Köprü Anasayfa

Bediüzzaman’ın Görüşleri Işığında Doğu ve Güneydoğu Hadiselerinin Gerçek Reçetesi

"Bahar 94" 46. Sayı

  • Risale-i Nur'da Fen Kavramı Üzerine Bir Deneme

    Osman Özkul

    Doktora Öğrencisi

    Fen kavramının önemi

    Amacı Kur’ân’ın bir tefsiri ve imanî problemleri halletmek olanRisale-i Nur’da fen kavramının yeri nedir? Bu sorunun cevabı verilebildiğinde,bu eserlerin, diğer İslâmî-dînî kitaplardan farkı da anlaşılacaktır. Özelliklebu yüzyılı yaşamış ve yaşayan insanlar için Risale-i Nur’un önemikavranabilecektir.

    Batıda Bacon ile başlayan deney ve tecrübeye dayalı yöntemlibilim çalışmaları,18. ve 19. yüzyıllarda (düşünce dünyasında) pozitifbilimlerin en büyük otorite haline gelmelerini netice vermiştir. Gerekbilimleri, gerekse sosyal hayat alanını, hatta felsefeleri bile belirleyenmateryalist, natüralist çalışma ve yorumlar sadece Batı yı (Avrupa)ı etkisialtına almakla kalmadı. Adeta dînî dogmalar gibi kabul gören bilime dayalıyorumlar, diğer ülke ve kıtalara da ihraç edilmeye başlandı.

    19. yüzyılın ikinci yarısında siyasal ve sosyal yapıya bir çözümyolu arama gayreti içindeki Osmanlı bürokrat, edebiyatçı ve aydınları budüşünceleri de Türkiye’ye getirdiler. Yüzyılın sonlarında ve özellikle 20.yüzyıl başlarında bu alandaki çalışmalar tercüme ve telifler yoluyla (gazete,dergi ve kitap) Türkiye’de yayılmaya başladı. Büyük çoğunluğu genç olan Osmanlımünevverlerinin bir kısmı materyalist; natüralist ve pozitivist bilim vefelsefe yorumlarının etkisi altında kaldılar.

    İşte Avrupa da akıl ve tecrübeden mahrum kalan ortaçağ Hıristiyandünyasını kaplayan materyalist yorumlar; İslâm eğitim ve düşünce dünyasındakiboşluktan yararlanarak, tek doğru imiş gibi revaç buluyordu. Baha Tevfik gibiateistler, pozitivizmi "çağın dini" olarak propaganda ediyor, dünyevîkurtuluşu müjdeliyorlardı. Ve hep fenlere dayanıyorlardı.

    Fennin kelime olarak Batı dillerinde nasıl kullanıldığına bakacakolursak, fen kavramının karşılığı olarak "teknik" kelimesinigörüyoruz. İ. Fennî Ertuğrul’un Fransızca ve İngilizce lügatlerden derlediğiFelsefe Lügatin’de "teknik" kavramı şöyle açıklanıyor: Güzelsanatlara, ulûm ve fünûna ve basit sanatlara müteallik, yöntemlere ait olan,fen ilmi, pratik olarak nazar-ı mütalaaya alınan ma’rifet.

    Teknik kavramı daha özel bir anlamda, ma’lûmât-ı fenniyeyedayanarak teşkil edilen yöntemler demektir.

    "Teknik"e dayalı olarak teknoloji ise şöyle tarif edilir:Fen ve san’at konuları. Yani ilmî, fennî yöntemlerin umumî olan cihetleri vemedeniyetin terakkisiyle meydana gelen münasebetleri itibariyle tetkiktir. Birdiğer tarife göre de; tıpkı mantığın ilimler için bir âlet-araç olması gibi;teknoloji de sanayiye hizmet eden bir araç olarak kabul edilir. (Fakatsanayiden kasıt el becerilerine dayanan sanat ürünleri değil, akla dayalı olansanatların fennî kısmıdır.) Buna göre şu deyimler kullanılmaktadır: fenn-îHukuk, usul-ü fenniye, usul-ü semƒîye, ıstılahât-ı fenniye, v.s.

    Risale-i Nur’larda ise fen kavramı daha çok experimetal, yanitecrübe bilimler için kullanılmakla beraber; bilim dünyasında pozitif bilimlersınıflamasının dışında kabul edilen alanları da kapsamaktadır. Mesela, felsefeanlamındaki hikmet; fenn-î hikmet (Sözler 586.) olarak geçer. Metafizik konulariçinde değerlendirilŠn ispirtizma gibi psikolojik konular da fen olarak elealınır. (Sözler 240.) Ayrıca, bir yöntem anlamında fenn-î mantık (Münazarat:42.); Fenn-î Harb (Tarihçe-i Hayat: 65.) olarak da kullanılır.

