Köprü Anasayfa

Laiklik ve Sekülerizm

"Yaz 95" 51. Sayı

  • Seküler Bir Çevreye Bakıştan Holistik Bakışa

    Nurettin ÖZTÜRK

    Dumlupınar Üniversitesi, Bilecik İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinde Araştırma Görevlisi

    Doğa, kendisineİlâhî bir bakış açısından uzaklaşıldığı andanitibaren bir bozulma, tahrip olma ve giderek yok olma sürecine girmiştir. İnsanınİlâhî olandan uzaklaşmasıyla birlikte İlâhî olanın yerine akıl ikame edilmiş,akıl ise yalnızca görünen ve bilinebileni kabul ettiğinden bilimsellik onun birnumaralı gözdesi haline gelmiştir. İşte Batı, yalnızca bilimsel olanı kabuledip İlâhî olanı atmasıyla; tâ Hıristiyanlığın gerilemesi ve aslınınbozulmasından itibaren seküler bir dünya anlayışına geçiş yapmıştır.

    Sekülerizmkökünde, ruhsuz ve kutsalı olmayan bir dünya tasvirini ifade etmektedir. Bugörüşe göre evren profandır. İlahi olan hiç bir şeyyoktur. Her şey dünyada başlayıp dünyada bitmekte; hatta dinin bütün etkileritoplum bünyesinden silinip atılmaktadır.1

    Kadim DoğaDüşüncesi

    Üç dünyanınbilgelikleri ve Hıristiyan öğretileri, doğanın insana değil, insanın doğaya aitolduğunu öğretmişlerdi.

    Örneğin, Hindubilgeliğinde "tek bir hayat vardı ve bu hayat bütün doğayı baştan başadolaşırdı." Bu anlayışa göre doğanın tahribi ve ondaki hayat akışınındurdurulması, insanın da sakatlanmasına yol açardı.2 Gerçi burada "tek birhayat vardı" ifadesiyle anlatılmak istenen tenasüh akidesidir. Bu akide İslâma göre doğru olmamakla birlikte konumuz olan doğanıntahrip edilmemesi açısından doğayı koruyucu ve önleyici bir anlayışa sahipolduklarını gösterir.

    Afrikatopluluğunda, evrende çok büyük güçlerin var olduğuna inanılır ve şiirde,dansta ve şarkıda evrenin bu büyük güçlerine katılınır.3Yerine göre doğaya yapılacak en küçük bir müdahale (Bir ağacı kesme gibi)evrenin büyük güçlerini, harekete geçireceğinden buna tevessül bile edilmezdi.

    Songdöneminin herhangi bir Çin resminde de doğanın Tao’sunugörmek mümkündü.

    Batı Hıristiyanlıkgeleneğine gelince; Hıristiyanlığın tahrif olmasıyla birlikte muharref İncil’de doğa kavramı tuhaf bir şekilde"Cennetten kovulmuş" ve "günah" kavramlarıylabirleştirilmiştir. Bizzat Tekvin (III,17.) insanın Allah’la olan gerçek bağınınkopuşunun; insanın doğayla, başka insanlarla ve kendi kendisiyle gerçek bağınınkopmasına yol açacağını söylemektedir.4

    Hıristiyanlığıntahrif olmuş şekliyle sorunlara cevap veremeyişi, Batılı düşünürleri dindenuzaklaşmaya ve akılla yola çıkarak sorunlarını çözmeye sevk etmiş ve akıl vebilimi, İlâhî olanın yerine koymaya sevk etmiştir. Böylece 16. yüzyılda"modern bilim"in temelleri atılmıştır.

    Modern bilim, böylebir ortamda doğmuş olmasından ötürü dini olan her şeye karşı çıkmıştır.

    Gerçi bilimselhareketin başlangıcı, azınlık bir entellektüel elitlesınırlı kalmıştır. Ancak bilimsel gelişme, pratikte insan zihniyeti öylesineyeniden biçimlendirmiştir ki, daha önceki çağlarda istisnai olan düşüncetarzları bütün dünyayı sarmıştır.5

    Aydınlanmayla gelendüşünce tarzı

    Aydınlanma çağı,insan aklının egemen olmaya ve ön plana çıkmaya başladığı bir dönemi ifadeeder:6

    "Akıl, doğayasası, ilerleme… Bu çağda bir çokları "beşeri aklın" insanlarıgeçmişin yanlışlık ve bahtsızlıklarından kurtarabileceğine inanmışlardı. Akılvar oluşu düzenleyen doğa yasalarını ortaya çıkaracak, böylelikle de insanırkının ilerlemesini sağlayacaktı."

