasahip insanlardan oluşan toplumdan yanlış bir devletin çıkma şansı yoktur.

    Bediüzzaman siyasetten vazgeçmiş siyasî iktidarı ele geçirme gayretinireddetmiştir. Bunun yerine imanlı fertler yetiştirme gayretiyle bir tarzkurmuş, bu tarza Nurculuk demiş, alternatif olan tarzı ise topuzculuk olarakisimlendirmiştir. “İki elimle nura sarıldım. Yüz elim de olsa nura kafigelir, topuz tutmaya elim yok!” demiştir. Elbette siyasî iktidarı önceleyipele geçirmeyi reddetttiği gibi, bürokratik iktidarı da ele geçirmeye yakındurmamıştır. Talebelerini de bürokratik ve siyasî iktidardan da uzak tutmayaçalışmıştır. O hâlde buradan anlıyoruz ki, yönetim anlamındaki demokratikdevlet için bir basamak olarak demokratik bir toplum yapısı, yanitoplum katmanlarında demokrasi kültürünün ve meşveret kültürünün gelişmesişarttır. Ve yine demokratik toplum yapılarının ortaya çıkabilmesiiçin o yapının öznelerinin demokrat fertler olmaları şarttır. Burada demokratlıktankasıt, şüphesiz faziletli olmaktır. Zira John Kennedy’nin de FaziletMücadelesi kitabında veciz bir şekilde söylediği üzere ki, Bediüzzaman’dançaldığını tahmin ediyorum. O biraz daha geliştirerek söylemiş. Diyor kiKennedy, “Erdemli insanların olduğu bir toplumda demokrasi bir erdemrejimi olabilir, ama erdemsiz insanların çoğunlukta olduğu bir toplumda,demokrasi olsa olsa bir rüşvet rejimi olur.” Al gülüm, ver gülüm rejimi olur.Sen bana oy ver, ben sana kadro vereyim. Sen bana oy ver, ben de sanaideolojini besleyecek malzeme vereyim… gibi demokrasiyi rüşvet rejiminedönüştürmeyecek olan şey, insanların çoğunun erdemli hâle gelebilmesidir.Böyle bakıldığında, birinci basamaktaki fert/kişi demokrat olmalıdır,derken kastettiğimiz mana şudur: Kalbiyle nefsi arasındaki ilişkiyi doğruteşhis etmiş olmalıdır. Bediüzzaman Ene Risalesi ismini verdiği meşhur veçekirdek niteliği taşıyan eserinde insanın enesini yani “ben” duygusunu nasılkullanması gerektiğini, bu duygunun niçin insana verildiğini tarif ederkenşunu da ifade ediyor: Hadis-i şerifte de var olan, hatta ayette de var olan“nefsini tezkiye etmemek, tebrie etmemek” yani “Benim nefsim hep doğruyuyapar, hep doğruyu söyler, artık ben ıslah olmuş bir adamım, bendenyanlış çıkmaz!” düşüncesini kalbinden uzak tutmak. Nefsini sürekli olarakkalbiyle denetlemek. Bu denetimi yapabilen insan, özünde bir manada demokratinsandır. Kendi kendini çek edebilen insan, başkalarının kendisiniçek etmesine de hazır olur. Çünkü o insan, herhangi bir sosyal tabakanıniçerisinde, ailede, cemiyette, cemaatte, dernekte… nerede olursa olsun başkalarınınkendisini eleştirmesine de hazır insandır. Yani, muhalefetli sosyaltabakalaşmaya hazır olan insan, aslında bir sonraki aşamaya, yani devletaşamasına rahatlıkla geçirebilir demektir. Çünkü o tür insanların çoğunluktaolduğu ya da önde olduğu toplumda devlet demokratik devlet olur.Muhalefetin meşru ve samimi, muvazene-i adalet olduğu bir devlete dönüşmüşolur. Bediüzzaman bu hedefi, bu ideali yakalayabilmek için insanunsurunun önemine dikkat çekmiş ve var gücüyle iyi insan yetiştirmeyi hedeflemiştir.Sizler bu gayretin yolcuları olarak devleti de önemseyip ama herşey devlette başlar, devlette biter demeyip; insanda başlayıp devlette bitecekve aslında insanda başlayıp Cennet’te bitecek bir yolculuğun yolcuları olarakburadasınız. Ne mutlu sizlere!

