Köprü Anasayfa

Bediüzzaman’ın Görüşleri Işığında Doğu ve Güneydoğu Hadiselerinin Gerçek Reçetesi

"Bahar 94" 46. Sayı

  • Risale-i Nur'un Metod ve Gayesi

    Prof Dr. Şener Dilek

    İnönü Üniversitesi

    BİRİNCİ BÖLÜM

    Risale-i Nur’un meslek ve meşrebi

    Bir fikir hareketi ya da bir düşünce sistemi incelenirken, evvelâincelemeye esas olabilecek bazı temel kriterler ortaya koymak ve bu kriterlerçerçevesinde sistemi birtakım ciddi süzgeçlerden geçirmek ve mihenge vurmakgerekir. Çünkü tahkik mesleği bunu emreder, hakikat bunu ister. Böylece oaksiyon, o düşünce sisteminin gerçek değeri, mahiyeti ve önem derecesi ortayakonulmuş olur. Risale-i Nur Külliyatının müellifi Bediüzzaman Said NursîMünazarat isimli eserinde, "Hiçbir müfsit ben müfsidim demez. Dâimâsûret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür. Evet, kimse demez, ayranımekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarettegeziyor. Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamınıkabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim veya bilmediğim halde ifsat ediyorum. Öyleise, her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte söylediğim sözlerhayalin elinde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altın çıktı ise kalbde saklayınız.Bakır çıktı ise, çok gıybeti üstüne ve bedduâyı arkasına takınız, banareddediniz, gönderiniz" demektedir.1

    Biz de bu gerçekler ışığında "mihenk taşı" niteliğindebazı sualler belirledik. Kanaatimizce, fikir hareketleri, düşünce sistemleriaşağıda sıralayacağımız sualler ile ciddi bir biçimde test edilmelidir.Böylece, sistemin temel çizgisi, kökeni, derinliği, mizaç, hedef vemahiyeti–belli ölçüler içerisinde–anlaşılmış olur.

    Sistemlerin test edilmesinde belirlediğimiz sualleri şöylesıralayabiliriz:

    1. Test edilecek fikir hareketi ve düşünce sistemi fıtratkanunlarına uygun mudur?

    2. Menbaı (kaynağı), me’hazi, kökeni nedir? Arzî midir, semâvîmidir? Nerelerden ve kimlerden beslenir, güç alır?

    3. İnsanın iç iklimine yaptığı etki nedir? Bu etki, sathî(yüzeysel) ve şeklî midir, yoksa hayattar, dinamik ve derûnî midir?

    4. İçtimaî bünyenin tesis ve tekmiline kuvvet verebilecek"temel değerleri" nelerdir? Sosyal yapı ve beşerî ilişkiler açısındanbelirlediği "esaslar," "hedefler" var mıdır? İçtimaîhayatta istikamet, müsbet hareket, sükûn ve huzuru mu esas alır, yoksa gayesikin, kan ve intikam mıdır?

    5. Eğitici, öğretici, ufuk açıcı ve yol gösterici midir; yoksa,slogan üretici, uyutucu, avutucu, his ve hevayı tahrik edici midir?

    6. Tek yönlü, tek hayatlı, sırf dünya boyutlu mudur? Yoksa, maddeile mânâyı mezceden, dünya ile ukbayı ahireti birlikte kucaklayabilen birmizaçta mıdır?

    7. Dahili ve haricî, menfî ve yıkıcı cereyanların etkisindemidir? Onların yörüngesine girip, onlara âlet ve tâbi olabilir mi?

    Tebliğimizin ilk bölümünde bu suallerle ilgili bazıdeğerlendirmeler yapılacak ve Risale-i Nur’un meslek ve meşrebi yukarıdasıraladığımız sualler çerçevesinde özet bir biçimde açıklanacaktır.Tebliğimizin ikinci ve üçüncü bölümlerinde "Risale-i Nur’un metod vegayesi" genel hatlarıyla ve sistematik bir yaklaşımla, suallere cevapolabilecek bir nitelikte beyan edilecektir.

    ***

    Birinci sual:
    Risale-i Nur fıtrat kanunlarına uygun mudur?

    Bu suale cevap vermeden önce fıtrat kanunları hakkında kısacaaçıklamalarda bulunalım:

    Fıtraf kanunları: Cenab-ı Allah’ın, "âdetullah,""sünnetullah" diye tabir ettiğimiz kâinatta vaz ettiği ve âlemde câriolan kanunları ile insanın mahiyetine dercettiği kanunlarının hey’et-imecmuasıdır. Bu kanunların bir kısmi, kâinatta cârı olan kanunlardır ki, bukanunları bugünkü tatbîkî ilimler keşfetmektedirler. Meselâ, yerçekimi kanunu,suyun kaldırma kanunu gibi… Diğer kısmı, insanın hilkatine dercedilmişkanunlardır. İnsan fıtratına nakşedilmiş kanunlardan bazılarını önemine binaenzikredelim:

     * "Beşer dinsiz yaşayamaz."

     * "İnsan fıtratında mülkiyet esastır."

     * "İnsan acz ve zaaf üzere yaratılmıştır. Şefkatemuhtaçtır."

     * "İnsan ihsanın kölesidir."

     * "İnsan tahakküm ve terörden hoşlanmaz."

     * "İnsan sadece maddî ve süflî bir varlık değildir.Midesi rızka muhtaç olduğu gibi, kalb ve ruhu da mânevî rızıklara muhtaçtır."

     * "İnsan ebed için halk olunmuştur. İnsan fıtratıebediyeti arar, bekayı ister."

     * "İnsan sevdiğini anar, sevdiğini zikreder."

     *İltica, istiğfar, istimdat, dua ve talep fıtratınvazgeçilmez lâzımlarındandır."

     * "Fıtrat; insaniyete lâyık itibar ister."

    Kâinata vaz edilmiş, fıtrata nakşedilmiş bu kanunlar kâinattankoparılıp atılamaz, fıtrattan sökülüp çıkarılamaz. İnsaniyet bu kanunlararasındaki ilişkiyi kavradığı, dengeyi tesis ettiği zaman kemalini bulur.Ancak, fıtrata nakşedilen bu esasları keşfetmek, kanunlar arasındaki dakikdengeyi kavramak, fıtrattaki bu muvazeneyi ş: tefsir etmek ve hayatın bütüntabakalarına, beşerin bütün ilişkilerine hikmet ve adaletle tam yansıtabilmekbeşerin takatının fevkindedir. Bu sebeple beşer, bu esasları ders verecek, buhakikatleri talim ettirecek bir muallime, bir mürebbiye, bir müfessiremuhtaçtır. Bu muallim ve müfessir ise Kur’ân-ı Kerimdir, Furkan-ı Hakimdir. Buhakikat Risale-i Nurda şöyle dile getirilir:

    "Evet, Kur’ân-ı Hakim, şu Kur’ân-ı azîm-i kâinatın en âlibir müfessiridir ve en beliğ bir tercümanıdır. Evet, o Furkandır ki, şukâinatın sahifelerinde ve zamanın yapraklarında kalem-i kudretle yazılan âyât-ıtekviniyeyi cin ve inse ders verir."2

    Bediüzzaman’a göre, şu muhteşem; muazzam ve mükemmel olan kâinatbir kitab-ı ekberdir. Kur’ân-ı Hakim ise, "kâinat kitabınin kıraatıdır venizâmâtının tilâvetidir ve Nakkaş-ı Ezelisinin şuûnâtını okuyor ve fiilleriniyazıyor."3 Bediüzzaman’daki bu tespitler bizi şu neticeyeulaştırmaktadır: Fıtrat kanunlarını anlayabilmek için Kur’ân-ı Kerimi mütalâaetmek şarttır.

    Risale-i Nur Külliyatını okuduğumuz zaman şu realite ile yüz yüzegeliriz: Risale-i Nur’un yüklendiği görev, kâinatta ve insan fıtratında câriolan fıtrat kanunlarını açıklamaktır. Risale-i Nur, Kur’ân-ı Kerim’in hakiki vemânevî bir tefsiri olduğu için onun maksadı; kâinat kitabını okumak, fıtratıngayesini, hilkatin neticesini beyan etmektir. Çünkü, Cenab-ı Hak kâinatı insaniçin, insanı da marifet ve muhabbeti için halk etmiştir. Bu hakikatları Bediüzzaman’dandinleyelim:

    "Katiyyen bil ki, hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın enyüce neticesi iman-ı billahtır. Ve insaniyetin en âli mertebesi ve beşeriyetinen büyük makamı, iman-ı billah içindeki marifetullahtır. Cin ve insin en parlaksaadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır. Ve ruh-ubeşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en sâfi sevinç, o muhabbetullahiçindeki lezzet-i ruhaniyedir. Evet, bütün hakiki saadet ve hâlis sürur veşirin nimet ve sâfi lezzet, elbette marifetullah ve muhabbetullahtadır: Onlaronsuz olamaz. Cenab-ı Hakkı tanıyan ve seven, nihayetsiz saadete, nimete,envâra, esrara ya bilkuvve veya bilfiil mazhardır. Onu hakiki tanımayan,sevmeyen, nihayetsiz şekavete, âlâma ve evhama mânen ve maddeten mübtelâ olur.Evet, şu perişan dünyada, âvare nev-i beşer içinde, semeresiz bir hayatta;sahipsiz, hâmisiz bir surette; âciz, miskin bir insan, bütün dünyanın sultanıda olsa kaç para eder?"4