    Erbertgibi düşünürlerin öncülüğünü yaptıkları ve kesin biçimini John Locke’da bulan anlayışa göre; önce insan aklına dayanandoğal bir din çerçevesinde toplanmak gerekliydi.7

    Aydınlanma çağınıniktisat düşüncesi, ilk ifadesini Quesnay’debulduğumuz "fizyokratizm" ve "Laissez Faire-Bırakınızyapsınlar" idi.8 Bu görüş, Sanayi Devrimini doğuran ve sonrasında aşırıtüketimi ve tahribi sağlamada etkili olan etkili bir görüştü.

    Aydınlanmanın güçlüöncüleri Locke, Rousseau, Montesque, Volteire şunu gerçekleştirdiler: "Varlık bütünüparçalanabilirdi. İnsan zihninde akıl aracılığıyla parçalanan ve en ufak yapıtaşlarına bölünen varlığı yeniden tasarlamak, insan aklının yetki alanıiçindeydi. Kısaca onlar Hıristiyanlığın varlık bütünlüğünü yıkıp kendileri seküler bir indirgemeci varlık bütünü tasarladılar.9

    Mekanistik,kartezyen ve matematiksel doğa görüşü

    Çevre sorunlarıgibi, gezegenimizi ve üzerinde yaşayan bütün canlıları ciddi tehdit edengelişmelerin temelinde, Batı düşüncesinin ve onun mimarlarının büyük rolüolduğu bilinmektedir.

    Bilim adamları,akademisyenler, araştırma uzmanları ve aydınlar ne derse desin; modern insanıngerçeklik tasarımını, Bacon, Descartes ve Newton zedelemiştir ki, bu, sonunda"duyumcul bir kültür" ve "indirgemecibir yaklaşım"la varlığın bütününden yalıtılıp, maddi yapı taşlarınaayrılmasının birinci nedenidir.10

    1500’den önceAvrupa’da egemen dünya görüşü, çoğu başka uygarlıklarda olduğu gibi organikti.İnsanlar manevi ve maddi olayların karşılıklı dayanışmasıyla organik ilişkileredayanarak, doğayı dengeleyen küçük topluluklar içinde yaşarlardı.

    Bu Ortaçağ tablosu 16.ve 17. yüzyıllarda köklü değişime uğradı. Organik, canlı ve manevi bir evrenanlayışı yerini makine tarzındaki bir evren anlayışına bıraktı.

    Bu dönemde Rene Descartes, başarılı bir şekilde zihin ile bedeninarasını ayırarak "iki mutlak alan" fikrini(fizikmetafizik) yani çifte gerçekliği meşrulaştırmıştır.Kendisi bir matematikçi olan Descartes, hiçbir geleneksel bilgiyi kabul etmedi.Tıpkı Galileo gibi doğanın dilinin matematik olduğuna inanıyordu ve bütünarzusu doğayı matematiksel terimlerle tanımlamaktı. Bu şekliyle Karetzyen Evren Görüşünü geliştirdi. İnsanı "epifiz bezi aracılığıyla ilişki kuran bir rasyonelruh" olarak tanımladı. İnsan bedeni bir makineden ayırt edilemez oldu.11Descartes hayvanları da "çarklar ve yaylardan mürekkep bir saat" ilekarşılaştırdı ve bu karşılaştırmaya insan bedenini de dahil etti.

    Galileo, keşfettiğidoğa yasalarını formülleştirmek için matematiksel dilin kullanımıyla bilimseldeneyi ilk birleştiren kişiydi. Galileo’ya göre renk, ses, tat ya da koku gibi diğer nitelikler (nicelik halinegetirilemeyen nitelikler) bilimin ülkesine sokulmamalıydı.12 Galileo açıkça madditabiatın, okunacak bir kitap olduğunu söylüyordu. Ancak bu kitabı okumak içinartık "kutsal kitap"ın kılavuzluğuna ihtiyaç yoktu.

