Köprü Anasayfa

Laiklik ve Sekülerizm

"Yaz 95" 51. Sayı

  • Modern İnsanın Yasam Şartları

    Erich FROMM

    Tercüme: Mücahid BİLİCİ

    Ortaçağ kapanırken,Batılı insan hayalini kurduğu dünyanın nihaî tahakkukuna ulaşıyor görünüyordu.Totaliter bir kilisenin otoritesine, geleneksel düşüncenin dayanılmaz ağırlığınave nihayet yarı-keşfedilmiş gezegenimizin coğrafi limitlerine karşı artıközgürlüğünü kazanmıştı. Onu, en sonunda, o zamana dek duyulmamış derecedeüretken güçlerin doğuşuna ve maddi dünyanın mutlak transformasyonunagötürebilecek bir bilim inşa etmişti. Batılı insan, özgün ve üretken bir fertyetiştirmeyi garantileme iddiasında olan politik sistemler üretti. Üstelik, çalışmazamanını öylesine düşündü ki atalarının hayalini bile kuramayacağı kadar boltatil imkanına sahip oldu.

    Peki, bugün neredeyiz?Her şeyi yakıp yıkabilecek çaptaki savaş tehlikesi insanlığın tepesinde birkâbus gibi duruyor. Bu, öyle bir tehlike ki, bu yazının yazıldığı zamandahükümran olan "Cenova ruhu"yla hiçbirşekilde üstesinden gelinemeyecek bir tehlike. Ama siyasî temsilcilerimiz her nekadar muhtemel bir savaştan sakınmaya yetecek bir insaniyete sahip olsalarbile, günümüz insanının şartları 16., 17. ve 18. yy.ların umutlarınıkarşılamaktan çok uzaktır. İnsan karakteri, kendi eliyle kurduğu dünyanıntalepleri altında iyice ezilmiş ve çürümüştür. 18. ve 19. yy.larda insankarakterinin kaynağı büyük ölçüde sömürücü ve saptırıcıydı. Hayat boyu edindiğitecrübe, başkalarını sömürme ve daha fazla kâr elde etmek için yatırım yapmaisteğiyle şekillenmiştir. 20. yy.da insan karakterinin kaynağı ise alıcı(tüketici) ve pazarlayıcı bir yapıydı. Boş zamanlarının ekseriyetinde alıcıdır.Modern insan artık "ebedî tüketici" dir. O;yiyecek, içecek, sigara, ders, görüntü, kitap, oyun "tüketir." Dünya,onun için büyük bir nesne, doymayan iştahı için kocaman bir şişe, büyük birelma ve belki de sürekli emilen büyük bir memedir. İnsan, artık emici, ebedîbekleyici ve tabii ki ebedî inkısar-ı hayâlkurbanıdır.

    Eğer modern insan"mahremiyet" yönüyle, yani kişisel olarak bir tüketiciyse, "içtimai"yönüyle yani topluma aktif katılımı yönüyle tam bir tüccardır. I3izim ekonomiksistemimiz, her şeyin fiyatını belirleyen ve herkesin toplumsal üretimdekipayını düzenleyen bir sistem olarak piyasa (pazar) fonksiyonu çevresindeodaklanmıştır. Ne kuvvet, ne gelenek ve daha önceki tarihi dönemlerin aksineolarak da ne hile ne de kurnazlık bundan böyle modern insanın ekonomikaktivitelerini yönlendirmiyor. Modern adam üretmek ve satmak hususunda hürdür."Pazar" günü onun başarılarını tartıya vurduğu gündür. Sadece metalardeğ;il emek de artık bir pazar malzemesi olarak serbest rekabet altında alınıpsatılabilen bir maldır. Ama pazar sistemi sadece metalar ve emekle sınırlıkalmamıştır. Modern insan kendisini de mala dönüştürmüştür. Hayatını, kârlı birşekilde yatırım yapabileceği bir sermaye olarak görür. Eğer bunu başarırsa"başarılı"dır. Ve hayatı belli bir anlamasahiptir. Ama bunu sağlayamazsa "başarısız" dır. Onun"değer"i; sevgi ve mantık gibi insanî meziyetleri veyasanatkârlığında değil de satılabilirliğinde aranılır. Kendi iç değerine aithissiyatı, bundan böyle harici faktörlere bağlıdır; kendi başarısına vebaşkalarının değerlendirmelerine. İşte bundan sonra modern adam, tamamenbaşkalarına bağımlıdır. Güvenliği, uyumunda ve homojenleşmiş toplumun iki adımötesinde katiyen bulunmamasındadır.

