Köprü Anasayfa

Laiklik ve Sekülerizm

"Yaz 95" 51. Sayı

  • Seküler Temele Dayanan Modern Yönetime Eleştirel Bir Yaklaşım

    Tahsin GÜLHAN

    Dumlupınar Üniversitesi, Bilecik İktisadi ve İdari Bilimler Araştırma Görevlisi

    Giriş

    Modernitenininsanların mutluluğu ve gelecek adına 21 yy. sahillerinde karaya vuranmanzarası "Öfkeyle kalkan zararla oturur" özlü sözün dramatik hikâyeedilmesidir. Ortaçağın skolâstik felsefesine bir tepki hareketi olarak sistemve kurumlarını kuran Batı tefrite düşen "önceki kendisinden" kaçarkenifrata sapmıştır. Siz buna yağmurdan kaçarken doluya tutulmuş tadiyebilirsiniz. Daha kötüsü Batının önünde "dolu"dan sonra dönüşüolmayan "kara kış" vardır. Meğerki İslâm’ın baharına uyanmış olsun.Çünkü insanın ihtiyaç ve beklentilerini karşılamaya yönelik, kendisine en uygunşartların varlığına ihtiyaç vardır. Bu, yaşama, yaşayabilme ve huzurlu olabilmemecburiyetinin gerekli kıldığı bir haktır.

    İnsanların negatifveya pozitif nicelikli sistemleri meydana getirmesinin ontolojik temellerinelerdir? Beşerî sistemlerden kapitalizmin bu dayandığı dinamiklerin bilinmesionun temellendirdiği modern yönetime yansıyan seküler boyutunun ve getirdiği problemlerin daha iyianlaşılmasını sağlayacaktır. Çalışmamızda, farklı bir yaklaşımla temelduyguları ile insan, adalet kavramı ile yönetim konusu birinin bir diğeriyleolan ilişkiler zincirinde incelenmektedir.

    Evrenin MerkezNoktası: insan

    İnsan, bütünhayvanlardan mümtaz olarak farklı bir mizaç ve kabiliyette yaratılmıştır. Bumizacından dolayı insanda çeşit çeşit meyiller vearzular meydana gelmiştir. Mesela, insan en güzel şeylere meyleder, ziynetli vesüslü şeyleri arzu eder; insaniyete lâyık bir şeref ve yaşayışla üstün birhayat geçirmek ister. Bu bakımdan insan, hayatını devam ettirebilmesi için üçtemel duyguyla mücehhez kılınmıştır. Bu duygulara şeriatlar vasıtasıyla bellibir hudud çizilse bile, yaradılıştan bir sınırkonulmadığı için, her birisi ifrat (çok aşırı), tefrit (geri) ve vasat(denge-normal) olmak üzere üç mertebeye ayrılır. Bu temel duygular şunlardır.(1)

    a. Şehvet duygusu(kuvve-i şeheviyye): İnsana menfaati ve faydasıdokunan şeyleri celb etmek içindir. Şehvet duygusu,sadece cinsi temayülle ilgili bir duygu değildir. Yemek, içmek, uyumak vekonuşmak gibi teferruatı da vardır ve bunların her birisinde üç mertebe söz konusuolur. Şehvet duygusunun tefrit mertebesi "humud"dur. Yani ne helal, ne de haram hiçbir şeye şehveti ve iştihasıolmamaktadır. İfrat mertebesi "fücur"dur ki, namus ve ırzlar payimal etmek, helâl-haram tanımadan her şeye karşışehvetli ve iştihalı olmak demektir. Bu duygununnormal mertebesi ise, "iffet"tir. Yani helâle karşı şehvet duymak,harama karşı ise şehvetsiz ve iştihasız olmaktır.

    b. Gazap duygusu(kuvve-i gadabiyye): İnsana menfaati ve faydasıdokunan şeyleri defetmek içindir. Gazap duygusunun tefrit derecesi "cebanet," yani korkaklık halidir. Korkulmayacakşeylerden bile korkmak ve çekinmektir. İfrat derecesi ise,"tehevvür"dür ki, ne maddî, ne de mânevî hiçbir şeyden korkmaz. Hiçbir kayıt tanımaz. Bütün zulümler, anarşiler, isdibdatlar,ihtilâller bu mertebenin mahsulüdür. Bu duygunun normali ise"şecaat"tir. Yani dinî ve dünyevî hukuku için canını fedâ eder, meşrûolmayan şeylere ise karışmaz.

    c. Akıl duygusu(kuvve-i akliyye): İyi ile kötüyü, zararlı ilefaydalıyı birbirinden ayırt etmek içindir. Aklın ise, tefrit hali "gabavet"tir. Yani hiçbir şeyden haberdar olamama, enbasit şeyleri bile anlayamama halidir. İfrat mertebesi ise "cerbeze"olup, hakkı batıl, batılı hak gösterecek derecede aldatıcı bir zekâya sahipolmaktır. Normal derecesi de "hikmet"tir. Yani hakkı hak görmek veona uymaya alışmak batılı batıl olarak bilmek, ondan kaçmaya çabalamaktır.