    Bunlardan şu sonucu çıkarabiliriz: Fen kavramı, kendi başına birdoktrin ya da bilim dalı hüviyetine sahip değildir. Yukarıda lügatte geçenteknik, usûl, yöntem anlamındadır. Buna göre fen; kâinatı, onun içindeki bütünvar olanları anlamada bir araç, bir âlet olmaktadır. İleride bu noktalar dahada açıklık kazanacaktır.

    Yaşadığı dönemde medreselerin de skolastik bataklığına saplanmışolduğunu gören Bediüzzaman, onların tehlikeli cereyanlar karşısındaduramayacağını görmüş ve çözüm olarak; fen ilimleri ile din ilimlerinin beraberokutulacağı bir üniversite teklifiyle padişaha çıkmıştır. Maalesef bu dahiyaneteklif, deli damgası yemesine yol açmış ve tımarhaneye kapatılmıştır. Dahasonraları aynı düşüncesini tekrarlamış, bununla da yetinmeyerek, ileride gayr-ıresmî bir üniversiteyi oluşturacak Risale-i Nur’ların çekirdeği yerine geçecekolan kitaplarını yazmaya başlamıştır.

    Bu eserlerinde, İslâm toplumunun siyasî ve içtimaî sorunlarınıntemelindeki "iman zayıflığına" önem vermiş; yeni fenlerin bu noktadaaçmış olduğu yaraları sarmaya çalışmıştır. Bediüzzaman’a göre, bütün birinsanlık için tehlike oluşturan bu yeni cereyana karşı "değerlerini"korumak bir "vazife"dir. Yani o kendini "vazifeli" olarakgörür. Vazife sadece bu değildir; ilim ve fenni de bu inkârcı, materyalist,natüralist yorumlardan kurtarmak gerekmektedir.

    Ona göre, kainattaki her "ferd"in dört temel vazifesivardır.

    Bu vazifeler şunlardır:1

    l. Allah’ın her an ve her yerde hâkim olduğunu intizam ve ittifakile ilan etmek.

    2. İslâmiyet’in getirmiş olduğu prensiplerin, hakiki fenlerinkaynağı ve taslağı olduğunu ortaya koymak.

    3. Kâinatta geçerli olan kanunların, (adetullah) İslâmî kanunlarauygunluğunu ispat etmek; tâ kî İslâmiyet o fıtrî kanunlar ile hayat bul,sun.

    4. Fikirleri, kâinattaki hakikatleri düşünmeleri içinyönlendirmek, teşvik etmek ve uyarmak.

    Bu vazifeleri yerine getirmeye çalışan bir kişinin yapmasıgereken şey, her hangi bir fende uzmanlaşarak, bu alandaki kanunları Kur’ân’ınzengin hazinesindeki yerine koymaktır. Bu vazifeyi yerine getirebilmek içinönce fennin mâhiyetini ortaya koymak gerekir.

    Fen’in mahiyeti:

    Her şeyden önce şunu hatırda tutmak gerekir: "İlim, mâlumatâbidir."2 Yani, bizim bilgi olarak edindiklerimiz, öncedengerek Levh-i Mahfuzda, gerekse bizim anlayabileceğimiz bir tarzda İlâhîkitaplarda vardı. Bu anlamdaki ilim, ma’rifetullahtır. Allah’ın isim, sıfat vefiillerinin bir tecellisidir.

    Allah’ın ilmi (ma’lûm) ile insanların ilmi arasındaki ilişki deşu prensiplerle ortaya konuyor:3

    1. "İlm-i Ezelî, muhit (sınırsız) olduğu için, müsebbebâtla(sebep olunanlar-sonuçlar); esbâbı (sebep olanları) birlikte abluka eder, içinealır."

    2. "Ma’lûm nasıl bir keyfiyet üzerine olursa, ilim öylecetaalluk eder."

    3. "Abdin (kul) ihtiyârından (istek-irade) neş’et eden birfiile ilm-i Ezelinin taalluku, o ihtiyâra münâfî (zıt) ve mânî değildir. Çünkümüessir (etken) ilim değil, kudrettir."

    İnsan aklının elde ettiği en mükemmel neticeler de yine Sânî-îZülcelâlin kudret ve hikmet mucizeleri olarak elde edilen fenlerdir:"Kâinâta ait fenlerden her bir fenn, küllî kâideleriyle (evrenselprensipler) bahsettiği nev’ ve tâifede öyle bir intizam ve mükemmeliyetgösteriyor ki, ondan daha mükemmel akıl bulamıyor. Meselâ: Tıbda teşrih-ibeden-i insanî fenni (anatomi); kozmoğrafyada manzume-i şemsiye fenni(astronomi); nebâtata (bitkiler) ve hayvanata ait fenler gibi bütün fenlerinher birisi, külli kaideleriyle o bahsettiği kısımda Sani-i Zülcelâlin onev’deki nizamında mu’cizat-ı kudretini ve hikmetini ve (0 her şeyi en güzelşekilde yaratmıştır) hakikatını gösteriyor."4

    Bütün bu fen adı verilen ve insanların kainatla ilgiAraştırmalarını içinde toplayan "Hikmet-i Cedide" Said Nursî’ye göreşu noktaya dayanır. "Mâhiyet ve istidat itibarıyla her şey ilme bağlıdır.Ve bütün ulûm-u hakikiyenin esası ve madeni ve nuru ve ruhu mârifetullahtır. Veonun üssül esası da iman-ı billahtır…"5

    İlimler sınırlaması: maddi ve mânevî ilimler.

