Köprü Anasayfa

Gecikmiş Bir Cihad Çağrısı

"Yaz 94" 47. Sayı

  • Bekir Topaloğlu ile röportaj

    Cihad aslında her zaman vardır, her zaman mevcuttur. Ancak insanların bulundukları çevrelerde, yaşadıkları devirlerde, cihadın metodları, yöntemleri değişebilmektedir.

    Genel olarak cihadın tanımını yaparmısınız?

    Cihad, üstün gayret sarfetmek manasına gelmektedir. Bir terim olarak cihad kelimetullah dediğimiz, yani kelime-i tevhidi, Allah’ın birliğini ilan eden "lâ ilahe illallah muhamme-den rasûlullah" cümlesini, manâsını bütün dünyada hakim kılmak gayreti ve çabasıdır. En kısa tarifi budur.

    Cihadı yer, zaman ve şartlara göre sınıflandırma yaparmısınız.

    Cihad, peygamber efendimizin de bir hadislerinde buyurdukları üzere İslâm dininin ortaya çıkışından itibaren başlamıştır. Ve kıyamete kadar devam edecektir. Bu, peygamber efendimizin kendisine ve onun ümmetine farz kılınan cihad oluyor. Aslında insanoğlu varolalı hak batıl mücadelesi başlamıştır. Yani cihad başlamıştır ve devam edegelmiştir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim de bir çok peygamberlerin cihadlarından, ümmetleriyle olan mücadelelerinden söz edilmektedir. Binaenaleyh cihad aslında her zaman vardır, her zaman mevcuttur. Ancak insanlann bulundukları çevrelerde, yaşadıkları devirlerde, cihadın metodları, yöntemleri değişebilmektedir. Bu sebeple mesela yurtdışında gayr-ı müslim bir ülkede yaşayan Müslümanın cihadı ile ülkemizde yaşayan bir insanın cihadı farklıdır. Hatta büyük şehirlerde yaşayan kişi ile mahfuz köylerde yaşayan, bulunan insanların cihadı da daha başkadır. Aile reisi olan bir insanın, öğrenci bulunan, devlet başkanı olan veya benzer çeşitli sevi-yelerde bulunan insanların cihadları doğrusu değişiktir. Bunları şöyle bir esasa bağlamak mümkündür. Mademki cihad, ilâhî gerçeği herkese duyurmak ve bütün insanları islâmın temsil ettiği saadet ülkesine çekmek mânâsına geliyor. O halde her insan bulunduğu dönemde buluduğu yerde bu görevi yerine getirmek için mutlaka kendine has yapacağı işler olacaktır ve cihadın şekli de tasnifî de buna göre değişecektir.

    Darü’l-harp ve darü’lislâm da cihad mefhumlarını açıklar mısınız?

    Darü’l-harp, Müslümanların meşru bir savaşa girişmeleri demektir, giriştikleri ülke demektir. Müslümanın savaşı şüphesiz ki batıl ile olacaktır, İslâma, hakka, doğruya karşı gelenlerle olacaktır. Ve onun da kendine has şartları mevcuttur. Darü’l İslâm ise, islâm öğretisinin ve islâm buyruklarının uygulanabildiği ülkedir. Bu islâm buyruklarının uygulanabildiği ülkenin nitelikleri nasıl olur. Gerçi eskiden beri hukukçular, İslâm hukukçuları bir konuda farklı tarifler yapmışlardır. Ben şunu belirtmek isterim bu noktada. Bazı düşünürlerimiz, bazı yazarlarımız mesela memleketimiz darülharp olarak telakki edebilmektedirler. Eskiden beri yapılagelen açıklamaların bir kısmına bağlı olarak bunu söylemek mümkün. Ancak eğer böyle kabul ediyorsak o zaman bunu kabul eden kişinin tüm varlığı ile malı ile, canı ile her şeyi ile mücadeleye girişmesi gerekiyor, bir taraftan ülkemizi darül-harp kabul etmek diğer yandan darül-sulh darül-İslâmmış gibi rahatça yaşamak, yatıp uyumak ve kendi işlerini görmek bir insanın kendi için de çelişki oluşturur. Bu sebeple nasıl şöyle meşhur bir söz varsa ben ona benzer bir cümle sarfedeceğim. Derler ki hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için yarın ölecek gibi ahiret için çalış, binaenaleyh şimdi ben de diyeceğim ki memleketimizi darül-harp kabul ederek her müslüman elinden gelen imkânı kullanmalı ve meşru yollarla insanları Allahın saadet ülkesine çağırmalıdır ama bunu yaparken de bir paniğe düşmemelidir. Ve darül-harpte yaşamış olmanın bazı hukukçularımıza göre sağlayacağı avantajlar da lehine olmak üzere kullanmamalıdır.