    Fakat insandaki buüç temel duygu Yaratıcısı tarafından sınırlandırılmayıp. İnsana verilen cüz-iihtiyarla terakkisini temin etmek için bu kuvvetler başı boş bırakılmıştır.Bundan dolayıdır ki muamelâtta zulüm ve tecavüzler meydana gelir. Şu haldecemiyet hayatında nizam ve asayişin sağlanması çalışmalarının semerelerine müdahaleedilmesi, fertlerde huzur ve saadetin temini ve tecavüz ve haksızlıkların önlenmesiiçin, insan fıtratındaki bu sınırsız duyguların bir kayıt altına alınmasındaadalete muhtaçtır. Fakat bir ferdin aklı gerçek adaleti idrakten acizolduğundan, küllî bir akla ihtiyaç vardır. Tâ ki, fertler o küllî akıldanistifade etsinler. Öyle küllî bir akıl da ancak kanun şeklinde olur. Öyle birkanun da ancak İlahî dinler ve şeriatlardır.

    İnsanlık tarihindeona yön veren sistemler İlâhî, kutsal, seküler olmaküzere üç karakter arz etmektedir. Bunlar ilahî dinler, beşerî dinler ve beşerîideolojiler olmaktadır. Beşeri sistemlerden en etkili olanı liberalizm-kapitalizmdir.İnsan, evrenin (âlemler, varlıklar, değerler) merkezinde ele alındığında,varlığın kaynak amaç ve anlamlılığı daha iyi anlaşılacaktır. İnsanı bir bütünolarak ele alıp onun bütün temel duygu·ihtiyaçları ile açılımını yaptığımızdaevrendeki yaratılmış herbir varlık ve değerin insanınbu ihtiyaçları ile bir ilişkisi, hatta bunlarını birer karşılığı olduğunugörürüz. Denilebilir ki, insan maddî-mânevi değerleri açılımıyla evreni; evrenaynı değer ve varlığıyla kodlandığında insanı oluşturmaktadır. Bu cümledenyer-gök bütün varlığıyla insanla ilgili olduğu gibi din ve peygamberler debütün değerleriyle yine insanı yöneliktir.

    Benzer şekildeinsanın tarihinden günümüze olagelen bütün değer-sistem organizasyonlar insandavar olan temel duygu ve ihtiyaçların hayata yansımasından başkası değildir.Diğer bir ifade ile günümüzdeki bütün değer-sistem ve organizasyonlar insanınilgili temel duygu ve ihtiyaçlarının bir şekilde açılımıdır. En azındanihtiyaçlarına karşılık bulma yolunda cevap (karşılık) şubelerini ihtiyaçlarınauygun formda tanımlamasıdır. Sosyolojik açıdan insanın düşer canlılardanayrıldığı en önemli husus, toplumlar ve toplumları oluşturan kurumları meydanagetirebilmesidir. Sosyal kurumların oluşması, insanların toplu haldeyaşamalarının sonucudur. Sosyalleşme de bu kurumlara bağlı olarakgerçekleşmiştir. Buradaki yapılanmaların eksik, hatalı ve zararlı olmalarınınsebebi, kaynağının aciz, fakir ve zaaf yönleri ile "beşer" olması veinsanın ilgili temel duygularının ifrat-tefrit sapmaları ile ilgidir. Öyle iseinsanın bir açılımı ve yapıp-etmeleri demek olan bütün beşeri yapılanmalar sözkonusu negatif özellikleri de beraberinde getirmesi kaçınılmazdır.

    Temel duygularınifrat sapmasının seküler yapılanması: kapitalizm.

    Liberalizme, biryönüyle İlâhî kökenli Hıristiyan dininin teologlarca beşerî din mesabesindekutsallaştırılması, bilâhare filozof-sosyal bilim adamları tarafından seküleştirilmesi denilebilir sekülarizm,"dini bağımsızlık," "din-dışılık,""dünyevileşmek," "madde-yoğun olmak" anlamlarınagelmektedir. Dünya hesabına insanın Allah’tan, nefis hesabına aklın kalpten,kısaca maddî beklenti uğruna mânânın maddeden ayrılması demektir. İkiliayırımın yanında belki de daha çok sekülerleşmedekitemel espri, kalbin, nefis lehine; dinin dünya lehine; maneviyatın maddiyatlehine eğilimli olması, zayıflaması ve asimile olmasıile zamanla mânevî dinamiklerin maddîleşmesi-dünyevîleşmesidir. Sekülarizm için mânevî alan, ancak bu yönüyle anlamlıdır.