    Gerçekliğin birorganizmadan koskoca bir makineye dönüşümü, Bacon’ın"deneysel yöntemi"yle tamamlanmıştır. Kendisi kraliyet savcısı olanBacon, sanıkların konuşturulması esnasında kullanılan acımasızca işkenceyöntemlerini, olduğu gibi bilimlere uyguladı ve açıkça doğaya işkence edilerekonun gizli sırlarının elde edilebileceğini savunmuştur.13

    Sonuçta"kartezyen rüya"yı gerçekleştiren ve Bilimsel Devrimi tamamlayan adamIsaac Newton oldu. Newton mekanistikdoğa anlayışının tam bir matematiksel formülasyonunugerçekleştirdi ve böylelikle Copernicus, Kepler,Bacon, Galileo ve Descartes’in çalışmalarının büyük bir sentezini yapmayıbaşardı.14 Sistematik deneyde Bacon’u, matematiksel çözümlemede de Descartes’iaşan Newton, bu iki eğilimi birleştirmiş ve o gün bugün doğa biliminin üzerinedayandığı metodolojiyi geliştirilmiştir.

    Newton dindar birbilim adamıydı. Hem parçacıkların, hem de çekim gücünün tanrı tarafındanyaratılıcılığını kabul etmişti.15 Hatta Tanrı’nın maddi dünyayı nasıl yarattığınıtasvir eden tablolar da çizmişti. Ancak tam "ilahi" olana ulaşamadı.

    Newton’a göreTanrı, başlangıçta maddi parçacıkları, bunlar arasındaki çekimleri ve temelhareket yasalarını yaratmıştır. Böylece bütün evren hareket etmeye başlamış veo gün bu gündür değişmez yasalarca yönetilen bir makine gibi işlemeye devametmiştir. Mekanistik anlayışa göre Tanrı evrenindışında sistemini kurmuş uzaktan onu yönetiyordu. Fiziksel olayların hiç birisimle Tanrı’nın bir müdahalesi yoktu.

    Daha sonraları David Hume, Descartes, Bacon,Galileo ve Newton’un doğa görüşünü tamamlayan bir tez ortaya atmıştır. Ona görede eşyanın tabiatı gereği hiç bir varlık diğerleriyle "mutlak vezorunlu" bir ilişki olmak zorunda değildi. Her biri kendi içinde bağımsızve müstakil kabul edilmeliydi. Dolayısıyla Hume’yegöre de eşya, tabiatı gereği en küçük parçalara indirgenebilirdi.16

    Böylece 17.yüzyılın sonlarında doğaya bakış bu şekilde sekülerizeedilmiş oldu.

    Doğaya indirgemecibakış

    16. ve 17. yüzyıldüşüncesini şekillendiren kartezyen-mekanistik görüş,problemlerin üstesinden gelebilmek için indirgemeci yaklaşımı kullanmıştı. 20.yüzyılın sonlarına kadar etkisini sürdüren bu yaklaşımda problem, parçalarabölünmekte, her bir parça müstakilen ele alınıpçözümlenmekteydi.

    Bir sorunuparçalara ayırarak çözümlemek bilimsel bir yaklaşımolmakla birlikte, bazı durumlarda parçaların yeniden birleşmesiyle bütün eldeedilememekteydi. İndirgemeci yaklaşım toplumsal sorun ve bu arada çevresorunlarını, Batı gibi sadece hastalığın belirdiği organa müdahalede bulunmaksuretiyle çözümlemekteydi. Halbuki hastalığa neden olan etmenler üzerinde hiçdurulmadığı gibi hasta olan uzva uygulanacak müdahalenin diğer uzuvlarda negibi tesir icra edebileceği üzerinde ise hiç durulmamıştı. yüzden 20. yüzyılınortalarından itibaren indirgemeci görüş yavaş yavaşterk edildi.

    Doğaya bütüncül-holistik bakış

    2O.yüzyılınsonlarına gelindiğinde ise, yaklaşık 300 yıldır hakim olan dünya görü5ünde birdeğişme oldu. İndirgemeci yaklaşım yavaş yavaş terkedilecek, problemin bütününü birden göz önüne alarak değerlendirmede bulunun"holistik" görüşe doğru bir gelişmeyaşandı.

