Köprü Anasayfa

Laiklik ve Sekülerizm

"Yaz 95" 51. Sayı

  • Lâikliğe Nereden Bakmalı?

    AHMET YILDIZ

    Bilkent Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Doktora Öğrencisi

    "Zındıklarve münâfıklar istibdâd-ı mutlaka"cumhuriyet" nâmı vermekle, irtidâd-ı mutlakı rejim altına almakla, sefahet-imutlaka "medeniyet" ismi vermekle, cebr-ikeyfi-i küfriye "kanun" ismini takmakla(…) hâkimiyet-i İslâmiyeye ve millete ve vatana,ecnebi hesabına darbeler vuruyorlar."

    Tarihçe-i Hayat,s, 366.

    GİRİŞ

    1789 FransızDevriminin en önemli sonuçlarından biri, dini toplumu dönüştürerek millidevleti sosyal yaşayışın temel örgütlenme kalıbı haline getiren"milliyetçilik" ideolojisinin doğuşu olmuştur. O zamana kadarkendilerini Hıristiyan, Müslüman veya Yahudi olarak tanımlayan insanlar, artıkkendilerini Fransız, İngiliz, Alman vs. olarak tanımlayacaklardır. Bu kategorilerinörtüşmesi de, birbiriyle çelişmesi de mümkündü. "toplumsalkimlikteki" bu dönüşüm, din-devlet ilişkilerinde de köklü değişikliklereyol açtı.

    Genel olarak,Batı-Hıristiyan geleneğinde din ve devlet ilişkilerinin düzenlenmesi açısındanüç ayrı çizgi göze çarpmaktadır. Roma İmparatorluğu’nun ikiye bölünmesindensonra Batı Roma’da Katoliklik, Doğu Roma (Bizans)da Ortodoks Hıristiyanlıkhakim dinleri oluşturdular. Batı Roma’da özellikle 10. yüzyıldan sonra Papalık,siyasi otoritenin üzerinde bir konum edindi. Kralların yöneticiliği ancakPapa’nın onayıyla meşruluk kazanabiliyordu. Papalığın emirleri her türlüdünyevi otorite sahipleri için bağlayıcıydı. Sonuçta ortaya Kiliseye bağlıdevlet yapısı ortaya çıktı. Doğu Romada ise, bundanfarklı olarak, din hiyerarşi bütünüyle siyasi-dünyevi otoritenin egemenliğialtına girdi. Kilise devletten bağımsız değil, devlet içinde ve devlete bağımlıbir örgütlenmeye sahip oldu. Sonuç, devlete bağlı din olgusuydu.

    16. yy’da ivme kazanan reform hareketleri sonucunda gelişen Protestantoplumların temel problemi dini hoşgörü ortamının oluşturulmasıydı. Farklıinanç kesimlerinin aynı toplum içinde biraradayaşayabilmeleri için, liberal ideolojinin de etkisiyle, dini inanç ve kanaatlerkişilerin özel dünyasına ait olması gereken değerler kümesi olarak görüldü vesiyasi süreç, dini doğmalardan bağısız olarak geliştirilmeye çalışıldı. Ancakbu konuda Batı-Hıristiyan geleneğine sahip ülkeler arasında da önemlifarlılıklar bulunmaktadır. İngiltere, Benelüks veİskandinav ülkeleri resmi bir dine sahip olmaya devam ederken, kıtaAvrupa’sında (Almanya, Fransa, İtalya gibi) devletle din arasında bir "ayırma duvarı" kondu. Devlet tamamen dinin dışındaörgütlenirken, din işlerinin yürütülmesi cemaatlere bırakıldı. Birinci gruptakiülkelerde din, kamu politikalarının oluşturulmasında bir kaynak olmaya devametmekle birlikte, kamu politikaları üzerinde belirleyici bir etkiye sahipdeğildir.

    Genel olarak bütünBatı-Hıristiyan toplumlarında din ve devlet etkileşimi, özellikle boşanma,kürtaj ve dini eğitim gibi konularda hassasiyetini korumaktadır. Bu açıdan dinve devlet arasındaki etkileşim, dinamik ve değişime açık bir süreçoluşturmaktadır.

    İslam dünyasındadin-devlet ilişkileri daha çok Bizans geleneğini andırmaktadır. Osmanlı toplumubu açıdan prototip bir örnek oluşturur. Dini kurumlar bütünüyle devletgüdümünde ve kontrolünde faaliyette bulunmuş, bağımsız örgütlenmeye izinverilmemiştir. İnsanlar ontolojik tercihlerine göre "millet" adıverilen dini toplumlara (Müslüman, Hıristiyan Yahudi) bölünmüş ve her dinitopluma kendi içinde serbestiyet tanınmıştır. Cemaatidüzeyde gerçekleşen bu çoğulcu yapının üzerinde otoriter bir siyasi yapıvarolmuştur. Tanzimatla birlikte iyice belirginleşenBatılılaşma çizgisinde modernleşme çabaları Cumhuriyetle, laik milli birdevleti netice vermiştir. Ancak bu laik din-devlet ayırımına değil dinin devletkontrolünde tutulması esprisine dayanmıştır.

    Özellikle İkinciDünya Savaşından sonra bağımsızlıklarını kazanarak siyasi sahnede yerini alandiğer İslam ülkelerinde Türkiye benzeri bir oluşuma rastlanmamaktadır. MüslümanArap ülkelerinde İslam her zaman siyasi meşruiyetin ana dayanaklarından biriolmaya devam etmiştir. Bu bakımdan Tunus’un bir istisna oluşturduğusöylenebilir. Özellikle kadının statüsüyle ilgili konularda Tunus’taTürkiye’dekine benzer radikal adımlar atılmıştır.

    İslam ülkelerigenelinde din-devlet ilişkileri devletin dine önceliği esasına oturtulmuş; din,siyasi meşruiyetin temel referanslarından biri olarak kalmaya devam ederken,bağımsız bir gelişim ve örgütlenmeye sahip olmamıştır. İran bir açıdan biristisna oluşturur. Güçlü ve bağımsız bir örgütlenmeye sahip olan ulema sınıfı,İran’da devletin Şii kimlikten uzak kaldığı dönemlerde en önemli toplumsalmuhalefet odağı olmuştur.

    Bu çalışmadaBatı-Hıristiyan uygulamasında din-devlet ilişkileriyle ilgili örneklerincelendikten sonra, İslam dünyasına kısa bir bakışla bir felsefi düşünce vesiyasi meşruiyet ilk olarak laikliğin açmazlarına işaret edilecek ve bubağlamda Türkiye örneği değerlendirilecektir.