    İnsandaki temelduyguların ifrat sapmasını belirleyen ana etkenlerden biri, yine onların buyöndeki eğilimleridir. Sınır ötesi olan ifrat sapmanın yöneldiği saha, insanındaha çok hayvanî yönünün ön plâna çıktığı ve maddî objelere duyarlı olduğu biralandır. İnsanda var olan temel duygular vasat-denge durumunda olmaması halindeya tefrit ya da ifratsapması gösterecekleri tabiîdir. Özellikle ilgili duyguların mahiyetleri gereğisınırlandırılmamış olmaması, bir potansiyel tehlikeyi de (ifrat sapması)beraberinde taşımaktadır. Önemli husus, insandaki ilgili şehvet-gazap-akıl gibitemel duyguların ifrat sapması sonucu fücur-tehevvür-cerbeze pencerelerindenbakıldığında seküler kapitalizmin, totaliteryönetimlerin ve materyalist felsefenin ontolojik kaynağını ve niteliğini dahaiyi anlamış oluruz.

    Hemen belirtelim ki,eğer bütün beşerî uğraşlar dünyevi ahenk, mutluluk ve tatmin ise, ifratdüzlemindeki ilgili oluşum ve yapılanmalarda denge ve tatminin olamayacağıeşyanın tabiatı gereğidir. Bu düzlemdeki değer, olgu, sistem veorganizasyonların sunduğu her maddî yeni bir tatminsizliğin mukaddemesidir.İnsanı tek boyuta indirgeyen seküler kapitalizm,insanı tükettikçe mutlu olan ve sadece tüketmekle elde ettiği mutluluğumaksimize etmeyi hedefler. Daha yoğun ve yüksek düzeyde tüketim idealininhayatın erdem ve ahlâki mutlulukla tamamlanan kalitesini düşürdüğünü söylemekdaha doğru olur. Daha iyi bir hayat, daha çok tüketim değildir. Bu olsa olsa kör bir hırs ve doyumsuz bir aç gözlülüğü körükler. Busadece ruhlarımızı güçsüz kılar. Buna rağmen "ille de tatminolunacak" diye dayatılması durumunda, ilgili organizasyonlar tarafındantatmin araçları yeniden tanımlamaya gidilir. Yeni tanımlama, öncelikle genelamaçları "özel amaçlar" için araç konumuna indirger ve diğer taraftanher değeri maddî tatmin için meşru olduğunun kesin hükmünü verir. Uygulamada,yegane dayanak noktası olan maddenin, maddî kuvvetine istinaden materyalistfelsefenin "Kuvvetli olan haklıdır" fetvasına istinaden,, gazapduygusunun tehevvürüyle, korkusuzca yürürlüğe koyulur. Maddî iktidarsızlık halindeveya ortamın maddî kuvvete mukavemeti etkili olduğu durum ve alanlarda aklınifrat sapması olan cerbeze yoluyla, gerçekleri tersyüz ederek sabık amacaulaşmaya çalışılır. Nitekim daha işin başlangıcında, Batılı olmayan toplumlarınBatılılar tarafından despot ve cerbezeye dayanan entrikalarla, acımasızcasömürülmesi Batı kapitalizminin doğuşundaki anahtar rolü oynadı. Bu sömürüdüzeni kurulmamış olsaydı, yeryüzünün ilk sanayi toplumlarının Avrupa’da ortayaçıkmaması mümkün olmayabilirdi de. İfrat sapması, insanda olan tabiî bir uçnokta olmasıyla birlikte, sosyal yaşamda çoğu kere tefrit sapmasının oluşumunakarşı bir tepki yapılanmasıdır. Karşı tepkiler rasyonel bir hareket olsa bile,gerçekte irrasyonel ve bir hesaplaşmaya dayanır. Mesela bugünkü batı medeniyetinintemelinde yatan hümanizm, gerçekte Ortaçağ Hıristiyanlığına ve skolâstikfelsefeye tepki olarak ortaya çıkmıştır. Sekülersüreçte aklın devreye girmesiyle insanı onurlandırma ve mutlu etme amacınayönelen insanın Yaratıcısından koparılması nefsin etkisinde kalan aklın enbüyük cerbezesidir. Böyle bir cerbeze, insanın "ben"ini ön plânaçıkartarak kendisinin bir ilâh olduğunu söylemiştir. Aklın ürettiğimaddî-bilimsel verileri dönüp akla ilahlığını ispat sadedine sunma işlemi, aynıcerbezenin başka bir boyutudur. Ortaçağda, Hıristiyanlığın skolâstik felsefesiaklı paramparça ederken, aynı medeniyetin çocukları, Ortaçağa reaksiyon olarakinşa ettikleri modern çağda materyalist felsefe ile, bu defa da kalbiparamparça etmek suretiyle ifratın başka versiyonunu sergilemişlerdir.Yaratıcıyı yok sayma bahasına dünyanın merkezine oturtulan in-san, "megaideal" yerine "ego ideal" ile vaftizlenmesisonucu bir üretim-tüketim işlevinden ibaret "homo ekonomicus" derekesine düşürülmüştür. Yani insaneşyaya sahiplenme yoluyla kendini ilâhlaştırırken, eşya ilâhının karşısındakendisi eşya derekesine düşmüştür ki, ifrat sapmasındaki materyalist olgularınönemli bir açmazıdır bu.

