Köprü Anasayfa

Gecikmiş Bir Cihad Çağrısı

"Yaz 94" 47. Sayı

  • Abdülaziz Bayındır ile röportaj

    Evvela İslâmı; mümkün olan en iyi şekilde yaşamak kendi şahsınız açısından, müsaade edildiği ölçüde yaşamak ve o ölçüleri de zorlamak, o zorlamada cihad olur.

    Genel olarak cıhadın tanımını yapar mısınız?

    Cihad kelimesi arapça cehd, kökünden türetilmiştir. Cehd türkçemizdede kullanılan bir kelimedir, gayret göstermek anlamındadır, çalışmak manasınadır Cihat da işteşlik kipidir. Arapça anlamıyla müşarekedir. Yani siz bir gayret gösteriyorsunuz, sizin karşınızdakininde bir gayreti var. Karşılıklı gayretlerin ortaya konmuş olduğu bir manayı ifade ediyor. Yani cihad câhede fiilinin masdarı oluyor. Siz bir konuda direniyorsunuz, sizin karşınızdaki de direniyor. Mesela bulunduğumuz odanın kapısını birisi açmak için zorluyor, biriside onu içeri sokmamak için kapıyı bastırıyor, işte buna kelime manasıyla cihad denir. İyi manadada cihad Allah’ın emrine aykırı olan her türlü olumsuz şeylerle mücadele etmek onlara karşı direnç göstermektir. Tabi bu olumsuzluklar kişinin kendi özel hayatındada olur, toplumsal hayattada olur ve müslüman toplumlarla diğer toplumlar arasındaki ilişkilerde de olur. Kendi özel hayatınızdaki baskılar nefsin baskısıdır, çevre şartlarının baskısıdır, mesela sabahleyin ezan okunduğunu duyuyorsunuz namaz kılmanızın farz olduğunu biliyorsunuz, müslüman olarak fakat o anda uyku bastırmış, yani uyku sizi namazdan engellemek için bastırıyor tabi öbür taraftanda siz büyük bir gayretle namaza kalkmak isterseniz buda nefsinizle, kendi kendinizle yapmış olduğunuz cihat olur.

    Cihadı yer, zaman ve şartlara göre sınıflandırma yapabilir misiniz?

    Cihad olumsuzluklarla mücadele olduğu için onun yeri zamanı almazda, türlerinde yani onun yapılış şekilleri farklı olur. Biraz önce söylediğim gibi sizin sabahleyin namaza kalkmanız bakımından bir şahsi gayretiniz cihad olur. Öbür taraftan canınızın çok arzu ettiği bir harama direnirsiniz Allahu teala yasakladığı için bu o şekilde bir cihad olur, birde toplumda mesela etrafınızdaki insanlara karşı, o etrafınızdaki insanların olumsuzluklarına karşı bir mücadele verirsiniz, mesela önce evinizde sonra mahallenizde günah işlenmesine mani olmaya gayret edersiniz. Bir yerde sizin müslüman kimliğinize karşı mücadele açılırsa, savaş anlamına bu defa karşı tarafa bir direnç göstereceksiniz, kendinizi savunacaksınız, çatışmada olabilir ölürsünüz, öldürülebilirsinizde çünkü savaş şartları içersinde bunların hepsi olur, o da o manada bir cihad olur. Demekki cihad topyekün olumsuzluklara karşı direnç göstermektir. Bu direnç olumsuzluğun durumuna ve şartına göre değişir.

    Darü’l-harp ve darü’lİslâmda cihad mefhumlarını açıklar mısınız?

    Cihad mefhumunu bütün olumsuzluklara karşı direnç göstermektir diye açıkladıktan sonra, darü’l-harp, darü’l-islam farketmiyor, ama her yerde şarta uymak icap ediyor. Darü’l-harp ve darü’l-İslamın kendine göre şartları değişik olur. Darü’l-harpte yönetim sizin elinizde değil, siz orada bazı şartlarla yaşıyorsunuzdur, karşılıklı bir takım mutabakatlar vardır. Oranın yerli yönetimiyle sizin aranızda bir mutabakak vardır. O mutabakata aykırı davranışlarda bulunamazsınız. Her şeyden önce sizin can güvenliğiniz esastır, sizin kendi canınızı tehlikeye atacak herhangi bir davranışa giremezsiniz, İslâmiyet bunu kabul etmiyor. Fakat bu hiçbir zaman eli kolu bağlı olmak anlamına gelmez. Tabiki oradada sizden fikrinizi, imkânlar ölçüsünde yayabilecek, evvela İslâmı, mümkün olan en iyi şekilde yaşamak kendi şahsınız açısından, müsade edildiği ölçüde yaşamak ve o ölçüleride zorlamak, o zorlamada cihad olur. Sonrada imkânlar el verdiği ölçüde her türlü imkânı kullanarak İslâmı anlatmak şeklinde vazifeler vardır. Yani darü’l-İslâmda hakimiyeti kurma yönünde çalışmalar olur ve mevcut hakimiyetinize engel iç ve dış baskılara karşı ciddi tavır koymanız söz konusu olur ama darü’l-harpte öyle bir şey yok evvela can güvenliğiniz, sonra müslüman kimliğinizi devam ettirme, daha sonrada üçüncü aşamada kendinize, İslâmı etrafa imkânlar ölçüsünde anlatma şeklinde görevler olur. Gene şartlar işi bir şekle zorlar.