    A. BATIDA DİN VEDEVLET İLİŞKİSİNİN DÜZENLENMESİ

    1. BÜYÜK BRİTANYABİRLEŞİK KRALLIĞI

    Birleşik Krallığıoluşturan İngiltere, İskoçya ve Galler ile Kuzey İrlanda din ve devletarasındaki düzenlemelerin çeşitli örneklerini sunmaktadır. İngiliz AnglikanKilisesi resmi olarak tanınmış kilise statüsüne sahiptir. İngiliz devletininbaşı olan kral veya kraliçeye tacı CanterburyBaşpiskoposu tarafından giydirilir. İngiliz Kilisesi, Parlamentonun Lordlar Kamarasında Başbakanın seçtiği piskoposlar tarafındantemsil edilir. İskoçya Kilisesi de hükümet tarafından resmen tanınmış birkilisedir. Ancak örgütlenme açısından bağımsız bir yapıya sahiptir. Galler veİrlanda’da ise resmen tanınmış bir kilise yoktur.

    1969’da çıkarılanKilise Meclisi Yönetimi’ne ilişkin düzenlemeyle, Parlamento İngiliz KilisesiGenel Meclisine bir takım yetkiler tanıdıysa da ibadet ve doktrine ilişkinkonularda esaslı değişiklikler yapma hakkını saklı tuttu. 1977’de dönemin İşçiPartili Başbakanı James Callaghan, Anglikan Kilisesipiskoposlarının atanmasına yeni bir düzenleme getirdi. Buna göre, birbaşpiskoposun başkanlığında kilise tarafından seçilen Kraliyet Atama Komisyonu,Başbakana iki aday bildirecekti.

    Kuzey İrlandadışında İngiliz politikasında din, eski ağırlığını kaybetmiştir. Time’ın 1971’deki bir kamuoyu araştırmasına göre, halkınsadece yüzde 2’si İngiliz (Anglikan) Kilisenin kamu hayatında "çoketkili" olduğu düşünmekteydi. Ancak, 1970’lerde "sınıfpolitikası"nın yerini konuya dayalı politikanın alması kilise sözcüklerineülke gündemini oluşturan konular da daha aktif bir şekilde görüş bildirmeimkanı sunmuştur. Nitekim kili-se M. Thatcher’ın ekonomik liberalizminin sosyal sonuçlarınıaçıkça eleştirmiş, bu durum hükümet-kilise ilişkilerinde gerilime yol açmıştır.

    Şimdi bu ülkedekidevlet dini konusundaki anayasal düzenlemeler, dini eğitim, yemin ve nikahkonularına daha yakından bakalım.

    Ülkenin resimdinine veya sekülerliğine ilişkin doğrudan biranayasal belirleme yoktur. Resmen tanınan iki kilise bulunmaktadır: Anglikan veİskoç kiliseleri.

    Bu iki kiliseninresmen tanınmasına ilişkin herhangi bir yasa bulunmamakla birlikte Reformdöneminden İngiltere ve İskoçya’nın birleşmesine kadar geçen sürede bu ikikilisenin bugünkü özel konumlarına zemin sağlayan birçok yasa çıkarılmıştır.

    Pozitif(müdahaleci) bir din-ibadet hürriyeti anlayışı geçerli değildir. Kısıtlamalar,yasaklamalar ve dini niteliklerin yokluğu anlamında din hürriyeti ve hoşgörüvardır. Ancak dine hakaret, Pazar ayinlerine katılım ve Monark’ın(hükümdarın) mensup olduğu din gibi konular, bu negatif din hürriyetianlayışının dışında tutulmuştur.

    MonarkAnglikan kilisesiyle bağlantı içinde olmalıdır. Monarktaç giymeden önce veya taç giydikten sonra Anglikan kilisesini, yine tahtaçıktığında İskoç kilisesini koruyacağına dair yemin eder. Ayrıca, Protestaninancına ve ancak bir Protestanın tahta çıkabileceğiyolundaki düzenlemeyi devam ettireceğine olan sadakatini teyideder.

    Avam Kamarasıüyeleri seçilmelerini veya Monark’ın ölümünü takiben Monark’a bağlılık yemini ederler. Yeminin muhtevası veediliş şekli dini boyutlar taşımakla birlikte Monark’ınProtestanlığa bağlılığını ifade eden anlamda dini değildir. Ayrıca herhangi birdini inanca bağlılık duymayanlar, yalnızca Monark’abağlılık beyanında bulunurlar.

    Avam Kamarasıüyelerinin yemin metni şöyledir:

    Elinde İncil veyaTevrat’ı (eğer Yahudi ise) tutan üye, "Majesteleri Kraliçe Elizabeth’e, onun hukuki varisleri ve haleflerine sadıkkalacağıma ve gerçek bir bağlılık duyacağıma, Kadir-i Mutlak olan Tanrı adınayemin ederim. Tanrı yardımcım olsun."

    Dini bağlanmasıolmayan üyeler ise şu şekilde yemin eder:

    "Ciddiyetle,saygıyla ve samimiyetle ilan ve teyid ederim ki,Kraliçe Elizabeth’e onun hukuki varisleri vehaleflerine sadık kalacağım ve gerçek bir bağlılık duyacağım."

    1978 tarihli YeminKanununun 1. Bölümü, Hıristiyan-Yahudi olmayan kişilerin herhangi bir kanunitarzda yemin etmelerine imkan verir. Mesela, bir Müslüman veya Sih İncil yerine Kur’ân ya da Grand üzerine yemin eder. Lordlar Kamarası üyeleri için de benzeri uygulamalargeçerlidir. Halsbury Kanunlarına göre, "Ülkeninkanunlarına uygun hareket eden hükümdar, Tanrı’nın altında ülkedeki en üstünkudrettir ve üstün otoritesi, sivil-din herkese şâmildir." Monark Anglikan kilisesinin "yüksek idarecisidir"ancak kiliseye ilişkin olarak anayasalar pratiğe geleneğe uygun davranır.

    Roma Katolikkilisesinin lideri Papa gibi, Anglikan kilisesinin tek bir "üstünotoritesi" yoktur. Canterburry ve YorkBaşpiskoposlarının herbiri, kendi bölgelerindehükümrandır. Canterburry Başpiskoposu daha kıdemliolmasına ve bazı uygulama ve seremoniler açısından önceliği olmasına rağmen,Anglikan Kilisesinin "başı" olmak gibi bir mevkii yoktur. Anglikankilisesinin piskoposları gibi Başpiskopos da Monarktarafından anayasal pratiklere uygun olarak Başkanın gösterdiği adaylararasından atanır.