    Böyle bir seküler düzlemde insan merkez amaç olmanın gerisinde,marjinal bir amaç düzeyinde kendini bulur. İnsan artık bir eşya, bir makineparçası, üretim faktörü veya en fazla "homo ekonomicus"tur. Ancak diğer taraftan ifrat sapmanınorganize olmuş imtiyazlı seçkinleri (burjuvazi, filozoflar, idareciler) insaniçin vaat edilen, ama bir türlü gerçekleşmeyecek olan yeryüzü cennetini, kısmende olsa kendileri çoktan yaşamaya başlamışlardır bile. Gerçekte örgütlenmiş buimtiyazlı seçkin azınlık, eski çapulculuğun ve despotizmin şekildeğiştirmesinden başkası değildir. Organik yapılanmaları farklı görünse de,amaç hep aynıdır. Günümüz bilgi çağında, dünün toprak aristokrasisinin yerine,sanayi sonrası "endüstriyel feodalizm"den söz edilmesi bu bakımdananlamlıdır. Görünen odur ki, bu tür sapma gösteren eğilimler daha çok halkarağmen halkçı olan imtiyazlı seçkinlerin işine yaramıştır. Burada önemli başkabir nokta, kapitalist toplumlar için burjuvazi sınıfın seçkinliği gibi,kapitalist toplumların Avrupalı olmayan uluslar özellikle azgelişmiş üçüncüdünya milletleri üzerinde benzer ayrıcalıklı bir yere sahip olmalarıdır. Bunabir anlamda Batılı toplumlarının üçüncü dünya uluslarının imtiyazlı-burjuvazisınıfı da denilebilir. Fakat bu daha çok sosyal,totaliter ve emperyalistdevletler olarak ifade edilir.

    Şu halde insanınşehevî-fizyolojik ihtiyaçlarının ifrat sapması olan fücur durumunda organizeolan kesimin, daha çok burjuvazi sınıfının olduğunu söylemek mümkün. Burjuvazi,gerek sınıfsal kökeni, gerek iştigal sahası ve yöneldiği amaçları bakımındantepeden tırnağa laik ve sekülerdir. Laik ve seküler, yani dindışı bir dünyanın yeni ve güçlü sosyalsınıfı. Bu sınıfın önündeki engellerin başında kilise ile özdeşleşmiş dingelmektedir. Dolayısıyla kral, aydınlanmacı filozoflar ve burjuvazi ile kilisearasında baş gösteren çatışma şeklinde ortaya çıkmıştır. Zaman sürecinde,özellikle aydınlanmacı filozoflar ile "yüksek sınıf" statüsünesıçrama yapan burjuvazi sınıf arısındaki ilişkilerin önemli niteliktegelişmeler gösterdiği anlaşılmaktadır. Sermaye ve kazanç sahibi yüksekburjuvazi hukuk, idare, ekonomi ve yönetim bilimlerinin temel esprisini maddîmülkiyetlerini koruyan ve kazançlarını artırmaya duyarlı bir mantıklaoluşturmuşlardır. Sermayenin tahakkümü ve yönlendirmesi bilim üzerindesermayedarlar lehine belirleyici rol oynamıştır. Yer yerburjuvazi kılıklı filozoflar veya paranın satın aldığı bilim adamlarıtarafından bilimin objektifliği yerine, çıkarın önceliğini tanıyan çalışmalarortaya konmuştur. Bunun sonucu olarak, politikada mezkûr amaçlar için bütünaraçlar meşru sayılırken, hukuk-insan onuru yerine servetin korunması esasalınmıştır. Ekonomide, üretim uğruna insan bir üretim aracı kabul edilirken, sosyo-psikolojinin verileriyle insan aynı kadim amaç içindaha medenîce manipüle edilme yoluna gidilmiştir.Daha genel ifadesiyle liberalizmin bir aşaması olan kapitalizm Avrupazihniyetinin derneklerinde doğmuştur. Bu zihniyet yeni devleti, yeni dini, yeniilmi, yeni tekniği ve yönetimi doğuran zihniyettir. Bu sekülerdünyevilik zihniyetidir, onu sonu gelmez bir egoizm ve serbestlik yolunafırlatıp atan. Bu zihniyet bütün kuvvetler karşısında inatlı şekilde nefsinmuhafaza ve idamesi ve değerlerini kendi irade ve fiillerine boyun eğdirmekmaksadıyla sonsuz bir ihtiras içindedir. Buna, "totaliter" hakkınısaklı tutan kuvvet iradesi denmektedir. Çünkü, kapitalizm sermayenin vesermayedarların hakim mevki tuttuğu rejim demektir. Şu halde gaye insanıntatmin ve mutlu edilmesi değil, imtiyazlı seçkinler lehine makro ve mikroorganizasyon faaliyetlerinin objektif gayesini çıkar/kâr teşkil etmesidir.