    İşte Risale-i Nur’ların ilk ve en birinci gayesi, fıtratın enyüce neticesini anlatmak; yani Allah’ı bildirmek, onun muhabbet ve marifetinikalb ve ruhlara nakşetmektir. Altı bin küsur sayfalık Risale-i NurKülliyatı’nın mihveri budur. Hep bu mânâ etrafında döner, durur. Onu anlatır,ondan bahseder. Kalb ve gönülleri bu mânâ için tutuşturur, yakar. Fıtratı aşkile yoğrulmuş gibi sermest-i cami-i aşk olan Mevlânâ Câmi bu hakikati şöylevecizleştirir

     * Yeki hah: Yani yalnız biri iste, başkaları istenmeyedeğmiyor.
     * Yeki han: Biri çağır, başkaları imdada gelmiyor.
     * Yeki cuy: Biri talep et, başkaları lâyık değiller.
     * Yeki bin: Biri gör, başkalar her vakit görünmüyorlar.
     * Yeki dan: Biri bil, marifetine yardım etmeyen başka bilmeklerfaidesizdir.
     * Yeki guy: Biri söyle, Ona ait olmayan sözler, mâlâyani sayılabilir.5

    Bediüzzaman içtimai hâdiselerdeki başarının sırrını da fıtratkanunları ile açıklamaktadır. Ona göre, beşerin içtimai hayatında bir çığıraçan fıtrat kanunlarına uygun hareket etmezse, hayırlı işlerde ve terakkidemuvaffak olamaz. Bütün hareketi şer ve tahrip hesabına geçer.6İçtimai çarklar altında kalır, ezilir. Fıtrata muhalefet edene fıtrat muvafakatvermeyecektir.7 Bunun tarih sahnesinde yaşanan en canlı örneğikomünizmdir. Çünkü komünizm fıtrata muhalefet ettiği için yıkılmıştır. Fıtratamuhalefet eden bütün sistemler er geç yıkılacak, param parça olacaktır.

    Bediüzzaman, İslâmiyet ile fıtrat kanunları arasındaki ilişkiyişu cümleler ile dile getirmektedir:

    "Evet, Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın getirdiğişeriatın hakaiki, fıtratın kanunlarındaki muvazaneyi muhafaza etmiştir.İçtimaiyatın rabıtalarına lâzım gelen münasebetleri ihlâl etmemiştir. Zamanuzadıkça, aralarında ittisal (bağlılık) peyda olmuştur. Bundan anlaşılır ki;İslâmiyet, nev’-i beşer için fıtrî bir dindir ve içtimaiyatı tezelzülden(sarsıntıdan) vikaye eden (koruyan) yegâne bir âmildir."8

    İkinci sual:
    Risale-i Nur’un menbaı, me’hazi nedir? Arzî midir, semâvî midir? Nerelerden vekimlerden beslenir?

    Risale-i Nur’un me’hazi, menbaı Kur’ân-ı Azimüşşandır. RehberiPeygamber-i Zîşan Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdır. Çizgisi, ehl-i sünnetve’l-cemaatin cadde-i kübrasıdır. Cemiyeti ayakta tutan, insanlarıbirbirleriyle pekiştiren kuvvetler içerisinde hiçbir kuvvet din kuvveti kadarmüessir olamaz ve dinî kuvvetin yerini tutamaz. Vicdanın tâ derinliklerinekadar inmek, kalp ve ruhları hakikatlere raptetmek, hissiyat-ı insaniyeti aşkve şevk ile uyandırmak için me’hazin kudsî olması lâzım ve elzemdir. Kuvvetlerkutsileşmedikçe ve kudsiyet umumiyet ve külliyet kesbetmedikçe, tesir cılız vesönük kalır. Me’haz kudsî olursa, tesir köklü, derin, küllî ve dâimî olur. Buhakikati Bediüzzaman şu cümleler ile ifade eder:

    "Me’hazin kutsiyeti çok bürhanlar kuvvetinde te’siratgösteriyor; onun ile ahkâmı umuma kabul ettiriyor.9

    İşte Risale-i Nur, Kur’ân’ın kutsiyetinden telemmü eder, okutsiyeti terennüm eder. Bediüzzaman şöyle der

    "Elde Kur’ân Bibi bir mucize-i bâki varken, başka bürhanaramak aklıma zâit görünür.

    "Elde Kur’ân gibi bir bürhan-ı hakikat varken münkirleriilzam için gönlüme sıklet mi gelir?"10

    Üçüncü sual:
    Risale-i Nur’un insanın iç ikliminde yaptığı etki nedir? Bu etki sathî ve şeklîmidir, yoksa hayattar, dinamik ve derunî midir?

    Risale-i Nur insanın iç mimarîsini esas alır, onun nakşınayönelir. Etkisi derin, hayattar ve köklüdür, ruhu şekillendirir, düşünce ufkunuaçar, akıl ve kalbin imtizacını sağlar. Onun etkisi, insanı en büyük ve enmükemme1 bir değişime hatırlamaktır. Risale-i Nur, insanın iç iklimine rıza-iİlâhî, ihlâs, hasbîlik, saffet ve samimiyet gibi hissiyatları yerleştirir. Batıdünyası, Garb medeniyeti bu hisleri bilmez, bu kavramları tanımaz. Çünkü bunlarimânî, amelî, vicdânî ve hâlîdir. Kavlî ve lisanî değil. Bunlar para vemaddenin içinde aranmaz, şan ve debdebenin içinde bulunmaz.

    Risale-i Nur’un etkisi, hayat ve ameldedir. Davranışlardagörünür, simada okunur. Bu münasebetle bir hatıramı aktarmak istiyorum:

    Yıllar önce mektep ve medrese görmemiş köylü bir zatlatanışmıştım. Ara sıra yanıma uğrar, hal hatırımı sorardı. Bir gün bir sohbetesnasında elindeki Risale-i Nur’ları göstererek, "Bu kitaplarda acîp biriksir, müthiş bir tesir var" dedi.

    "Nereden biliyorsun? Okuyup tetkik ettin mi?" diyesordum.

    Bana, "Benim doğru dürüst okur yazarlığım yok. Fazla okumuşda değilim. Fakat müşahede ettiğim ve izlediğim kadarıyla bende şu kanaatoluştu: Bir gencin cebine bu risalelerden bir tanesini koy, bir hafta sonra gelbak şekli değişmiş, hali değişmiş, siması değişmiş…" dedi.

    Dördüncü sual:
    Risale-i Nur un içtimaî bünyenin tesis ve tekmiline kuvvet verebilecek temeldeğerleri nelerdir? Sosyal yapı ve beşerî ilişkiler açısından belirlediğiesasları, hedefleri var mıdır? İçtimaî hayatta istikamet, müsbet hareket, sükûnve huzuru mu esas alır, yoksa gayesi kin, kan ve intikam mıdır?

    Risale-i Nur, içtimaî bünyenin sıhhat ve istikametine fevkalâdeönem verir. İçtimai sükûn ve istirahat-ı umumiyenin tesisine çalışır. Yıkıcı;dağıtıcı, parlayıcı ve parçalayıcı hareketlere aslâ itibar etmez. Müsbethareketi bir vazife olarak görür, bir şiâr bilir. Menfî hareketlere müsaadeetmez. Cemiyet bünyesinde muhabbet ve kardeşliği pekiştirir. İttihat, imtizaçve ittifakın lüzumunu ortaya koyar. Dinimizdeki kardeşlik ruhunu söndürenMüslümanlar arasındaki muhabbeti, samimiyeti parçalayan hareketleri; yanikabilecilik, aşiretçilik, kavmiyetçilik, unsuriyetçilik menfii milliyetçilikgibi his ve fikirleri katiyyetle red ve tard eder.

    Risale-i Nur, içtimaî bünyede istinat noktası olarak hakkı kabuleder. Hakkın hatırının âli kılındığı bir cemiyette zorba mecal bulamaz, kabakuvvet tahakküm edemez. Hakkın adaletle dağıtıldığı, hakikatin incitilmediğibir cemiyette ittifak hayat bulur.

    Risale-i Nur’un içtimaî bünyedeki hedef ve gayesi, rıza-i İlâhîve fazilettir. Fazilet yerine madde ve menfaatin, alkış ve gösterişinsergilendiği bir cemiyette bütün ilişkiler dalkavukluk ve riyakârlık esaslarıüzerine kurulur, hakikî muhabbet ve tesanüt tesis edilemez.

    Risale-i Nur’u, içtimaî hayatta teavün (yardımlaşma} düsturunuesas kabul eder. Fakirin, âcizin, garibin, muhtaç ve kimsesizin, yetim vesahipsizin imdadına koşar. Boğuşmaya, çarpışmaya, kin ve kana müsaade etmez.İçtimaî hastalıkları bilim ve şefkatle tedaviye çalışır.

    Beşinci Sual:
    Risale-i Nur eğitici, öğretici, ufuk açıcı ve yol gösterici midir; yoksa sloganüretici, avutucu, his ve hevayı tahrik edici midir?