    Bununla birlikte,modern insanın "içtimaî" karakterini belirleyen sadece piyasa olayıdeğildir. Diğer bir faktör yine piyasa olayıyla ilgili olan-endüstriyelüretimin "modu" dur. Teşebbüsleri gün geçtikçe büyüyor. Aynı şekilde bu teşebbüsler sonucu oluşanalanlarda istihdam edilen işçi ve personelin sayısı da durmaksızın artıyor.Malikiyet, işletmeden ayrılmıştır. Endüstri devleri, öncelikli olarak, üretimfonksiyonunun pürüzsüz gerçekleşmesi ve mevcut teşebbüsün genişletilmesiyleilgilenirler.

    Böylesi birdurumda, toplumumuz insicamını muhafaza için ne tür bir insana ihtiyaç duyuyor?

    Evvela, genişgruplarla pürüzsüz bir uyumluluk gösteren insanlara ihtiyacı var. Bunlar öyletiplerdir ki, tükettikçe tüketmek isteyen, lezzetleri (zevkleri) standardizeedilerek kolaylıkla yönlendirilebilen ve bundan da netice alabilen insanlardır.Kendini hür ve bağımsız hisseden ve hiçbir otorite, prensip veya vicdanabağlılık hissi duymayan ancak yönlendirilmeye; kendisinden isteneni yapmaya vesosyal makineye hiçbir arıza çıkarmadan tabi olmaya hazır insanlara ihtiyacıvar.

    Modern kapitalizmbu neviden insanlar üretmeye muvaffak oldu. Bu insan otomattır veyabancılaşmıştır. Yabancılaşmıştır, çünkü davranışları ve kuvveleri onayabancılaşmıştır. Onun üstünde ve karşısında dururlar. Ve onun tarafından idareedilmek yerine onu idare ederler. Yaşantısındaki tesirler, eşyaya ve bir takımkurumlara akmıştır. Bu zamanda putlara dönüşen şeyler, onun kendi çabalarınınneticesi olarak yaşanmazlar. Aksine, tapınıp boyun eğdiği, fakat kendi dışındacereyan eden ve iç piyasanın genişlemesi için gerekli olan tüketim tipiyledesteklenmektedir. Birimiz, çoğumuzun çocukluktan beri şartlandığı yolurahatlıkla hülasa edebiliriz: "Bugünün zevkini asla yarına bırakma".

    Eğer arzularımıntatminini ertelemezsem (ve ulaşabildiğim her şeyi arzulamaya şartlandığımagöre) hiçbir çatışmam yoktur, şüphesiz. Hiçbir seçime gerek yok. Ben, hiçbirzaman kendimle baş başa değilim. Çünkü her zaman meşgulüm-çalışarak veyaeğlenerek. Kendimin-kendim olarak-farkında olma ihtiyacı duymuyorum. Zira,mütemadiyen tüketmekle meşgulüm. Ben, bir arzular ve tatminler sistemiyim.Arzularımı tatmin için çalışmak zorundayım. Ve maalesef bu arzular ekonomikmakine tarafından sürekli uyandırılıp, yönlendiriliyor.