    İskoç kilisesipiskoposluk sistemine sahip olmadığı için, hiyerarşi problemi de yoktu.Kilisenin en üst merci olan Moderatör, bir yıllığınaseçilir ve kilisenin her yıl yapılan Genel Meclisine başkanlık eder. Hükümdar,Yüksek Vekil sıfatını taşıyan bir lord tarafındantemsil edilir.

    Bütün devletokullarında dini eğitim verilmesi zorunludur. Bu zorunluluk ilk ve orta okullarile altı yıllık kolejler (6 th form colleges) için geçerlidir. Özel okullar veya hemşireokullarıyla ilkokullardaki hemşirelik dersleri için yada daha üst seviyedeki kolejlerde böyle bir zorunluluk yoktur. Devletokullarında dini eğitim verilmesi zorunlu olmakla birlikte ebeveynlerçocuklarının din derslerine ve-veya ortak ibadetlere katılmamasınıisteyebilirler. Ayrıca öğretmenlerin de bu derslere katılmama hakkı vardır.

    Zorunlu dindersleri, isteğe bağlı (voluntary) devlet okullarıylail (conty) devlet okullarında ayrı ayrı düzenlenmiştir. 1944 tarihli Eğitim Kanunu, kiliseokullarını, isteğe bağlı okul statüsünde devlet okulları arasına katarak ikilibir sistem getirmiştir. İsteğe bağlı okullar çoğu Anglikan ve KatolikKiliselerine bağlıdır. Ayrıca çok az sayıda Yahudi okulu bulunmaktadır. Bu kategoridekiokullarda dini eğitim ve ibadet, ilgili mezhebin gereklerine göre yapılır. İl (county) okullarında dini eğitim, mezheplere göre değil,mahalli seviyede mutabık kalınan bir programa göre yürütülür. Bu mutabakataAnglikan Kilisesi temsilcileri, diğer din mezhep temsilcileri, öğretmenler vemahalli eğitim yetkilisi taraf olarak katılırlar.

    1988 tarihli EğitimReformu Kanunu, dini eğitim için yeni kayıtlar getirmiştir. Buna göre, 29 Eylül1988 tarihinden sonra oluşturulacak programlar, Büyük Britanya’da dinigeleneklerin esas itibariyle Hıristiyanî karaktertaşıdığı gerçeğini yansıtmalı, ancak ülkede temsil edilen diğer ana dinlerinöğreti ve uygulamalarını da göz önüne almalıdır. Bu hüküm, 1993 EğitimKanunuyla genişletilerek, bütün mahalli eğitim makamlarının, 1988’de çıkarılankanunun gereklerini yerine getiren din eğitim programlarını benimsemeleriöngörülmüştür.

    İngiliz hukuku dörttür nikah kıyılmasına imkan vermektedir.

    i. Sivil evlilik

    Evlilik merasimi,sicil idaresinde, bir Sicil Memuru ve Sicil Kâtibinin huzurunda kamuya açıkolarak yapılır. Merasim şekil olarak seküler olmalıve iki şahit bulunmalıdır.

    ii.Anglikan Kilisesinin ayinlerine göre evlilik

    Bu evlilikler,yalnızca bir kilise veya şapelde, bir din adamı ve iki şahidin huzurunda kıyılır.

    iii.Diğer dini inançlara göre yapılan evlilikler

    Katoliklik diğerProtestan kiliseleri, İslam vb. İnançlar bu kategoriye girer. Evlilik merasimi,Sicil Kanununa göre ibadet yeri olarak tescil edilen ve evlilik merasimiyapılabileceği belirtilen yerlerde yapılmalıdır. Bütün kayıtlı binalar, genelibadet yerleridir. Yirmi hane halkının yazılı isteğiyle gösterilen binalar,ibadet yeri olarak tescil edilir. İlgili ibadet yerindeki görevlilerin rızasıolmadan, bu mekanlarda nikah kıyılamaz. Bu tür yerlerde kıyılacak nikah ikiveya daha fazla şahidin huzurunda kamuya açık olarak akdedilir. Tescil edilmişbir binada yapılan evlilik merasimine ya bir tescilmemuru veya bina görevlileri tarafından belirlenmiş yetkili bir kişikatılmalıdır. Yetkili kişinin görevi, nikah merasiminde hukuki formalitelerinyerine getirilmesini gözetmek ve nikâh akdinin kaydedilmesini sağlamaktır.Uygulamada yetkili kişi vaiz, rahip veya imamdır. Sicil memuru yerine yetkilibir kişinin katılımına izin verme, Anglikan Kilisesi, Kuveykırlar(Quarkers) ve Yahudilik dışındaki din toplulukmensuplarına karşı ayırımcılığı önlemeyi hedefler.

    iv. Kuveykır ve Yahudi evlilikleri

    Bu evlilikler,bütünüyle, ilgili dinlerin gelenekleri çerçevesinde gerçekleşir. Genel olanevlilik merasimleri saat 8 ile 18 arasında yapılır. Ancak, tarihi sebeplerle busınırlar Kuveykır ve Yahudi evlilikleri için geçerlideğildir. Kuveykırlar usulünce kıyılan nikahlarilgili bölgeye bu mezhep tarafından tayin edilen kayıt memuru tarafından tesciledilir. Yahudi evliliklerinde ise, kocanın mensup olduğu sinagog sekreterievliliği kaydeder.

    II. FRANSA

    Fransa, en katılaiklik uygulamalarına sahne olan kıta Avrupasıülkesidir. 1789 devrimi, kilise arazilerini devletleştirirken, kilisesini kamuhayatında rol almasını da reddetti. Bu durum iki yüzyıl sürecek bir çatışmaortamına, kilise-devlet mücadelesinin doğuşuna kaynaklık etti.

    3. Cumhuriyetlebirlikte, 1905’te Fransa’da kilise ve devlet kesin olarak birbirinden ayrıldı.Günümüz de, din eğitimi, din adamlarının konumu ve Hıristiyan Demokrathareketin kendisi din-devlet ilişkilerindeki gerilim hattını oluşturmaktadır.

