Köprü Anasayfa

Laiklik ve Sekülerizm

"Yaz 95" 51. Sayı

  • Sekülerleşme Üzerine

    Safiye Şiranlı

    Dumlupınar Üniversitesi, Bilecik İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinde Araştırma Görevlisi

    Sekülerleşme;insanın aklı ve dili ve metafizik bütün denetimlerin kırılması, deyimyerindeyse insanını bakışlarını dünya ötesinden bu dünyaya ve bu zamanaçevirmesidir(Attas,43). Bu şekliyle ele alındığında kavramın,dünyevileşme ile örtüştüğü söylenebilir. Daha da açmak gerekirse; doğadakitılsımın bozulması, siyasetin kutsallaşması ve aklın özgürleştirilmesi olarakkullanılan sekülerlik; Weber’indeyimiyle "rasyonalizasyon"dur. (Weber, Önsöz.) Nitekim M. Turhan’da laik bilgiyle rasyonelve nesnel bilgi arasında aynı biçimde "doğrusal" bir ilgi kurmuştur.(Turhan, 157,) Sekülerlik ve rasyonelleşme arasındadoğrusal bir ilginin kurulması şüphesiz bir rastlantı değildir. Çünkü modernfelsefenin kurucusu olarak kabul edilen Descartes’ın,kurduğu kartezyen anlayışa bağlı şekilde gelişen yeni ilmi inkişaflar,Newton’un muhteşem dehasıyla, mekanik bir sistemin matematiksel tasvirinigerçekleştirmiştir. Bu yeni paradigmaya göre; "kendisinde hiç bir amaç,hayat ya da ruhsallık ihtiva etmeyen doğa; mekanikyasalara göre işliyor ve maddi dünyadaki her şey kendi aksamının düzenleniş vehareketlerine göre açıklanıyordu. (Capra, 60.) Gerçihem Descartes hem de Newton Tanrı’ya inanıyorlardı inanmasına, ama Tanrı-kainatilişkisini açıklayamadıkları için, çareyi kainatı mekanik kurallara göreişleyen bir saat gibi yaratan Tanrı’nın, ilk yaratma ve hareketlendiriştensonra işi, maddede mündemiç/içkin yasalara havale ettiği biçimindeyorumladılar. Böylece "doğa" üzerinde hiçbir biçimde metafizik müdahaleninbulunmadığı varsayımının felsefi temelleri de, bilim tarafından sözde nesnelbir yaklaşımla atılmış oluyordu. Modern-bilimin kendi içinde tutarlı olarakortaya koyduğu kuram, dünya üzerinde Tanrı’ya olan ihtiyacın bir bakıma ortadankaldırıldığını tescil etmişti. Bu tarz-ı telakkiye göre Tanrı’nın işlevi"öteye," insanın işlevi de buraya, yani "dünyaya" aitti.Meşhur tabirle, "Sezar’ın hakkı Sezar’a, Tanrı’nın hakkı da Tanrı’ya"verilmeliydi. Buna göre Tanrı’nın dünya üzerindeki hükümranlığı sona ermiş veinsanın dünyevi saltanatı başlamıştı. Gerçekten de kutsal kitabın belirttiğigibi; "hakir bir damla sudan yaratılan insan bu haliyle Yaratıcısına karşıapaçık bir hasım oluvermişti." Her ne kadar söz konusu bilimsel devriminöncüleri tarafından, Tanrı’ya kuramın içinde-belki de zorunlu olarak-belli biryer verilmişti, ama izleyen dönemde paradigmanın takipçileri tarafından,Tanrı’ya hiç bir konuda göndermede bulunulmadı. Büyüsü bozulan doğada her şey,ama her şey, nicel olarak tasviri yapılabilen, salt akılla anlaşılabilir nesnelvarlıklar olarak tanımlanmıştı, Aklın ilkeleriyle açık-seçik olaraktanımlanamayan hiç bir bilgi ilmi değil ve cismi olmayan hiç bir şeyin varlığıda kesin değildi. Olsa olsa varlığı tasavvur edilen nicelleştirilemeyenşeyler birer vehimden ibaret olabilirlerdi. Fizik bilimlerinde