Köprü Anasayfa

Laiklik ve Sekülerizm

"Yaz 95" 51. Sayı

  • Dine Müdahale Aracı Olarak Laiklik

    Davut DURSUN

    Doç. Dr., Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi

    Laiklik, Türkiye’deyaşayanların bir türlü üzerinde uzlaşamadıkları, ortak bir tanımgeliştiremedikleri siyasal ve toplumsal sistemin en hassas kurumu vekonularından biri. Bu kavramla yüz yüze gelmemizin tarihi fazla geriye gitmez;aşağı yukarı cumhuriyet yönetimiyle birlikte gündeme gelmiş. Cumhuriyetyönetimlerinin izledikleri din politikaları "laiklik" bağlamında elealınmış ve onun adına hareket edilmiş. Din-devlet ilişkilerine yeni bir modelve yapı oluşturulur, izlenen din politikalarına meşruiyet kazandırılırken bukavrama baş vurulmuş, ondan yardım istenmiştir.

    Türkiye’nin siyasalve toplumsal sisteminin temelleri, ilkeleri ve hedefleri, Tek Parti yönetimidönemindeki devlet eliti tarafından belirlenmiş olmaklığı nedeniyle, laiklikle hedefler de bu dönemdekonmuştur. Türkiye’deki laiklik uygulamasını ve bunun Batı ölçüleriyle ilgisinibelirleyerek teorik bir modele oturtulmasının ne kadar zor ve hatta imkansızbir çaba olduğunu, bu konuyla ilgilenenler az çok bilerler. Bu belirsizlik vezorluğun pek çok sebebi üzerinde durulabilir; öncelikle Türkiye’nin tarihseltecrübesi ve gelenekleri laikliğin neşvünema bulabileceği uygun bir toplumsalortam oluşturmamaktadır. Bugün rahatlıkla biliyoruz ki, hiç bir toplumsal veyasiyasal kurum, içinde doğduğu toplumsal şartlardan bağımsız değildir ve ancak oşartların ürünüdür. Diğer taraftan laiklik, Türkiye’de halkın talep vekanaatlerini rahatlıkla dile getirebilecekleri, kendi talepleri doğrultusundadevletin yapılanacağı bir ortamda doğmuş değildir; tam tersine laiklik,cumhuriyet yönetimlerinin halka rağmen yukarıdan aşağıya inen baskı vedayatmaları sonucunda kurulmuştur. Dayatma ve baskı sadece laiklik veya dinpolitikaları alanında değil, bütün toplumsal ve siyasal uygulamalar ve sistemalanında gerçekleştirilmiştir.

    Cumhuriyeti kurankadronun bu uygulamasını bir "toplumsal inşa" projesi bağlamındadeğerlendirmek ve anlamlandırmak gerekir. Toplumu bütünüyle yeniden inşa etmeyeyönelen bir kadro ve onun ideolojisinin, toplumsal talep ve kanaatleri veriolarak almasını ve buna göre politikalarını belirlemesini beklemek doğru olmaz.Söz konusu kadro, her şeyden önce toplumu "medenileştirmek""millileştirmek" ve "kalkındırmak" için kendini görevli veyetkili görüyordu. Dolayısıyla laiklik konusunda, diğer alanlarda olduğu gibi,halkın talep ve eğilimleri, açıklayıcı bir faktör olmamaktadır.

    Ayrıca Türkiye’dekilaiklik uygulaması kendi içinde farklı özellikler ve yapılar barındırmaktadır.Tek parti dönemindeki laiklik uygulamasıyla çok partili dönemdeki laiklikuygulaması arasında önemli farklılıklar ve değişiklikler gözlenmektedir. Busebeple laiklik konusunda herhangi bir değerlendirmede bulunacak kimse, hangidönemi öne alarak önermelerde bulunduğunu belirtmek zorunda kalmaktadır.Bugünkü tartışmalara baktığımızda tek parti dönemi laikliğine özlem duyanlar veçok partili dönemdeki din hürriyeti lehine gözlemlenen iyileştirmelere karşıçıkanlar bulunduğu gibi, bunu baskı ve totaliter bir uygulama olarak değerlendiripçok partili dönemdekini dahi yeterli görmeyenler de vardır. Bu sebepleTürkiye’deki laiklik uygulaması konusunda dahi uzlaşmak mümkün olmamaktadır.

