Köprü Anasayfa

Laiklik ve Sekülerizm

"Yaz 95" 51. Sayı

  • Doğu Toplumlarının Sekülerleştirilmesi

    Melek ORAK

    Dünyada birbirindenfarklı yapılara sahip topluluklar mevcuttur. Bu topluluklar sosyal ve siyasaletkilere, dayatmalara maruz kalarak evrim geçirmişlerdir. Bu evrimlerneticesinde başta din ve felsefe olmak üzere diğer bütün kurumlarda yeniyapılanmalar görülmüştür. Beraberinde yeni kavramlar oluşmuştur. İşte bukavramlardan birisi de "sekülarizm"dir.

    SEKÜLARİZM NEDİR?

    SekülarizmBatıdan alınmış bir kavramdır. Latincesi "saccularis"dir. "Dünyaya, içinde yaşanılan zamanaait olan, dine, kiliseye bağlı ve bağımlı olmayan, hayatla sınırlı olan"anlamlarına gelmektedir. Toplumun ahlâk standartlarının dine ve dinlere göredeğil, günlük hayata göre düzenlemesinde dinin etkisini dışlamak ve dinî değeryargılarına bağlı kalmaksızın hüküm vererek sonuca ulaşmak anlamlarına gelir.

    Sekülarizmterimi ilk olarak Protestanlar ve Anglikanlar tarafından kullanılmıştır.Katolik dünyasında insanların bir kısmına "clerge"denilmektedir. Bunlar din adamlarıdır ve ruhaniler sınıfını teşkil ederler. Busınıf kendi içinde iki zümreye ayrılır. Birinci zümre "regulier"ruhaniler: Hayattan uzak yaşayan ve manastırlara kapanıp ömürlerini ibadetlegeçiren zahidlerdir. İkinci zümre "seculier" ise papaz, piskopos gibi halk içindeherkesle birlikte yaşayan kilise hadimleri ve dinî vazife gören ayinsahipleridir.

    Sekülarizm;semavi dinler (tek tanrılı dinler) öncesi Roma’daki çok tanrılı Pagan toplumudöneminde ortaya çıkmıştır. Paganlar şehir kültürü ile yetişmiş, çok tanrılıtopluluklardır. Barbar değillerdir. Özgürlükçü ve çok merkezli bir toplumdüzenleri vardır. İlk Hıristiyanlık’ın Roma’da yayılmaya başlaması ile seküler eğilimler güç kazanmıştır. Her türlü siyasal faaliyetlerSekülarizm oyunları aralığı ile kitlelereiletilmekteydi. Bu oyunlar sırasında Pagan tanrı ve tanrıçalara adaklararmağanlar sunulur ve taraflara ayrılan gruplar siyasal eylemlerini bu oyunlarsırasında ortaya koyarlardı. Sekülarizm, siyasalkültürün vazgeçilmez bir temel taşı haline gelmişti. Çok tanrılı toplum düzeni Hıristiyanlaraözgürlük sağlamaktaydı.