    Peygamber efendimizde[sav] en büyük cihadın nefisle olduğunu belirtiyor. Bunu açıklarmısınız?

    Bu tür bir rivayeti bazı kitaplarımız içermektedir. Resulü ekrem[sav] efendimiz bir savaş dönüşünde biz küçük savaştan büyük savaşa döndük demişler. Bunun bir hadis olarak belgelendirilmesi ilmî açıdan güç olmaktadır. Ancak bu cümlenin ifade ettiği espiri İslama ters düşmez. Gerçekten insanoğlunun hayatı boyunca yürüteceği savaş, mücadele ve cihat herşeyden önce kendisiyle kendi nefsiyle olmalıdır. İnsanın kendi nefsiyle yürüteceği savaş aslında zordur. İnsanın kendi kendini eleştirilmesi, kendisine disiplin uygulaması ve kendisini, yine kendisinin ortaya koyacağı evrensel değerler altında disipline etmesi çok zor bir şeydir. Ama dışa yönelik olarak aynı şeyleri uygulamak kişiye daha kolay gelir. Dışa yönelik çalışmalarda herşeye rağmen insanda biraz daha ferahlama, biraz daha dışa doğru açılma psikolojisi oluşur. Bu açıdan düşünüldüğü takdirde her şeyden önce insanın evvela kendisini terbiye etmesi gerekir. Bu manâdâ olmak üzere Kur’ân-ı Kerim’de bir çok ayetler var. Resulü ekrem efendimizi hayatında da, sözü ve fiili sürınetinde de bir çok örnekler mevcuttur. Kur’ân-ı Kerim’de "İnsanlara iyiliği, yüceliği emreder, kendinizi unutur musunuz?" mealinde ayeti kerime var. Herşeyden öne mücahid evvela kendini cihad disiplinine tabi tutması gerekir, kendinden sonrada peygamber efendimiz İslâm dininin ilk yayıldığında yaptığı gibi yakınlarına uygulamaldır ondan sonra da çevde geniş çevreye doğru gitmelidir. Bu açıdan daha çok tasavvuf literatüründe yeralan cihadı ekber teorisi doğrudur: Bunu tâsvip etmek lazımdır.

    Günümüzde cihad vasıtaları nelerdir?