    İnsanların elde ettiği bilgilerin dayandığı kaynağı belirlediktensonra, bu bilginin hangi noktalarda birbirinden ayrıldıklarına bakalım:

    İnsanoğlunun kâinatla ilgili tecrûbî bilgileri zaman ladeğişebiliyor. Dünyanın düz ve sabit olduğu güneşin dünya çevresinde döndüğüinancının değişmesi gibi; veya Newton ve Einstein’in teorilerinin değişmesigibi. Fakat metafizik alanına giren fikirler bu türden deney ve gözlemlerleelde edilmeyip, farklı bir karakter taşırlar. Bediüzzaman bunlardan birinciguruba girenleri maddî ilimler, ikincileri de manevî ilimler olaraknitelendirir.

    Maddî ilimler, bugün tecrûbî (experimetal) bilimler olarak kabuledilen bilim dallarını kapsar ve tekâmül ederek ilerler. Mânevî ilimler ise,metafizik kanunları içeren düşünce disiplinleridir. Maddî ilimler, tıpkı birtaşın kaldırılmasında insanların yardımlaşmalarına gerek duyulduğu gibiyardımlaşmaya ihtiyaç duyar. Metafizik ilimler ise, "def’i yahut def’îgibi" olgunlaşır. Yani, âniden ortaya çıkar. (ilham ve sezgi şeklinde.)Metafizik ilimler, zamanın geçmesiyle değişmemekle beraber, diğer ilimleringelişmesiyle paralel olarak daha da açıklık ve kuvvet kazanır.6

    Maddî ilimlerin (fen) en önemli özelliklerinden biri de relativ(izafî) olmasıdır. Yani sürekli değişmesi, yeni çalışmalarla ve zamanıngeçmesiyle doğruluk değerininde değişebilmesidir. Bu değişme tabiattaki fıtrîkanunlar gibidir. Meselâ: İnsanın belirli bir ömrü vardır; bunun gibi, insanıntecrübeleri ve aklıyla geliştirdiği, bulduğu kanunlarında bir sınırı, değişmenoktası vardır;7

    Telâhuk-u efkâr ve fenlerin gelişme süreci.

    İnsanların, tabiata yönelen merak ve ihtiyaç kaynaklıaraştırmaları neden en mükemmel (bu zamana göre) seviyeyi Doğuda değil deBatıda meyve vermiştir? Batı bilim adamlarının kabul ettiği gibi; bu bilimlersadece Batının tabiatına mı uygundu, yoksa başka nedenler de var mıydı?

    Bediüzzaman bunun nedenini, Doğunun bilgi birikimine ve bilgiiletimine gereken önemi vermemesi, Batının da bu konuda gereken fikiralış-verişini gerçekleştirebilmiş olmasından görüyor ve "Nev-i beşerdekitelahuk-u efkâr unvanı altında asırlar ve zamanların tarih vasıtasıyla birbirleriylemeşvereti, bütün beşeriyetin terakkiyatı ve fünûnun esası olduğu gibi; en büyükkıt’a olan Asya’nın en geri kalmasının bir sebebi, o şurâ-yı hakikiyeyiyapmamasıdır"8 diyor.

    Yukarıda belirtildiği üzere, deney-gözlem ve aklî keşifleredayanan maddî ilimlerde gittikçe gelişen bir özellik vardır. Bu gelişmeyiinsanların fikirlerinin halka halka birleşmesi (telâhuk-u efkâr) kavramıylaifade eden Said Nursi, kâinatı anlamanın bir aracı olarak görmenin de ötesindeKur’ân’daki kâinat bahislerini de kavrayabilmenin, hatta bütünüyle insanbilgisinin nasıl teşekkül ettiğinin de izahını bu kavram etrafında yapıyor.

    Meselâ; İşârâtü’l I’câz’da kainattaki nizamı anlayabilmek için:"İnsanların telâhuk u efkâr denilen fikirlerinin birleşmesinden doğan venev-i beşerin havassı (duyguları) hükmünde olan fünûn ile kainata bak vesahifelerini oku ki, akılları hayrette bırakan o yüksek nizamı göresin"9tavsiyesinde bulunuluyor.