    HıristiyanlığınRoma’da yayılmaya başlaması, oradaki Pagan kültürünü etkiledi. Paganlara göreHıristiyanlar "dinsiz" bir topluluktu. Çünkü bilinen tanrılarınındışında mücerred bir tanrıya inanıyorlardı. Toplumdüzenine uymayan davranışlar gösteriyorlar; vergi vermiyor, askere gitmiyor vesosyal sistemi İlâhî bir din adına zorluyorlardı. Bu durum RomalılarınHıristiyanlara zulüm yapmalarına yol açtı. Burada aklımıza A. Toynbee’nin kutsal kitaplara müracaat ederek kırka yakındini hikaye ve mitolojiden çıkardığı "meydan okuma cevap verme" tezigelir. Roma’nın Hıristiyanlığa meydan okuması ve buna karşılık Hıristiyanlarında barbar akımları ve Hıristiyan dininin mensuplarının direnmesi sonucu, yanicevap vermesi ile Roma Hıristiyanlığı kabul etti. Kutsal Roma Hıristiyanlığıngölgesinde kendisine bir yer arama çabasına girerek onlara bir takım imtiyazlarverdi. Andre Ribart,insanlığın Tarihinde (Say. Yay. ss. 174-175.) buimtiyazları şöyle tanımlar: "Katolik Kilisesi, resmen bağış ve hibe kabuledebilirdi, vergi ödemekten de muaf tutulacaktı. Konstantin,Katolik kilisesinin el açıklığı ile bağışlara boğdu. Ona tapınaklar, kiliseleryükseltti. Roma Piskoposu Latran’ı sarayınayerleştirdi. Gladyatör dövüşlerini yasakladı. Uyulması zorunlu pazar günütatilini kurdu." Katolik Kilisesinin hamisi artık Roma Kralıydı. Bucömertliğe karşı da kilise onu kutsayacaktı. Roma’da doğan bu uzlaşma devletinHıristiyanlaşmasını sağlarken, kilise giderek Pagan kültürünün etkisi altındayeni örf, adet ve yeni yorumlarla bozulma sürecine girecekti.

    Zamanla doğudangelen otantik Hıristiyan akımı ile Roma’daki Hıristiyan akımı arasındaçelişkiler ortaya çıktı. Romalılar Hz. İsa’nın Tanrıolduğunu savunuyorlarken, İskenderiyeli Keşiş Aryüs’ünbuna karşı çıkması ile Hıristiyan dünyasında dalgalanmalar baş göstermiştir.Dalgalanmalar neticesinde resmi Roma Hıristiyanlığı, dini, sivil, otantikHıristiyanlığa galip gelmiştir. Devletin etrafında örgütlenen din adamlarıİncil’i dörde indirip, teslis akidesini oluşturdular. Roma İmparatoru tanrınıngölgesi haline geldi. Bu sefer yerleşik Pagan kültürü "dinsiz"konumuna düştü. Hıristiyanlık resmi din haline geldi. Yahudiler Roma’da birvarlık gösteremediler. Nedeni Pagan kültürünün Hıristiyanlığın yanında yeralmasıdır. Bir yandan Yahudilerin diğer yandan Hıristiyanların dayatmaları ilePagan kültürü baskılara maruz kalmıştır. Beraberinde sekülarizmde yara almıştır. Böylece dinler arasında çekişme; ardından Hıristiyanlığınkendi içinde bölünmesi ve Hıristiyan dışı toplulukların kilise-devlet ikilisinekarşı çıkması, "Sezar’ın hakkı Sezar’a, Tanrı’nın hakkı Tanrı’ya"hükmü ile nihai sonucuna ulaştı. Artık gündeme yeni bir konu girmişti; o da dinve devletin ayrı ayrı örgütlenmesiydi.

    Avrupa’da tarihselözgürlük, rasyonellik olarak ortaya çıkar. Rasyonellik; insan hayatının bütünyönlerinde geleneksel normlara veya karizmatikduygunun dışında genel kurallara ve talimatlara dayanır. Toplumun bir bütünolarak örgütlenmesi ve verimleşmemesi Webertarafından modern toplumun makineye benzetilmesiyle gerçekleşir. Rasyonellik vebürokratik örgütlenme modern insana doğa ve toplum üzerinde etkin bir denetimolanağı sunar.

    Weber,Schiller’in ifadesini izler; Modern seküler toplum koşuluna "Dünyanın büyüdenkurtulması" diye atıfta bulunur. Bununla Weber,insanların büyüsel ve doğaüstü güçlerin kutsal dünyasında kapalı olduklarınısavunur. Weber’de sekülerleşmemodern toplumun bireysel olarak veya toplu olarak bir güce sahip olmayan birçokmuhalif Tanrı ürettiği şeklindedir. Bilimin ilerici gelişmesi ve bilginin heralanında gitgide artan uzlaşması sayısız dünya görüşü ve gerçeklik yorumuna yolaçar. Weber Protestan ahlaka büyüden kurtulmuş,kapitalist üretimle uyumlu bir dünya görüşü olarak bakmaktadır. Protestanlıkortaçağ insanını Allah’ın önünde çıplak bırakarak büyüsel ve ayinselelbiselerinden soydu. Böylece ortaya çıplak ekonomik insan ortaya çıktı.