    Modern yönetiminaçmazları

    Bilindiği gibitoplum düzenini oluşturan temel sosyal kurumlardan biri idare yönetimdir. Buinsanın "ünsiyet" yeteneğinin ma’şerileşmişbiçiminin bir tezahürüdür. Toplum düzenini gerek iç, gerekse dış saldırılarakarşı korumak, güvenliğini sağlamak, çıkan ihtilâfları çözmek, en genişbiçimiyle mevcut hukuk düzenini korumak üzere insanlar tarafından oluşturulanbu sosyal kurum, zamanla devlete eş anlamlı kabul edilmiştir. İdare/yönetim,hukukî yapı kapsamında amaçlara yönelmiş beşeri ve psiko-sosyalözü olan bir süreçtir. Yönetim süreci olguların var olduğu durumlardayönetenler ve yönetilenler diye iki taraf vardır. Yönetimin kaynağı, amacı veuygulanma biçimi yönetim yapılarının niteliklerini belirler. Yönetimleryapılarına göre farklılıklar gösterse de, genelde "adalet" ilkesinintahakkuku ile bütün boyutlarıyla toplum hayatının ahenginin sağlanması anaamaçtır. Fakat yine de bu ana amacın zihniyet ve buna bağlı temel felsefeyegöre farklılıklar gösterdiğini söylemeliyiz.

    İnsanın sosyalhayattaki yapıp-etmeleri onun ne/nasıl gördüğünün düşünülmesi, düşünülenintanımlanması, tanımlananın bu doğrultuda uygulanmasından başkası değildir.Benzer şekilde varlık, hayat ve eşya; tanımladıkları kaynağa göre anlam ifadeeder ve fonksiyon sergiler. Bir takım norm, ilke olgular örgüsünden meydanagelen yönetim de, sözü edilen kaideden âzâde değildir. Günümüzde yaygın olan"modern yönetim"in kaynağının sekülerkapitalist zihniyet olduğuna göre bunun getireceği sonuç ve sorunların nitelikboyutları da bu doğrultuda olacak demektir. Şayet insana bir "homo ekonomicus", "homo politicus" anlamındaveya sonu "hayvan"la noktalanan tanımlamalar getirilmiş ise sosyalhayattaki insana yönelik uygulamaların bu "kaziye" şablonunda olacağıaçıktır.

    Sözü edilen seküler şablon çerçevesinde modern yönetimin amacı,birilerinin hesabına yeryüzünde mutlak bir tatminle yeryüzü cennetiningerçekleştirilmesinin organize edilme işleminin üstlenilmesidir. Ancak seçkinazınlık zümresini saymadığımızda sabık cennet aşkına insanların kahırekseriyeti cehennemî bir azabın ateşini ruhlarında hissetleri görülmektedir.Modern yönetimin idari-ekonomik gereklilikleri ile daha da şiddetlenen yeni emperyal/ırkçı ideolojiler elâstikiyete bağlı veevrenselcilik örtüsüne sahip yumuşak (sosyal-totaliter) görüntüsü ileorganizesiz kitlelere kadar yaygınlaşan bir dinamizme kavuştuğu doğrudur. Dîni nizamınyıkılıp, ırkçılık hareketinin canlanmasının ilk neticesi, Doğu ile Batıarasında veya Avrupa ile diğer kıtalar ve bölgeler arasına, "ari ırk" diğer ırklar arasına kesin bir hat çizilmesioldu. Avrupalılar bu hattın gerisinde kalan ülkelerde yaşayan insanlardankültür, medeniyet, ilim ve edebiyat açısından üstün olduklarına inanıyorlardı.Avrupalılar hakim olmak ve yönetmek için; diğer milletleri de onlara boyuneğmek, onların emirleri yerine getirmek için yaratılmıştı. Avrupalılarvarlıklarını sürdürüp gelişecek; diğerleri ise yok olup tarihe karışacaktı.Bugünkü İslam coğrafyasının kanlı sancılarının göbek bağı bu ırkçı/ emperyal zihniyetle ilişkilidir.

