Köprü Anasayfa

Laiklik ve Sekülerizm

"Yaz 95" 51. Sayı

  • Süleyman Demirel ile Laiklik Üzerine

    İslam’ın din vedevlet işlerini ayrı tutmayan temel anlayışını göz önünde bulundurarak, birİslam ülkesinde demokrasi ve laiklik münasebetini nasıl açıklayabilirsiniz?

    Bir demokrasi ülkesindedin ve vicdan hürriyeti, ibadet hürriyeti, eğitim hürriyeti, âyin hürriyetikişinin temel hak ve hürriyetlerindendir. Bana göre, laiklik bu hürriyetemüdahale etmek için değil, bu hürriyeti korumak için konulmuştur. ibadethürriyetine, vicdan hürriyetine, âyin hürriyetine, eğitim hürriyetinekarışılmasın diye konulmuştur. Bilhassa devletle dinin münasebetleri Osmanlıidaresinde düzgün yürümüştür. Ama Batı Avrupa’da zaman olmuştur ki, kilise,devletin hakimi olmak istemiştir. Aslında laiklik biraz da oradan çıkmıstır. Devlet kilisenin tahakkümünden kurtulmaya mecburolmuştur. Kilise de tahakkümü yapılırken dini kullanmıştır. İslâm’da ruhbansınıfı yok. Allah’la kul arasında kimse yok. Hakim kılınacak olan şeyler,İslâm’ın getirdiği ana kaidelerdir. Kur’ân’ınhükümleridir, Sünnet-i Seniyye’dir.

    Demokratik biranayasa rejiminde bu kaideler nasıl işler?

    Hukukun üstünlüğünedayanan bir anayasa devleti eğer iyi işleyebilse, bunların çoğunu beraberindehakim kılar. İslam’ın getirdiği ana kaidelerle, hukukun üstünlüğüne dayanananayasa devletinin kaideleri arasında çelişki yoktur.

    Türkiye’dekilaiklik tatbikatını ve tartışmalarını bu açıdan nasıl değerlendiriyorsunuz?

    Türkiye laikliğidinsizlik olarak anlamış, yanlış tatbikatlar yapmıştır. Din dendiği zamanirtica anlaşılmıştır. Henüz Türkiye’de zihinler bu tartışmayı neticeyebağlamamıştır. Bana göre mesele gayet açıktır. Din ve vicdan hürriyetinin birrahatsızlık vesilesi sayılması kadar yanlış bir şey düşünemiyorum. Mütedeyyininsanların, dindar insanların, toplumun rahat ve huzuru için bir teminat olduğukanaatindeyim. Allah’ı bilen, Kur’ân’ı bilen,Peygamberi hilen insanlardan bir kötülük gelmez.

    Buna rağmen,laiklik belli dönemlerde vicdanlar üzerinde baskı aracı olarak kullanılmıştır.Sizce bunun izahı nasıl yapılabilir?

    Laikliği dinsizliksaymak fevkalâde yanlıştır. Laiklik, bilhassa Batı ülkelerinde, kilise ilekrallar arasında uzun iktidar mücadelelerinden sonra ulaşılmış bir kavramdır.Aslında Türkiye’de laiklik, herkesin dinî görevlerini ve inançlarını serbestçeyaşayabilmesinin şemsiyesi olması lâzım gelirken, yanlış anlamalara meydanverilmiş ve konu tartışılır olmuştur. Bu tartışmaların içerisinden vuzuhlaçıkabilmenin yolu, kanaatimce, yine hukuka bağlı kalmak olacaktır.

    Sizin başbakanlık yaptığınızdönemlerde de laiklik ve irtica konuları sık sıkgündeme getirilmişti. Bu tartışmalar sırasındaki tavrınız nasıldı?

    26 Ocak 1968tarihinde yapmış bulunduğum basın toplantısında, bu husustaki düşüncelerimigayet açık bir şekilde dile getirmiştim. Dilerseniz, o konuşmamdan bazıpasajları burada nakledeyim.

    "Zaman zaman, yakın mazinin hatıraları îmâ suretiyle veya doğrudandoğruya canlandırılmak veya bazı tedailer yapılmak suretiyle âdeta bir siyasîtedhiş manzarası arz eden bazı olaylarla karşılaşılmıştır… Türk siyasîhayatında zaman zaman kalıplaşmış iddialarıntekrarlandığı görülmüştür. Bu iddialar inandırıcı olmaktan çıkacak kadar çok veuzun seneler tekrarlanmıştır. Aslında bu iddiaların gerçeklerle, milletinarzularıyla, tarihî tekâmülle bir çelişme halinde olduğu da meydana çıkmıştır.