    Webermodern dinsel hareketlerin çok yapay ve ikiyüzlü olacağını savunur. Weber’e göre olgusal bir iddiadan ahlaki bir sonuç çıkarmakyanlıştır. Mac Intyre, sekülerleşmeyekırsal ülkelerin toplumsal ahlakını bozan kentleşme ve sanayileşme süreciolarak bakar.

    Durkheim,sekülerleşme kromu içerisinde "kutsal" kavramınıele alarak Marksist yabancılaşma görüşü ile yerleştirir. Berger,dinin kapatılması "nesnel sekülerleşme" ileinsanın deneyim düzeyinde dinsel inanılabilirliğin kaybı "öznel sekülerleşme" arasında ayırım yapar.

    A. COMTE’A GÖRESEKÜLARİZMİN YENİDEN YÜKSELİŞİ

    İslâm dininin bütündünyaya yeniden yayılma eğilimi göstermesi ve Ortaçağ’da karanlıklar içerisindeyaşayan Batıyı etkilemeye başlamasıyla bireyselliğin canlanması, ticarethayatının ve üretim ilişkilerinin değişmesi, kilisenin devlet ve halkın üzerindebaskı kurması sekülarizmi yeniden canlandırdı.Ulusalcı hareketlerden sonra halk kendine ait bir kilise oluşturdu. PapaTanrının manevi boyutu, Kral da yeryüzündeki boyutu haline geldi. Teslisakidesi burada da karşımıza çıkmaktadır. Sekülerkavramı zamanla Hıristiyanlaştırıldı. Din sekülarizeedilerek hiyerarşik bir din anlayışına karşılık sivilbir Hıristiyanlık geleneğinin doğmasına yol açıldı. Fransız Devrimi ile iktidarkiliseden alınıp sivil iktidar kurumlarına verildi. Hıristiyanlığın sekülarize edilmesiyle birçok kadın papaz ve üst düzeyruhanî ortaya çıkmıştı.

    XIII. yy.danitibaren sekülaristler "tanrı-papa-kral"hiyerarşisine dayalı yapıyı sorgulamaya başladılar. Sekülaristlerdin, devlet, kral ve Vatikan’ı ayrı ayrı inceleyerekbireyselliği, kişi özgürlüklerini savundular. Bireysel katılım, akılcıyorumlar, çıkar hesapları önemli konulardı. Ahiretölçekli bir dünya da; dünya ölçekli, vahiy ölçekli bir algılama biçimindenbilim ölçekli bir algılama sürecine geçiliyordu. Bunlarİslâm inanışı için yabancı şeylerdi. Ama Batı için bunlar kaçınılmazdı.İslâm’da din ile bilim, âhret ile dünya arasındaki çizgi Hıristiyanlılıktakigibi değildir. İslâm’da "ruhban" sınıfı yoktur.

    Sekülaristlerdine ve kiliseye karşı değillerdir. Burjuva gibi hareket ederler. Devletinkendi adına örgütlenmesini savunurlar. Onlara göre din ile devlet arasıfaaliyet alanları belirlenmelidir. Sekülarizmulusallaşmayı getirerek, rasyonel, pragmatist, determinist bir devletanlayışını toplum düzenini oluşturmaktadır. Sekülaristlerdevletin dinin; dinin de kilisenin baskısından kurtulmasından yanadırlar. Bu anlamda özgürlükçü bir hareket olarak taortaya çıkarlar. Sekülarizm bu yaklaşımlarıylaazınlık grupları ve din dışı çevrelerce destek görmektedir. Bu anlamda hümanistbir karakter izliyor denebilir. Bir başka şekilde sekülarizm;devletin niteliğini tartışmaksızın devletin özerkliğini savunmaktadır.Bireydirler; bu alanda liberal, fakat halkçı değildirler. Demokrat özelliktaşımaktadırlar; çok ulusalcı ve cumhuriyetçilere yakındırlar. Akılcı veşüphecidirler. Sekülarizm XIII. yy.a has birçağdaşlaşma hareketidir. Sekülarizme "yenidenyapılanma" da denilebilir.