    Günümüzdeki cihat vasıtalarından ikisine bilhassa dikkatinizi çekmek isterim. Bunlardan bir temsil yöntemidir. İkinciside yayın organlardır. Temsil yönteminden kasdım şu; her Müslüman cihad yapması gereken her insan ki her müslümanın cihad yapması gereklidir, her Müslümanın kendine göre yapacağı cihad vardır. Cihadını sözlü olmaktan çok fiili yapmalıdır. Yani Müslümanlığı tam temsil etmelidir. Kendinin, her insanın içinde yaşadığı toplumda bir yeri vardır, bir seviyesi vardır. Bir fonksiyonu., bir görevi vardır, kadın olsun, erkek olsun yöneten olsun, yönetilen olsun, ne olursa olsun, kim olursa olsun onun bulunduğu yerde görevini ideal örnek bir müslüman gibi yerine getirirse onun davranışları onun görünümü kendiliğinden bir cihaddır. Bir emir bilmaruf nehiy ani’l münker görünümüdür. Ve özellikle İslâmı tam olarak bilmeyen, tam olarak yaşayamayan çevrelerde bu çevreler yurt dışında olabilir, bizim ülkemizde de olabilir, bu çevreler büyük şehirlerimizde olabilir. Anadolunun köylerinde kasabalarında da bulunabilir. Zamanımızın insanı fikirlerden sözlü telkinlerden çok, şahşiyetlere ve fiili durumlara bakmayan tercih edebiliyor. Binaenaleyh bir insan, islam dini şöyle yücedır veyahutta İslâm ahlaki davranışlar şöyle şöyledir, güzel olanları, şöyledir, çirkin olanları şunlardır. Çirkin olanlarını bırakması iyi olanlarını yapmalı tarzında uzun zaman sözler sarfetse bu konuda eserler yazsa fakat kendisi bunlara uymayacak olsa bunlar etkili olmaz. Bunun yanında fiilen iyi örnekler gösterecek olursa Müslümanlığı İslâmın ahlâk kurallarını gayet güzel bir tarzda temsil edecek olursa o zaman onun cihadı gerçekten geçerli olur ve başka insanlar içinde uyulacak örnekler teşkil eder. İkinci önemli nokta özellikle günümüzde çeşitli yayın organlarıdır. Göze hitap eden kulağa hitap eden veya doğrudan doğruya okunacak şekilde eserler tarzında olan yayınlar artık günümüzün dünyasındaki insanlar çeşitli yayın organlarıyla, duygularını, fikirlerini, düşüncelerini birbirlerine iletmektedirler; birbirlerini etkilemeye çalışmaktadırlar. Günümüzde klasik cihat metodları eğer vaaz ise, hutbe okumaksa, benzeri şeylerse bunlarda ihmal edilmemekle birlikte günümüzün şartlarından istifade ederek cihadı bu tarzdan yürütmek gerekecektir.

    İslam fıkhına göre günümüzde cihadın hükmü nedir?

    Efendim cihad hem İslâm fıkhının konusudur, hemde İslam akaidinin, İslam düşünce tarihinin konusudur. Cihad her zaman farz olmuştur. Peygamber efendimizin gününde farz olmuştur, Hulefevi Raşidin dönemindede daha sonraki dönemlerde de, ancak hemen bütün İslâm bilginlerinin oy birliğ ile kabul ettiği bir gerçektir ki, içinde bulunduğumuz yüzyılda, yirminci yüz yılın sonlarında insanlığın İslâma çok büyük ihtiyacı vardır. Gerek İslam dünyasında yaşayan kitlelerin gerekse İslâm dünyası dışında bulunan bütün insanların İslâma, İslâm’ın getireceği saadete, mutluluğa çok büyük ihtiyaçları vardır. Bu bakımdan günümüzde cihad kat kat bir farzdır, bir vecibedir. Eski yıllarda özellikle ülkemizi misal verecek olursak Osmanlı döneminde, devlet teokratik bir devletti yani yönetimini dine uygun olarak yaptığını söylüyordu ve resmen böyleydi. Belki zaman zaman bazı yanılmalar olurdu ama genelde teokratik bir devletti. Böyle bir devlette, din konularını üstlenen yine devlettir, dine aykırı vuku bulan olaylarda yine vaziyet eden devlet olur. Dinin lehine bir iş yapmak gerekiyorsa yani tabiri caizse cihat yapmak gerekiyorsa bunu devlet üstlenirdi, yapardı, yarım yapardı veya tam yapardı. Fakat günümüzde bilhassa Türkiye gibi laik ülkelerde devletin böyle bir görevi yoktur. Devlet kendisinin laik olduğunu söylüyor. Binaenaleyh devlet cihad yapmaz, müslüman, artık günümüzün müslümanı Osmanlı döneminin hissiyatini unutmalıdır. Ve her müslüman kendigini cihadla mükellef görmelidir, bunun kendisine farz olmuş bir görev bilmelidir. Günümüzde ve bizim memleketimizde cihadın böyle bir ayrıcalığı, böyle bir üstünlüğü vardır. Ülkemiz asırlarca İslâm dünyasının liderliğini yapmış bir memlekettir. İçinde bulunduğumuz şehir şu anda, bu merkezin başkenti olmuştur. Binaenaleyh görüştüğümüz birçok Türkiye dışı müslüman gerek Arap havzasında, gerekse Türk dünyasında, gerek balkanlarda, birçok müslüman, Türkiye’den yardım beklemektedir. Türkiye^den medet ummaktadır. Manevi konuda, maddî konudaki yardımlaşmalar ayrı, belki on kere devletler arası münasebetlerde işlenmektedir. Ancak manevi alandaki yardımlaşmalarda işlenmektedir. Ancak manevi alanda yardımlaşmalarda dini açıdan aydınlatmakta cihad, bu manadaki cihadda gerçekten Türkiye’nin dünyada, İslâm dünyasında ayrı bir konumu vardır. Bu sebeple Türkiye’deyaşayan her müslümanın bu görevini, bu tarihi aynı zamanda dini görevini bilmesi ve ona göre kendini, hayatını planlaması gerekiyor.