    "İşte geçeniki sene zarfında, bu hususlardaki çeşitli iddiaların, vatandaşın gözü önündeiflas etmesiyle siyasî hayatımız güç kazanmıştır.

    "Bu basıntoplantısını kimseye cevap vermek için tertiplemedim. Ancak zaman zaman ortaya atılan bu iddialardan bir tanesini ele almakisterim. Değerli basın mensupları tarafından bana yazılı soru olarak tevcihedildiği için ele almak isterim.

    "İddia, irticanın teşvik gördüğü, irticaya müstenid bir seçim düzeni yaratılmak istendiği,iktidarın Anayasayı değiştirecek çoğunluk sağlayıp, adalet, ordu vecumhuriyetin temellerini tam tersine çevirme çabasında bulunduğu şeklinde ifadeolunmuştur. Bunun delilleri ve emareleri ortaya konmadığı cihetle, neyeistinaden bu hükme varıldığını kestirmek mümkün değildir. Şayet buna âit delilve emareler varsa, neden bu zamana kadar ortaya konmadığını sormak bizimhakkımızdır… Ellerinde ne delil varsa ortaya koymaya mecburdurlar. Aksihalde, hükmü büyük milletimizin akl-ı selîmine vevicdanına terk ediyoruz.

    "Seçmeneinanıyor musunuz? Seçmenin sağduyusuna inanıyor musunuz? Eğer buna inanıyoriseniz, inandığınız seçmen kitlesinin, Anayasanın, ordunun, Cumhuriyetintemellerini tam tersine döndürebilecek bir çoğunluğu meydana getirebileceğininasıl izah ediyorsunuz? Burada gayet belirli bir tezat vardır. Bu düşünceninsahiplerini tedirgin olmaktan kurtaralım. Seçmene inanıyor iseniz, seçmeni çareolarak alıyor iseniz, bunda samimî olunuz. Endişeniz seçmene inanmadığımızıgösteriyor. Çünkü Türkiye’de endişemizi haklı çıkaracak seçmen yoktur. Seçmeneinanmakla seçmenden korkmak bağdaşmaz… Biz daima millete ve cumhuriyeteinandık. Hiçbir zaman hüsrana uğramadık…

    "Bumünakaşalar, zannediyorum ki laikliğin gerçek mânâsıyla anlaşılamamasından çıkıyor.Laiklik, din ve vicdan hürriyeti vuzuha kavuşmadıkça, memleketimizde huzurolamayacağını da ifade ettik. Laikliği vatandaşların vicdan hürriyetine baskıteşkil edebilecek bir din düşmanlığı şeklinde anlayanların düşüncesine göre,Anayasanın din ve vicdan hürriyeti çerçevesi içinde teminata bağladığıinançların tamamen meşru ve masum tezahürü irtica sayılıyor ise, böyle birtelâkkî, her şeyden evvel, Anayasanın kabul ettiği din ve vicdan hürriyetine velaiklik ilkesine aykırıdır.

    "Kanaatimce,bu meseleyi din istismarcılarının mevcudiyetini bahane ederek, esasındaAnayasadaki laiklik prensibini istismar etmek isteyen demagojilerden kurtarmakve hakikî maliyeti ile teşhir etmek zarureti vardır…

    "Tamamen masumve meşru hareketler irtica sayılacak olursa, o takdirde hangi hareketin irticateşkil etmediğini izah edebilmek cidden müşkül olacaktır ve adeta Ortaçağ’dakiengizisyon mahkemelerinde olduğu şekilde, masum insanların suçlu olmadıklarınıispat etmeye mecbur bırakılmaları gibi, çağdaş medeniyetin asla kabuletmeyeceği bir durum hâsıl olacaktır. Kanaatimce, işte bu kara ve korkunçzihniyet, irticanın ta kendisidir.

    "İrticanın memlekette geniş bir teşvik gördüğü ve irticaya müstenid bir seçim veiktidar düzeni yaratılmak istendiği iddiası, her türlü delilden malumdur ve gerçeklerlehiçbir alâkası bulunmayan hayalî mahiyeti itibarıyla, bu gibi suçları takipvazifesiyle görevli adalet cihazına karşı da haksız bir istinadmânâsı taşımaktadır…

    "Kanunlarıngösterdiği yolun dışında indî ve hayali ölçülerle, muayyen vehimlerden kuvvetalan demagojilerle, masum vatandaşların vicdanları üzerinde baskı yapmanın aslabahis konusu olamaz:

    "Sosyalhadiseler geriye doğru değil, ileriye doğru inkişaf eder."