    İndirgemeciyaklaşım gerçi, fizik, kimya ve mühendislik gibi bilim dallarının temeliydi.Bilimde ve teknolojide sağlanan gelişmeler birkaç yaklaşım sayesinde bu dereceilerlemiştir. Ancak bütün problemleri indirgemeci bir yaklaşımla çözmeyeçalışmak, bir çok hastalık karşısında hastaya yalnızca antibiyotik vermeyebenziyordu. Bu yüzden günümüzde doğaya bakışta indirgemeci bir yaklaşımdanbütüncül bir yaklaşıma doğru önemli olabilecek gelişmeler kaydedilmiştir.17

    Bütüncül yaklaşımdemek, doğadaki İlişkilerin tümüne birden aynı anda bakabilmek demektir. Zira,doğada bir etki, çoğu zaman birden fazla bir tepki meydana getirmektedir. Buyüzden problemlerin çözümünde bir uzva müdahale edileceğinde, müdahale sonucu etkilenebilecek"bütün" ve diğer parçalar da göz önünde bulundurulmaktadır. Böyleceaşırı tüketme uğruna bir uzuvda meydana gelen yok olmanın diğer uzuvlardameydana getirebileceği muhtemel bozukluklar, başlangıçta bu yaklaşım sayesindedikkate alınabilmektedir.

    Sistem görüşünedoğru

    Bugün sürekli artandoğa problemlerini çözmede epey mesafe kat edilmiştir. Capra’yagöre 20. yüzyılın başında fizikte meydana gelen değişme, çağı derin bir şekildeetkilemiş; mekanistik ve indirgemeci bir doğaanlayışından ekolojik ve holistik (bütüncül) birgörüşe doğru bir değişim Bu değişimle birlikte çağın ortasında çevrecidüşünceler doğmaya başlamıştı.

    Çağımızda doğayamakine gözüyle bakan anlayıştan, ekolojik bir görüşe doğru yaşanan bu değişim Dominique Simonnet ve daha önce Ivan Illıch tarafından"sistemli bir doğa görüşü" olarak adlandırılmıştır.

    Dominique Simonnet’e göre "sistemli bir doğa görüşü,"kendisini mekanistik kavramlardan ayırt etmiş,fiziksel yapılardan çok biyolojik yapılar içinde kendisine kimlik arayan birgörüştür.18

    Analitik yöntemdenfarklı olarak sistemli yaklaşım, inceleme konusunu çevresinden soyutlamamakta,onu yer aldığı sistem içinde karşılıklı ilişkiler olarak araştırmaktadır.İnceleme konusu tek tek parçalar değil, ilişkilerdenoluşmuş düzenli ve karmaşık yapılar olmaktadır.19

    Sistem düşüncesininen büyük ve güzel olan özelliği ise karmaşıklığa yaklaşma isteğinde olmasıdır.Bu arada analitik (indirgemeci) yaklaşımlar da tamamen göz ardı edilmemektedir.Çünkü teknolojik gelişmelerin tamamında bu görüş etkili olmuştur.

    Pascal,analitik ve sistem (bütüncül) yaklaşımlarını birbirlerini tamamlayıcı olaraktanımlamıştır. Ona göre bütünü kavramadan parçayı tanımak mümkün değildir.Bununla birlikte parçayı ayrıntılarıyla tanımadan da bütün bilinmemektedir.20

    Bu gün bütüncül (holistik) olarak nitelendirilen görüşün bazı, ahlakisayılabilecek ön kabulleri de bir zorunluluk olarak bulunmaktadır. Barry Commoner’e göre bunlar:21

    1. Her şeyinbirbirine bağlı olduğunu içermektedir. Bu dönemde doğaya yavaş kabul etmek;insan da dahil bütün canlı varlıkların karşılıklı bağımlılıklarının madde,enerji ve yaşam arasındaki bağlantıların bilincine varmak.

    2. Doğada hiç birşeyin kaybolmadığını; çöplerin, kimyasal maddelerin ve doğaya şırınga edilendiğer zararlıların er geç "bumerang" gibi geri dönüp insanı tehditedeceğini kabul etmek.

