Köprü Anasayfa

Din ve Siyaset

"Bahar 95" 50. Sayı

  • Din, siyaset ve nefis üzerine

    İsmail TÜRKMEN

    -I-

    Bir zamanlar Rabb’in meleklere, "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" demişti. Melekler, "Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Oysa biz Seni överek tesbih ediyor ve Seni takdis ediyoruz" dediler. (Rabb’in) "Ben sizin bilmediklerinizi bilirim" dedi.

    Bakara Sûresi, 30.

    Din, uyulup uyulmadığı en son din gününde karara bağlanacak olan ve Allah’ın insanlara belirli şartlar altında yüklediği kurallar bütünüdür. İnsanların bu kurallardan sorumlu tutulmalarının bir şartı da kendilerine dinin tebliğ edilmesi, yani bir elçinin, bir nebinin bu kurallar bütününü insanlara aktarmasıdır. (İsrâ Sûresi,15.)

    Siyaset ise yönetim kurumlarına ait rollerin kim(ler) tarafından yerine getirileceğinin belirlenmesi ve bu rol sahiplerinin yönetim işini nasıl ve hangi kurallara göre yapacağının kararlaştırılması işidir.

    Çok açık bir biçimde görüldüğü gibi–peygamberler dışında–bütün insanlar bu iki kurumla kaçınılmaz olarak aynı anda muhatap olmaktadırlar. Başka bir de işle, din ile tanışan, bu sorumluluğu üzerine alan–istinasız–her insan, aynı anda siyasetle de tanışmış olmakta ve siyasetin beraberinde getirdiği bir takım sorumluluk ve haklarla da muhatap olmaktadır. Yine tekrarlayalım ki, bu sadece ve sadece bir insanın kendisinin peygamber olması ve de aynı zamanda ümmetsiz olması durumunda böyle değildir. Bir diğer "garip" durum da bir kişinin, bir peygambere ümmet olması ve ardından da peygamberin vefat etmesi sonucunda o kişinin tek kalması durumudur. Ancak burada açıkça görüleceği gibi din ve siyaset aynı anda devreye girmekte ve fakat peygamberin vefatıyla siyaset kurumu da diğer kişi için ölmüş olmaktadır. Bu da dinin dünya üzerinde–kısa bir süre–siyasetsiz kalması demektir. Ancak bu durum bile, paragrafın basında verdiğimiz hükmün geçerliliğine halel vermemektedir.

    Kısaca bu hükmün "neden"ine de değinelim:

    Bu iki kavramın tanımından kolayca çıkarılabileceği gibi hem din (peygamberler dışında) ve hem de siyaset ancak ve yalnız en az iki insanın varlığı durumunda var olabilmektedir. Din hem tebliğ edenin, hem de edilenin olmasına baktığı için bu hükmün içindedir. Siyaset ise ancak iki insanın olması durumunda bir "yönetme" kavramından bahsedebileceğimiz için hükmümüze dahildir.

    Şimdi yukarıda belirttiğimiz biri "istisna" diğeri "garip" iki durumun hiçbirinin de artık günümüzde yaşanmayacağını da göz önüne alarak diyebiliriz ki, din ve siyaset bir birinden kopmaz, ayrılamaz ikiz kardeştirler. (Dinin, dünya üzerindeki herkese tebliğ edildiğini var sayarsak (ki bunu teoride var sayıyoruz, aksi taktirde pratikte tebliğden ne kastedildiğini sorgulamak durumundayız.) Bugün, herkes bu iki kurumla birlikte yaşamaktadır.

    Görüldüğü (ve bizim vurgulamak istediğimiz) gibi, bu iki kurumun beraberliği kaçınılmaz olduğuna göre karşımıza çıkan ilk büyük konunun, bu kurumların arasındaki ilişkinin nasıl olduğu, olacağı ve olması gerektiğinin hem kurumlar, hem de kişiler açısından faydalı olacağıdır.