    Risale-i Nur’un mesleği okuma mihveri üzerine kurulmuştur. Amacı,muhataplarını hakikat ve marifet ile eğitmek, okutarak onlara şahsiyetkazandırmaktır. Risale-i Nur’un mütalâası lezizdir. Metodu ikna edicidir.Meseleleri mantık ve muhakeme esaslarıyla ele alır, delil ve bürhanlarıylayoğurur. Aklın istifadesi yanında kalb, ruh, sır gibi diğer latifelerin dehissesini verir; keyfiyeti yüksek, ufku geniş, hamiyeti büyük dâvâ ve idealelemanları yetiştirmeyi gaye edinir.

    Risale-i Nur’un eğitim ile ilgili şu açıklayacağımız metodukanaatimizce eğitim müesseselerini ve pedagoglar tarafından incelenmelidir.Bediüzzaman, "Bâtılı tasvir, sâfi zihinleri idlâl eder (dalâletegötürür)" demektedir. Bu sebeple Risale-i Nur’un eğitim tarzı, bâtılı anlatmadanmüsbeti vermek, yara açmadan tedavi etmektir. Çünkü fena şeylerle meşgul olmakkalb ve ruhta menfî iz bırakır, saf zihinleri bulandırabilir. Risale-i Nursloganlar ve menfi fikirler yerine, kalb ve gönüllere nuru yerleştirerekzulmeti izale ediyor; iyiyi öğreterek fenayı fark ve tefrik ettiriyor; hakikatiders vermekle bâtıldan kurtarıyor.11

    Altıncı sual:
    Risale-i Nur tek yönlü, tek hayatlı, sırf dünya boyutlu mudur? Yoksa madde ilemânâyı mezceden dünya ile ukbayı (âhireti) birlikte kucaklayan bir mizaçtamıdır?

    Günümüzde ve tarih boyunca Batı orijinli düşünce sistemleri,insan realitesini genellikle madde ağırlıklı ve tek boyutlu olarak ele almışolduklarından insanın mahiyet ve derinliklerine, melekûtî inceliklerineulaşamamışlardır. Neticede tek kanatlı kalmış, dengeyi tesis edememişlerdir.Halbuki Risale-i Nur, gerçek saadet ve hayat kaynağı olan İslâmiyet’inesaslarını terennüm ettiği için insanın dünyevî, içtimaî görev vesorumlulukları yanında âhiret sorumluluğunu, kulluk görevlerini de fevkalâdehassasiyet ve ciddiyetle nazara verir.

    "Elbette en bahtiyar odur ki; dünya için âhireti unutmasın;âhiretini dünyaya feda etmesin; hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye içinbozmasın; mâlâyani şeylerle ömrünü telef etmesin."12 der.

    Yedinci sual:
    Risale-i Nur dahilî ve haricî, menfi ve yıkıcı cereyanların etkisinde midir?Onların yörüngesine girip, onlara âlet ve tâbi olabilir mi?

    Bediüzzaman Said Nursî, hak ve hakikat, din ve adalet hesabınaolmayan, belki inat, asabiyet-i milliye ve menfaat-i cinsiye ve nefsin enaniyetinedayanan, dünyada emsali görülmeyen bir zulüm hesabına çalış an cereyanlara,değil taraftar olmak; hattâ, merakla o cereyanları takip etmenin, onların yalanve aldatıcı propagandalarını dinlemenin ve zulümlerine bakmanın caiz olmadığınıifade etmektedir. Çünkü, zulme rıza zulümdür; taraftar olsa zalim olur.Meyletse-"Velâ terkenû ilellezîne zalemû fetemessekümünnar âyetine mazharolur"13 demektedir.

    Bediüzzaman’ın bu konudaki şu tespitleri fevkalâde dikkatçekicidir:

    "İşte böyle hiçbir kanun-u adalete ve insaniyete ve hiçbirdüstur-u hakikate ve hukuka muvafık gelmeyen boğuş malardan, elbette âlem-iİslâm ve Kur’ân teberrî eder. Yardımcılıklarına, tenezzül edip tezellül etmez.Çünkü onlarda öyle dehşetli bir firavunluk, bir hodgâmlık hükmediyor, değilKur’ân’a, İslâm’a yardım; belki kendine tâbi ve âlet etmekle elini uzatır. Öylezalimlerin kılıçlarına dayanmak, hakkaniyet-i Kur’âniye elbette tenezzül etmezVe milyonlarla masumların kanıyla yoğrulmuş bir kuvvet yerine, Hâlik-ı Kâinatınkudret ve rahmetine dayanmak, ehl-i Kur’ân’a farz ve vaciptir."14

    Bu zamanda ehl-i gaflet, dalalet ve dinini dünyaya satan ve bâkielmasları şişeye bilerek tercih eden gafil insanların nazarında bu kudsîhizmet-i imaniyeyi hiçbir cereyana tâbi ve âlet etmemek, bu Kur’ân hizmetiniumumun nazarında tenzil etmemek için âfâkî, hâricî meselelerle meşgulolmadığını söyleyen Bediüzzaman, bunun sebebini soranlara karşı şöyledemektedir:

    "Tâ ki, kudsî hizmetimize zarar gelmesin. Bunun sebebi şudurki: İman hizmeti, iman hakaikî,bu kâinatta herşeyin fevkindedir, hiçbir şeyetabi ve âlet olamaz"15

    "Bu zamanda ehl-i iman öyle bir hakikate muhtaçtırlar ki,kâinatta hiçbir şeye âlet ve tâbi ve basamak olamaz ve hiç bir garaz ve maksatonu kirletemez ve hiç bir şüphe ve felsefe onu mağlûp edemez bir tarzda imanhakikatlerini ders versin. Umum ehl-i imanın, bin seneden beri teraküm etmişdalâletlerin hücumuna karşı imanları muhafaza edilsin.

    "İşte bu nokta içindir ki, dâhilî ve hâricî yardımcılara veehemmiyetli kuvvetlerine, Risale-i Nur ehemmiyet vermiyor, onları arayıp tâbiolmuyor. Tâ avâm-ı ehl-i imanın nazarında, hayat-ı dünyeviyenin bazı gayelerinebasamak olmasın ve doğrudan doğruya hayat-ı bakiyeden başka hiçbir şeye âletolmadığından, fevkalâde kuvveti ve hakikati, hücum eden şüpheleri vetereddütler izale eylesin."16

    İKİNCİ BÖLÜM

    Çalışmamızın bu ikinci ve müteakip üçüncü bölümünde Risale-iNur’un metot ve gayesi üzerinde durulmuştur. Risale-i Nur’un metot ve gayesiincelenirken, konuyu sistematik bir bütünlük içerisinde ele almak, tahlile esasolabilecek bir tasnif ile bir çerçeve çizmek ve bu çerçeve içerisinde, fazlaayrıntıya girmeden ana başlıklar altında açıklamalarda bulunmak gerekir.

    Risale-i Nur’un mesleği, tarz ve üslûbuna iki açıdan bakılabilir.

    Birincisi: Risale-i Nur mesleğinin esasları nelerdir. Diğer birtabirle, Risale-i Nur’un mesleği hangi esaslar üzerine oturtulmuştur?

    İkincisi: Risale-i Nur hizmetinin icrasındaki metotları nelerdir?

    Bu iki bakış açısından Risale-i Nur Külliyatı ve hizmet tarzıhakkındaki tespitlerimizi özet bir biçimde sunacağız. Bu ikinci bölümdeRisale-i Nur mesleğinin esasları açıklanacak, üçüncü bölümde ise Risale-i Nurhizmetinin icrasındaki metotlar üzerinde durulacaktır.

    I. RİSALE-İ NUR MESLEĞİNİN ESASLARI:

    1. Risale-i Nurun mesleği, hizmet-i iman, dâvâ-yı Kur’ân’dır.

    Risale-i Nur mesleğinin esası; imana, Kur’ân’a hizmettir.Yaratılışın gayesi Allah’a imandır. En büyük dâvâ, bâki olan âlemi kazanmaktır.Cihan savaşlarından ve zemin yüzündeki hâkimiyet-i âmme dâvâsından dahaehemmiyetli dâvâ budur. Bâki ve ebedî bir âlemi kaybetmek veya kazanmak dâvâsıher Müslüman’ın başına açılmıştır. İman vesikası sağlam elde edilmezse, bu dâvâkaybedilecektir. İşte Bediüzzaman’ın dâvâsının özü, özeti budur. Bu sebeplebeşeri küfür bataklığından, fısk ve dalâlet çukurlarından kurtarıp, imandairesine celb etmek, bu mânâ için çalışmak, didinmek, yanmak ve tutuşmak, onundâvâsının mihverini oluşturmaktadır. İnsan sadece bir "yığın", bir"ceset" değildir. İnsanın hayat felsefesi yalnız cesede hizmet etmekiçin değildir. Cesedi beslemek için kalp, dil, akıl, dimağ koparılıp o cesedeyedirilmez. Onlar imha edilmez. Onlar da idare ister.

    "Ve madem kabir kapısı kapanmıyor ve madem kabrin öbürtarafındaki endişe-i istikbal her ferdin en mühim mes’elesidir. Elbettemilletin itaat ve hürmetine istinat eden vazifeler, yalnız milletin hayat-ıdünyeviyesine ait içtimaî ve siyasî ve askerî vazifelere münhasır değildir.Evet, yolculara seyahat için vesika vermek bir vazife olduğu gibi, ebedtarafına giden yolculara da hem vesika, hem o zulümatlı yolda nur vermek öylebir vazifedir ki, hiçbir vazife o vazife kadar ehemmiyetli değildir."17

    Bu vazife, saadet-i ebediyenin anahtarı olan imandır. Ve imanınders ve takviyesidir.