    Bekir Berat Özipek

    (Prof. Dr. İstanbul Ticaret Ün. Öğretim Üyesi)

    Bir gün, bir toplantıda “Bürokrat evliya olsa güvenmemek gerekir!” demiştim.İzleyicilerden bir tanesi evliyalara hakaret ettiğimi söyleyerek karşıçıktı. Aslında söylemeye çalıştığım, babamızın oğlu, annemizin kızı bileolsa bürokratlara güvenmemek gerektiği idi. Çünkü özellikle de yüzlerceyıllık bürokratik tahakkümün, bürokratik yönetim geleneğinin olduğu birülkede, buna daha fazla dikkat etmek gerekir. Ama dünyanın her tarafındaöyledir. En demokratik geleneklerin yerleşik olduğu ülkelerde bile bürokratakarşı gardını almaları gerekir insanların, diye düşünüyorum. Onu hatırlatarakbaşlayım. Bize ilk okulda demokrasi nasıl öğretilmiştir. Demokrasihalkın kendi kendisini yönetmesi diye öğretilmiştir. Ve esas olarak bu tanımdoğrudur. Evet, gerçekten de demokrasi “demos”un yönetimidir. Demos,yani “halk”ın yönetimidir.

    Demokrasinin başka bir tanımı siyasî iktidarın barışçı yollarla el değiştirmesinisağlayan kurumlar ve yöntemler bütünü olabilir. Yani bizimher zaman siyasî iktidarların seçiminde iyi tercihler yapmamız mümkünolmayabilir. Ya da en iyiyi iktidara getirmeyi her seferinde başaramayabiliriz.Ama demokrasinin güzel tarafı şudur ki, sevmediğimizi kan dökmedeniktidardan indirebiliriz. “Yani elim kırılsaydı da, o vermeseydim!” dediğinizdurumlar olabilir. Biraz dişimizi sıkarsak, bir sonraki seçime kadar bekleyipindirebiliriz. DSP-MHP hükümetini hatırlayın, yani ne kadar büyük birçoğunlukla gelmişlerdi %21’den %1’e indirdi Türkiye toplumu onları. MHPde koalisyonun ortağı olarak %18 idi, %8’e inmişti. Hatta bazen demokrasilerde bir sonraki seçim dönemini beklemek bile gerekmeyebilir. Aşağıdanciddî bir basınç olduğunda hükümetler erken seçime gitmeyi de kabullenmekzorunda kalıyorlar. Dolayısıyla da Suriye’de ya da başka ülkelerde olduğugibi kendimizi tankın önüne atmak zorunda kalmadan, siyasî iktidarıbelirleyebiliyoruz. Yani bir şekilde oylarımızla biz, bizi yönetecek olanlarıbelirliyoruz.

    Demokrasiye daha yakından baktığımız zaman “Onun unsurları nelerdir?”diye biraz daha baktığımızda ya da şöyle söyleyelim; demokrasiyi birtakım çantası olarak düşünecek olursak, onu açtığımız zaman, içinden nelerçıkıyor diye baktığımız zaman, biraz daha ayrıntılandırmak gerekebilir. Meseladüzenli aralıklarla yapılan düzenli seçimlerin olması gerekir, bir sistemindemokratik olabilmesi için. Seçme ve seçilme hakkının olması gerekir. Kapalıoy açık sayımın olması gerekir. Bizde bir vakitler tersiydi biliyorsunuz. İfadeve propaganda özgürlüğünün olması gerekir. Herkes kimi seçeceğini bilmelidir.Seçildiğinde karşı taraftaki insanın ne yapacağını bilmelidir. “Gözlerimebakın anlayacaksınız!” türünden bir propagandaya maruz kalmamalıdır siyasetçi.Ve tabiî “bir insan bir oy” ilkesi mutlaka yürürlükte olmalıdır. AhmetBattal Hoca’nın söylediği gibi, denetim de bunun unsurlarından biridir. Yaniseçimlerin hem uluslararası gözlem hem de geniş bir kamuoyu denetimininhukuk denetiminin içinde olması… Bir de buna özellikle modern demokrasiyieski demokrasiden ayırt eden en önemli özelliklerden birisi olarak, bireyhaklarını eklemek gerekir. Hatta şöyle söyleyelim. Günümüz demokrasisininonu öncekilerden ayıran en temel özelliği budur.