    Modern yönetimyapısı gereği insanı, mânevî boyutundan soyutlanmış tek boyutlu bir varlıkolarak muhatap alır. Daha çok mutlu olmak için daha çok üretim ve tüketim onunana hedeflerindendir. "Kıt kanaat kaynak"lar diye dünyanınmateryallerini belirleyerek "optimum bileşimle" ancak "maksimumkâr" elde edebilmek diye bilimsel tanımlamaların zıddına insanları"Tüketin ha, tüketin!" yarışına sokması, kendi içinde düştüğü önemlibir çelişki ile birlikte tam bir hikmetsizlik örneğidir. Bu uğurda her şeycerbeze mantığına dayanan politikalarıyla meşrudur. Dayandığı dinamikleringereği olarak insanları tüketime sevk ederken, tükettiği pastanın bir diliminineksilmemesinin sigortasını anne rahmindeki çocuğun katlinde görmektedir. Bubakımdan doğum kontrolünü, nüfus planlamasını gerekli kılan düşünce nüfusartışıyla gıda üretimi arasındaki ters gelişmenin doğurduğu sonuçlar değil, herşeyiyle dünyaya âitmiş gibi yaşayan insanların refahı ve zenginliğibaşkalarıyla paylaşmaya yanaşmalarındadır. Her yeni doğan çocuk yeni birboğazdır ve bu, dünya pastasından bir pay almayı ister. Dünya nüfusunun ancak %15’ini oluşturan bu emperyal güçler, dünyakaynaklarının tam % 80’ini sömürmektedirler. İşte bu durum, "hak"olgusuna kodlanmış adalet mihengini çatlatan, sosyal adaletin esâmesinden uzak seküler modernyönetimin tam bir kahredici harikasıdır.

    Önemli başka birkonu modern yönetimi, tabiatı, kendisinden yararlandığı halde, ama kendisinekarşı sorumlu olan bir yardımcı gibi görmekten çok her an kuralsızcayararlanılan, kendisine karşı hiçbir yükümlülük duygusu beslenmeyen düşükkonumda bir varlık olarak görmüştür. Zorluk şurada: Kuralsızca kullanılantabiatın durumu günden güne daha fazla keyfi uygulamalara cevap vermeyiimkânsız kılmaktadır.(15) Çevrenin merkezinde yaşayan insan kendisine faturaedilen zararın derin yaralarını bütün benliğinde hissetmektedir.

    Modern yönetiminçatısı altındaki topyekûn insanlık büyük sosyal hayatdüzleminde çatışma, gerilim ve güvensizlik içerisindedir. Kendine, değerlerineve çevresine yabancılaşan insan yine başta kendisi olmak üzere, maddî-mânevîçevresiyle çatışma halindedir. Burada sosyal risk, ferdin maddî varlığınayönelik olmakla birlikte ferdin din ve namus gibi değerleri de onun varlıkbütününü oluşturduğu kabul edilmekte ve onlara yönelik tehlikeler de birersosyal tehlike olarak görülmektedir.(16) Bu yönüyle de toplum fertleri büyükbir güvensizlik içindedirler. Güven duygusu, herhangi bir güvenceye bağlı olanruh halidir. Güvence, ona bağlılık devam ettiği sürece güven duygusu olarak devameder.(17) İnsan için, kendisine temin edilen ekonomik ve sosyal haklar güvenceolabilir, ancak bu tür güvenceler geçici olduğu gibi insanın karmaşık vesınırsız ihtiyaçları karşısında yetersizdirler. Bugün birçok kişi, modernhayatın kaba zevkleri ve eğlencelerini yavaş yavaşbeğenmemeye başlamıştır. Bundan başka işlerini, tasarruflarını, servetlerini,varlık sebeplerini yitirme endişesinden kurtulamıyorlar. Fertler içindebulundukları güven ihtiyacından tatmin olamadıkları gibi, sosyal sigortacılararağmen daima endişe duymaktalar. Daha da kötüsü düşünme kabiliyeti olanlar, çokdefa bedbaht oluyorlar.(18) Demek, güven duygusu, insan için ekonomik garantiolmaktan da öte daha kapsamlı bir duygudur. Bir sosyo-kültürelçevreye uymaktan doğan kendine güven duygusunu da içerir.

    Şu halde gelişenteknolojinin insan yararına kullanarak onu mutlu etmek için, o teknolojiyikullanan yönetimin temel zihniyetinin, ruh halinin hayata ve eşyanın tabiatınaayak uydurduğunu, insanın mutluluğunu dikkate aldığını söylemek mümkündeğildir. Çıkarcılığı ön plâna alan seküler yönetimanlayışı insanı bütünü ile kavranmasını engellemektedir. Bu bakımdan insanınbütün problemlerini çözememektedir.