    Sefih medeniyet beşer ruhunda kapatılması müşkil gedikleraçmıştır: Küfrün, ahlâksızlığın ezici, boğucu ve bunaltıcı etkisinden çözülen,hırpalanan, parçalanan insanlara kim el atacaktır? Bunlara kim hâmi olacak, kimyol gösterecektir? Bediüzzaman’ın ızdırabı budur. Bu ızdırabını şu cümleler iledile getirmektedir:

    "Dünya, büyük bir mânevî buhran geçiriyor. Mânevî temellerisarsılan Garb cemiyeti içinde doğan bir hastalık, bir veba, bir tâun felaketigittikçe yeryüzüne dağılıyor. Bu müthiş sâri illete karşı İslâm cemiyeti negibi çarelerle karşı koyacak? Garbın çürümüş, kokmuş, tefessüh etmiş bâtılformülleriyle mi? Büyük kafaları gaflet içinde görüyorum. İman kalesini, küfrünçürük direkleri tutamaz. Onun için, ben yalnız iman üzerine mesaimi teksifetmiş bulunuyorum. Ben, cemiyetin iç hayatını, mânevî varlığını, vicdan veimanını terennüm ediyorum. Yalnız Kur’ân’ın tesis ettiği Tevhid ve iman esasıüzerinde işliyorum ki, İslâm cemiyetinin ana direği budur. Bu sarsıldığı gün,cemiyet yoktur."18

    2. Risale-i Nur’un mesleğinin esası ihlâstır

    Risale-i Nur’un yolu ihlâs yoludur. Necat ve kurtuluş ancak ihlâsiledir. Kur’ân’a hizmetteki muvaffakiyetin, kabul ve makbuliyetin mânevîşifresi ihlâstır. Amelde Allah’ın rızası esas alınmalıdır. Bediüzzaman,Risale-i Nur’un en büyük kuvvetinin ihlâs olduğunu ifade etmektedir. Bumaksatla bir risale telif etmiştir. Bu risalenin başına "En az 15 gündebir defa okunmalı" kaydını koyması onun ihlâsa ne derece önem verdiğinigöstermektedir.

    Kur’ân hizmetini yürüten hakikat kahramanlarının riya, gösteriş,kıskançlık, hırs ve tama gibi pes hislerden sıyrılabilmelerinin yolunun ancakihlâstan geçtiğini beyan etmiştir. Hubb-u cah, nazarı .kendine celb etmek ruhîbir marazdır. Risale-i Nur’un mesleğinde yalnız ve yalnız Cenab-ı Hakkınrızasını esas yapmak gerekir.

    Risale-i Nur bu derece muvaffak olmuşsa ve oluyorsa, herhaldebunun sırrı ihlâsta aranmalıdır.

    3. Risale-i Nur’un mesleğinin esası uhuvvettir

    Risale-i Nur’daki ilişki, hasbî, samimî, hakikî kardeşlikilişkisidir. şeyh ile mürid, peder ile evlat arasındaki ilişki değildir. Nurtalebeleri Kur’ân dersinde kardeş ve arkadaştırlar. Birbirlerinin muîn vemüzahiridirler. Bu düstur Risale-i Nur’da "fenâ fi’l-ihvan" tabiriyleifade edilmiştir. Yani, birbirinde fani olmak, kardeşinin meziyet ve hissiyatıylafikren yaşamaktır. Eksiğini göre ta mamlamak, yırtığını görse dikmek,fenalığını görse ona acımak, tahakkümle değil, lütuf ile ıslahına çalışmaktır.

    İman, muhabbeti; İslâmiyet, uhuvveti iktiza etmektedir. Mü’minlerarasında birlik, ittifak ve imtizaç rabıtalarını tesis eden bağlar Esmâ-iİlâhiyye sayısıncadır. Bu ilişkiyi Bediüzzaman şöyle açıklamaktadır:

    "Her ikinizin Halikınız bir, Malikiniz bir, Mabudunuz bir,Râzıkınız bir… bir bir, bine kadar bir bir. Hem Peygamberiniz bir, dininizbir, kıbleniz bir… bir bir, yüze kadar bir bir. Sonra köyünüz bir, devletinizbir, memleketiniz bir… ona kadar bir bir."19

    Bütün bu rabıtalar, kâinatı ve küreleri birbirine bağlayacakmânevî zincirlerdir. Bu ilişîkiler maddî, şeklî, sathî, siyasî ilişkilerdeğildir. Bu ilişkiler kaynağını Kur’ân’dan alan, hamiyet-i diniyenin kudsîheyecanı ile coşan, dâvâ ruhu içinde bütünleşen ve kenetlenen ilişkilerdir.

    4. Risale-i Nur un mesleği acz, fakr, şefkat ve tefekkürdür

    Risale-i Nur’un mesleği bu dört esas üzerine kurulmuştur.Bediüzzaman’ın Kur’ân dan çıkartmış olduğu bu yol Allah’a vâsıl olacak enkeskin, en selâmetli ve en kısa bir yol olarak nitelendirilmiştir. Mü’min,Allah’a karşı acz ve fakrını, naks ve kusurunu idrak ettiği nisbette terakkiedecektir. Böylece acz onu ibadet yolu ile mahbubiyete, fakr yolu ile de Rahimismine ulaştıracaktır. Bu yolda mü’min fıtratındaki acz ve fakr madenini işleteişlete tecellî-i samedaniyete bir ayna olacaktır.

    Risale-i Nur’un mesleğinin dörtte biri şefkattır. Kur’ân nâmına veâhiret hesabına mânen yıkılan ve dökülen insanlara şefkat elini uzatmak,onların kurtuluşu için çırpınmak, didinmek ve yoğun gayret göstermek de Nurunmesleğinin esaslarındandır.

    Şefkat, aşk gibi, belki daha keskin ve geniş bir yoldur. Şefkatyolu, rahmet yoludur. Bediüzzaman şefkat noktasından bütün Müslümanlarla, hattâbütün beşerle alâkadardır. Bu sözler onun yoğun şefkatini göstermektedir:

    "Bana,’Sen şuna buna niçin sataştın?’ diyorlar. Farkındadeğilim. Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçindeevlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. 0 yangını söndürmeye, imanımıkurtarmaya koşuyorum. Yolda biri beni kösteklemek istemiş de ayağım onaçarpmış, ne ehemmiyeti var? 0 müthiş yangın karşısında bu küçük hâdise birkıymet ifade eder mi? Dar düşünceler! Dar görürler!"20

    Risale-i Nur’un mesleğinin temel rükünlerinden birisi detefekkürdür. Meseleleri büyük boyutlarda ele almak, dakik ve ince düşünmek,olayları fikir süzgecinş den geçirerek süzmek, rafine etmek; neticede tasnife,tahlile, terkibe ulaşmak, onun mesleğinin esaslarındandır. Risale-i Nur’daengin bir tefekkür vardır. Marifet ile ilgili tefekkür boyutu enfüsî veâfâkîdir. Enfüsî tefekkürü, derin ve dakiktir. Hakikat-i insaniye haritasını vemahiyet-i insaniye âyinesini mütalâa ederek i’zânî bir vicdan ve itmi’nan ileiman-ı tahkîkinin nihayetsiz derecelerınde yol katetmek, esrar-ı İlâhiye’dekulaç atmaktır.

    Risale-i Nur’un kazandırdığı âfâkî tefekkür ise kâinat kitabınıbab bab, sayfa sayfa, satır, satır, Allah namına, Esmâ hesabına okumaktır.

    Risale-i Nur’larda tefekküre azîm rağbet vardır. Bu rağbet"Bir saat tefekkür bir sene nafile ibadetten hayırlıdır" hadis-işerifindeki sırra yetişmek içindir.

    5. Risale-i Nur’un mesleği sebat ve sadakattır

    Risale-i Nur, "kendi sâdık ve sebatkâr şâkirtlerinekazandırdığı çok büyük kâr ve kazanç ve pek çok kıymettar neticeye mukabilfiyat olarak, o şakirtlerden tam ve hâlis bir sadakat ve dâimî ve sarsılmaz birsebat ister."21

    Ölünceye kadar, şartlar ne olursa olsun, yılmadan, çekinmedenhizmette sebat etmek, Risale-i Nur’lardaki düsturlara kanaat ederek izzet-iİslâmiye’yi muhafaza ile, Kur’ân dâvâsına sadakat göstermek de Risale-i Nur’unmesleğinin esaslarındandır.

    İslâm tarihinde yaşadığı asırda kilit görevler görmüş büyükşahsiyetler ile isimlerini tarihe yazdırmış kahramanların en barizvasıflarından birisi sadakattır. Dâvâ ruhu, sadakat ile yürür, sadakat ileyaşar. Bediüzzaman’daki sadakat, sadakat-ı sıddıkiyedir. Bu sözler onun sadakatve kahramanlığını göstermeye kâfidir:

    "Saçlarım adedince başlarım bulunsa, her gün biri kesilse,bu hizmet-i imaniyeden çekilmem." "Dünyayı başıma ateş yapsanız,hakikat-i Kur’âniyeye fedâ olan bu başı zındıkaya eğmem."22

    6. Risale-i Nur un mesleğinin esası, şevk-i mutlak ve şükr-ümutlaktır

    Elemde, kederde, zevkte ve sürurda, her halde ve her mekânda, herzamanda şevkini muhafaza etmek, ye’se düşmemek, bulunduğu durum ve şartlar neolursa olsun rahmet-i İlâhiye’yi itham etmeden şükrünü ifa etmek de Risale-iNur mesleğinin esaslarındandır.