    Kainata bakarken başvuracağımız bu fertlerin verdiği mâlumatın,her yerde geçerli olduğunu, yani evrensel olduğunu ifade ederek devam ediyor:"Fünûn-u kevniyeden her birisi, "kaidelerinin külliyeti" ilekâinatta yüksek bir nizâmın bulunmasına bir delildir. Ve her bir fen nurlu birbürhan olup, mevcudatın silsilelerinde salkımlar gibi asılıp sallanan maslahatsemerelerini ve akvâlin değişmesinde gizli olan faideleri göstermekle Sânîinkasd ve hikmetini ilân ediyorlar. Âdeta vehim şeytanlarını tard etmek için herbir fen, birer necm-i sâkıbdır. Yani, bâtıl vehimleri delip yakan bireryıldızdırlar.10

    Kâinatı tanıttıran fenlerin, insanların çalışmalarıyla orantılıolarak sürekli gelişen bir yapı an ettiğini değişik yerlerde, değişikbiçimlerde görmekteyiz. Risale-i Nur’da bu konunun önemli bir yönü de elealınıyor Zamanın geçmesiyle her fennin alanı genişliyor yeni yeni fenler ortayaçıkıyor. Bir fennin uzmanı olmanın şartı şöyle ortaya konuyor.

    "İnsan, bir fennin esaslarını ve o fennin hayatına taallukeden noktalan bilmekle, yerli yerince kullanmasına vakıf olduktan sonradâvâsını (tez) o esaslara bina etmesi o fende mâhir ve mütehassıs olduğunadelildir."11

    İnsanın kabiliyetinin sınırlarına da işaret ederek, her alanlameşgul olmanın ve başarılı olmanın mümkün olmadığı savunuluyor. Ancak sadecebir alanda kendini hapsedip, diğer fenlerden habersiz kalmanın da doğruolmadığı belirtiliyor

    "Bir şahıs çok fenlerde meleke sahibi ve mütehassıs olamaz.Ancak "ferid" bir adam, dört veya beş fenlerde mütehassıs olabilir.Umuma el atmak, umumu terk etmek demektir. Bir fennde meleke, o fennin s-ret-i hakikiyesidir.Onunla temessül etmek gerektir. Zirâ bir fende mütehassıs ve mâlumat-ısâiresini mütemmime ve meded verici etmez ise mâlumat-ı perişanından birsûret-i aciîbe temessül edecektir.12

    Fen’ler gelişmenin şartıdır: Fen’ler taassubun ilâcıdır

    Bediüzzaman Muhâkemat adlı eserinde,13 kâinatinsan veterakki-tekâmül kavramları arasındaki ilişkinin birbirlerini gerektirir birmâhiyette olduğunu anlatmak tadır. Her şeyden önce kâinat ve onun unsurlarısâbit değildir "kânun-u tekâmül"e tâbidir. insan da o kâinatın birmeyve,sidir ve o da aynı kânuna tâbidir. Yani sürekli mükemmelliğe doğruyönelen bir terakki, bir olgunlaşma çabası içindedir insan. Bu olgunlaşmanınprensipleri de, insanlar arasındaki fikirler halkasının büyümesine başlıdır. Buhalkanın büyümesi, kâinata ait olan fenlerin gelişmesiyle olur. Bunu fark ediptecrübelerle geliştirecek olan da insandır.

    içinde bulunduğu çağın içinde fenlerin yerini işaret ederek, îmanve aklı da beraber zikrediyor Bediüzzaman. Aynca maddî yönden (teknolojik)gelişmenin de şartı olduğunu belirtiyor yeni fenlerin:

    "Dünyevî bir saadetimiz, bir cihetle fünun-u cedide-imedeniye ile olacak. O fünunun da gayr-ı müteaffin bir mecrası ulemâ ve birmenbaı da medreseler olmak lâzımdır. Tâ ulemâ-i din fünûn ile ünsiyet peydaetsin."14

    Yüzyılın başlarında medreselerin perişan halini gören vemedreselilerin ve hamiyet sahibi İslâm ulemâsının moralini yükseltmek ve onlarabir yol göstermek için şunları söylüyor

    "Ehl-i medâris me’yus olmayınız! şimdi ilim ve fen hâkimdir.Her nev’iyle teâli edilecek En âlâsı en âlî tabakaya çıkacak."15

    İ’lâ-yı kelimetullahın da, maddeten terakkiye bağlı olduğunu16düşünen Bediüzzaman bununla beraber İslâm medeniyetinin de bu terakkiylebağlantılı olduğu nu söylüyor.

    İslâm medeni etinin maddî cihetten gelişmesini hakiki birmedeniyetle ve müsbet ve doğru fenlerle techiz edilmelerine bağlıyor. Hakîkîmedeniyet, Batı materyalist felsefesinin kontrolünden çıkmış, akl-ı selimin veİslâm inanç ve ahlâkının temeline oturtulmuş medeniyettir. Müsbet ve doğrufenler de, yine materyalist yorumlardan arınmış safî fennî bilgilerdir.