    İSLÂM TOPLUMLARININSEKÜLERLEŞMESİNDE MİSYONERLİĞİN ROLÜ

    Batı, Doğutoplumlarını evrimleştirebilmek için dayatmalarını misyonerlik çalışmaları adıaltında sürdürmüştür. Misyoner çalışmasının yapılabilmesi için Doğutoplumlarına hakim İslâm inancının zayıflatılması; bunun için de inançların,dillerin ve géleneklerin bilinmesi gerekmektedir. Ve öyle de yaptılar:İslâmiyet’e yakınlaşan insanlara İslâmiyet’i kötüleyerek onları dinlerindenuzaklaştırmaya çalıştılar. Aklı başında insanların bu türlü yollarlakendilerinden (misyonerlerden) uzaklaştığını gören Rolandşöyle der: "Kişi öyle davranacağına Arap dilini öğrenmeli, böyleceMuhammed’i kendi dilinden dinlemelidir. Ayrıca Arapça kitaplar okumalı; kendigözüyle gerçekleri görmelidir. O zaman görecek ki, Müslüman benim sandığım gibideli değildir. Allah bütün insanlara akıl vermiştir. Ben her zaman şu kanaatevarmışımdır: Afrika ve Avrupa da böylesine geniş çapta yayılan bu din birçok Hıristiyan’ındüşündüğü gibi değersiz ve güçsüz bir din değildir." Avrupa’nın İslâmiyethakkındaki kötü düşüncesi bugün bile devam etmektedir.

    XIX. yy.danitibaren Doğu dünyası Avrupa’nın işgalleri ve dayatmaları ile büyük darbeleralmıştır. Garbın, şark üzerindeki hakimiyeti güçlenerek yayılmacılığında büyükilerlemeler göstermiştir. 1857’de İngiltere Hindistan’ı, Fransa da Cezayir veFas’ı işgal ederek Doğu toplumlarını sömürüleri altına aldılar. Sömürgecilikgörünüşte dinin, gerçekte ise emperyalist harpler olan Haçlı Seferlerinin biruzantısıdır. Doğu toplumlarını sömürüleri altında tutmak; Avrupalının içlerindebastırılmış, ama hazmedilemeyen yenilme tutkusunun öcünü almak da diyebiliriz.Adeta Batı Doğuya bu yenilgiler sebebiyle öfke ve nefret duymaktaydı. Batısömürgecilik faaliyetiyle aç bir kurt misali Afrika’daki siyah adamın üzerinegözlerini çevirdi. Siyah adanı insanlıktan çıkarıldı. Bu insanlar ülkelerindenzorla kopartılarak sömürüldü. Fakat bu sadece bir başlangıçtı. Batılılar elegeçirdikleri ülkeleri inanç, ibadet, ahlâk ve zenginlik kavramları içerisindebu noktalarda çökertme yoluna gitmişlerdir. Ahlâkın yoksunluğu, aklıntozutmasıyla başa baş gider olmuştu. Sömürgecilik çağı insanlık tarihinin enaşağılık bir dönemidir. Bu dönem beyaz adamın medenileştirme yolunda"zafer"i olarak tarihe yazdırılmıştı. Maddeten ve mânen çöküş içindeolan toplumlar Batının kültür ve medeniyetine boyun eğer duruma gelmişlerdi.

    Sonuç olarak; Batıbir taraftan kendisi sekülerleşip Hıristiyandeğerlerinden uzaklaşırken; öbür taraftan da Hıristiyan değerleri kullanarakİslâm toplumlarını kendi değerlerinden uzaklaştırmaya çalışmıştır. Oryantalizm,emperyalizm ve misyonerlik el ele verip toplumları Batılı efendilerin çıkarlarıiçin sömürme yolunda seferber olmuşlardır.