    3. Enerjikaynaklarını dilediği gibi kullanamamak.

    4. Doğanın insandançok daha fazla bilgili olduğunu kabul etmek.

    Özellikle dördüncümaddede sayılan "doğanın insandan daha bilgili olması" görüşü , 20.yüzyıl insanının seküler bir görüşten yavaş yavaş uzaklaştırılması ve Çinlilerin doğaya atfettikleri Tao olma özelliğinin yeniden kazandırılmasına bir dönüşolmuştur. Doğaya, kadim, İlâhî olma özelliği yeniden kazandırılmakistenmektedir.

    Doğaya bakışta üçayrı dönem

    Buraya kadaranlatılan üç ayrı dönem; Batı düşüncesindeki üç ayrı ve önemli bir "doğayabakış" kırılmasını ifade etmektedir:

    Birincisi; doğanıninsana değil, insanın doğaya ait olduğunu kabul eden kadim görüştür ki, Graudy’de ifadesini bulan Hindu, Afrika, İran ve Çinbilgelikleri doğaya bu şekilde bakmışlar, ona ilâhî bir değer atfetmişlerdi. Budönemde, doğa milyonlarca yıl tahrip olmadan insanla dost kalabilmiş, insanihtiyaçlarına cevap verebilmişti.

    İkincisi; doğayıbir makine gibi gören, insanın dilediğinde ona müdahale etmek üzere sonsuzyetkilere sahip olduğu varsayılan, doğaya hırçınca hakimiyetin sağlandığıdönemdir. Bu dönemde, doğanın aşın şekilde ve bilinçsiz "sokakfahişesi" gibi kullanılmaya uygun bir meta olarak görülmesiyle, çağımızdaortaya çıkan burada hepsinin anlatılması mümkün olmayan-bir sürü çevreproblemleri ortaya çıkmıştır.

    Yaklaşık 300 yılsüren ve etkileri hala devam eden bu dönemde doğa insanları memnun ve tatminedememiştir.

    Üçüncü dönem ise;ikinci döneme bir tepki olarak doğmuş ve yaklaşık kırk yıl önce gibi birgeçmişle başlayıp devam eden "doğaya ekolojik ve holistik bakış"ı yavaş eski kutsallığı iade edilmektedir.Yüzyılımıza damgasını vuran ve gelecek yüzyılda son derece önem kazanacak olanekolojik ve holistik görüş hakim paradigma olmayaaday olabilecektir.

    Batı düşüncesindeyaşanan bazı değişiklikler bugün bu görüşümüzü destekler mahiyettedir: BazıBatılı çevrelere göre "insan bugün tabi değerlerle bütünleşmelidir. Bu onuevrenin kucağına yeniden dönmeye, sadece bileşenlerinden biri olan doğayatekrar kavuşmaya götürür. Alemdeki yeri imtiyazlı bir yer olsa bile insan, öyleböbürlenerek" söylediği kadar doğanın efendisi değildir."22

    İslâm’ın doğayabakışı

    İslâm düşüncesindedoğaya bakış, Batı düşüncesiyle karşılaştırıldığında; İslâm düşüncesininherhangi bir değişime uğramadığı ve değişik evreler geçirmediği görülür.

    Kur’ân,başlangıçtan itibaren insan ve kainatı yerli yerine oturtarak, doğabilecekmuhtemel problemleri başlangıçta çözmüştür.

    Allah (c.c.), Kur’ân’da varlık dünyasını insanın yararına sunduğunusöylemiş ve bunu "teshir" kavramıyla ifade etmiştir (Mülk, 15; Nahl, 12-13.) ki, anlamı doğanın insanın emrine amadekılınmasıdır. Ancak insan Allah’ın gösterdiği sınırlar ve ölçüler dahilindedoğadan yararlanır ve varlığını sürdürür. Onu tahrip edemez, Allah’ın isteğinezıt hareket edemez.

    Bediüzzaman’ınifadesiyle, "Bir misafir ev sahibinin isteğine muhalif olarak yemede vesair şeylerde israf edemez."23

    Ayrıca insandandoğada cari olan kanun ve kurallara da uyması istenir. Örneğin, Allah’ın (c.c.)Kuddüs* ismi kainatta meydana gelebilecek bütündüzensizlik ve kirlilikleri yok etme adına işler, Kuddüsismiyle Allah koskoca dünya ve kainat hanını pislik ve düzensizliklerdenkurtarır. Etraf o kadar temiz, o kadar düzenli ve o kadar tertiplidir ki, işeyaramayan hiç bir maddeye tesadüf edilmez. Koca bir dünya hanı düzenli olarak"temizlemeye" konu olmaktadır. Eğer bir süre ara verilse, belki yeryüzü (denizler ve karalar) yaşanmaz bir hal alacak ve insanlara nefretvérecekti.24