    1959’da yapılandüzenlemeyle özel okulların yüzde doksanının Katolik okulları oluşturmaktadır. Sübvanse edilmesi karşılığında bu okulların belirli standartlarauygulama zorunluluğu getiriliyordu. Ancak bu zorunluluk, okulların Katolikkarakterini bastırmayacaktı. Özel okulları devlet bünyesine alma vaadindebulunan F. Mitterrand, 1981’de başkan olduktan sonrabu sözünü gerçekleştirdi. Ancak okulların Katolik karakteri korundu.

    Bu okullardaçalışan din adamı öğretmenlerin statüsü de bir başka problem alanınıoluşturmaya devam etmektedir.

    III. İTALYA

    İtalya’dadin-devlet ilişkileri kiliseyle yapılan anlaşmalar temelinde belirlenmiştir.1870’te laik bir yapıya kavuşturulan devlet üzerinde kilisenin dünyeviotoritesine son verildi. 1929’daki anlaşmanın yerini alan 1984 anlaşmasınagöre, Katolikliğin İtalya’nın resmi dini olma statüsü kaldırıldı. Anayasanın 7.maddesine göre, "Devlet ve Katolik Kilisesi, her biri kendi alanındabağımsız ve egemendir." 8. maddeye göre de "Bütün dini mezheplerkanun önünde eşit olarak serbesttir. Katoliklik dışındaki dini mezheplerİtalyan adli teşkilatıyla çatışmaması kaydıyla kendi akidelerine göreteşkilatlanmak hakkına sahiptir. Bu mezheplerin devletle ilişkileri,temsilcileriyle yapılan anlaşmalar temel alınarak kanunla düzenlenir."

    Nüfusunun yüzde98’i Katolik Hıristiyan olan İtalya’da günlük politikada dinin önemli bir yerivardır. Hıristiyan Demokrat Parti, 1945 sonrasında kurulan hemen bütünhükümetlerde görev almıştır.

    Din-devletilişkilerinin düzenlenmesi açısından büyük önem taşıyan, devlet dinikonusundaki anayasal düzenleme, Parlamento üyelerinin yemin metinlerinindini/din dışı karakteri, mabedlerin bakım ve inşası,dini kuruluşlar, istihdam edilen personelin atama ve giderleri, devletin dinikuruluşlara mali katkısı, dini eğitimin zorunluluğu/iradiliğinin, dini nikah vedini faaliyetlerin finansmanı gibi konular aşağıdaki paragraflardaincelenmiştir.

    1. İtalyananayasası hiçbir dini, devlet dini olarak tanımaz. Aksine, bütün dinleri dinihürriyet açısından eşit olarak değerlendirir. Anayasanın 19. maddesine göre"herkes, halka dini merasimler (ayinler) dışında, dini kanaatleriniistediği şekilde, ferdi veya örgütlü olarak açık propagandasını yapma veaçıktan veya özel olarak uygulanmaya aktarma hakkına sahiptir."

    Devlet ve dinigruplar arasındaki ilişkinin düzenlenmesi, sözkonusuilişkinin Katolik kilisesi veya başka bir dinle olmasına göre değişkenlik arzetmektedir. Anayasanın 7. maddesine "Devlet ve Katolik kilisesi, her birikendi alanında bağımsız ve egemendir. Din ve kilise ilişkisi Lateran anlaşmalarıyla düzenlenir. (Laterananlaşmaları, adını Roma’daki Lateran Katedralindenalmaktadır.) Anlaşmalarda yapılacak değişiklikler, anayasa değişikliği içinöngörülen prosedür bağımsız olarak her iki tarafça kabul edilir." Bu,devletle Katolik kilisesi arasındaki ilişkilerin, özel bir tür milletlerarasıanlaşmaya benzeyen "Konkordat, " iledüzenlenmesi gerektiği anlamına gelir. Anayasanın atıfta bulunduğu Konkordat, 1929’da devletle Katolik Kilisesi arasındaimzalandı. Anayasanın 7. maddesi gereğince, bu Konkordatınhükümleri İtalyan devleti tarafından tek taraflı olarak değiştirilemez; ancakdevlet, Katolik Kilisesiyle anlaşarak değişiklik yapabilir. Adı geçen hükmeuygun olarak 18 Şubat 1984’te İtalyan devletiyle Katolik kilisesi Lateran anlaşmalarında değişiklik yapan yeni birdüzenlemede mutabık kaldılar. Bu mutabakatla, 25 Mart 1985’te, 121 no’lu kanun yürürlüğe girdi. Yeni düzenlemeyle Katolikdini, Cumhuriyet Anayasasının yürürlüğe girmesinden sonra fiili olarak ortayaçıkan gerçekliğe uygun olarak, devletin resmi dini olmaktan çıktı.

    Devletle Katolikdini dışındaki diğer dinler arasındaki ilişkiler, Anayasasının 8. maddesiyledüzenlenmişti. Buna göre "Bütün dini mezhepler kanun önünde eşit olarakserbesttir. Katoliklik dışındaki mezhepler, İtalyan adli teşkilatıylaçatışmaması kaydıyla, kendi akidelerine göre teşkilatlanmak hakkına sahiptir.Bu mezheplerin devletle ilişkileri, temsilcileriyle yapılan anlaşma temelalınarak kanunla düzenlenir. "Maddeden anlaşılacağı üzere, yalnızcadevlet-Katolik kilisesi arasındaki ilişkiler Konkordatladüzenlenmektedir. Diğer dinlerle devletin ilişkilerinin mezkur kanunla düzenlenmesigerekmemektedir. Ancak devlet, herhangi bir din gruplar ilişkisini kanunladüzenlemek isterse, ilgili grubun temsilcileriyle önceden anlaşmak zorundadır.Böyle anlaşmanın olmadığı durumlarda, ilişkiler Anayasanın din hürriyetinidüzenleyen 19. maddesine göre yürütülür.

    Mevcut durumda,devletle Waldensian Masası tarafından temsil edilenkiliseler, 7. Gün Hıristiyan kiliseleri İtalyan Birliği, Tanrı’nın Meclislerive İtalya Yahudi Cemaatler Birliği arası ilişkiler kanunla düzenlenmişbulunmaktadır.

    2. Cumhurbaşkanı,Parlamento ve Kabine üyelerinde görevlerine başlarken dini bir yemin ister.Anayasanın 19. maddesi, Cumhurbaşkanının göreve başlamadan önce, Parlamentonunoturumunda Cumhuriyete ve Anayasaya sadakat yemini etmesini öngörür. Anayasanın93. maddesi Başbakan ve bakanlar için de aynı hükmü getirir.