    Dünyada müslümanların başına gelen zulüm karşısında Türkiye’deki bir müslümanın cihad açısından üzerine düşen vecibeler nelerdir?

    Biraz önce anlattığım üzere Türkiye Osmanlı devletinin mirasını devralmış bir memlekettir bir ülkedir. Dünyada bugün hepimizi üzen müslümanlara yönelik zulümler mevcuttur. Dikkat ettiğimiz taktirde bunların büyük bir kısmı eski asırlarda Osmanlı devletinin himayesinde bulunan ülkelerdi. Osmanlı devletinin tebası olan insanlardı, müslümanlardı. Tarihin çeşitli tecellileri sonunda ayrıldılar, iradeleriyle veya iradeleri dışında başka yerlere bağlandılar. Bugün ise o ülkelerin çoğu bağımsızlık savaşı vermektedir. Hatta o ülkelerde içe yönelik mücadeleler bile Afganistanda olduğu gibi aslında dıştan gelen ve uzun zaman devam eden tahriklerin sonucu olmuştur. Çünkü düşman bir yeri işgal ettikten sonra ayrılsa bile işgal ettiği süreden daha fazla bir süre geçmelidir ki ancak o memleketin insanı şuurlansın, toparlanabilsin ve dünya üzerindeki konumunu belirleyebilsin. Bu bakıma tekide layık davranışlar olmakla birlikte müslümanların birbirleriyle olan mücadeleleri aslında yine yabancıların etkileriyle vuku bulmakta hatta halen İslam ülkelerinde içe yönelik olarak görülen mücadelelerin hemen hepsinin arkasında yabancı etkilerin, parmakların bulunduğuna, hemen herkes tarafından bilinmektedir. Hatta pek sorumlu mevkilerde bulunan devlet adamları tarafından da artık açıkça ifade edilmektedir. Bütün bunlar içnde Türkiye’de yaşayan müslümanların tarihi görevlerini tarihi konumlarını unutmamaları ve ona göre davranmaları gerekmektedir. O kanaatteyim.

    İslâmın diğer vecibeleriyle cihad vecibesi arasında bir mukayese yapar mısınız?