    -II-

    Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah yanında en üstün olanınız (Allah’ın buyrukları dışına çıkmaktan) en çok korunanınızdır. Allah bilendir, haber alandır.

    Hucûrat Sûresi,13.

    Yukarıda ifade ettiğimiz "garip" durumdan da görülebileceği gibi teoride siyaset dinin "olmazsa olmaz"ı değildir. Ancak dinin kesintisiz devam edebilmesi ve benzeri gibi sebeplerden ötürü bu iki kurum pratikte ikizdirler. Buradan siyasetin toplumda "bozgunculuk yapacak, kan dökecek" durumlara meydan verilmemesi için düşünülen ve yürütülen bir yol, bir iş ya da bir araç olduğunu çıkarabiliriz. Yani insanların istekleri, hırsları ya da ihtiyaçları çakışmasaydı, biz siyaset kurumu ile tanışmış olmayacaktık. Başka bir ifade ile, eğer "erkekler ve kadınlar, milletler ve kabileler" gibi hep ve her zaman biri diğerine boyun eğecek yada boyun eğdirilecek olsaydı, o zaman siyasete gerek kalmayacaktı.

    Nitekim, "garip" durumdaki kişi din ile tanışmış ve muhatap iken, onun için siyaset ölmüştür. Görüldüğü gibi insanların din sınavından iyi yada kötü not alabilmeleri, mutlaka ve ayrılmaz bir şekilde siyasete bağımlı bir şey değildir. İşte yukarıda kısaca tanımlamaya çalıştığımız din ve siyaset kurumlarnın tabiatlarını göz önüne getirerek ve yukarıda öne sürdüğümüz önermelerden yola çıkarak –ve aynı zamanda günümüzde olup bitenleri de hesaba katarak– aşağıda sıralayacağımız varsayımlara ulaşabiliriz:

    -III-

    Affı (kolaylık yolunu) tut, iyiliği emret, cahillere aldırış etme!

    A’raf Sûresi,199.

    1. Dindeki hiyerarşinin tepesinde olan insanların, aynı zamanda siyaset hiyerarşisinin de tepesinde olması –en azından– her zaman için şart değildir. Ve olmamaları da bu iki kurumun alanları hesaba katıldığında normal bir durumdur (Halifelik-devlet başkanlığı, imamlık-muhtarlık gibi). Diğer dini ve siyasi roller için de bu durum geçerlidir.

    2. Buna ek olarak dinde iyi bir konuma sahip sayılan kişilerin de yine siyasi olarak iyi bir konuma sahip olmaları, atanmaları ya da seçilmeleri "farz" değildir.

    3. Hiçbir birey ya da hiçbir topluluk başka birilerinin "kötülüğü"ne hüküm veremez. Bir kimsenin ya da bir topluluğun yaptığı işlerin dine uygun mu değil mi; helâl mi haram mı; iyi mi kötü mü olduğuna dini otoriteler (müftü, kadı, şeyhü’l-İslâm) karar verirler–başkaları değil. Ancak burada gözden kaçırılmaması gereken bir nokta da şudur: Bu otoriteler söz konusu insan ya da insanların iyiliğine ya da kötülüğüne, faziletli ya da faziletsiz olduklarına dair toplu bir hüküm verecek de değillerdir. Bu otoritelerin yapacağı, kişi ya da kişilerin söz konusu fiillerinin haram ya da helâl olduğunu tespit etmektir. Bu iki davranış ya da yaklaşım arasında çok önemli bir anlam farkının olduğunu düşünüyor ve bu yaklaşımların yukarıda yazılı âyetin (Hucûrat, 13) yaşanılması açısından çok önemli ve hayati farklar doğuracağına inanıyorum. Bu üçüncü maddeyi özetleyecek olursak, dünyada din günü (Fatiha, 3.) yaşanmamakta ve hesaplar burada kesilmemektedir. Ayrıca hiçbir insan da diğer bir insanın hakimi değildir.