    Bunların dışındadaha köklü ve kapsayıcı bir eleştiri, Türkiye gibi Müslüman toplumlardalaikliğin mümkün olup olmadığı noktasında tartışmanın yapılması da mümkündür.Esas itibariyle laiklik, Hıristiyan-Batı toplumlarının şartlarında doğmuş birmodeldir; bu modelin Müslüman toplumlar için mümkün olup olmayacağı tartışmasıanlamlı gözükmektedir. Laikliğin Batıdaki uygulaması, anlamı ve işlevleri ileTürkiye’deki uygulaması, anlamı ve işlevlerinin farklı olduğu herkes tarafındangözlemlenebilen ve kabul edilen bir durumdur. Bu açıdan bakıldığındaTürkiye’nin tarihsel tecrübesi din-devlet uzlaşması temeli üzerinde gelişmişolmakla beraber laikliğin bir devlet ve siyaset ilkesi olarak yerleştirilmesi,esasında bu gelenekte fazla bir değişiklik yaratmamış, sadece" din-devletuzlaşması"nda ibreyi devletin lehine döndürerek, dini bağımlı bir yapıhaline getirmiştir.

    Türkiye’dekilaiklikle ilgili olarak söylenebilecek çok şey vardır. Yukarıda belirtildiğigibi laiklik kendi tarihsel tecrübemizin ve toplumsal geleneklerimizin birürünü olması da bir realite olarak cumhuriyet yönetimiyle birlikte tanışmışbulunuyor ve uzun zamandır üzerinde tartışmayı sürdürüyoruz. EsasındaTürkiye’deki laiklik uygulaması ile Fransa’da ihtilalden sonraki gelişmelerarasında şaşırtıcı bir benzerliğe dikkat etmek gerekir. Söz konusu benzerlikşartların ayniliğinden doğan bir benzerlik değil, laikliği siyasal ve toplumsalbir ilke haline getirmek isteyen idarecilerin "taklid"indendoğan bir benzerliktir. Cumhuriyeti kuran ve siyasal iktidara egemen olandevrimci kadro, toplumun geriliğinin faturasını kestikleri dini, kamusalalandan bütünüyle "tard" ve "tesifiye"ye yönelmiş militan bir devlet politikasıuygulamışlardır. Bu kadronun laiklik meyanındayaptıkları şu şekilde özetlenebilir: Dini, din adamlarının ve din kurumlarınınbaskı altına alınması ve küçük düşürülmesi, mabetlere saygısızlık dini eğitiminyasaklanması, ibadet yapmanın zorlaştırılması, İslam dininin reforme edilemeye çalışılması ve bir "İslami kilise" oluşturulmasına yönelik uygulamalar,bir "akıl dini"nin yaratılmak istenmesi, kültür devriminin yürürlüğesokulması. (Bk. Durmuş Hocaoğlu, "Sekülarizm, Laisizm ve Türk Laisizmi," TürkiyeGünlüğü, Sayı: 29, Temmuz-Ağustos 1994.)

    Türkiye’deuygulanan laikliğin gerçekten bir laik model olup olmadığı tartışma götürür birkonudur. Her ne kadar resmi söylem ve metinlerde laikliğin "din ve devletayırımı" olduğu belirtiliyor ve Türkiye’dekinin dinin ve devletinbirbirinden ayrılması olduğu iddia ediliyorsa da gerçeğin böyle olmadığıherkesin malumu bir durumdur. Dinin devletten ayrılması değil, devletin dinibelli bir forma sokması olarak ortaya çıkmıştır. İşte bu tavır ve tutumesasında İslam’ın reforma tabi tutulması ve ulusal ilke ve amaçlarla uyumlu bir"milli İslam"ın yaratılması çabasından başka bir şey değildir.Kanaatime göre Türkiye’deki laiklik uygulamasının en can alıcı noktası ve barizvasfı işte budur; yani Türk laikliği İslamı reforme eden ve ulusal bir İslam oluşturmaya yönelençabaların bir ürünüdür diyebiliriz.