    Yani dinden mahrum fenler hakikati bulmaya yetmemektedir. Dindenmahrum fen demagoji ve şüpheye, fenden mahrum dînî ilimler de taassuba düşürürinsanı. Her iki tehlikeden de kurtulmanın yolunu ise imtizacda görürBediüzzaman:

    "Vicdanın ziyâsı (ışığı) ulûm-u diniyedir. Aklın nurufünfûn-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecelli eder. İftirakettikleri vakit; birincisinden taassup, ikincisinden de hile, şüphe, tevellüdeder."17

    Eğitim bu imtizaç gerçekleştirilmeden yapılacak olursa şuzararlara yol açar.18

    1. Mâneviyatı maddiyat ile kıyas edip, Avrupa sözünü mâneviyattadahi delil kabul etmek.

    2. Funûn-u cedideyi bilmeyen ulemânın sözünü umur-u diniyede dahikabul etmemek.

    3. Fünun-u cedidedeki maharetine güvenerek, gururlanıp, dinde denefsine güvenmek.

    4. Selefi halefe, maziyi (geçmişi) hâle (şu ana) kıyas edip,haksız itirazda bulunmak

    Bu dört tavır, hakikati bulmayı amaç edinen bir kişinin değil;demagoji yaparak sun’î bir üstünlük kazanmak heveslisi kişilerin tavrıolabilir. Böyle bir kişi ise ne gerçekten bir bilim adamı, ne de bir Müslümanismine layık değildir.

    Kur’ân ile fenlerin ilişkisi.

    Risale-i Nur’da Kur’ân’ın en çok üzerinde durduğu konuların:Tevhid, haşir, nübüvvet, adalet ve ubudiyet olduğu birçok defa belirtilir.Ayrıca, Kur’ân’ın çok şumüllü bir tarifi yapılır.19 25. Söz(Mucizat-ı Kur’âniye Risalesi) de bilimlerle çeliştiği iddia edilen âyetler elealınarak, bu iddiaların yanlışlığı ortaya konur.****

    Fenlerle ilgili olan diğer bir bahiste (22. Söz, 2. Makam)"ve lâratbin ve lâyâbisin illâ fîkitâbin mubîn" ayeti ile başlayarak;Kur’ân’da yaş, kuru her şeyin bulunduğu açıklanır. Evet, Kur’ân’da her şeybulunur. "Fakat herkes, her şeyi içinde göremez. Zirâ, muhtelif derecelerdebulunur. Bazan çekirdekleri, bazan nüveleri, bazan icmalleri, bazan düsturları,bazan alametleri; ya sarahaten, ya işareten, ya remzen, ya iphamen, ya ihtartarzında bulunurlar…"20

    İşte fenler ve insanların yaptığı sanat harikaları ile eldeettikleri gelişmelerin neticelerini (uçak, elektrikli tren, telgraf, vs. gibi)de içinde toplamıştır Kur’ân. Bütün beşeriyetin Âdem’den, kıyamete kadargerçekleştireceği her türlü fennî malumat ve esere de yukarıda belirtildiğigibi farklı biçimlerde yer verilmiştir. Bunlar iki tarzda toplanır. Kur’ân’da:(I) Peygamberlerin mu’cizeleri şeklinde, (2) Bazı tarihi olaylar şeklinde..21

    Kur’ân da fenlerden bahsediliyor mu?

    Kur’ân’da bu tür meselelerin çok açık olarak belirtilmemesininnedeni de şudur:

    "Şecere-i âlemde meylul-istikmal vardır…. İnsanda dameylü’t-terakki vardır. Bu meylü’t-terakki çekirdek gibidir; neşvünemâsı pekçok tecrübeler vasıtasıyla olur; ve çok fikirlerin mahsulû olan neticeleriniçtimâiyle teşekkül ve tevessü etmekle fünunu intaç eder. Bu fünûn da mürettebedir:Yani her ikinci fen, birincisinin neticesidir. Birincisi olmazsa, o olamaz:Birincisinin ona mukaddeme ve ulûm-u mütearife hükmünde olması şarttır…22

    Bediüzzaman, fenlerin birbirine yardımcı olma özelliklerinibelirtmekle kalmıyor; bu zamandaki Kur’ân tefsirinin de bütün fenlerdeuzmanlaşmış ulemânın meşveretiyle gerçekleşmesi gerektiğini söylüyor:

    "Efkâr-ı umumiye bir tefsir-i Kur’ân istiyor. Evet, herzamanın bir hükmü var. şaman dahi bir müfessirdir. Ahval ve vukuat ise, birkeşşaftır. Efkâr-ı âmmeye hocalık edecek yine efkâr-ı âmme-i ilmiyedir. Busırra binâen ve istinaden isterim ki; müfessir-i azîm olan zamanın taht-ıriyâsetinde; her biri bir fende mütehassıs, muhakkikin-i ulemâdan müntehab birmeclis-i mebusan-ı ilmiye teşkiliyle meşveret ile bir tefsiri telif etmeklesair tefasirdeki münkasım olan mehâsin ve kemâlatı mühezzebe ve müzehhebeolarak cem’ etmelidirler… Evet, meşrutiyettir; her şeyde meşverethükümfermadır: Efkâr-ı umumiye dahi didebandır. İcma-ı ümmetin hücciyeti bunahüccettir.23