    3. Katolikkiliseleri ile ilgili hükümet sorumluluğu İçişleri Bakanlığı ve bu Bakanlığabağlı Mezhep ve Mabedler Genel Müdürlüğü’nün yetkialanı içindedir. Mahalli seviyede ise, bu yetki valiliklere bırakılmıştır.

    Bu konudakidüzenlemeler, 1984 Şubat’ında imzalanan anlaşmanın Ek Protokolüyle yenidendüzenlenmiştir. Bu düzenlemeler arasında, mahalle kiliselerinin inşasınadevletin mali katkısı ve kiliselerin gayr-i menkullerine ilişkin düzenlemedikkati çekmektedir. Kiliseler ve Katolik hizmetlerine ait diğer binalarşehirlerin yaşanabilirliğini geliştirmek amacıyla ikinci derecede şehirgeliştirme eserleri arasında sayılmaktadır. Ayrıca dini binaların inşasına ilişkindevletin desteği, Dini Binalar Fonuna yapılan yıllık 3.500.000.000 Liretliktahsisatı da ihtiva eder.

    Merkezi bütçedenayrılan tahsisatın yanı sıra, mahalli yönetim bütçelerinden de bu amaçla fonlarayrılmıştır. Özellikle belediye yönetimleri, mevcut kaynakların yetersizliğidurumunda dini binaların bakımı için katkıda bulunmakla yükümlüdür. Bunun yanısıra İtalya’nın birleşmesinden önce kamu yasası uyarınca birçok belediyenin,kilise organlarına başka hizmetler sunması gerekmektedir.

    Medeni Kanun, Katolikinancına tahsis edilen bir binanın, ibadet amacıyla kullanıldığı sürecemülkiyet özel kişilere de ait olsa, başka tür bir kullanıma verilemeyeceğini vemülkiyetinin başka kişilere devredilemeyeceğini belirtir.

    Katoliklikdışındaki dini inanç topluluklarının devletle ilişkilerini düzenleyenyasalar,binaların inşası konusunda, söz konusu topluluğun dini ihtiyaçlarının seküler makamlar tarafından göz önüne alınmasını gereklikılmaktadır. Nihayet, Roma şehir geliştirme plânı, bir ceminin inşasını"genel kamu hizmeti" olarak değerlendirirken, bu tür mabedleri, Katolik Kilisesinde olduğu gibi, ikinci derecedeşehir geliştirme eserleri arasında saymamaktadır.

    4. Dini gruplarınteşkilatlanma hürriyetlerine uygun olarak, dini kuruluşlar istihdam ettikleripersoneli kendileri eğitir ve atar.

    5. Dini kuruluşlarkendi kendilerini finanse eden örgütlerdir. Dolayısıyla, kendi personellerinekendileri ödeme yapar. Katolik din adamlarının konumunu bu açıdan düzenleyen1985 tarih ve 222 numaralı kanun, her bir piskoposluk bölgesi için tüzelkişiliği olan bir organ oluşturulmasını öngörmektedir. Organ her piskoposlukbölgesindeki ihtiyacı karşılayacak şekilde İtalya Piskoposlar Konferansıtarafından belirlenecek fonu sağlamakla yükümlüdür. Mali açıdan bu ödemelerücret olarak değerlendirilmekte ve Din adamlarının Geçimini Sağlama MerkezEnstitüsü tarafından alınan vergiye tabi bulunmaktadır. Enstitü, aynı mevzuatagöre, din adamlarının sosyal güvenlik ödemelerini üstlenmektedir. Bunundışında, hem Merkez enstitüsü, hem de diğer enstitüler din adamları adınasosyal güvenlik kalemleri sağlayabilir.

    6. İtalya Katolikkilisesinin ki devletlerarası hukuka göre egemen ve bağımsızdır-özel hukukaçısından tam bir hukuki şahıs olarak değerlendirmez. Ancak çeşitli yasalar,Kilise Teşkilatı içinde çeşitli organları hukuki bir şahıs olarakdeğerlendirmektedir. Bunların başında Kutsal Görüş gibi Katolik kilisesi örgütüiçinde üst yönetim organı olmasının yanı sıra, İtalyan hukuk sisteminin hukukkap-samı içinde bulunan bir hukuki şahıstır. Katolik hiyerarşisinde, KutsalGörüş’ten sonra gelen İtalyan Piskoposlar Konferansı, bir hukuki şahıs olaraktanınmıştır. Kutsal Görüş’le birlikte İtalyan Piskoposlar Konferansı İtalyanhükümet makamlarına karşı Katolik kilisesinin çıkarlarını temsil eder.

    7. İtalya’da en üstdini makam, Roma Piskoposu ve İtalya Başpiskoposu olan Papadır. Papa, selefininölümünü takiben toplanan Kardinaller Meclisi tarafından ömür boyu görevdekalmak üzere seçilir.

    8. Devlet, Katolikveya başka bir kiliseye doğrudan mali katkıda bulunmamaktadır. Ancak dinadamlarının ve misyoner örgütlerinin giderlerini karşılamak ve diğer dinfaaliyetleri finanse etmek için kurulan fonlara yapılan bağışlara, özel vergimuafiyetleri getirilmiştir. Herkes, bu şekilde yapılan yıllık toplam iki milyonLiretlik bağış giderini vergiden düşebilir. Dahası, Katolik Kilisesi, 7. Günİleri Hıristiyan Kiliseleri İtalya Birliği ve Tanrının Meclisleri mezhebi,hükümet destekli bir kendi kendini finanse etme projesine katılmaktadır. Bukuruluşlar, eğer vergi mükellefinin ödediği yıllık gelir vergisinin bindesekizini alma hakkına sahiptir. Eğer vergi mükellefi bu tür bir taleptebulunmamışsa, söz konusu miktar maliye tarafından alı konur. Bu tür bir fonaerişimi sağlanan kiliseler, aldıkları parayı nasıl harcadıklarını gösterenyıllık hesaplarını, İçişleri Bakanlığına sunmakla yükümlüdürler.