    Cumhuriyetyönetiminin ilanının hemen arkasından başlatılan radikal düzenlemeler veyenilikler çerçevesi dahilinde yapılanların çoğu doğrudan veya dolaylı olarakdine müdahale şeklinde tecelli etmiştir. Şer’iye veEvkaf Vekaletinin kaldırılarak yerine Diyanet İşleri Riyasetinin kurulmasınısağlayan 3 Mart 1340 tarih ve 429 sayılı kanun, Cumhuriyet yönetiminin dine ilkmüdahalesidir. Bu kanun dini "itikadat ve ibadat"dan ibaret hale getirmiş, geriye kalan alanlarıise dinden çıkararak siyasal kurumların tekeline aktarmıştır. Cumhuriyetlaikliğinin dine müdahale olduğu zaten ilgililerce de ifade edilen biruygulamadır. M. Kemal’in hatıratını yazan F. R. Atay"Kemalizm aslında büyük ve esaslı bir din reformudur… Kemalizm ibadetlerdışındaki bütün ayet hükümlerini kaldırmıştır." (Çankaya, İstanbul 1969,s. 393.) diye yazmıştır. Bize göre bu tespit doğrudur ve yaşanan pratiği açıklamaktadır;yapılanlar bundan başka bir şey değildir. Bu amaca yönelik uygulamalarlaisizmin "Sünni İslam" karşısında "sapkın" bir ideoloji verakip olarak ortaya çıkmasını sağlamıştır. (Bk. M. Türköne,"Türk Siyasetinin Eskimeyen Kilidi," Türkiye Günlüğü, Sayı: 21, Kış1992.) Hatta her gün karşılaştığınız, "Ben Müslümanım.Allah’a ve Peygambere inanıyorum. Ama toplumsal ilişkilerimi, günlükdavranışlarımı kendi bildiğim gibi ve aklımla belirlerim. Allah’ın bu alandabir dahili olamaz!" şeklindeki tavır ve tutumun oluşmasında laikliğin,daha doğrusu deforme edilmiş "resmi İslam’ın payının büyük olduğunusanıyorum. İslam’ı çok iyi bildiğine kani olduğumuz Şemsettin Günaltay’ın şu kanaatleri son derece ilgi çekicidir."İslam dini Peygamberimizin Mekke’de bulunduğu sırada yaptığı ahlakitelkinlerden ve bu olgunluğa varmanın bir vasıtası diye tavsiye edilenvazifelerden ve ibadetlerden mürekkeptir. Medine’de bir devlet kurulduktansonra başvurulan Şeriat kaidelerinin mahiyeti, o zamanki mahalli şartların icabınınyerine getirilmesinden ibarettir. Bu kaidelerin bin küsüryıl sonra başka muhit şartları içinde yaşayan milletlerin hayatına esasolamaz" (Sebilürreşad, III-65, Kasım 1949.)

    Diğer taraftanTürkiye’deki laikliğin yöneldiği en önemli alanlardan biri de İslam’ınulusallaştırılması konusudur. Cumhuriyetin yönetici ve devlet elitine egemen olan "milliyetçilik" ideolojisi,toplumsal hayatın bütün alanlarının millileştirilmesini gerekli görüyordu.Genel çizgilerle cumhuriyetin yönetici kadrosu iki temel hedefe yönelmiş idi.Bunlardan biri "medeniyet," diğeri de "milliyetçilik"ti.20. yüzyılın ilk yarısı milliyetçi düşüncelerin imparatorluk rejimleriniparçalamada güçlü bir manivela olarak kullanıldığı, evrensel ve uluslar üstüdeğerlerin, yerini ulusal ve yerel olanlara terk ettiği bir dönem olmuştur.Türkiye’de imparatorluk çökünce evrensel mantalite vedeğerler de toplum gündemindeki geçerliliğini kaybetti ve yerine ulusal veyerel olanlar ikame edilmeye başlandı. Her şeyin millileştirildiği bir ortamdaİslam’ın evrensel ve uluslar üstü konumda tutulmasını beklemek doğru olmaz.Kaldı ki, Osmanlı Devletinin sonlarına doğru dinin millileştirilmesi konusundada ciddi görüşler ileri sürülmüş ve toplum buna hazırlanmıştı. Ziya Gökalp, 1915 yılında yazdığı "Vatan" şiirindedindeki Türkçülükle ilgili ipuçlarını veriyordu. O şöyle diyordu:

    "Bir ülke kicamiinde Türkçe ezan okunur,
    Köylü anlarmanasını namazdaki duanın…
    Bir ülke kimektebinde Türkçe Kur’an okunur,
    Küçük büyük herkesbilir buyruğunu Hüda’nın
    Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın!"

    Z. Gökalp’ın bu özlemeleri 1930’lu yıllarda gerçekleşecektir.Hutbe, ezan, kamet Türkçeleştirilecek, Kur’ân’ın vediğer dini metinlerin Türkçeleştirilmesi için ciddi çabalar içine girilecektir.Bu tür tasarrufların dine müdahale olduğu, tartışma götürmez bir gerçektir.

    Esas itibariyledine bir müdahale anlamı taşıyan laiklik dinin dünyaya, dünyevi alana veözellikle de devlet idaresine müdahalesini önleyen, onu siyaset ve toplumhayatından tamamen uzaklaştırmayı ve tasfiyeyi amaçlayan bir harekettir. Budurumda din, toplumsal, siyasal ve diğer tüm kamu alanlarından çekilerekkişisel bir yapı haline getirilmek, vicdanlara kapatılmak istenmektedir. Buamacın gerçekleştirilmesi için de siyasal güç ve devletin kullanılması Türkiye’dekilaikliğin mümeyyiz vasfı olarak ortaya çıkmaktadır.