    Günümüz demokrasisi bireyi topluma feda etmeyen bir demokrasidir.John Stuart Mill’in çok güzel bir sözü var, diyor ki, “Nasıl ki bir birey kendiiradesini bir topluma dayatma hakkına sahip değilse, bütün bir toplum dakendi iradesini o geri kalan tek bir bireye dayatma hakkına sahip değildir.”Yani günümüz demokrasisi azınlık haklarının, birey haklarının da garantialtına alındığı demokrasidir. Bu anlamda günümüz demokrasisinde bireyhaklarının oylama konusu yapılması utanç verici bir durumdur. Yani meselaİsviçre’deki minare referandumunu düşünün… “Camilere minare izni verilsinmi, verilmesin mi?” diye referandum yaptılar. Şimdi o referandumda“hayır” çıktı. Ama “evet” çıksaydı bile kötü bir şey yapmış olacaklardı. Çünkütemel bir hakkı vicdan özgürlüğü hakkını oylama konusu yapmışlardı.Yani caminin minaresinin, kilisenin çan kulesinin olması o ibadethanenindoğal, mütemmim cüzüdür. Tamamlayıcı parçasıdır. Dolayısıyla din ve vicdanözgürlüğünün bir parçasıdır. Sizin bunu oylama konusu yapmanızınkendisi kötüdür. Yani oylamadan çıkan sonuç da kötü.

    “Benim oyumla dağdaki çobanın oyu bir olur mu?” demişti Türkiye’debirisi… Evet, bir olur ve olmak zorundadır, bunun hem ahlaki, hem mantıkisebepleri vardır. Herkesin en azından birer oyluk bir belirlecinin olmasıadildir. Ve Türkiye gibi özellikle eğitimli kesimlerin daha hoşgörüsüzolduğu ülkeleri dikkate alacak olursak, dağdaki çobanın oy kullanmasıda demokrasinin teminatı olabilmektedir. Yani sadece okumuş yazmışlarasorulacak olsaydı, demokrasili- çok partili hayata bile geçilemeyebilirdiTürkiye’de. Ama bu resmi eğitimin tornasından pek geçmemiş ya da onafazla maruz kalmamış vatandaşlar bu konularda daha makul olabiliyorlar. Daha hoşgörülü, tahammüllü, kendisi gibi olmayana bir yaşam alanı açmayıkabullenen bir şekilde olabiliyorlar.

    Demokrasinin İslam’la, Hristiyanlıkla zorunlu bir bağlantısından sözedemeyiz. Esas olarak inançların tek bir okunuş ya da anlaşılış şekli yoktur.Dolayısıyla Hristiyanlıkla İslam, Musevilikle İslam, Hristiyanlıkla demokrasi,Budizmle demokrasi arasında doğrudan bir ilişki kurmak mümkündeğildir. Ama örneğin İslam için söyleyecek olursak, bir Müslümanın demokratolması, siyasî bir tercih yapacağı zaman demokrat olması için çoksebep vardır. Yani Kur’ân’da belki nasıl bir devlet yönetimi olacağıyla ilgiliaçık hükümler, tüm zamanlar için geçerli olacak kurallar belirtilmemiştir;ama temel bazı ilkeler verilmiştir. Şura, meşveret, emaneti ehline vermekgibi… Ve aynı zamanda ilk dönem pratiklerine baktığımız zaman halifelerinseçimle gelmesi, o dönemin anlayışı çerçevesinde ya da kadınların da oykullanması gibi kural ya da pratiklere baktığımız zaman bunun mümkünolduğunu söylemek çok daha mümkün.