    İnsanın maddîvarlığı yanında ruhsal varlığının da bulunduğu gözden kaçırılmaktadır. Günümüzmaddî hayatında, mânevî değerlerin mahkûm olması sebebiyle; insanların ruhdünyalarına nüfuz edilemediği bir gerçektir. Ruh sağlığına sebep olansıkıntının gerçek sebeplerden biri de, insanda tabiî olarak var olan ruhîfonksiyonun âtıl kalması ve dolayısıyla yaşayışta dengesizliğin başgöstermesidir. (19) Manen yorgun bu insanlar, maddî doyumu sağlasalar bileruhsal doyumda büyük boşluk yaşamaktadırlar. Ekonomik ve sosyal gelişme kadar,insanın ruhî ve moral gelişmesi de önemlidir. Gerek kişilerin ve gereksetoplumların, hayatın türlü zorluklarına karşı direnme ve dayanma güçlerininyükseltilmesi, morallerinin yüksek tutulabilmesine bağlıdır. Bu ise kişininmoral hayatının önemine, kişiliği tamamlayıcı kuvvetine inandırılması veinanması ile sağlanabilir.(20) Demek oluyor ki, moral zihni ve his heyecanadayanan bir ruh hali olup, ferdin ve toplumun mensubu olduğu idare veorganizasyonlara olan his ve düşüncelerini ifade eder. Sağlığının bozulmasınasebep olan seküler dayatmalar ve rasyonel yargılarmorali düzeltmesi mümkün değildir. İnsanın mânevî boyutunun dikkate alınmamasıinsanların yabancılaşmalarını doğurmuştur. Yabancılaşma endüstriyel vekapitalist toplumun meydana getirdiği insanları insan haklarından uzaklaştırmatehlikesiyle ilgilidir.(21) Modern yönetim gelenek, din, ahlâk ve hukukdeğerlerini elimine etmiş; kutsal bilinen ne varsa, hepsini dağıtmış ama;yerlerine geçip kendisi kurulmuş; artık teknolojikutsallaşmıştır. Yabancılaşma, kısaca anlam yokluğudur. Neyi niçin yaptığının,hatta niçin yaşadığının anlamını kaybetmesi veya böyle bir anlam ve amaçtanyoksun olması, insanın tam bir anlamsızlık ve hedefsizlik içine düşmesidir.(22)Halbuki eşyanın amacı konumunda olan insan iktisadî faaliyetlerin ölçüsüolmalıdır. İnsan ikinci plâna itilip bir araç seviyesine düşürülmemesigerekirdi. Oysa insan kendisinin oluşturduğu dünyada yabancıdır. Çevreyi veeşyayı kendisi için teşkilatlandırmayı bilememiştir. Çünkü kendi tabiatına dairmuhtevalı bilgisi yoktur. Dolayısıyla modern insan kendisine "birlik-bütünlük"içerisinde bir yaklaşımla yönelmemiştir. (23) "Hayatın amacı, hayat vegelecek nedir?" gibi mânevî sorunlara ilgisiz olan tiplerin büyük vesürekli değişen bir egoları vardır, ama hiçbirinde kendilerine özgü bir benlikve kişilik yoktur. Bunun sebebi, insanların şahsiyetsiz bir araç gibidüşünülmesi ve kişiliklerin bürokratik ya da ekonomikbüyük güçlere bağlı olmasıdır. Modernitenin seküler aygıtları arasında ezilen ve ruhsal bunalımlaradüşen yönetilen kesimin yöneticiler tarafından anlaşılmaması probleminidoğurmuştur. İnsanlar "kaygı çağı, "şok çağı"nın çağrışımlarıarasında büyük gerilimler yaşamaktadırlar. Genelde gerilimin büyük bir bölümü"kaygı" faktöründen kaynaklanmaktadır. Korku, çatışmalar, özelyaşamdaki önemli değişiklikler, hızlı acımasız değişim ve geçim baskıları,insanların sağlık ve mutluluklarını tehdit edici düzeyde gerilimdoğurmaktadır.(24)