    9. Devlet, Katolikdinin bütün okullarda öğretilmesini gözetir. Herkesin böyle bir öğrenim almayada almama hakkı teminat altındadır. Bu hak kayıt sırasında öğrenci veyaöğrenci velisi tarafından okul görevlisinin sorduğu soruya verilen cevaba göreuygulama alanı bulur. Dini öğrenim almamaya karar verenlere karşı hiçbir ayırımyapılamaz. Üstelik, okul yönetmeliklerine göre, dini öğrenimin öğrencilerarasında ayırıma yol açmaması gerektiği gibi, diğer dersler de dini birperspektifle işlenemez. Öğrenciler hiçbir şekilde dini uygulama ve ayinlerekatılmak zorunda bırakılamaz. Katolik dışındaki dini kuruluşların sözcüleri,öğrencilerin, velilerin veya okul görevlilerinin kendi inanç sistemleriyleilgili sorularını cevaplama hakkına sahiptir. Bu, okul yönetimleri tarafındanöngörülen kültürel faaliyetlerin bir parçası olup, mali yükü ilgili dinikuruluş tarafından üstlenilir. Her halükarda, İtalya Cumhuriyeti hür okul vehür öğretim prensibine sadakatle bağlı olduğu için Katolik kilisesi ve diğerdini örgütler her seviye ve vasıfta eğitim-öğretim merkezlerini serbestçe kurmahakkına sahiptir.

    10. Katolikkilisesi bağlamında, 1929 Konkordatına göre, birKatolik kilisesi rahibi tarafından kıyılan nikah, sivil nikahla aynı sonuçlarasahiptir. Ancak, dini nikah işleminin sivil kayıtlara geçirilmesi gerekir. Buna"konkordat evliliği" denir. İtalyan hukukutarafından tanınan diğer dinlerin vecibelerine göre kıyılacak nikaha gelince,Belediye tarafından daha önce belirtilen yasaklara uygun olarak, sivilkayıtlara geçirilmesi şartıyla, bu nikah türü sivil nikahla aynı hukukisonuçları doğurur. Damat ve gelin adayları, bağlı bulundukları dininvecibelerine göre nikah kıymak istediklerini Sivil Kütük Memuruna bildirir.Bundan sonra, Sivil Kütük Memuru, aday çifte, evliliğe ilişkin yasaklarlabirlikte medeni hukukun damat ve geline ilişkin maddelerini okuduklarına dairbir yazı verir ve karı-kocanın karşılıklı hak ve vazifelerini açıklar. Nikahıkıyan din adamı, bu yazıyı evlilik sertifikasına iliştirir ve Sivil KütükMemuruna iade eder.

    11. Katolikkilisesinin ana yayın organı, Vatikan Radyosudur. Ayrıca çeşitli piskoposlukbölgelerinde yayın yapan mahalli radyolar bulunmaktadır. Katolik olmayan dinigruplara gelince, düşüncenin serbestçe ifadesini kabul eden Anayasaya uygunolarak, bu gruplar tarafından mahalli seviyede yayın yapmak için yapılacakbaşvurular, ilgili dinleyici kitlesi gözetilerek radyo frekansları dağıtımı gözönüne alınır.

    IV. ALMANYA

    1987 rakamlarınagöre 61.1 milyon nüfusu olan ülkede Katolikler 26.2 milyon (%42.9) nüfuslaülkedeki en büyük dini topluluğu oluştururken, Protestanlar 25.4 milyon kişiylenüfusun yüzde 41.6’sını oluşturmaktadır.

    1949 Anayasasıkilise ve devleti birbirinden ayrı iki alan olarak düzenlerken din ve vicdanhürriyetini teminat altına almaktadır. Buna göre "İnanç hürriyetine,vicdan, felsefi ve dini inanç hürriyetine dokunulmaz. Dinin serbestçe icrasıtemin edilir." (Anayasa, md. 7.)

    Kilise vergisiningenel vergi kalemleri içinde sayılarak devlet tarafından toplanması, kiliseörgütüne cömert bir mali destek sisteminin sürdürülmesini sağlamaktadır.

    Alman hukuksisteminde 1997’de yapılan düzenlemeyle boşanma"liberalleştirilmiştir."

    Kilise-devletilişkileri konusunda 1974’de "Hür Devlette Hür Kilise" şiarıylaKilise vergisinin kaldırılarak gönüllü üyelik aidatı sisteminin getirilmesi,kiliseye tanınan kamu sübvansiyonları ve mali imtiyazların kaldırılması,nihayet kamu eğitiminin dini açıdan nötr hale getirilmesini öngören bir reformprogramı açıklayan Hür Demokrat Parti (FDP) daha sonra Hıristiyan Demokratlarıniktidar ortağı olunca bu taleplerinden vazgeçti.

    B. BAZI MÜSLÜMANÜLKELERDE DİN VE DEVLET İLİŞKİSİNİN DÜZENLENMESİ

    I. SUUDİ ARABİSTAN

    Suudi Arabistan,laik bir anayasanın ve laik temelde oluşturulmuş yasaların yokluğuanlamında-ticari şirketlerin işleyişini düzenleyen yasalar müstesna-İslami bir devlettir. Şeriat, hukuk sisteminin temelinioluşturur. Ülkenin İslami prensiplere göreyönetildiği varsayılıyorsa da bunun pratikte ne ifade ettiği pek açık değildir.Çünkü İran İslam Cumhuriyetinden farklı olarak, ülke yazılı bir anayasaya sahipdeğildir ve günlük işler kral ve hanedan üyeleri tarafından yürütülmektedir.Ayrıca seçilmiş bir meclis veya resmi bir ulema konseyi mevcut değildir.Dolayısıyla karar verme süreci her türlü halk temelli denetimin dışındadır.

    II. İRAN

    Ülkede resmi dinŞia İslamdır. Nüfusun yüzde 90’a yakını Şianın İsna-aşeriyye (İmamiyye) kolundan olup Caferi hukuk okuluna (mezhebine)bağlıdır.

    İran da din-devletilişkisi, diğer tüm İslam ülkelerinden farklılık gösterir. Tarihi süreç içindeŞii ulema, devlete karşı bağımsızlığını her zaman korumuş ve siyasi otoritekarşısında en önemli örgütlü gücü oluşturmuştur. 1979 devriminden sonra daulema aktif olarak siyasi hayata katılmış ve siyasi süreç önemli ölçüde bu gruptarafından yönlendirilmiştir. Ayetullah Humeyni’ninŞii fıkhına getirdiği "velayet-i fakih"kavramı, ülkede Şii İslamın sürekliliğinin-siyasidüzeyde sağlanması görevini ulemaya vermiştir. Ülkede Şii İslamınçerçevesini çizdiği bir "nomokrasi" (kanundevleti) vardır. Halk tarafından seçilen mecliste muhalefet tanınmış sınırlariçinde varlığını duyurabilmektedir.