    Bediüzzaman’a göre "Yeis mâni-i herkemaldir. İslâm Âleminiparam parça eden yeistir. Yeis, ümmetlerın, milletlerin seratan (kanser)denilen en dehşetli hastalığıdır."23

    Her türlü kemâlâta mânidir, korkak, aşağı ve âcizlerin vasfıdır.

    Bediüzzaman, hakkında idam kararlan verildiği, her türlü ihanetplânlarının sergilendiği o korkunç ve karanlık dönemlerde bile asla ye’sedüşmemiş, eğilmemiş, celâdetini, dinî izzetini muhafaza etmiştir. Gittiği heryere "dâvâ aşkı"nı, ümidi, şevki götürmüş, hamiyetlerialevlendirmiştir. Risale-i Nur’daki şevk, hâdiselerle gelen, hâdiselerle gidenbir şevk değildir. Belki, şevk-i dâimîdir. Bunu, bizzat Risale-i Nur’dandinleyelim:

    "Evet, evet… Sivrisinek tantanasını kesse, balansıdemdemesini bozsa, sizin şevkiniz bozulmasın, hiç teessüf etmeyiniz."24

    "Evet, ümitvar olunuz! Bu istikbal inkılâbı içinde en yüksekgür sadâ İslâm’ın sadâsı olacaktır!"25

    Risale-i Nur’daki esaslardan ikincisi ise, şükr-ü mutlaktır.Halik-ı Rahman’ın kullarından istediği en mühim iş şükürdür. Âlemde yaratılanher şey bir cihette şükre bakmakta, şükrü netice vermektedir. Hilkatşeceresinin meyvesi şükürdür.

    "Şükrün mikyası; kanaattir ve iktisattır ve rızadır vememnuniyettir. Şükürsüzlüğün mizanı; hırstır ve israftır, hürmetsizliktir,haram helâl demeyip rast geleni yemektir."26

    Şükrün nevileri bulunduğunu anlatan Bediüzzaman, o nevileriçerisinde en câmi ve fıhriste-i umumiyenin namaz olduğunu ifade etmektedir.

    "İnsanı, bu câmiiyete göre en âlâ bir mevki olan ahsen-itakvime çıkarmak vasıtası, şükürdür. Şükür olmazsa, esfel-i sâfiline düşer; birzulm-ü azîmi irtikâp eder."27

    ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

    II. RİSALE-İ NUR HİZMETİNİN İCRASINDAKİ METODLARI

    l. Risale-i Nur Kur’an-ı Azimüşşana ayna olmuştur

    Bediüzzaman’a göre, Müslümanların ahkâm-ı diniyede göstermişoldukları lakaytlığın, tembellik ve ihmalin en mühim sebeplerinden birisi,yazılan eserlerin, telif olunan kitapların Kur’ân’ın me’hazındaki kutsiyetilâyıkıyla yansıtamamalarıdır. Ona göre, kitaplar, içtihatlar Kur’ân’a cam gibiayna olmalı, içinde Kur’ân’ı göstermelidir. Kitaplar vekil ve gölge olursa,me’hazdaki kutsiyet kaybolur. Çünkü cumhuru bürhandan ziyade me’hazdakikutsiyet imtisale sevketmektedir.

    "Bir adam İbn-i Hacer e nazar ettiği vakit, Kur ân’ı anlamakve Kur’ân’ın ne dediğini öğrenmek maksadıyla nazar etmeli. Yoksa İbn-i Hacer’inne dediğini anlamak maksadıyla değil."28

    Eğer nazarlar bu tarzda Kur’ân’a çevrilse, zaruriyat-ı diniyededoğrudan doğruya Kur’ân gösterilse, vicdanlar daha ziyade ikaz olunur, ruhlarınhakikate karşı bevki artar, Kur’ân’ın kutsiyet ve câzibesi vicdanları ihtizazagetirir. İman vasıtasıyla hakikatlerin telkini nefisleri etkiler, bu suretleKur’ân doğrudan doğruya nefisler üzerinde bütün mânasıyla hâkim ve nâfiz olur.

    İşte bu orijinal metoda Risale-i Nur’lar tam ayna olmuştur.Kur’ân’ın kutsiyetini şeffaf bir biçimde göstermek gayesiyle muhataplarınıdoğrudan doğruya Kuı,ân ile karşı karşıya getirip, kendi şahsiyetini tamamenazletmiştir. Hayatında, sohbetlerinde ve telifatında kendisine"Kutbü’l-Arifin," "Gavsü’l-Vâsilin" süsü vermemiş,kendisini Kur’ân’ın bin dellâlı ve bir hizmetkârı olarak görmüştür.

    Bu sebeple "Risale-i Nur’u okuyan, Müellifin şahsına bakmaz;doğrudan doğruya eserin içindeki hakikatlara, bürhan ve delillere hasr-ı nazareder."29

    Risale-i Nur’un hizmetindeki muvaffakiyetin sırrını da Bediüzzamanşöyle ifade etmektedir:

    "Ben görüyorum ki; Kur’ân-ı Hakîmin hakaikına ait bazıkemâlat, o hakaika dellâllık eden vasıtalara veriliyor. bu ise yanlıştır.çünkü, me’hazin kutsiyeti çok bürhanlar kuvvetinde te’sirat gösteriyor; onunile, ahkâmı umuma kabul ettiriyor. Ne vakit dellâl ve vekil gölge etse, yanionlara teveccüh edilse, o me’hazdaki kutsiyetin te’siri kaybolur."30

    Bu zamanda, "hiç bir şeye âlet olmayacak bir tarzda birKur’ân dersi vermek lâzımdır ki; küfr-ü mutlakı ve mütemerrid ve inatçıdalaleti kırsın; herkese kat’î kanaat verebilsin. Bu kanaat da, bu zamanda, buşerâit dahilinde dinin hiçbir şahsî, uhrevî, dünyevî, maddî ve manevî bir şeyeâlet edilmediğini bilmekle husule gelebilir.

    "Kader-i İlâhî ihtiyarım haricinde dini, hiç bir şeye âletetmemek için beşerin zalimâne eliyle mahz-ı adalet olarak beni tokatlıyor, ikazediyor: Sakın, diyor, iman hakikatini kendi şahsına âlet yapma; tâ ki imanamuhtaç olanlar anlasınlar ki yalnız hakikat konuşuyor, nefsin evhamı, şeytanındesiseleri kalmasın, sussun.

    "İşte Nur Risalelerinin, büyük denizlerin büyük dalgalangibi gönüller üzerinde husule getirdiği heyecanış, kalplerde ve ruhlardayaptığı tesirin sırrı budur; başka bir şey değil. Risale-i Nur’un bahsettiğihakikatlerin aynını binlerce âlimler, yüz binlerce kitaplar daha beliğâneneşrettikleri halde yine küfr-ü mutlakı durduramıyorlar. Küfr-ü mutlaklamücadelede bu kadar ağır şerâit altında Risale-i Nur bir derece muvaffakoluyorsa, bunun sırrı işte budur. Said yoktur; Said’in kudret ve ehliyeti deyoktur; konuşan yalnız hakikattir; hakikat-ı imaniyedir."31

    2. Risale-i Nur ilm-i akide ve kelâmda tecdid yapmıştır.

    Risale-i Nur, iman hakikatleri ve İslâm esaslarını aklî vemantıkî delillerle ispat ve izah etmiştir. Merhum Mehmed Akif’in,

    "Doğrudan doğruya Kur’ân’dan alıp ilhamı
    Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm’ı" beytiyle ifade ettiği mânâyaRisale-i Nur tam ayna olmuştur.

    Risale-i Nur, Kur’ân-ı Hakimin bu asrın idrakine bir dersidir.Risale-i Nur’larda Kur’ân hakikatleri, ilim ve tekniğin dili ile asrın idrakineuygun bir biçimde açıklanmıştır. Mantık ve muhakeme sentaksı içerisinde"sırr-ı temsil" metodu ile uzak hakikatler yakınlaştırılmış, dağınıkmeseleler sistematik bir yaklaşımla bir araya getirilmiş, en yüksek hakikatlereulaşılmıştır. Aklın istifadesi yanında, nefis, hayal, vehim, heva gibi his veduyguların da istifadesi gözetilmiştir. Metot olarak, uzak yerlerden dağlarıkazarak su getirmek yerine, Musa Aleyhisselâmın asâsı gibi, her yerde suyubulmuş, asasını nereye vurmuşsa oradan âb-ı hayatı fışkırtmıştır.