    Peygamber efendimizce[sav] en büyük cihadın nefisle olduğu belirtiliyor. Bunu açıklar mısınız?

    Şimdi nefisle cihad hakikaten çok zor bir iştir. Yani herkes başkasına çok rahat laf söyler ama kendine laf anlatamaz. Hepimiz hayatımızla ilgili o kadar çok karar alarız ki bundan sonra şöyle şöyle yapacağım, şu işleri yapmıyacağım diye sonra kendimize hakim olamayız, bu zor bir iştir. Onun için İslâmın topluca yaşanmasında büyük faydalar var, kendimize karşı üstünlüğümüzü topluca yaşamanın vermiş olduğu kuvvetle yenmiş oluruz. Mesela kendi başına sabah namaza kalkamayan kişi bir başka arkadaşıyla sabah namazıyla falanca camide buluşmak üzere sözleşirse bu defa kalkması kolaylaşır. Kendi başına bazı olumsuzluklara direnç gösteremeyen bir insan birkaç arkadaşıyla birleştiği zaman direnç gösterebilir. Böyle topluca yapılan işler kolay ama, ferdi işlerde kendi kendinize karşı, tamamen kendinizi yönlendirmeniz gereken işlerde başarılı olmanız çok zordur. Tekrar ediyorum insanın başkalarına laf anlatması kolay, kendine laf anlatması gerçekten zordur. Bunu herkes kendi nefsinde yaşar, bilir.

    Günümüzde cihad vasıtaları nelerdir?

    Cihadın vasıtalarının sınırı yoktur. Mesala sizi yapmış olduğunuz ropörtajda bir cihad vasıtasıdır. Radyosu, televizyonu, dergisi, camisi, mektebi herşey yani hayatın her safhasında, her yerde İslâmın olumsuz kabul ettiği şeylere karşı, her imkân kullanılarak cihad yapılır. Dolayısıyla zamana ve zemine göre tabi değişir. Mesela eskiden gazete, radyo, televizyon diye bir şey yoktu bunları cihad vasıtası olarak sayabiliriz ama burada esas mesele fikri anlatmaktır. Fikri anlatmanın vasıtası değişmiştir. Önemli değil vasıtalar her zaman değişebilir.

    İslam fıkhına göre günümüzde cihadın hükmü nedir?

    Cihadın hükmü her zaman farzdır. Yani kendi nefsinize karşı olan cihadda farzdır, biraz önce söylediğim gibi sabah namazına kalkmak farzdır. Toplumdaki olumsuzluklarında engelleyici davranışlarda bulunmak farzdır. İmkânlar ölçüsünde tabi. Kendinizi tehlikeye sokmayacak noktalarda hareket etmek şartıyla farzdır. Cihadın hükmü budur. Allahu teala farz kılmıştır.

    Dünyada müslümanların başına gelen zulüm karşısında Türkiye’deki bir müslümanın cihad açısından üzerine düşen vecibeleri nelerdir?

    Cihad açısından üzerine düşen vecibeler, şartlar dahilinde uyarmaktır. Türkiye’de müslümanların yapacakları çok şey var. Büyük olumsuzluklar yaşanıyor. Türkiye hem içten hem dıştan sıkıştırılmaktadır. Yıllardır Avrupanın bir üyesi olma gayretinde bulunan Türkiye’yi Avrupa kabul etmiyor. Türkiye’deki rejim kendisini Avrupa’ya göre uyarlamıştır ve Avrupa’da kabul etmeyince ortada kalıyor. Müslümanlar kabul etmiyor bir taraftan Avrupa kabul etmiyor bir taraftan. Dolayısıyla ortada kalmıştır. Büyük bir şaşkınlık içindedir bugünkü rejim. Bu ortamda işin gerçeğini anlatmak lâzım. Yani bizi hıristiyanların ya da yahudilerin kabul etmeyeceğini açık delillerle ortaya koyup kararsız halde bulunan bu insanlara bizim sahip çıkmamız icap eder ve doğru yolu göstermemiz lâzım. Hakkı, doğruyu göstermemiz lâzım. Fakat hakkı ve doğruyu doğru biçimde göstermek icap eder. Yani insanları tedirgin edecek şekilde değil, onları korkutacak şekilde değil, zaten büyük bir telaş içerisindeler, telaşlarını artırıcı yönde değil azaltıcı yönde bir takım çalışmalar yapmamız icap eder.

    İslâmın diğer vecibeleriyle cihad vecibesi arasında bir mukayese yapar mısınız?