meydana gelen bugelişmeler, insan dahil doğada bulunan tüm varlıkların anlamını sadece"yararlı bir nesneye" indirgemekle sonuçlandı. Aynı felsefi temelüzerine kurgulanan iktisat, tıp, toplumbilim, ruhbilim ve hatta dinbilimlerinin de seküler kartezyen paradigmayla ortakbir düzlemde örtüşmeleri yaygınlaştırılarak gerçeklik kazandı. Denilebilir ki;sözü edilen sahaların hemen hemen tümünde, kendiiçinde birbirinden tümüyle yalıtılmış alanların, nicel olarak tasviri veaçıklanması yönünde "indirgemeci" ve "kartazyen"ilkeler uygulandı. bütün yapılanlar aklın özgürleştirilmesi ve kutsallığın nötürize edilmesi için yapılıyordu yapılmasına ama; Busefer de ilmin putlaştırılması ve kalpsiz uzmanların ürettiği kültürdeğerlerinin modern bilimin koruyucu zırhıyla bir tabu, zorunlu bir gerçeklikolarak dayatılması yani, insanın bir bakıma kendi kendini kutsaması ve ürettiğideğerlere tapınması sonucuna yol açıyordu. Bu durum; ilk dönem klanlarınamahsus, atalarına ve onların kurallarına tapınma halinin, farklı bir modernversiyonu olarak nitelendirilebilir. Görülebildiği kadarıyla, sözde kutsala aither şeyden yüz çeviren modern çağların insanı, bu sefer kendine mahsus dünyeviyeni kutsallık alanlarıyla iç içe yaşamakta hiçbir sakınca görmüyordu. İşingaribi ilkel dönemlerin belirgin özelliği olarak bilinen çoktanrıcılık, moderndönemde rölativizmin de yardımıyla sayısız denilebilecek çoklukta ilahlarüretmede eskileri aratmamıştır. İlginçtir, kutsalın her türüne başkaldıran seküler sistemler, eski dönem Mezopotamya Uygarlığındagörülen "yıldızlara" tapınma adetlerini, ibadet ve ritüellerini; modern çağda ürettikleri "starlara"karşı gösterdikleri coşkulu dans ve konserlerinde fazlasıyla icra etmekte hiçbir sakınca görmemişlerdir. Weber’in keskin biröngörüyle tespit ettiği bilimin ilerici gelişmeleri; "sayısız dünya görüşüve gerçeklik yorumuna" (Turner, 203.) yolaçmıştır. Bu bağlamda ilerlemecilik anlayışının da zorunlu bir gerçeklik olarakdayatılması, yani kutsallaştırılmasına işaret edilmesi gerekir. Zaten buanlamda sekülerizm de bir tür ideolojiye tekabületmektedir. (Attas, 45.) Her ne kadar kutsala ait ne varsahepsini reddetse de sekülarizm, kendi değerlerininkutsallaştırılmasını yok etmez, bilakis, kesin ve nihai olarak kabul edilmesiniisteyeceği değerler manzumesini eskisinin yerine ikame eder. Böylece her şeyinkeyfiyet platformundan kemiyet derekesine indirildiği yeni bir düzlemde insan;"ya bir elektron-proton bileşimi, ya maymun cinsinden bir hayvan, yabir iç güdü mekanizması, ya etki-tepkilerden oluşanbir canlı, ya libido ve psikolojik dürtülerle dolu psikoanalitik bir varlık, ya dasadece fiziksel ve ekonomik gereksinimlerden ibaret bir nesne oluvermiştir."