    Kur’ân ile fenlere dair aynca şu ifadeleri gözönünde tutmak,meseleyi daha berraklaştıracaktır: "Kur’ân dünya maddiyatına ait pekçokfenleri, ilimleri câmidir. Kur’ân’ın hitabına muhatab olan milletlerin,insanların ahval-i ruhiyelerine ve maddiyatlarına âmi bulunduğu ince fenlere,ilimlere bir ferd vakıf ve sâhib-i ihtisas olamaz ki, ona göre bir tefsiryapabilsin."24

    "Beşerin şeriat ve fen cihetindeki terakkiyatlarınınneticesi olan havârik-ı san’at ve garâib-i fen olarak tayyare, elektrik,Şimendifer, telgraf gibi Şeyler vücuda gelmiş ve beşerin hayat-ı maddiyesinehitab eden Kur’ân-ı Hakim, Şunları mühmel bırakmaz."25

    "İşte beşerin, san’at ve fennin imtizacından süzülen, maddîve mânevî fevkalade hassasiyetinden tezahür eden ispirtizma gibi celb-i ervahve cinlerle muhabereyi Şu ayet, en nihayet hududunu çiziyor ve en faidelisuretlerini tayin ediyor ve ona yolu dahi açıyor."26

    "Vakit be vakit başınızı kaldırıp Esmâ-i Hüsna’ma dikkatederek, o semâvâta urûc etmek için fünûnunuzu ve terakkiyatınızı merdiven yapınız.Ta fünûn ve kemâlâtınızın menbâları ve hakikatleri olan Esmâ-î Rabbâniyye’meçıkasınız. Ve o Esmânın dürbünüyle, kalbinizle Rabb’inize bakasınız."27

    "İnsanın cemiyyet-i istidadı cihetiyle mazhar olduğu bütünkemâlat-ı ilmiye ve terakkiyât-ı fenniye ve havârık-ı sun’iyeyi "talim-iEsma" ünvânıyla ifade ve tabir etmekte Şöyle lâtif bir remz-i ulvî var ki;her bir kemâlin, her bir ilmin, her bir terakkiyatın, her bir fennin birhakikatı âliyesi var ki; o hakikat bir ism-i ilâhiye dayanıyor. Pek çok perdelerive mütenevvî tecelliyatı ve muhtelif o san’at; kemâlini bulur, hakikat olur.Yoksa yarım yamalak bir sûrette nâkıs bir gölgedir. Mesela; hendese bir fendir.Mesela; tıbb bir fendir. Mesela; mevcudattan bahseden hikmetü’l-eşya (felsefekastediliyor) Kur’ân’a dayanmakla Şu hikmet, hikmet olabilir."28

    Allah’ın isimleri ile ona delalet eden fenler

    İnsanların ilim ve fenler vasıtasıyla kâinatı veya mevcudatıanlayıp-anlatması aynı zamanda âlemin Yaratıcısının ondan istediği birvazifedir. Böylece insan Şuurlu bir varlık olmasının hikmetlerinden birinin deilim ve fertlerle meşguliyeti olduğu görülüyor:

    "Hem hesapsız fünûn-u acibeye ma’rifeti ihâtası : varmış.Hem nihayetsiz ulûm-u bedîaya ilim ve ıttılâ varmış. Hem cemâl ve kemâl sâhibi,kendi cemal ve kemâlini görmek ve göstermek istemesi sırrınca; o Sultan’ı Zîşandahi istedi ki, bir meşher açsın, içinde sergiler dizsin; tâ nâsın enzârındasaltanatının haşmetini, hem servetinin şeşaasını, hem kendi sanatınıharikalarını, hem kendi marifetinin garibelerini izhar edip göstersin. Tâ cemâlve kemâl-i manevisini iki vecihle müşahede etsin:

    "Birinci vechi: Bizzat nazar-ı dekaik-aşinasıyla görsün.Diğeri: Gayrın nazarıyla baksın."29

    "Hikmet-i Kur’âniye ile hikmet-i fenniyenin farklarını"30da anlatan Bediüzzaman, fenlerin materyalist olarak algılanmasının sebebini deonu yorumlayan ateistler olarak görür Aslında fenler, kendi lisanıyla Allah’ınvarlığını anlattıkları halde; onu materyalist yapan yorumlardır."31

    Onun yorumu ise şöyledir:

    "İşte bu fenlere kıyasen, yüzen fünundan her bir fen, genişmikyasiyle ve hususi aynasıyla ve dürbünlü gözüyle ve ibretli nazarlarıyla bukâinatın Hâlık-ı Zülcelâlini esmâsıyla bildirir. Sıfâtını kemâlatınıtanıttırır."32 Bazılarının yaptığı gibi, sadece neden-sonuçilişkisini bir formül ile anlatıp; Sânî ile olan alakasını dile fennin hikmetigerçekleşmez.33

    Fennin eleştirisi.

    Risale-i Nur’da fenn kavramının olumlu anlamda yorumlarınıgöstermeye çalıştık. Ancak, bir de insanları zihnî ve davranış düzlemindezarara ve yanlışa sürükleyen fen vardır ya da fen yorumu vardır.