    Yeryüzünde her yılölen ve yok olan yüz binlerce çeşit hayvan ve iki yüz bin çeşit bitkitürlerinin cesetleri ve enkazları, denizler ve karaları fevkalade kirletmeleribeklenirken hiç de öyle olmamakta, her bir taraf Allah’ın (c.c.) Kuddüs isminden gelen emirlerle temizlenmektedir.25

    Bu emirsayesindedir ki etle beslenen temizlikçi hayvanlar, kartallar, kurtlar,karıncalar, bakteriler vb. temizlik işine yardım etmektedir. Alyuvarlar,akyuvarlar ve nefes, oksijen kanalıyla o temizliğe yardım etmekte, göz yaşı vegöz kapakları gözleri temizlemek suretiyle, sinekler kanatlarını süpürmeksuretiyle, bulutlar havadaki tozlu ve zararlı atıkları yağmur yoluyla yereindirmek suretiyle bu senfoniye uymaktadır.

    Durum böyle oluncainsandan da bu senfoniye uygun hareket etmesi beklenir. Bu durum bir zorunlulukolarak gösterilmektedir.

    İslâm’ın bu köklüve sağlam doğa görüşünden dolayıdır ki, bir kısım çevre problemleri İslâmdünyasında yaşanmamıştır ve yaşanmamaktadır.

    Bu arada şunu daifade etmekte fayda tir. olacaktır: Batı düşüncesiyle bir karşılaştırmayapılacak olsa İslâm’ın derin görüşü, holistiktirdenilebilir. Zira Kur’ân kainata bir bütün olarakbakmaktadır.

    Dipnotlar

    1. Ali Bulaç, Çağdaş Kavramlar ve Düzenler, Beyan Yayınları, İstanbul, 1993, s. 259.

    2. Roger Graudy, Yaşayanlara Çağrı, Çev. Cemal Aydın – Nuri Aydoğmuş, Pınar Yayınları, İstanbul, 1986, s. 299.

    3. a.g.k., s. 299.

    4. a.g.k., s. 300.

    5. Mustafa Özel, "İktisadi Düşüncenin Laikleşmesi," İktisat Risaleleri, Der. Mustafa Özel, İz Yayıncılık, İstanbul, 1994, s. 10.

    6. Toktamış Ateş, Siyasi Tarih, İ.Ü. İktisat Fakültesi Yayın No: 487, İstanbul, 1982, s. 87.

    7. a.g.k., s. 89.

    8. a.g.k., s. 90.

    9. Ali Bulaç, "Modern Devletin Totaliter ve Ulus Niteliği," Bilgi ve Hikmet, S. 3, İstanbul, 1993, s. 5.

    10. Ali Bulaç, Din ve Modernizim, 3. B., Beyan Yayınları, İstanbul, 1992, s. 19.

    11. Fritjof Capra, Batı Düşüncesinde Dönüm Noktası, İnsan Yayınları, İstanbul, 1989, s. 55-56.

    12. a.g.k., s. 54.

    13. Bulaç, Din ve Mod., s. 20.

    14. Capra, a.g.k., s. 63.

    15. a.g.k., s. 66.

    16. Bulaç, "Modern Devl…", s. 6.

    17. Mine Kışlalıoğlu – Fikret Berkes, Ekoloji ve Çevre Bilimleri, 2. B., Remzi Kitabevi, İstanbul, 1994, s. 38.

    18. Dominique Simonnet, Çevrecilik, İletişim Yayınları, İstanbul, 1991, s. 15.

    19. a.g.k., s. 15.

    20. a.g.k., s. 15.

    21. a.g.k., s. 16.

    22. Graudy, s. 300.

    23. Bediüzzaman, Mesnevi-i Nuriye, Envar Yayınları, İstanbul, 1990, s. 98.

    24. Bediüzzaman, Lem’alar, Envar Yayınevi, İstanbul, 1990, s. 305.

    25. a.g.k., s. 305.

    * Kuddüs, temiz, pak, hiç eksiği olmayan demektir.