    "Risale-i Nur, sâir ulemanın eserleri gibi, yalnız aklınayağı ve nazarı ile ders vermez ve evliya misillü, yalnız kalbin keşf vezevkiyle hareket etmiyor. Belki akıl ve kalbin ittihat ve imtizacı ve ruhvesair letâifin teavünü ayağıyla hareket ederek evc-i âlâya uçar; taarruz edenfelsefenin değil ayağı, belki gözü yetişemediği yerlere çıkar hakaik-ıimaniyeyi kör gözüne de gösterir."32

    Risale-i Nur aleyhinde yapılan sinsi plânlara, uydurulan yalan vepropagandalara rağmen onun yurt içinde ve dışında kemâl-ı iştiyak ileokunmasının sebeplerinden biri de iman ve küfür muvazenelerinde ortaya koymuşolduğu orijinal bir metot ile küf£r ve dalâletin dünyadaki elim ve ürkütücüneticelerini göstererek, hakikî ve elemsiz lezzetin ancak ve ancak imandaolduğunu ispat etmesidir.

    Risale-i Nur, "Bu dünyada bir mânevî Cehennemî, dalâlettegösterdiği gibi, imanda dahi bu dünyada manevî bir Cennet bulunduğunu"ispat etmiş, "günahların ve fenalıkların ve haram lezzetlerin içindemanevî elim elemleri gösterip hasenat ve güzel hasletlerde ve hakaik-i şeriatınamelinde, Cennet lezâizi gibi lezzetler bulunduğunu"33 gözleregöstermiştir. "Akibeti görmeyen ve bir dirhem hazır lezzeti, ileride birbatman lezzetlere tercih eden hissiyat-ı insaniye akıl ve fikre galebeettiğinden, ehl-i sefaheti sefahetinden kurtarmanın yegâne çaresi; aynılezzetinde elemini gösterip hissini mağlup etmektir."34

    Risale-i Nur’daki bu metot, "imanın kuvvetini lakaytlığa,ibadetin iştiyakını sefahete hâkim kılmak"tır.

    Bu asırda diğer dehşetli bir hal ise, küfr-ü mutlak, fen vefelsefeden ve küfr-ü inadîden gelen bir temerrüdün iman hakikatlerine karşımuaraza etmesidir. Bunlara karşı atom bombası gibi küfrün temellerini paramparça edecek bir hakikat-i kudsiye lâzımdır. Bu hakikat, Kur’ân’ın elmas birkılıcı olan Risale-i Nur’dur. Çünkü bu asırda mânevî cihad, iman-ı tahkikîkılıcı ile olacaktır: Dindeki "sâhib-i rüşt ve dâvâ" hakikatinebihakkın ayna olan ve hak ve hakikatleri gözlere gösteren Risale-i Nur’dur.

    3. Risale-i Nur bir şahs-ı mânevî tesis etmiştir

    Bediüzzaman’a göre, bu asırda komitecilik ve cemiyetçilikfikrinden doğan dehşetli dinsizlik şahs-ı mânevîyesine karşı çıkan bir şahıs enbüyük bir mânevi mertebede de bulunsa, küfür ve dalâletten gelen vesveseleritamamıyla izale edemez. Dinsizliğin şahs-ı mânevîsine karşı mukabele edebilecekbir şahs-ı mânevî gerektir. Risale-i Nur, bugün milyonlarca insanı kendine celbetmiş, bir şahs-ı mânevî oluşturmuştur. Bu şahs-ı mânevî, siyasetçilik,cemiyetçilik, komitecilik, dernekçilik, kavmiyetçilik, bölgecilik,şahsiyetçilik gibi vasıf ve biçimler taşımaz. Bunlar, Kur’ân’ın mânevî vehakiki bir tefsiri olan Risale-i Nur etrafında toplanan, ondaki hikmet vemarifete müşteri olan hakikat halkalarıdır. Bu şahs-ı mânevî, siyasî ve içtimaîanlamda bir teşkilat, gizli veya açık bir cemiyet değildir. Belki kalbî vevicdanî bir ilişkiden kaynaklanan, bir "gönül birliği" ve bir"Kur’an mensubiyeti" dir.

    Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsinin hizmet tarz ve anlayışı,maddî, siyasî, şeklî, sathî kalıplar içerisine girmez ve sıkıştırılamaz. Onunşahs-ı manevîsinin hizmeti bir merkeze, bir şahsa, bir muhite münhasırdeğildir. Onda, maddî, şeklî bir emir-komuta zinciri, alt-üst ilişkisi yoktur.Risale-i Nur’un şahs-ı mânevisi, bir "Kur’ânî yakınlaşma" ve"ulvî hisleri paylaşma" oluşumudur. Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsi,toplum hayatının en kuvvetli, en güçlü mânevî dinamiğidir.

    Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsi, farklı boyutlardaki insanı biraraya getirmiştir. Birbiri içinde merkezden muhite doğru açılan "talebe-kardeş-dost"olarak ifade edilen bu hakikat halkalarının hizmet sunuş yelpazesi çokyönlüdür. Bu tarz, içtimaî hayatın farklı, yaygın ve değişken cephelerineKur’an hakikatlerini hasbî olarak ulaştırmayı amaçlamaktadır. Risale-i Nur’unmeslek-i esası aynı olmakla birlikte, bütün bu farklı tezahürler meşrebe bakar,esasa taalluk etmez. Yani, Risale-i Nur, "tek-boyutlu,""şablon" insan yetiştirmez. Risale-i Nur "İsm-i Câmi"yemazhar olduğundan, onun küllî marifet, hikmet, hakikat, fikir ve hizmetçerçevesini herkes kendi idrak ve anlayışı, teveccüh ve kabiliyeti, ruhundakikabul ve saffeti, azm ve gayreti nispetinde alır, öyle yansıtır. Bu meşrepanlayışı, hakaik-î nisbiyenin vuzuh ve huzuruna sebep olur. Tabiri caizse,Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsi içinde tek tip meyva ağacı yetiştiren bir bahçedeğil, belki mütenevvi ağaçlar, meyveler, çiçekler, güller ve gülistanlarbarındıran muhteşem ve mükemmel bir bahçe, tatlı bir iklimdir. Bu tezahürlerkendi bütünlüğü içinde, belki "güzel," "daha güzel,""en güzel" nitelendirilebilir.

    4. Risale-i Nur’un metodu müsbet harekettir.

    Bediüzzaman Said Nursî’nin vefatından önce vermiş olduğu en sonders, "Müsbet hareket" tir. Son dersinde şöyle der:

    "Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareketdeğildir. Rıza-yı İlahiye göre sırf hizmeti imaniyeyi yapmaktır, vazife-iİlâhiye’ye karışmamaktır. Bizler âsayişi muhafazayı netice veren müsbet imanhizmeti içinde her bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz."35

    "Bütün hayatımda bütün kuvvetimle âsayişi muhafazayaçalışmışım. Bu kuvvet dahile değil, ancak haricî tecavüze karşı istimaledilebilir. Vazifemiz, dahildeki âsayişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir.Cihad-ı mâneviyenin en büyük şartı da; vazife-i İlâhiye’ye karışmamaktır ki,bizim vazifemiz hizmettir, netice Cenab-ı Hakka aittir; biz vazifemizi yapmaklamecbur ve mükellefiz.

    "Ben de Celâleddin Harzemşah gibi, benim vazifem hizmet-inuraniyedir; muvaffak etmek veya etmemek Cenab-ı Hakk’ın vazifesidir deyipihlâs ile hareket etmeyi Kur’ân’dan ders almışım."36

    Bediüzzaman bu memleket ahalisini birbirine karşı sertleştirecek,tarafgirlik ve iltizam hissini verebilecek, âsayiş ve sükûneti bozabilecek hertürlü hareketten şiddetle kaçınmış ve talebelerini de kaçındırmıştır. Onun şusözlerı fevkalâde dikkat çekicidir:

    Risale-i Nur, kırılmaz; ona iliştikçe kuvvetleşir. Ve millet vevatan aleyhinde hiçbir vakit istimal edilmemiş ve edilmez ve edilemez."37

    Bediüzzaman’ın müsbet harekete ve âsayişe bu derece ehemmiyetvermesinin birçok hayatî ve köklü sebepleri vardır:

    İçtimaî hayat bulanırsa, onun teskin ve durulması uzun bir zamanamuhtaçtır, yeniden tesisi ve sükûneti büyük himmet ve gayret ister. İstibdad,terör ve anarşi ile çalkalanan içtimaî bir bünyede sağlıklı, sürekli ve müessirbir hizmet yapılamaz. Kur’ân hakikatlerinin kalp ve idraklere nakşı içiniçtimaî sükûn elzemdir. Olaylara "akıl-mantık-muhakeme" zinciriyledeşil "heyecanfizikî güç ve taraftarlık" hissiyle bakılırsa, zıtlaşmaşiddet kazanır, içtimaî nabız yükselir. şiddetli çalkantılar cemiyetin içhuzurunu, kalbî bütünlüğünü bozar. Sükûnet giderse, onun yerini anarşi,istibdat ve terör doldurur. Bu içtimaî kargaşanın, fesat ve ihtilâllerin önünükesecek ve durduracak sed, müsbet hareket etmektir.