    4. Din, insan aklının ürünü olmaları hasebiyle, hiçbir siyasal ideolojiye diğerinden daha yakın değildir. Bir ideoloji olarak muhafazakârlığa ne kadar yakınsa, sosyalizme ya da faşizme de o kadar yakındır. Bunların pratikteki uygulamaları bizim bu hükmümüze halel getirmez. Buradan varmaya çalıştığımız düşünce şudur: Her insan temelde dine denk uzaklıktadır. Ve yine her bireyin doğuştan dine olan yakınlığı denktir. Böyle olunca din–dindar ya da dinci insanlar değil–hiçbir insan için ön yargı beslememektedir. Bu varsayımın da çok iyi bir şekilde değerlendirilmesi gerektiğine inanıyoruz.

    5. Birinci maddede sözü geçen bu iki kurumun alanları konusunun kastettiğimiz anlandan sapmasını da önleyeceğini sandığımız bir diğer durum da şudur: Din şu ya da bu şekilde, şu ya da bu derecede insanların dünya işlerini de düzenleyen bir kurallar bütünüdür. Diğer bir deyişle din, "bozgunculuğun ve kan dökmenin" en amansız düşmanlarından biridir. Siyasetin de insanların arasında çıkacak problemleri en az kaza ile, zararla atlatılması için işletilen bir süreç, bir kurum olduğunu düşünürsek; (a) En azından bu anlamda bu iki kurumun ortak hedeflerinin olduğunu, (b) dolayısıyla barışı, insanlar arası ilişkilerde hoşgörü ve uzlaşmayı her iki kurumun da birincil amaçlarından saydığını ve (c) buna bağlı olarak ta din adamlarının ve siyaset adamlarının ortak hedeflerine halel getirebilecek her türlü telâkki ve davranışlardan kaçınmalarının, hele hele birbirlerinin önüne engeller çıkarmaktan katiyyen uzak durmalarının kendileri ve bütün bir toplum için dünyevi ve uhrevi vazifeler açısından hayati bir sorumluluk olduğunu kolayca çıkarabiliriz.

    -IV-

    Ve eğer bir kadın kocasının huysuzluğundan yahut kendisinden yüz çevirmesinden korkarsa, anlaşma ile aralarını düzeltmelerinde ikisine de günah yoktur. Barış daima iyidir. Zaten nefisler cimriliğe hazır duruma getirilmiştir. Eğer güzel geçinir (kötülükten) sakınırsanız, Allah yaptıklarınızı alır.
    Nisa Sûresi, 128.

    Elçiye düşen sadece duyurmadır. Allah neyi gizleyip, neyi açığa vurduğunuzu bilir.

    Mâide Sûresi, 99.

    Din ve siyaset kavramlarının ortak amaçları olan barışı sağlayıp korumaları ve bunu yaparken de öncelikle kendi içlerinde ve kendi aralarında" barışık" olmaları acaba, nelere bağlıdır? Bu hedeflere giderken kullanılacak "somut" araçlar nelerdir?

    Biz burada yazımızın hacmini de hesaba katarak bu barış ortamına çok büyük katkı ve yardımları olduğuna inandığımız, her toplum için hayati öneme haiz olduğunu düşündüğümüz iki kurumu hatırlatacağız. Birincisi ve "araç" sözcüğünün sınırlarını taşan bir barış sağlayıcısı, ailedir. Kulaktan duyma ve yılların, yüzyılların öğütmesi sonucu bir kuşa benzeyen, benzetilen geleneksel efsane ve mitlerden arındırılmış büyüklerin de küçükler kadar hatalı ve âciz olabileceklerinin kabul edildiği, bunun yanında kadınların da erkekler kadar düşünebildiğini sorumluluk ve hak sahibi olduklarının ön görüldüğü ve buna karşılık ve bu bilincin getirdiği tabii bir sonuç olarak ta barışın, bilginin ve düşünmenin (sorumluluğun) hakim olduğu bir âile ve toplumda âileler, toplumda oluşturulabilecek din-siyaset uzlaşmasının temel taşlarından biri ve de birincisidir.