    Efendim Kur’an-ı Kerim’de iman ve cihad çoğu zaman yanyana zikredilmiştir. Bazı hadis-i Şeriflerde imandan sonra en efdal, en üstün ibadet namaz olarak gösterilir. Anmcak cihad namazı bile etkilemektedir. Yine Kur’an’da yer aldığına göre cihadda bulunan, savaş cephesinde, meydanında bulunan insanların namaz kılma şekillerinde değişiklik emredilmektedir. Kur’an-ı Kerim’de yani nöbetleşe namaz kılmaları gerekmektedir. Demek ki imandan sonra en üstün ibadet telakki edilen namaz bile zaman zaman cihada göre ayarlanabilmektedir. Bu açıdan düşünüldüğünde diğer ibadet şekilleri içinde veyahutta insan oğlunun, müslümanın sorumlu olduğu noktalarda, konuların başında imandan sonra, hem imanla birlikte cihad gelmektedir. Ancak şunu belirteyim ki, başından beri cihattan bahsettik, cihad savaşmak demek değildir. Sadece adam öldürmek demek değildir aksine başta da ifade ettiğim üzere eski ifade ile ila-yı kelimetullah yapmaktır. Yani kelime-i tevhidi insan oğlunun haysiyet, şeref ve hürriyetini ilan eden kelime-i tevhidi yaymak çabasıdır. Bu çaba sırsında birçok yöntemler kullanılır. Herşeye rağmen yine başarılı olunamazsa ve düşmanın zulümleri devam ederse en son çare olarak silaha başvurulur. Bunu konuşmamda bilhassa belirtmek isterim ki cihad denince birçokların zannettiği veya böyle göstermek istediği gibi savaşmak, adam öldürmek, tahripler yapmak demek değildir. Cihat o manaya gelmemektedir. İşte kendimize yönelik cihaddan başlamak üzerebütün dünyadaki insanlara yayılacak bir cihad diğer ibadet şekilleri içinde, ibadet yöntemleri içinde, onlarla en azından hepsiyle beraberdir. Hepsinin derecesinde seviyesinde bir ibadettir.

    Cihat ve şehitlik kavraqmları arasındaki bağdan sözeder misiniz.

    Efendim, şehit kelimesi kanaatimce göre günümüzde fazlaca erozyona uğramış bir kavram birçok konularda hemen kullanılabilmektedir. Eğer bir sosyal kavram veyahut sadece bir, yeni anlamlar kazanmış bir kelime ise ona karışmayız, dil meselesi olur. Andini bir kavram olarak terim olarak düşünülecek olursa şehit evvela İslama bütün benliği ile bağlanmış bin insanın Allah yolunda kendini feda etmenin anlamı şudur. İnsanlık uğruna birinci derecede müslümanlar uğruna, sonrada diğer insanlık uğruna kendi hayatını hiçe sayan o yolda savaşqn mücadele veren ve bir aksi tesadüf bir ölümle karşılaştığı taktirde de gam yemeyen ve böylece Allah’ına kavuşan insandır. Allah’a inanmak İslâmî değerlere bağlanmak gibi önemli nitelikler olmadan dini anlamda şehitlikten söz etmenin bir manası yok. Böyle düşünüldüğü taktirde cihada girişen kişi elinden gelen gayreti sarfeder, cihadın sonundaki başarı cihadı yapanın elinde değil biz müslümanlar böyle kabul ederiz. Muvaffakiyeti veren Allah’tır, eskiden beri söylenir denir ki tevfik Allah’tandır. Tevfik Allah’tandır demek başarı Allah’tan gelir. Bizim görevimiz zamanın şartları içinde samimiyetle insanlığa hizmet etmektir. Bu uğurda çalışmaktır. Çalışma sırasında kimse ölümü istememelidir. Elinden gelen bütün tedbirleri almalı. Ancak bütün bunlara rağmen ölümle karşılaşıldığı taktirde de hiç bir zaman gam yememektedir. Bir mücahid çok iyi biliyor ki bu hayattan sonra başlayacak ikinci hayat kendisi için çok üstün bir hayattır. Kur’an-ı Kerim’de Allah yolunda ölenleri siz ölüler zannetmeyin onlar diridirler. Onlar Allah nezdinde hayatlarını dünyaya nisbetle çok daha ileri boyutlarda sürdürmektedirler. Ancak siz onun farkına varamazsınız buyrulmaktadır. O sebeple İslam tarihinde, İslam ordularının müslüman gazilerin başarılı olmalarının birinci sebebi bu şehitlik mertebesine bağlıdır. Çünkü dünya hayatından sonra gelecek hayat bu hayattan gerilerde değildir dailerilerdedir ve bu açıdan düşünüldüğünde cihad ve şehitlik sanki ikiz kavramlar gibi insanın aklına ve gönlüne gelir, doğar.