    Bediüzzaman, hayatında hiçbir kitap telif etmemiş olsaydı sadecetakdim edeceğim şu vecizesi, kalbî duygulardan, niyet ve nazar dairesindentutun tâ fert ve aile ilişkilerine, içtimaî ilişkilerden tutun tâ âfâkî vegeniş dairelere kadar hayatın bütün boyutlarında, beşerin bütün ilişkilerinderahatlıkla kullanılabilecek bir reçetedir:

    "Güzel gör, hem güzel bak. Ta güzel düşünmeli:
    Güzel bil, hem güzel düşün. Tâ leziz hayatı bulmalı.
    Hayat içinde hayattır hüsn-ü zanda emeli.
    Su-i zanla yeistir, saadet muharribi, hem de hayatın katili."38

    5. Risale-i Nur siyasetten tecerrüt etmiştir.

    Bediüzzaman, hayatı boyuna fiilî siyasete asla itibar etmemiş,siyasetten tamamen tecerrüt etmeyi de hizmet tarzının esası olarak görmüştür.İçtimaî ve siyasî olayları gayet hakîmane ve mükemmel bir biçimde fikren tahliledebilen bir zatın bu derece siyasetten tecerrüt etmesi, düşündürücüdür.Gerçekten, siyasetten tamamen uzak bir hizmet tarzı benimsemiş olması, onundüşünce ve fikirlerinin en orijinal, en "nemli ve dikkatle araştırılmasıgereken yönlerinden birisidir. Bediüzzaman neden bir parti kurmamış, siyasî birmodel üzerinde çalışmamış, bütün himmet ve gayretini Kur’ân hizmetine tahsisetmiştir? Bu sualin cevabını, Risale-i Nur’ları tarayarak özet bir biçimdemaddeler halinde sıralamaya çalışalım:

    a. Bediüzzaman’a göre, içtimaî hâdiseler değerlendirilirkenteşhis tam, sağlam ve sağlıklı olmalıdır. Onun teşhisinin özeti şudur:

    Milletin hastalığı zaaf-ı diyanettir. Kalpler bozulmuştur, imanzedelenmiştir. Bu zamanda, hayat-ı beşeriye yolculuğu bataklığa girmiştir. Pisve kokuşmuş çamur içerisinde kafile-i beşer düşe kalka gitmektedir. Bunlardanancak bir kısmı selâmetli bir yolda gitmektedir. Bir kısmı da mümkün olduğukadar bataklıktan kurtulmak için bazı vasıtalar bulmuştur. Fakat o gidenlerin%20’si sarhoştur. Dalâletten telezzüz etmektedir. 0 pis çamuru misk ü amberzannediyorlar, yüzlerine gözlerine bulaştırıyorlar, boğuluyorlar. Geriye kalan% 80’i ise mütehayyirdirler. Bataklığı biliyor, pis olduğunu hissediyorlar,dalâletten nefret ediyorlar, fakat çıkamıyorlar, yol bulamıyorlar. İşte bunlaranur vermek, nur göstermek gerektir.39 Siyaset topuzu ile kalpleritenvir etmek zordur. Hem fırtınalı bir zamanda sağlam hizmet edilemez. Bazıarızalar ile topuz kırıldığı zaman nur dahi uçar veya söner. Onun için o cihetibırakıp, en mühim, en lüzumlu, en selâmetli olan imana hizmet cihetini tercihetmiştir.

    Dahildeki cihad-ı mânevî için, maddî değil, mânevî hizmetlerlâzımdır.

    b. Risale-i Nur’lar, iman ve Kur’ân dersidir. Maksadı, rıza-ıİlâhîdir. İman dersi için gelenlere, kim olursa olsun tarafgirlik nazarıylabakılamaz. Dost-düşman derste fark etmez. Halbuki siyaset tarafgirliği bumânâyı zedeler, ihlâs kırılır.40

    c. Kalp, mide, beden, hane dairesinden tutun tâ mahalle, şehir,vatan, memleket, küre-i arz ve nev-i beşer, dünya dairesine kadar birbiriiçinde daireler vardır. Her bir dairede, her bir insanın bir nevi vazifesibulunabilir.41 Fakat en küçük dairede (kalp dairesi) en büyük veehemmiyetli ve dâimî vazife vardır. En büyük dairede ise en küçük, muvakkat veara ,sıra vazife bulunabilir. Fakat büyük daire daha caziptir.

    "Cazibesi ile meraklıları kendi ile meşgul eder. Hakiki vebüyük vazifeyi unutturur. Tarafgirlik meylini verir, zalimlerin zulmünü hoşgörür, şerik olur."42

    Gaflet veren, dünyaya boğduran, âhireti unutturan en geniş dairesiyaset dairesidir. Siyasî bir insanın ihlâs, saffet ve samimiyetini muhafazaetmesi zordur. Mücadele suretindeki hâdiseler karşısında güneş gibi bir imanlâzımdır ki tâ boğmasın. Onun için, "Siyasetçi, ekserce tam müttaki ve dindarolamaz. Tam ve hakikî dindar müttakiler de siyasetçi olamazlar. Halbuki dindarise, bütün kâinatın en büyük gayesi ubudiyet-i insaniyedir diye siyasete, aşk-ımerak ile değil, ikinci, üçüncü mertebede onu dine ve hakikate âlet etmeye-eğermümkünse-çalışabilir."43

    d. Sırr-ı ihlâs siyasetten tecerrüdü emreder. Kur’ân’ın elmasgibi hakikatlerini "siyasî propaganda" ithamı altında cam parçalarıkıymetine indirmemek için siyasetten tecerrüd gerektir. Tâ ki o elmaslarkıymetini her kesimin, her taifenin nazarında parlak bir biçimde göstermiş.olsun, ihlâs kırılmasın.44

    e. Siyaset dairesi bulaşıcı ve yaygın bir hastalıktır. İspanyolnezlesine benzer, fikri hezeyanlaştırır. Müslümanları tefrikaya atar. Kendisiyasi görüşünü paylaşmayan melek gibi bir mü’min kardeşine düşmanlık eder, kinbesler; el-hannas gibi bir siyaset arkadaşına muhabbet ve tarafgirlik eder,zulmüne rıza gösterir, cinayetine mânen iştirak eder. İcraatta adalet,hakkaniyet esaslarını zedeler, onun yerine siyasî tarafgirlik esas alınır,içtimaî râbıtayı bozar.45

    f. Siyasî hâdiselerde "müteharrik-i bizzat değiliz.Bilvasıta müteharrikiz. Avrupa üflüyor, biz burada oynuyoruz."46Siyasî olayların menbaı, tezgahı Batıdır. Onların çirkef, çıkarcı oyun vemanevralarına bilerek veya bilmeyerek âlet olmak ihtimali vardır. 0 cereyanlarakapılanların hareketi hariç hesabına geçer, iradesi hükümsüzdür. Niyetininhâlis olması fayda vermez.47

    g. Bediüzzaman, fert psikolojisi açısından da siyaset ilemeşguliyete taraftar değildir. Çünkü, âfâkî ve siyasî boğuşmaları merak ile takipedenler, tarafgirâne bakanlar, ruhlarını sersem, akıllarını geveze ederler.Siyaset bu zamanda kalpleri ifsat eder, asabî ruhları azap içerisinde bırakır.Selâmet-i kalp ve istirahat-ı ruh isteyenler siyaseti bırakmalıdırlar.48

    h. Kur’ân-ı Hakimin hizmetinin bütün siyasetlerin fevkinde birkutsiyet ve ulviyeti vardır. Doğu yalancılıktan ibaret olan dünya siyasetinetenezzül edemez. Bize ve merakımıza dairemiz içinde ezvak-ı mâneviye ve envar-ıimaniye kâfi ve vâfidir.49

    6. Risale-i Nur’un aksiyon gücü orijinaldir.

    Risale-i Nur hizmetinin aktif, güçlü ve sürekli bir aksiyon gücüvardır. Bu gücün kaynağı imandır. İmar inkişaf ettiği nispette fertte aksiyonda inkişaf eder. Bediüzzaman’ın ifadesi ile, "İman hem nurdur, hemkuvvettir. Evet, hakikî imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir. Veimanın kuvvetine göre hâdisatın tazyikatından kurtulabilir."50

    Kalplere sahip çıkamayan, ruhları tutuşturamayan hizmetlerzahiren ve şeklen ne kadar büyük görünürse görünsün, hakikat noktasında çabukparlayan, alevleri s"nen saman ateşine benzerler, kalıcı ve etkiliolamazlar. ş Risale-i Nur’un aksiyonu en büyük bir mânâ içindir."Akıl-kalp-ruh" üçlüsünü esas aldığı için slogan değil, hayat vetatbikattır. Yıkım, paralama, parçalama, hiddet, fizik gücü, silâh değil; aşk-ıhakikat, kalbi irşattır. Sistemsiz, hedefsiz, gayesiz değildir. Onun aksiyongücü âsayiş ve emniyetin teminine yardım eder, fitnenin kapısında durur,içtimaî yıkım ve çalkantılara fırsat vermez. Bu aksiyon, bozulan, başkalaşançarkları rıfk ve mülâyemetle, şefkat ve merhametle tedaviye çalışır. Onunaksiyonu nakkaştır, kalplerin derinliklerine kadar iner, hissiyatın enincelerini heyecana getirir, ulvî istidat lan inkişaf ettirir.

    Risale-i Nur’un aksiyon gücünün etkinliğini ifade etmesiaçısından yaşanmış bir olayı dile getireceğim:

    1985 yılında sıkıyönetim mahkemesinde Risale-i Nur’lardan dolayıyargılanan bir Nur talebesinin koğuşuna-muhtemelen-ASALA örgütüne mensup birErmeni getirilir. İstanbul doğumlu bu Ermeni vatandaş gayet güzel Türkçebildiğinden aralarında şöyle bir konuşma geçer:

    Ermeni sorar:

    "Sen ne suç işledin? Ne diye seni buraya getirdiler?"