    Demokrasi ile ilgili bir şeyi daha belirtmek lazım. Mesela, demokrasiözellikle erdemsiz olan insanların olduğu yerde rüşvet rejimidir, demiştiAhmet Bey. Biz toplumun erdemli olmasını bekleyemeyiz. Yani önce insanlarerdemli olsunlar, sonra demokrasiye layık olsunlar, sonra demokratolsunlar… Erdemli olmaya götüren yolda ya da o türden erdemsizlikleri, erdemsizolmanın zararlarının daha fazla telafi edilmesini mümkün kılan yolda yine demokrasinin yoludur. Pratik içinde insanlar bunu deneyebilir. PekiTürkiye’de demokrat olmak nedir? Yani demokrat dediğimiz zaman sadecesağcıları, solcuları, liberalleri, İslamcıları, muhafazakârları sosyal demokratlarıya da sosyalistleri tarif etmediğimize göre, her kesimden, belki bütünkesimlerden insanları kapsayan bir kavram olarak bunu söylediğimize göredemokrat olmak nedir ya da demokrat kimdir? Şimdi, bu salondakiler hatırlayacaklardır.12 Eylül öncesinde sokakta yolunuzu çeviren birisi “Sağcımısın solcu musun?” diye sorardı. Yani seçeneğiniz yoktu. Başka bir şey söyleyemezdiniz.İkisinden birisi, c şıkkı yok. “İstediğimiz sorudan başlayabilirmiyiz?” diyemezsiniz… her hâlükarda şiddete maruz kalırdınız. Bu durumdaşimdi şöyle bir problem vardı. Sağcıyım ya da solcuyum dediğiniz zaman birbirinebenzemeyen bir sürü insanla sizi aynı kutuya koyuyorlardı. Dolayısıylakendinizi ifade etmek için sağcılık ya da solculuk kavramları yetmiyordu.Yani en antidemokratik sağcı da demokratik sağcıyla birlikte sağcı kutusunakoyuluyordu. En antidemokratik solcu da en demokratik solcuyla birliktesolcu kutusuna koyuluyordu. Ama bu ikisi birbirine benzemiyordu. Demokratiksağcıyla demokratik solcu başka bir kutunun içinde rahat edebilir, dahauyumlu olabilir, diye orada izah edemezdiniz, zaten elinde sopa sizin cevapvermenizi bekleyen kişiye… 12 Eylül karanlığında da zaten bunlar çok fazlakonuşulmadı. Ama Özallı yıllarla beraber ilk defa kimliklerin çiçeklendiği,çeşitlendiği bir dönem yaşandı. Sonra 90’lı yıllar geçti üzerimizden… Obeyaz Toroslu insanların evlerinden güpegündüz alınıp kaybedildiği Jitemlialacakaranlık kuşağına girdi Türkiye; ama ardından 2000’li yıllara geldik ve2000’li yıllarda sağcı ve solcu olmak; bizi, siyasî kimliğimizi çok daha az ifadeeder hâle geldi. Çünkü bambaşka bir hat üzerinden, aramızdan bir fay hattıgeçti ve bütün kesimler içinde ikiye bölündü. Sağcılar, solcular, İslamcılar,liberaller, muhafazakarlar, Türkler, Kürtler, Alevîler, Sünnîler… Demokrasibir fay hattı gibi geçti bütün kesimlerin içinden… Ve her kesimi demokratolanlar ve olmayanlar olarak ikiye böldü. İlk defa çok sağlıklı bir bölünmeyaşadık aslında biz. Sağlıklı ve hayırlı bir bölünmeyi ifade etti bu… Herkesimden “Merkeziyetçi, devletçi, milliyetçi, olmaz arkadaşlar, buna izin vermeyeceğiz!”diyenler bir tarafta toplandı. Yine her kesimden sivil, demokratikduyarlılıkları olanlar, bizi birbirimizle korkutan yaklaşımları reddedenler,temel haklar ve özgürlükler konusunda seçici olmayanlar, mesela darbelereve muhtıralara karşı kategorik olarak karşı çıkanlar, tümüne birden karşı çıkanlarbir araya gelmeye başladılar. Mesela 2007 yılında muhtıraya karşı bizİstanbul Taksim’de, İstiklal Caddesi’nde bir yürüyüş yaparken, olağanüstüheterojen bir gruptu o yürüyüşteki insanlar. Yani her kesimden ve inanç grubundaninsanlar vardı. Ve o yürüyüş beraberce gerçekleştirildi. Askeri vesayetinbarikatını beraberce gerilettik.