    Yahudi-Hıristiyangeleneğini takip ettiğimizi iddia ediyoruz-Allah sevgisi, komşu sevgisi vs..Üstelik, bize, dini Rönesans sözü verdiğimiz bir dönemden geçiyoruzdiye öğretiliyor. Hiçbir şey gerçeğin ötesinde olamaz. Hakikaten, dinî geleneğeait semboller kullanıyoruz. Ve bu sembolleri, yabancılaşmış modern insanınamaçlarına hizmet eden formüllere dönüştürüyoruz. Din, birilerinin başarısıiçin güç arttıran ve kendi kendine yardım eden bir âlet hâlini almıştır. Tanrı,iş dünyasındaki ortaklardan biri durumuna düşmüştür. Zira, "ArkadaşKazanma Ve İnsanları Etkilemenin Yolları," "Pozitif DüşünceninGücü"nün halefidir.

    İnsan sevgisi denâdir rastlanan bir olgudur. Otomatlar sevmezler; yabancılaşmış insanlarilgisizdirler. "Sevgi uzmanları" ve "evlilik üyeleri"ninövgüsüne mazhar olan şey ise bir ekip ilişkisidir.Birbirini doğru ve yerinde tekniklerle maniple eden bu eşler için sevgi,yokluğunda dayanılmaz bir yalnızlığın ve egoizmin (à deux)yaşanacağı sığınma yeridir.

    O halde, gelecektenne beklenebilir? Şayet biri, arzularımızca üretilmiş düşüncelerdensıyrılabilmişse, korkarım, şunu kabul etmek zorunda kalır ki; su an için enyakın ihtimal, teknik dehayla, aklıselim arasındaki uyumsuzluğun bizi biratomik savaşa götürme tehlikesidir. Bu savaştan çıkacak en muhtemel sonuç,endüstriyel medeniyetin yok olması ve yerini iptidai bir tarımsal düzeye terketmesidir. Veyahut, eğer bu tahribat bu uzmanların inandığı kadar genel olduğuispatlanmasa bile sonuç galip tarafın bütün dünyayı düzenleme ve kontrol etmegereksinimidir. Bu, ancak kuvvete dayalı merkezî bir devlet sistemiylegerçekleştirilebilir. Payitahtın Moskova mı, Washington mı olacağı ise pekfazla bir değişiklik yapmayacaktır.

    Ama, maalesefsavaştan sakınmak bile pek öyle parlak bir gelecek vaadetmiyor. Tahmin edebileceğimiz gibi hem kapitalizm, hem de komünizminönümüzdeki yüzyıl içindeki gelişmelerinde otomatizasyonve yabancılaşma süreçleri devam edecek. Her iki sistem de, karnını iyi doyuran,üstü başı iyi, arzularını tatmin eden ve tatmin edilmeyecek arzuları olmayanfertlerden oluşan yönetici toplumlardır. Hiç zorlamasız takip eden, rehbersizyönlendirilebilen fenleriyle, insan gibi davranan makineler ve makine gibidavranan insanlar üreten bir sistemdir. Bu insanlar dehası arttıkça kötüleşenve bu yüzden, insanı nasıl kullanácağını bilmediği muazzam bir materyal gücüyleteçhiz etmek gibi tehlikeli durumlar oluşturan insanlardır.

    Artan üretim vekonforun aksine insan, benlik duygusunu gittikçe daha fazla yitiriyor; her nekadar bilinçsizce gerçekleşse bile. Yaşamını anlamsız buluyor, zira 19. yy.daproblem şuydu: "Tanrı öldü!" 20. yy.da ise problem: "İnsanöldü". 19. yy.da gayri insanîlik, zalimlik demekti. 20. yy.da ise bukavram şizofren bir kendi kendine yabancılaşma anlamına geliyor. Dünkü tehlikeinsanların köleleştirilmesiyken, yarının tehlikesi insanların robotlaşmasıdır.Doğrusu, robotlar başkaldırmaz. Ama, insan fıtratı taşıyan robotlar duyarsızkalamazlar; "Gözlemler"e dönüşürler. Kendidünyalarını ve kendilerini tahrip edecekler. Çünkü artık anlamsız bir hayatadaha fazla dayanamazlar…

    Dipnotlar

    * "The Dogma of Christ and Other Essays on Religion, Psychology and Culture" (1963, Holt, Rinehart end Winston Inc.)’dan tercüme.