    "Bir suçum yok. Sadece kitap okuduğumuz için…"

    "Ne kitabı?"

    "Risale-i Nur."

    Risale-i Nur’ kelimesini işitince, Ermeni bir an durur vedudaklarından şu kelimeler dökülür:

    "Nurculuk… Dünyanın en sessiz, fakat en kuvvetligücü."

    7. Risale-i Nur’un eğitim ve öğretim metodu mükemmeldir.

    Risale-i Nur bütün vatan sathında yaygın ve sürekli bir eğitimtezgâhı kurmuştur. Vatan sathında bir mektep, bir irfan müessesesi halinegetirmiştir. Bugün Risale i Nur Türkiye’de ve dünyada 7’sinden 70’ine kadaruzanan yaş grupları tarafından iştiyakla ve sürekli olarak "gürülgürül" okunmaktadır. Hiçbir zorlama ve aralarında maddî bir bağbulunmadığı halde, belki milyonlarca insanın Risale-i Nur’un ders vehakikatlerinin etrafında-lillah için-kenetlenmeleri Kur’ân namına büyük birhizmet ve ehemmiyetli bir olaydır. İslâm tarihinde, hiçbir müellifin yazmışolduğu eserin etrafında bu derece bir içtima yaşanmamıştır. Risale-i Nur,Sahabe mesleğinin bu asırda bir cilvesi olduğundan, onun eğitim modeli doğrudandoğruya Asr-ı Saadetteki "Darü’lErkam" modelini yansıtmaktadır.

    Risale-i Nur’un eğitim ve öğretim metodu mü’minlerin, özellikle gençnesillerin Kur’ân terbiyesi ile yetiştirilmelerine büyük önem verir. Eğitimdekiamacı, kemiyetten ziyade, keyfiyete bakar. Bu anlamda "Ashab-ı Suffa"tarzını örnek alır, "1000 koyuna bedel bir aslan" felsefesiniyansıtır.

    8. Hizmetin icrasında ecir ve ücret istemez.

    Risale-i Nur, neşr-i hakta enbiyaya ittiba eder. Yani hizmetininkarşılığında ecir ve ücret istemez. ücretini Cenab-ı Allah’tan bekler, bu dünyahizmet yeridir, ecir ve ücret yeri değildir. Risale-i Nur un bu metodu riyasız,alkış ve gösterişten uzak, sâfi bir hizmet metodudur. Risale-i Nur bu tarzı ile"şâşaasız hizmet" düsturunu esas almıştır. Halktan istiğna veiktisada riayet ile de, ilmi vâsıta-i cer etmekten kurtarmış, ilimdeki izzetinimuhafaza etmiştir.

    SONUÇ:

    Bediüzzaman Said Nursî, Sikke-i Tasdik-i Gaybî isimli eserinde,"Ben kasemle (yeminle) te’min ederim ki; Risale-i Nur’u senâdan maksadım,Kur’ân’ın hakikatlarını ve imanın rükünlerini te’yid ve ispat ve neşirdir.Halik-ı Rahîm’ime yüz binler şükrolsun ki, kendimi kendime beğendirmemiş,nefsimin ayıplarını ve kusurlarını bana göstermiş. Ve o nefs-i emmâreyibaşkalara beğendirmek arzusu kalmamış" demektedir.

    Bu ifadelerin ışığı altında biz de tebliğimizde, Said Nursî’ninşahsiyetini nazara vermek değil, belki onun Kur’ân a ve İslâm’a yapmış olduğuhizmeti anlayabildiğimiz ölçüde sizlere aktarmaya gayret gösterdik. Biraz uzungittik, sabrınızı taşırdık. Ancak, böyle bir allâme-i Kur’ân’ın, böyle birsahib-i zamanın Kur’an namına medih ve senâsı herhalde israf olamaz. Çünkü oKur’ân’ın emrindedir, Kur’ân’ın şakirdidir.

    Çünkü o, asrın bunalımlarını teşhis etmiş Lokmanı Hekim, tabib-iiman, dellâl-ı Kur ân, mânâ âleminde mütehassıs-ı cihandır.

    Bediüzzaman, asrın hastalıklarına Kur’ân’ın eczahanesindenilaçlar sunan tabib-i zamandır.

    Bediüzzaman, sünnet-i Resûlullah’ın ihyasına çalışan ve Kur’ân’ınkutsiyetini ilân eden dellâl-ı Kur’an’dır.

    Bediüzzaman, kurtuluşu Kur’ân’da arayan, nazarları Kur’ân’a celbeden rehber-i zamandır.

    Bediüzzaman, dâvâ-yı Kur’âniye’nin mes’uliyetini omzuna almış nâşir-inur-u Kur’ân’dır.

    Bediüzzaman, kalb-i küllîyi ve vicdan-ı umumîvi hikmet-iKur’âniye ile tamireden mimar-ı imandır.

    Bediüzzaman, marifetullahın esrarında kulaç atar; küheylân-ızamandır, muarrif-i Kur’ân dır. Ve nihayet, beklenen ümid-i İslâm’dır.

    Bediüzzaman, mesleğini sağlam temeller üzerine oturtmuştur.Çizdiği. yol hakîmanedir ve fıtrata uygundur. İnsana en lâzım olandan başlamış,beşeri "Tevhid"e çağırmıştır. Müntesiplerini fikrî, kalbî ve ruhî biristihaleden geçirerek tefekkürün engin ufkunda gezdirmiş, müstakim ve kâmil bircemaat tesis etmiştir. Dâvetini hikmetle yapmış, yumuşak süz ve tatlı dillemesajını sürdürmüştür. Kaba, sert, tutarsız, kıncı ve yıkıcı bir üslûba aslailtifat etmemiştir. Dâvâsını sabır ve çile içerisinde celâdetle, yılmadan veyıkılmadan, müsbet hareket ile yürütmüştür. Kenetleşmiş, samimî, hâlis birfedakârlar ordusu tesis etmiş, küfrün şahs-ı mânevîsi karşısında nurlu ve metinbir şahs-ı mânevi oluşturmuştur. Geleceğe ümitle bakmış, ye’se düşmemiştir.Konuştuğunu yaşamış, yaşadığını konuşmuştur. Yaşayan bir hakikat olarakgönüllerde taht kurmuştur. Mesleğinde, meşrebinde, tarz ve üslûbunda insanıesas almış, ona ulaşmanın yollarını çizmiş, onun inşa ve ikmaline büyük önemvermiştir.

    Said Nursî, ihlâs-ı tammı, engin tefekkürü, hadsiz fedakarlığı,toprakvari mahviyeti, imtizaçkârane ruhu, yoKun şefkati, enaniyetsiz büyüklüğü,rekabetsiz hizmeti, gösterişsiz ve hâlis ubudiyeti, metin sadakati ile çağınbeklenen halaskârı olmuştur. Yirminci yüzyılda Asr-ı Saadet modelini çağayansıtmış, Darü’l-Erkam ve Aslıab-ı Suffa usulünü yaygınlaştırarak durgun vedrınuk kitleleri aşk-ı hakikat i1e harekete geçirmiştir. İslâm idealini, dininulvî ve kudsî gayelerini, her türlü şahsî ihtirş ve menfaatlerin üzerindetutmuştur. İzzet-i diniyeşi muhafaza etmiş, ihlâs, istiğna, feragat ve âzamîiktisadî hayatına temel esaslar yapmıştır. Merkezden muhite yayılan bir hizmetanlayışı içerisinde ise kendinden başlamış, nefsine hitap etmiştir. Onun hizmetenerjisi, belli bir mekâna, belli bir zamana, belli bir muhite inhisar etmemiş,sürekli ve hasbî hizmet anlayışını her mekânda, her zamanda, her şart altındasürdürmüştür.

    Elhasıl: Risale-i Nur doğrudan doğruya Kur’ân’dan telemmüetmiştir. Risale-i Nur,

    "Takdir-i Hüda, kuvve-i bazu ile dönmez
    Bir şem’a ki, Mevlâ yaka, üflemekle sönmez" hakikatına mazhar olmuştur.

    Risale-i Nur yüklü mesajı, keskin fikri ve derin ilmi itibarı ile"muallim" vasfını; nefisleri tezkiye, kalpleri tat min, ruhlarıtezhip etmesi itibariyle de "mürebbi" sıfatı m tadır.

    Risale-i Nur’un mütalâası, insana insanı unutturur, insanımarifet iklimine ulaştırır, Kur’ân’ın esrar ve envarında yoğurur,şekillendirir, tasaffi ettirir. İnsanı Resûlullah’a, Kur’ân’a, Allah’a bağlar.Esmâ ve sıfat-ı İlâhiyede tayerân, aşk ve muhabbet-i ilahiyede seyeran verir.

    İşte böyle bir Kur’ân tefsiri ve hakikat manzumesine bütün İslâmâlemi, belki umum beşer hidayet noktasından muhtaçtır. Ve her geçen gün, buihtiyaç artacak, Risale-i Nur insaniyetin gündeminde kıyâmete kadar tazeliğinikoruyacaktır.

    Dipnotlar

    1. Nursi, B. S, Münazarat, Sözler Yayınevi,1977 s. 11.

    2. Nursi, B. S, Sözler, Envar Neşriyat, s. 131.

    3. Nursi, B. S, Mesnevi-i Nuriye, Envar Neşriyat, s,168