    Türkiye’delaikliğin dine müdahale etmesi, dinin kamusal alanlardan uzaklaştırılması vekişisel bir yapı haline getirmesinin istenmesi, dindarlara baskı uygulanması,dini devlet gücüne bağlanması şeklinde uygulanmasının zihinsel alt yapısındacumhuriyet ideolojisinin ve kadroların düşünce ve idealleri yatmaktadır.Bununla ilgili olarak küçük bir belge sunarak yazımı bitirmek istiyorum.Birinci baskısı 1930 ikinci baskısı da 1988 (Ankara, TTK yayınları) yılındayapılmış olan Prof. Dr. A. Afet İnan’ın Medeni Bilgiler kitabında M. Kemal’in elyazılarıyla verilmiş olan metinde dinle ilgili son derece ilgi çekici bir bölümmevcuttur. M. Kemal ve arkadaşlarının din hakkındaki görüşünün yansıtan bubölüm, laiklik anlayışına temel oluşturmuştur.

    "…TürklerArapların dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Arap dinini kabulettikten sonra, bu din, ne Arapların, ne aynı dinde bulunan Acemlerin ve ne deMısırlıların ve sairenin Türklerle birleşip bir milletteşkil etmelerine hiç bir tesir etmedi. Bilakis Türk milletinin millirabıtalarını gevşetti; milli hislerini, milli heyecanlarını uyuşturdu. Bu pektabii idi. Çünkü Muhammed’in kurduğu dinin gayesi, bütün milliyetlerin fevkindeşamil bir Arap milliyeti siyasetine müncer oluyordu. Bu Arap fikri, ümmetkelimesi ile ifade olundu. Muhammed’in dinini kabul edenler, kendileriniunutmağa, hayatlarını Allah kelimesinin, her yerde yükselmesine hasr etmeğe mecburdurlar. Bununla beraber Allah’a kendimilli lisanıyla değil, Allah’ın Arap kavmine gönderdiği Arapça kitapla ibadetve münacatta bulunacaktı. Arapça öğrenmedikçe, Allah’a ne dediğinibilmeyecekti. Bu vaziyet karşısında Türk milleti bir çok asırlar, ne yaptığını,ne yapacağını bilmeksizin, adeta bir kelimesinin manasını bilmediği halde Kur’an’ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndüler.Başlarına geçebilmiş olan haris serdarlar, Türkmilletince karışık, cahil hocalar ağzıyla ateş ve azap ile müthiş bir muammahalinde kalan din, hırs ve siyasetlerine alet ittihaz ettiler…" (MedeniBilgiler, Ankara 1988, s. 364-368)

    Afet İnan’ın kalemealıp M. Kemal’e takdim ettiği ve onun kontrolünden geçen bu satırlarda ifadeedilen kanaatleri yargılamak, birilerini suçlamak, küçük düşürmek gibi biramacımız yok; yapmak istediğimiz Türkiye’de uygulanan laikliğin temellerinianlamak ve açıklamaktır. Bu satırlarda ifadesini bulan din konusundakikanaatlerin, laikliğin bir "ulusal İslam" oluşturma hedefine yönelikolmasını nispeten açıklamaktadır. Dini Araplara mahsus bir yapı olarak kabuletmemiz durumunda onun millileştirilmesi ve Türkleştirilmesi anlamkazanmaktadır. Cumhuriyet ideolojisi yabancı yapılara karşı savaş açmamışmıydı?

    Türkiye’delaikliğin tek boyutlu ve kestirme bir izahının yapılması imkanının olmadığı açıktır.Tanımından başlamak üzere tartışmalar gündeme gelmekte, yukarılara doğruçıkıldıkça sapla saman iyice birbirine karışmaktadır. Türk entelektüeliningiderek Anglosakson etkisine girmeye başlamasından bu yana, laikliğin yerineyeni bir kavram, "sekülerlik" kavramıtartışma gündemimize girdi ve işi içinden çıkılmaz hale getirdi. Konununüzerinde daha çok tartışılması gerektiğini sanıyorum. En kısa biçimiyleTürkiye’deki laikliğin, yazıda özetlendiği gibi, dine açıkça bir müdahale, dinisiyasal ve toplumsal hayattan uzaklaştırma, nihayet "ulusal İslam","milli din" oluşturma amacına yönelik bir kamu politikası olarakifade edilmesi mümkündür.