(Sorokin, 5.) Bunları söyleyen Sorokin, bir ihtiras küpü haline getirilen insanın"fayda" ve "hazcı" bir varlık olarak kendineyabancılaşmasının tasvirini yapmıştır. Şahsiyetçiliğin yerini faydacıferdiyetçiliğin ya da köleleştirici toplumculuğunaldığı seküler bir dünyada; insanın hür iradesindenbahsetmek mümkün olmadığı gibi, bütün ahlaki erdemlerinden soyutlanmış herhangibir varlık, hatta meta gibi algılandığı da pekala söylenebilir. Zaten toplumsalbürokratik örgütlenmede görülen Weber’in rasyonelkuramı da; Gabel’in ifadesiyle rasyonelleşme değil"eşyalaşmadır." Eşyalaşma, eserlerinin insana yabancı hale gelmesi vekarşısına nesnel ve tabi bir realite olarak çıkmıştır. Kanunları insaniradesine yan çizen ve tabiat kanunları gibi kaçınılmaz ve zorlayıcı olan birrealite. Başka bir tabirle, eşyalaşma ve yabancılaşma kavramları birbirininzorunlu tamamlayıcısıdırlar. Eşyalaşmanın hakim olduğu dünya, katı, insan dışı değerlerive kişileri yok eden bir dünyadır.(Meriç,13.) Anlaşılabildiği gibi böyle birdünyada insan ve diğer bütün varlıklar; büyük bir fabrikanın herhangi bir makinesinemonte edilmiş mekanik bir parçadan daha ileri bir anlam ifade etmemektedir. Buhaliyle insan yararlı ve üretken; modern çağların deyimiyle tam bir "homo-economicus"tur. Demekoluyor ki, rasyonelleşme, özgürleşme ve çağdaşlaşma olarak ezberletilen bukavramların oluşturduğu dünya; gerçekte insanın özgürleştirilmesi değil, tamanlamıyla kişilik ve iradesinin hiç sayıldığı bir meta, alınıp satılan bir köledüzenidir. İlahi olan kutsallığı reddeden bu anlayış, türlü cilalarla kof halegelmiş sisteminin makyajını yinelemekle zevahiri kurtaracağını düşünmektir. Buhaliyle modern zamanların seküler sistemlerini, bütünzamanların en büyüsel ve en dogmatik inanç şekillerinden biri olarak tanımlamakmümkündür. Güzelliğini yitiren bir kadının makyajın her türünü deneyerekçirkinliğini gizlemeye çalışması gibi; insani ve doğal her ne varsa bunlarıntümünü tahrip eden seküler sistemler, özde olan zaafve çirkinliklerini göstermemek için "cilalı imaj devrinin" tümimkanlarını sistemlerinin bekası için kullanmaktadırlar. Ne var ki insanlarınhavada uçtuğu ama yerde öldüğü, üretimin had safhaya vardığı lakin adilbölüşümün olmadığı mutsuz ve umutsuz insanlardan oluşan bir dünyada mazlum vemağdurların çığlıkları kuğunun son dansını haber vermektedir. İnsanlık yenidenözüne ve aslına dönmenin ciddi arayışları içindedir. Çekilen tüm sancılar ve ızdıraplar aydınlık bir şafakta gerçekleşmesi beklenenkutlu bir doğumun habercisidirler. Elverir ki, çökmekte olan böyle bir enkazınaltında ezilmeden, "iyilik, güzellik ve doğruluk" adına ne varsahepsini kalbi olan ehliyetli ellerin vakit fevt etmedengerçekleştirebilmeleridir. Aksi halde kozmik ve sosyal depremler küresel birkıyamete yol açabilir.

    YararlanılanKaynaklar

    S. Nakib Attas, Modern Çağ Ve İslami Düşünüşün Problemleri (Nşr.:M. E. Kılıç), İstanbul 1989.

    F. Capra, BatıDüşüncesinde Dönüm Noktası (Nşr.: M. Armağan),İstanbul 1989.

    M. Armağan, Gelenek ve Modernlik Arasında, İstanbul 1995.

    A. Bulaç, Kutsala, Tarihe ve Hayata Dönüş, İstanbul 1995.

    M.Turhan, Kültür Değişmeleri, İstanbul 1987.

    B.S. Turner,Max Weber ve İslam,İstanbul 1994.

    P. A. Orokin, "ÇağınBunalımı" (Nşr. T. Akman), Diriliş, s. 48-51,16Haziran 1989.

    C. Meriç, "Çağdaş Uygarlık Düzeyi" Fikirde ve SanattaHareket, s. 90 (Haziran · 1973)