    12 Eylül 2010 Referandumu’nu hatırlayın. O referandumda Türkiye’derastlamadığımız şekilde bölünmüştü bütün ülke… Yani sağcı partiler ikiyebölünmüştü, solcu partiler, İslamî yönelimli partiler ikiye bölünmüştü. Birkısmı oraya bir kısmı buraya veriyordu. Mesela MHP ‘hayır’ demişti, BBP‘evet’ demişti. Hâlâ da o sürecin içindeyiz aslında. Bizi birbirimizle korkutan“İç ve dış düşmanlar tarafından kuşatıldık” diyen bir yaklaşım tarzı var. Bir de“Hayır, içeride düşman yok, dışarda da fazla aramayın. Biz aslında kendimizidüzeltelim!” diyen bir yaklaşım tarzı var. Aslında Etyen Mahçupyan’la AtillaYayla arasındaki liberallik demokratlık tartışmasında da vardı. Demokratlıkbazıları açısından genel bir kimlik olarak da kullanılabiliyor şimdi. Yani ben o2007’deki muhtıraya karşı yürüyüş yapan insanları düşünüyorum. Ben LiberalDüşünce Topluluğu’ndayım, yanımda Devrimci Sosyalist İşçi Partisi’nden birisivar. Biz aynı yürüyüşün içinde birlikte yürüyoruz. Ortak paydamız ne? Ortakpaydamız aslında demokratlığımız, ya da askeri vesayete karşı oluşumuz.Bu özellikle de Türkiye’nin gündemindeki cumhuriyetin ta başından beri varolan sorunların çözümü konusundaki tutumlarda da kendini ciddî anlamdabelli etti. Mesela demokratların ve demokrat olmayanların meselelere yaklaşımlarıbu anlamda farklı oldu. Kürt sorununa barışçı çözüm istiyor muyuz, istemiyormuyuz? Yani bugüne kadar, 80 senedir uygulandığı şekliyle tedib, tenkil,tehcir, katliam, asimilasyon, sallandıracaksın birkaç tanesini bak bakalımbir daha yapıyorlar mı? anlayışı mı uygulanacak yoksa, “Bir dakika, dünyadabu problemler nasıl çözülüyor. Etnik problem yaşayan ülkelerin tecrübelerindenistifade edebilir miyiz? Acaba biz bu meseleleri hakları iade ederek gerekirsekim olursa olsun, hiç kimseyi masanın dışına itmeye çalışmadan oturupberaber konuşabilir miyiz?” anlayışı mı? Bu konuda karar verdik mesela. Hâlâo konuda kararın içindeyiz. Azınlık hakları mesela, din ve vicdan hürriyeti,başörtülü kadınların kamusal alanda var olabilme hakkı, azınlık haklarının,Hristiyanların, Musevilerin haklarının iade edilmesi… bunları konuştuk vevesayet rejiminin tasfiyesini konuştuk.

    Son kısımda şunu söyleyerek bitirmek istiyorum. Bu gün de demokrattutum, aslında bu vesayet rejiminin tasfiyesini konuştuk. O kısmıyla bağlayaraksöylemek istiyorum. Bu gün de demokrat tutum, yine aynı şekildevesayete karşı olmayı gerektiriyor.