    Mesela: Günümüzde çok karşılaştığımız, Allah’a ibadet etmektenkaçan ve nefsinin geçici boş arzularının peşinde koşan kişileri bu fennî(teknolojik) araçlar teşvik etmektedir. Diğer yandan, "genel kültür"adı altında gereksiz bir sürü mâlumat yığınının insana bir olgunlukkazandırmayacağı ve bu anlamda uğraşılan fennin gereksiz olduğu savunulurRisale-i Nur’da.34

    Başka bir yerde ise, günümüzde fenlerin yol açtığı tahripanlatılarak; eski çağlar ile 20. yüzyılın kıyası yapılır: "Eskiden fen veilim ile dalâlete girip, inad ve temerrüd ile hakaik-ı imâna karşı çıkananispeten Şimdi yüz derece ziyade olmuş (artmış).35 "Yine başkabir risalede aynı husus hatırlatılır ve bunun ilân ve çâresi gösterilir"Bu zamanda ehl-i İslâm’ın en mühim tehlikesi fen ve felsefeden gelen birdalâletle kalplerin bozulması ve imanın zedelenmesidir. Bunun çare-i yegânesinurdur…"36

    Materyalist fen ve felsefenin yorumlarının kısır yaklaşımlarının,Kur’ân’ın yüksekliğini anlamaktan aciz kaldıklarını ve bazı ayetlerieleştirdikleri37 belirtilir ve bu durumdaki kişinin içinde bulunduğukaranlık ruh hali tasvir edilir.

    Bediüzzaman’a göre materyalist fen ve felsefe g¢zlüğünü takarakkâinata bakan insanın hâlî, korkunç bir sıkıntı içinde çevresindeki her şeyikendine yabancı ve düşman olarak gören zavallı bir varlık halidir. Bu insan,kalbi hasta, aklı sarhoş, ruhu perişan olan bir insandır. Böyle bir insan ile,Kur’an gözlüğünü takarak kainata bakan insanın halini "İman ve küfürmukayeseleri" beşlığı altında toplar. Gençlik döneminde, Avrupa fünûn vemedeniyetinin zihnini karıştırdığı dönemdeki psikoloji ile, sonraki ferahlamışhalini de Zühre adını verdiği risalesinin 5. Notasında anlatır.38

    "Hikmet-i Kur’âniye’ye tabi olmayan fen ve felsefe gözlüğünütaktı. Ve Kur’an okumayan coğrafya fenninin programıyla baktı gördü ki:Nihayetsiz bir boşlukta, bir senede yirmi dört bin senelik bir dairede (dünya),top güllesinden yetmiş defa süratli bir hareketle gezer. Yüz binler nevi biçâre(çaresiz), âciz zihayatları içine almış. Eşer bir dakika yolunu şaşırsa veyabir serseri yıldıza çarpsa, parçalanarak hadsiz (sınırsız) fezada (uzay) sukutile (düşerek) bütün o biçare zihayatları ademe, hiçliğe boşaltacak, dökecekdiye anladı.39

    Evet, Bediüzzaman’a göre (dinsiz) felsefe, her şeyi irkin,korkunç gösteren siyah bir gözlüktür. İman ise, her şeyi güzel, ünsiyetli(dost) gösteren şeffaf, berrak, nurani bir gözlüktür.40

    Bediüzzaman, kimya alanında büyük bir yeri olan Lavoisier’in"Maddenin Korunumu" adı verilen tesirisini de eleştirir."

    Lavoisier, kapalı bir kapta yaptığı deneylerde, kimyasaltepkimeler sırasında kütlenin değişmediğini tespit etmiş. Fakat bu deneyinigenelleştirerek; evrende hiçbir şeyin yoktan var olamayacağını ve hiç bir şeyinde var iken yok olamayacağını, iddia etmiştir.41

    Bediüzzaman ise bu tezi, ifrat (aşırı) olarak görür ve nesnelerinvarlık ve yoklukları hakkında şunları söyler:

    "Eşyada esas bekâdır (devamlılık), adem (yokluk) değildir:Hatta ademe gittiğini zannettiğimiz kelimât, elfaz (sözler) tasavvurât gibiseriü’z-zeval olan bazı şeyler de ademe gitmiyorlar. Ancak suretlerini vevaziyetlerini değişerek, adem-i mutlaka (mutlak yokluk) gitmezler. Fendedikleri hikmet-i cedide bu sırra vakıf olmuş ise de, vuzuhuyla vakıfolamamıştır. Ve aynı zamanda, "Âlemde adem-i mutlak yoktur. Ancakterekküp-sentez ve inhilâl-analiz vardır." diye ifrat ve hata etmiştir.Çünkü âlemde Cenab-ı Hakkın sun’u ile (yapması) terkîp (sentez) vardır.Allah’ın izniyle tahlîl (analiz) vardır. Allah’ın izniyle îcad ve ademvardır."