    Meclisin aldığıkararlar "velayet-i fakih" makamını işgaleden imamın -şu anda Ali Hameney-tasdikiyleyasalaşır.

    Ülkede SünniMüslümanlar, Yahudiler ve Hıristiyanlar gibi dini azınlıklar bulunmaktadır. Buazınlıklar resmi olarak tanınmış olup dinlerinin gereklerini yerine getirmekteserbesttirler. Ancak siyasi görevler bu azınlıklara kapalıdır.

    III. MISIR

    Ülke nüfusununyüzde 90’ını Sünni Müslümanlar oluşturur. En önemli dini azınlık KıptiHıristiyanlardır.

    Laik-milliyetçihareketin damgasını vurduğu Mısır’da siyasi süreç ve hukuk sistemilaikleştirilmeye çalışılmış, bunda büyük ölçüde Fransız hukuk sistemindenfaydalanılmıştır.

    Ülkenin resmi diniİslam olmakla birlikte, din ve sınıf temelinde siyasi partilerin kurulmasıyasaktır. Devlete bağımlı ve devlet destekli İslam (resmi İslam)’ın yanı sıra devletten bağımsız İslamigruplar, özellikle Müslüman Kardeşler siyasi sürece giderek etkin bir şekildekatılmaktadır. 1987’de Sosyalist Emek Partisiyle yaptıkları ittifak sonucunda418 seçilmiş üyesi bulunan Milli Meclise 38 milletvekili göndermeyi başardılar.Müslüman Kardeşler, "temel hak ve hürriyetler" retoriği etrafındasiyasi faaliyetlerini yürütmekte ve şiddet dışı kalmaya özen göstermektedir.İslam, siyasi meşruiyetin en önemli dayanağı olmaya devam etmektedir. 1980’deanayasada yapılan değişiklikle Şeriatın Mısır hukuk sisteminin "anakaynağı" sayılması bunun bir göstergesidir. İslamihareket siyasi süreç üzerindeki etkisini zaman içinde sürekli arttırmıştır.

    IV. PAKİSTAN

    1947’de kurulan Pakistan’damilli kimliğin ana belirleyicisi İslam’dır. Bununla birlikte, kuruluşta ülke İslami bir çizgiye sahip olmaktan uzaktı. Nitekim 1956Anayasası İslami devlet tanımlamasını içermiyordu.Ancak ülkenin adı yine de "Pakistan İslam Cumhuriyeti" olarak belirtilmişti.1962 Anayasası bunu "Pakistan Cumhuriyeti" olarak değiştirdi. 1963’teİslami çevrelerin baskısıyla "Pakistan İslamCumhuriyeti ibaresi Anayasa’ya yeniden kondu.

    1962’de çıkarılanAile Hukuku Nizamnamesi kadının statüsüyle ilgili olarak Şeriat dışındadüzenlemeler getiriyor, poligamiyi (çok eşlilik) kontrol altına alıyor veboşanmada kadınlar lehine değişiklikler yapıyordu.

    ZülfikarAli Butto döneminde yapılan 1973 Anayasası İslamı devlet dini olarak tanımlıyordu. Ancak, bütün "İslami" partilerin ortak bir cephe etrafında Butto’ya muhalefet etmeleri, vurguyu "İslamileştirme" politikaları üzerine kaydırdı.

    1977’de darbeyleiktidara gelen general Ziya-ül Hak, amacını Şeriatdüzenini yerleştirmek olarak belirlemişti. 1988’de yayınlanan bir başkanlıkkararnamesi mevcut bütün laik yasaların kaldırılması ve Şerihukukun ikamesini öngörüyordu.

    1988 seçimlerindensonra iktidara gelen Benazir Buttoliderliğindeki Pakistan Hak Partisi "İslamileştirme"sürecine ihtiyatla yaklaşmakla birlikte herhangi bir değişiklik getirmedi.Pakistan’ın "İslami demokrasi" deneyimihenüz kurumlaşabilmiş değil.

    SONUÇ

    Laiklik evrenseldeğil tarihi bir olgudur. Batı Hıristiyan toplumlarında yaşanan Rönesans veReform süreçlerinin ulus devlet çerçevesi içinde şekillenen ve Aydınlanmadüşüncesinde mülhem bir sonucudur. Katolik toplumlarda dinin siyasal alanınıdışına taşınmasını ifade eder. Derken, Protestan toplumlarda bu çerçevegenişleyerek sivil ve ferdi alanların da din dışılaştırılmasıanlamlarını kazanmıştır.

    Liberal felsefeninhayatı kamusal olan\ özel olan olarak ikiye bölmesi ve bu iki duvar arasına sugeçirmeyen" bir tecrit duvarı örmesi, son tahlilde aydınlanmacı\laik-mutlakçı aklın imanın yerini almasına yol açmıştır. Dini inançların diğerfelsefi ve ideolojik inançların kamusal\ siyasi olanı etkileme imtiyazındanyoksun bırakılması, laikliği bir dinsizlik dogmasına dönüştürmüştür.

    Gerçekten de herbeşeri ideolojinin iktidara talip olabilme hakkına sahip olması, kendivazettiği hayat tarzını yasalar yoluyla dayatabilmesi, fakat iman temelli inançve hareketlerin bu meşruiyet zeminine sahip olamaması, laik-ulus devletleri,belli bir hayat tarzının çeşitli tonlarıyla dünyeviliğn-emrediciyasalar ve diğer toplumsallaştırma araçlarıyla dayatılması anlamında totaliterkılmaktadır.

    Laiklikdemokrasiyle aynı felsefi zemini paylaşır. İkisi de, Gellner’insaf aydınlanmacı, izafiyetçi ve fundamentalist olarakkategorileştirdiği hakikat kavrayışları içinde, saf aydınlanmacı-akılcıyaklaşımı benimser. Buna göre, mutlak hakikat varsa da kimse bunu temellükedemez, "Mutlak hakikat şudur" diyemez. Vahiy, bu kavrayış içindeanlamsızlaşır ve reddedilir. Kimse mutlak hakikati-doğruyu-iyiyi temsilettiğini iddia etse de bunu ispatlayamayacağına, dolayısıyla da genelleme hakkınasahip olamayacağını göre, toplumsal yaşayışın kamusal alanı tekellerine almaeğilimi nasıl önlenecektir? Hakikatin bu şüpheci kavranışı, hem kurumsal hem deideolojik anlamda demokrasinin meşruiyet zeminini oluşturur. Bu sorunun cevabı,F.Hayek’in özlü ifadesiyle "kafaları kırmakyerine, saymakta" bulunmuştur. Buna göre, din de bir hakikat kavrayışıolarak en azından teorik planda-siyasi iktidarı kullanma hakkına, seçimle gelmeve seçimle gitme kuralına bağlı olarak, sahip olmalıdır.