    Sonsöz

    Yönetimin ana amacıhayatın uyumlu, insanın mutlu olması ise bu, ancak adaletin gerçekleşmesi ilemümkün olabilir. Öyle ise adalet mefhumun mahiyeti ve kaynağı önemliolmaktadır. Ortaçağ zihniyeti tefrit sapmasının humud-cebanet-gabavet durumlarınıntemerküzü olan skolastik bir adalet anlayışına sahipti. Modernizmtefrit sapması (Ortaçağ zihniyeti) karşısında ifrat sapmanın (modern çağzihniyeti) fücur-tehevvür-cerbeze durumlarına kodlanmış seküler/profan bir adalet anlayışına sahiptir. Böyle bir adaletanlayışına sahip sistem-yönetimi, olması gereken beklentilere cevapveremeyecektir nitekim verememektedir de. Çünkü dayandığı dinamiklerin vebunlardan sudur eden "adalet" anlayışı, böyle bir kabiliyete sahipdeğildir. Çünkü tefrit ve ifrat sapmasının "denge"sinin olmadığıiçin, "denge"nin olmadığı bir anlayıştan adaleti gerçekleşmesibeklenilemez. Tam tersi böyle bir adalet anlayışının yönetim olaraküzerimizdeki varlığı kurdun sürüye çoban olmasının ta kendisidir. Adaletinvarlığı tefrit ve ifrat sapma ile ilgisi olamayan vasat denge sistemi ileilgilidir. "Böyle bir vasat denge sistemi vasat-dengede iffet-şecaat-hikmetdurumlarının bileşimi olan adaletin varlığını gerekli kılar. Bu adalet (iffet-şecaat-adalet)anlayışının diğer bir ifadesi "sırat-ı müstakim," yani İslâm dinidir.İslâm "Allah’ın emirlerini yapmaktan ve nehiylerindensakınmaktan ibaret olan ibadetle" temel duyguları intizam altına alıpvasat dengede anlamlandırır. Bu yüzden Kur’ân’ın anahatlarıyla üzerinde durduğu dört husustan birisi de "adalet veibadet"tir. Burada "adalet ve ibadet" tek sık halinde birliktebelirtilmiş olması oldukça mânidardır. Çağın insanı, vasat denge sistemininengin manidarlığına uyandırılmayı beklemektedir.

    Dipnotlar

    1. Bediüzzaman, S. Nursi, İşârâtü’l-îcaz, Sözler Yayınevi, İstanbul, 1978, ss. 24, 93.

    2. Süleyman Akdemir, İnsandan Devlete, s. 160.

    3. M. Ali Yülek, "Modern İktisat ve İnsan", İktisat ve İş dünyası, 15 Eylül 1993, İstanbul, s. 49.

    4. Ali Bulaç, "Din Dışının Seküler Sitesinde," Bilgi ve Hikmet, Sayı 6, Bahar 1994, İstanbul, s. 13.

    5. Poul Harrison, Üçüncü Dünyanın Batılılaştırılması, Pınar Yayınları, İstanbul, 1990, ss. 30-31.

    6. Ali Şeriati, Toplum Bilim Üzerine, Bir Yayınları, İstanbul, 1988, s. 75.

    7. Mustafa Özel, "Sanayi Sonrası Feodalizm," İktisat ve İş Dünyası, Sayı 9, 1993, İstanbul, s. 4.

    8. Bulaç, a.g.e., s. 9.

    9. Orhan Tuna, Sosyal Siyaset, İktisat, Fakülte Matbaası, s. 222.

    10. Ergin Feridun, İ. Yayınları, İstanbul, 1950, s. 91.

    11. Akdemir, a.g.e., s. 164.

    12. Kemal Tosun, İşletme Yönetimi, İşletme Fakültesi Yayınları, 1984, s. 5.

    13. Ebul-Hasan En-Nedvi, Müslümanların Çöküşüyle Dünya Neler Kaybetti?, Bir Yayınları, İstanbul, 1986, s. 314.

    14. Bulaç, 1990, s. 68.

    15. S. H. Nasr, İnsan ve Tabiat, Çeviren N. Avcı, İstanbul: Yeryüzü Yayınları, 1982, s. 15.

    16. F. Beşer, İslâm’da Sosyal Güvenlik, Diyanet Yayınları, s. 167.

    17. Z. Sabuncuoğlu, Çalışma Psikolojisi, Uludağ, İ. Yayınları, Bursa, 1987, s. 78.

    18. A. Carrel, İnsan Denen Meçhül, Yağmur Yayınları, İstanbul, s. 38.

    19. A. Doğru, İnsanın Sosyal Bunalımı, Timaş Yayınları, İstanbul, s. 31.

    20. N. L. İslâm, Hürriyetin Alfabesi, Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 1977, s. 68.

    21. P. Esin, İş Bölümü, Yabancılaşma ve Sosyal Politika, Ankara, Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1982, s. 106.

    22. B. Atalay, "İktisadi Kalkınmada Geleneksel Değerlerin Yeri," İktisadi Kalkınma ve İslâm, İstanbul: İslâmî İlimler Araştırma Vakfı Yayınları, 1978, s. 99.

    23. Carrel, a.g.e., s. 147.

    24. K. Albrecht, Gerilim ve Yönetici, Çeviren K. Tosun ve diğerleri, İstanbul İşletme Fakültesi Yayını, 1988, s. 2.