    Sonuç olarak diyebiliriz ki; Risale-i Nur’da fenler, Allah’ınisim, sıfat ve fiilleri ile kanunlarının anlaşılmasına bir araç olarak görülür.Bu yüzden, bir Müslüman mânevî ilimlerle meşgul olduğu gibi, fenlerle de meşgulolmalıdır. Bu iki ilim arasında bir çelişki ve zıtlık yoktur aksine paralellikvardır. Ve bu paralelliği görmek ve göstermek her şuurlu varlığın vazifesidir.42

    Dipnotlar

    1. Muhakemât; İst. 1977, Sözler Yayınevi, s. 11 ve 12.

    2. İşâratü’l-İ’caz; İst. 1977; s. 80. Sözler Yayınevi

    3. İşâratü’l-İ’caz, İst. 1977 s. 82.

    4. Hutbe-i Şâmiye, İst. 1960, s. 33, Sözler Yayınevi

    5. Sözler; İst. 1980; s. 294. Sözler Yayınevi

    6. Muhakemât: s. 15.

    7. İşâratü’l-İ’caz, s. 128

    8. Hut. Şâm: s. 52 ve Tarihçe-i Hayat: s. 91. İst. 1976

    9. İşâratü’l-İ’caz, s. 96 ve 128, 238, 239’a da bakılabilir.

    10. İşâratü’l-İ’caz, s. 97

    11. İşâratü’l-İ’caz, s. 121

    12. Muhâkemât s. 24; aynı anlamı ifade eden sözlerin geçtiğibaşka bir yer için bak: , s. 128.

    13. Muhakemat; s. 14.

    14. Tarihçe-i Hayat; s. 69-65.

    15. Münâzarat; s. 78.

    16. Muhâkemat; s. 37.

    17. Münâzarat; s. 72.

    18. Münazarat; s. 72.

    19. Bu tarifler için bak: İşâratü’l-İ’caz, ve Sözler;339-340.

    20. Sözler s. 235; Muhâkemât: s. 8’de bak.

    21. Sözler; s . 235-236.

    22. İşâratü’l-İ’caz, s. 132; Ayrıca aynı sorunun cevabıniteliğinde şu yerlere de bakılabilir: Muhâkemât: s. 13-14; Sözler 226.

    23. Muhâkemat: s. 19-20. (Bediüzzaman bu eserini yazdığısıralarda siyasi ve içtimai kavramlar moda olduğundan olsa gerek; anololojiyaparak, meşveret, meşrutiyet, meclis gibi kavramlarla konuyu izah ediyor.

    24. İşâratü’l-İ’caz, s. 7.

    25. Sözler; s. 235.

    26. Sözler; s. 240.

    27. Sözler; s. 244.

    28. Sözler; s. 244, 245.

    29. Sözler; s. 108.

    30. Sözler; s. 117.

    31. Sözler; s. 142.

    32. Sözler; s. 143.

    33. Sözler; s. 160.

    34. Sözler; s. 252.

    35. Hutbeyi Şamiye; s. 112.

    36. Lemâlar İst. 1976, Sözler Yayınevi. s. 96.

    37. Lem’alar s. 58

    38. Mesnevi Nuriye; 1980, Sözler Yay. s. 137-143;Lem’alar:106111 Sözler: 226-227 ve diğerleri.

    39. Şualar. İst. Envar Neşriyat, tarihsiz.. s. 602.

    40. Şualar, s. 715; aynı sayfanın devamında her iki gözlükile bakan insanların durumu tasvir ediliyor.

    41. Zeki Tez; Kimya Tarihi; Ank. 1986; s. 96-97.

    42. Kastamonu Lahikası: İst. 1960, s. 150.

    * Hikmet-i Cedîde: (Yeni Hikmet): Balı Yeniçağ felsefesininbütünü hakkında kullanılan bir deyimdir Risale-i Nur’da bu günkü pozitif veyaexperimetal bilimler anlamında kullanılmakladır.

    ** Kaidelerin külliyeti: Bir türdeki düzen ve intizamın engüzel ve mükemmel olduğunu belirtir aynı zamanda. Yine bir türdeki geçerlikanun, bütün fertlerini de kuşatır. (Muhakemat, s. 24, 34)

    *** "Ferid", dâhi anlamında kullanılıyor.

    **** Risale-i Nur, Mucizat-ı Kur’âniye Risalesi’nde fenninilişliği bütün ayetlerin her birisinin altında Kur’ân’ın bir lem’a-i i’cazısınıgösterip ehli fennin medar-ı tenkid zannettikleri Kur’ân-ı Kerim’in cümle vekelimelerinde fennin eli yetişmediği yüksek hakikatleri izhar edip, en muannidfeylesofu da teslime mecbur ediyor.

    ***** Bediüzzaman, eleştirilerinde (çok az istisna hariç)isim vermez ve ayrıntılı olarak a‡ıklamaz bu düşünceleri. Ve bunu zihinleribulandırmamak için yaptığını söyler.