    Dikkat ederseniz bizim baştan beri yaptığımız tanımlarda Allah’ın bütün emirlerini yerine getirmek başlı başına bir cihaddır. Namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek, hacca gitmek. Mesela zekat vermek istiyorsun mal tatlı, vermek zor geliyor ama zorlayıp veriyorsun buda bir cihaddır. Fakat siz tabi cihadı alışılmış anlamda sıcak savaş şeklinde değerlendiriyorsanız durum ve şartlara bağlı olan bir şeydir. Şartlar gerektirdiği zaman, yani sıcak savaşa girmek icap ettiği zaman, bir grubun bu savaşa mutlaka girmesi lâzım. Yani bir grup asker bulundurmak mecburiyeti vardır ki buna farz-ı kifaye denir. Eğer böyle bir askerimiz olmazsa Cenab-ı Hakk hepimizi sorumlu tutar. Askerimiz olduğu takdirde karşıdaki düşmanın durumuna göre hareket edilir, düşman topyekün savaşa katılmamızı gerektirecek bir baskı ile üzerimize gelirse her birimizin, çoluk çocukta dahil olmak üzere yapabileceği şeyleri ortaya koyup savaşa katılması farz olur. Yani şartlar hükümleri belirler.

    Cihad ve şehitlik kavramları arasındaki bağdan söz eder misiniz?

    Şehid Allah yolunda, ömrünü tüketme şeklinde tarif edilebilir. Bu Allah’ın, islamı yaşamaya karşı verilen mücadeleye direnç gösterdiği için öldürülen hir kimse veya kendi canını Allahın emirleri hususunda feda ettiğinden dolayı, tabiki Cenab-ı Hakk tarafından büyük ölçüde mükâfatlandırılacak şehitlerle ilgili Kuran-ı Azimüşşanda "onlara ölüler demeyiniz, onlar diridirler ama siz onların ne durumda olduğunu bilemezsiniz, nasıl yaşadıklarını bilemezsiniz. Allah yanında rızıklandınlmaktadırlar" ifadeleriyle Cenab-ı Hak tarafından onların mertebeleri de ifade ediliyor. Allah kendi yolunda bir insanın en değerli kabul ettiği canını vermiş olması tabiki en güzel şekilde değerlendirilmiştir. Şimdi bu sıcak savaştaki ölüm bir de devam eden bir mücadele yani ömrünü İslâmı yaşamak ve yaşatmak için harcayan bir kimse, başı yastıkta ölse bile oda şehiddir. Yani şehidlik için illa sıcak savaşta ölmek gerekmez. Kalemiyle cihad eden bir kişi o yolda ölse bile yine şehid olur, öğrenimiyle cihad eden yada başka şekilde mesela evinde çoluk çocuğunu müslümanca yetiştirmek için gayret gösteren bir hanım bu yolda ölürse o da şehittir. Yani bu gayretleri devam ederken ölürse şehittir. Tabi bu arada başka işlerde yapacak yani normal diğer işlerinide yapar. Allah’ın emirlerini hakim kılmak için bir ömür harcanır yada ömrün işte bir ömüre yakın bölümü harcanırda insan bu esas üzere ölürse insan yine şehittir.

    Üstad Bediüzzaman cihadı bu devirde manevi olarak değerlendiriyor. Bu konuda sizi düşünceleriniz nelerdir?

    Nasıl değerlendiriyor?

    Manevi cihad olarak; cihadı silahlı mücadeleden çok telkinatla değerlendiriyor.

    Şimdi Bediüzzamanın yaşadığı dönemi düşünürseniz bizim başlangıçtaki darü’l-harp kavramı içersinde çizdiğimiz bir cihat şartları vardı, şartlara göre değerlendirmek gerekir ve bu Türkiye’yi darü’l-harp kabul ettiğimiz manaya gelmemeli. Fakat o zamanlar Türkiye ciddi bir karar içersine girmişti, tarih çizgisini değiştiriyor ve İslâmi çizgiyi bırakarak tamamen batı, asırlarca kabul etmediği, reddettiği savaşlar yaptığı batı düşüncesinin ülkede hakim olması kararına varıyor. Böylece hakim güçler, silahlısı, silahıyla, devletiyle İslâmiyetin Türkiye’de artık eskisi gibi egemen olmasını istemediği gibi ortada bu kanaatte olan insanların ciddi sıkıntılarla yüzyüze geleceği açıkça anlaşılıyor. Tabi öyle bir şartta bulunan kişi o şartlara göre kendi kararını veriyor. Bu devrede yapılacak şey İslâmı anlatmaktır şeklendeki doğru. Başlangıçta dedik ki evvela kişinin can güvenliğini sağlaması sonra kendi şahsında İslamiyeti yaşaması, sonra imkânlar ölçüsünde anlatması, bu çerçeveye zaten Bediüzzaman hazretlerinin yaşadığı dönem giriyordu. Bu dönemde yaşasa tabi fikirleride değişecektir. Çünkü İslâmın temel emirleri değişmiyor. Bu değişmeyen emirler Allahın dinini her türlü imkândan istifade ederek yaşamak ve yaşatmaktır, imkânlar ve şartlara göre bir ilim adamınında yorumu olacaktir, o da o şekilde bir yorumdur.