    Ancak, yukarıdaanlatılan örneklerde de kısmen görüldüğü gibi, uygulama hiç de böyle değildir.Laikliği, kamusal alanı etkilemede bütün inanç ve ideolojilere eşit haktanınması ve bu süreçte devletin hakem tutulması olarak anlayan ülkelerde bile,gerçekte farklı bir hayat tarzı öneren inançlar-İslam gibi iktidar olma şansınasahip olduğunda bu ahlaki ilke unutulmakta, laiklik dünyevi hayat tarzınınkoruyucu kalkanı haline sokulmaktadır.

    Demokratik laiklik,yasamanın münhasıran dini olmasını reddeder. Ancak, bir yasa önerisini sırf dineuygunluk arz ediyor diye, dışlamaz. Eğer yapılan buysa karşınızda demokratikdeğil, militan laiklik vardır. Türkiye’de hakim olan laiklik anlayışı-demokratikleşmeyle birlikte yumuşamışsa da-bu militan laiklik anlayışıdır. Buanlayış, "Dua etmekte hürsün; fakat öyle et ki, yalnız Allah işitsin"anlayışıdır. Din sadece ibadetlerin icrasına indirgenirken, bu bilesulandırılmakta, devlet ibadet uygulamalarında bile mütehakkim bir tavır içindebulunmaktadır. Bir hadis mealinin yayınlanmasının bir derginin kapatılma sebebiolduğu (Ağaç Dergisi, 1943), ibadet dilinin Türkçeleştirildiği, bütünüyleibadet hayatına taalluk eden konularla iştigal eden tarikatların yeraltınaitildiği, Risale-i Nur Müellefinini sırf"kuvvetli bir dini cereyan verdiği" gerekçesiyle "lâdiniCumhuriyetin prensiplerine muaraza ettiğinin"ileri sürüldüğü, bu yüzden de çeyrek asırlık sürgün ve hapislere maruzbırakıldığı, kısacası İslamın yerine milliyetçiliğinsivil bir din olarak ikame edilmeye çalışıldığı tek parti dönemi laikliğine karşıBediüzzaman, kendi çalışmalarını "hürriyetperdesi altında yürüyen mutlak bir istibdada, laiklik maskesi altında dine vedindarlara karşı tatbik edilen ağır bir baskıya muhalefet" (Tarihçe-iHayat, s. 564.) olarak niteler.

    Laikliğin dinsizlikolmadığını, aksine "bîtaraf olmak,yani hürriyet-i vicdan düsturuyladinsizlere ve sefahetçilere ilişilmediği gibi,dindarlara ve takvacılara da ilişmemek" olduğunu belirterek, dinsizlikhesabına çalışan bir mahiyet kesbetmişse, canını fedaetme pahasına buna muhalefet edeceğini belirtir. (Tarihçe-i Hayat, 358) Bediüzzaman’ın demokratik laiklik anlayışını "hakemdevlet" anlayışıyla telif ettiği ve devlete "sivil" bir rolyüklediği anlaşılmaktadır. Laikliğin din düşmanlığının sığınağı halinegetirilmesine şiddetle karşı çıkarken "Ekser-i hükemanın Garbda ve Avrupa’da zuhuru ve ağleb-ienbiyanın Şark’ta ve Asya’da tulûları kader-i ezelinin bir işaret ve remzidirki, Asya’da hakim, galip, din cereyanıdır. Elbette, Asya’nın ileri kumandanıolan bu hükümet-i Cumhuriye, Asya’nın bu fıtrihasiyetinden ve madeninden istifade edecek ve bîtarafaneprensibini, değil dinsizlik tarafına, belki dindarlık tarafına temayülettirecektir" (a.g.e, s.212) sözleriyle ilginç bir tespitte bulunur. Buifadeler öncelikle laikliğin evrensel, genel-geçer bir olgu olmadığını,Hıristiyan Batı toplumlarının tarihi tecrübesinden doğduğunu ve butoplumlardaki din/devlet geleneği içinde biçimlendiğine işaret etmektedir. Bunagöre, laikliğin Hıristiyan Batı toplumlarına hakim olması "tabi" olarakgörülse bile, Asyalı ve özellikle Müslüman toplumlarda böyle bir tabiiliktenbahsedilemez.

    Aynı şekilde, nasılİtalya, Katolikliği vatandaşlarını nasıl dini olarak kabul etmiş ve laikolmasına rağmen diğer dinlerden farklı bir statüye tabi kılmışsa, Bediüzzaman da bu ilkenin asli sahiplerinin Müslümanlarolduğu gerçeğinden hareketle devletin "dindarlığa temayülgöstermesini", sosyal barışın zaruri bir gereği olarakdeğerlendirmektedir.

    "Allah"lafzının hukuki metinlere girmesini laikliğe aykırı gören militan anlayışındevlet gücünü temellük çabalarının sürdüğü bir ortamda, Bediüzzaman’ınönerilerinin toplumsal vicdana mal edilmesi, hem İslamıbir siyasi bir partinin payandası olma görünümünden kurtaracak, hem de laikliğidin düşmanlığı için bir stepne olmaktan koruyacaktır. "Demokratmisyon"un temsilcisi olduğunu iddia eden, ancak hızla eriyerek CHP ve MHPçizgisini izler konuma düşürülen siyasi hareketler, bu anlamda birtoparlayıcılık görevini ihraz etmezse, Türkiye’de kazanan "sözün gücü"ve "ahlakın güzelliği" yani "insaniyet-i suğra"değil, kaba kuvvet ve tahakküm olacaktır.

    Kaynaklar

    Berkes,Niyazi. Türkiye’de Çağdaşlaşma (İstanbul, Doğu-Batı Yayınları t.y.)

    Boir, Frank (ed). Countries of the World. Vol.I-II, (Detroit: Gale research Inc., 1990)

    Mews, Stuart. Religionin Politics: A World Guide (uk: Longman, 1989)

    Moysel, Geodrge (ed). Politics and Religionin the Modern World (London: Routledge, 1991)

    Nursi, Said. Tarihçe-i Hayat(Almanya: Yeni Asya Neşriyat, 1994)