    İkincisi ve de hem önem, hem de konum acısından âileden farklı düşünülemeyecek olanı da "eğitim"dir. Eğitim–istenmese bile yaşanılması kaçınılmaz bir gerçeklik olan–değişim ve değişikliklere toplumun ayak uydurmasının ya da uydurabilme çabalarının diğer bir adıdır. Ver toplum için de devam edebilmenin, ayakta kalabilmenin, kimlik bunalımı yaşamamanın ve nihayet gelişebilmenin her anlamda en temel şartıdır.

    İnsanların kendilerini geliştirebilmelerinin en uygun ortamı ve bir anlamda da şartı, toplumsal barıştır. Toplumsal barışın en birinci şanlarından biri ise, toplumdaki kurumların–dolayısıyla konumuzu oluşturan din ve siyasetin–barışık olmalarıdır. Âile ve eğitim kurumlarını sağlıklı bir temellere oturtmadıktan sonra bir toplumda ne din, ne de siyaset kurumları kendi üstlerine düşen görevleri doğru dürüst yerine getirebileceklerdir.

    -V-

    Ama hepsi bir değildir. Kitap ehli içinde, gece saatlerinde ayakta durup Allah’ın âyetlerini okuyarak secdeye kapanan bir topluluk ta vardır.

    Onlar, Allah’a ve âhiret gününe inanırlar; iyiliği emreder, kötülükten men ederler. Hayır işlerine koşuşurlar. İşte onlar iyilerdendir.

    Yaptıkları hiçbir iyilik inkâr edilmeyecektir. Şüphesiz Allah, (günahlardan) korunanları bilmektedir.

    Âl-i İmran Sûresi,113-115.

    Din ve dinler (özellikle ehl-i kitabın dinleri) insanlar için en yüksek ve yüce idealleri öğütleyen "iyiliği emredilir, kötülüğü uehyeden" ve birer nasihat olan kurumu ve kurumlar olarak diğer bütün toplumsal kurumların üzerinde ve onları kapsayan yapıdırlar. Bu açıdan bu yüce kurumlar, hiçbir surette, hiçbir şan altında ve hiçbir zaman başka hiçbir kurumun (dolayısıyla siyasetin yönetme işinin getirdiği ve belki de gerektirdiği kuralların, öğretilerin) aracı yapılmamalı ve insanlar kendi kişisel ve insani zaaflan için bu kurumun yüceliğine saygısızlıkta bulunmamalı ve nihayet bu kurtuluş yolunun (yollarının) tıkanmaması, her insan için açık kalabilmesi için gerektiğinde kendilerini kişisel ve insani çıkarlarını feda etmelidirler.

    Dinin dünya üzerinde yayılması ve aynı zamanda da, dinlerin birbirlerine yaklaşmaları, asgari müştereklerini–ki bir hayli çoktur–göz önünde bulundurarak kurtuluşa birlikte kanat çırpmaları bugün için çok gerekli bir şeydir ve istisnasız dünya üzerindeki herkesin, her bireyin ve her toplumun bu gelişmeden alabileceği birçok güzellik ve iyilikler vardır. Her ülke ve hatta bütün ülkeler için konuşacak olursak, yurt içinde ve dışında hiçbir siyasal konu, temelde din ile çatışmamaktadır ve çatışır göründüğü anda da hiçbir siyasal mesele dinin ve dinlerin kuralları çiğnenerek, yabana atılarak ve yok sayılarak çözülemeyecektir. Bunun böyle olduğuna bütün bir geçmiş tarih şahittir ve bundan sonra da bütün bir gelecek tarih buna şahit olacaktır.

    Not: Bu yazıda, dinî hiçbir konuda "fetva" verilmemiştir.