    Laiklik ilkesininanayasaya yerleştirilmesi için 1937’ye kadar beklenmesinin sebebi sizce nedir?

    Gerçekten de,Laiklik ilkesinin Anayasaya yerleştirilmesi için dokuz sene geçmiştir."Türkiye Cumhuriyeti, İslâm devle-tidir" tabiri 1928’de çıkarılmışAnayasadan. Tevhid-i Tedrisat Kanununun çıkarıldığı,Harf İnkılâbının yapıldığı sıralardır o zamanlar. Laiklik, Halk Partisininprogramına 1931’de gelir. 1937’ye kadar Anayasada laiklik tabiri yok, İslâmtabiri de yok.

    Aslına bakarsanız,Cumhuriyetin başında İslâm devleti tabirinin kullanılıp da, sonradan çıkarılmışolması, o esnada başlayan tartışmalardan gelmiyor. Öncesi var. Tanzimatsonrasında başlayan tartışmalar. Aslında Tanzimat Fermanı, Müslümanlığı gerikalmışlığın sebebi saymıyor. Aksine, Müslümanlıktan ayrılmış olmayı gerikalmanın sebebi sayıyor. "Bu geri kalmışlıktan kurtulmak için, tekrarMüslümanlığa iyi sarılmak lazım" diyebilmiştir Tanzimat Fermanı. Tatbikatşudur, budur, ayrı mesele. Ama dediği budur. Birçok kere söyledim; TanzimatFermanı doğru anlaşılabilmiş değildir Türkiye’de.

    Ama daha sonraları,Osmanlının Avrupa’ya nazaran geri kalmışlığı açık seçik ortaya çıkınca, bununsebebini İslâm’da bulanlar çıkmış. Bu da bir hayli tartışılmış. İstiklal Harbikazanıldıktan sonra, Cumhuriyetin başlarında, "Artık kazanılması gerekenikinci savaş ekonomik savaştır, eğitim savaşıdır" şeklinde bir hareketbaşlamış. Bu hareketin başında, sanıyorum ki, yine aynı fikirler depreşmiştir.Yani "Din kalkınmaya mânidir, geri kalmışlığın sebebidir" şeklindekifikirler. 30’lu yıllarda dine yönelmiş bulunan çeşitli baskıların kökünde bunubuluyorum.

    Ben o yılları gayetiyi hatırlıyorum. Çok yetişkin olmamakla birlikte, o yıllarda olup bitenleriçok iyi hatırlıyorum. Ezanın Türkçeleştirilmesinden, Kur’ân’ınTürkçe okunması taleplerine kadar giden çok değişik şeyler var. Ve hemen hemen o yılların Türkiye’sinde din tedrisatı yok. Aslındamedreseler ebediyen kapatılmış olmayacaktı. Din tedrisatı yine olacaktı. Öylekapatılmıştı medreseler. Ama din tedrisatı yok orta yerde.

    Ve sanıyorum ki,bütün bunların üstüne "Laiklik tabiri Anayasaya getirilirse belkiTürkiye’de kıyam olur, şu olur, bu olur" gibi bir endişe olmuştur.Olmaması mümkün değildir. Çekinilmiştir. Onun içinbunun, 1937’ye kadar Anayasaya konulmadığı kanaatindeyim. Yoksa 1931’dekoyarlardı.

    "Türkiye cumhuriyetilaik bir devlet olarak kurulmadı," diyen bir devlet adamı olarak, Bediüzzaman’ın "Eski hal muhal. Yayeni hal, ya izmihlal. Kendisi İslâm, millet-i hakimesi İslâm. Üssü’I-esas-ısiyaseti de şu düsturdur: Bu devletin dini, din-i İslâmdır.Şu esası vikaye etmek vazifemizdir. Çünkü milletimizin maye-ihayatiyesidir" sözlerini nasıldeğerlendirirsiniz?

     Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşta laikolmadığını söylemek, bir fikir beyan etmekten ibaret değildir. Eğer bunubilmeyen varsa veya bunda bir tereddüt varsa, 1924 Anayasasını açar, İkinciMaddesine bakar. Eğer laiklik dinle devletin ayrılmış olması ise, orada laikliktabiri olmadığı gibi, devletin dini söz konusudur. O da İslâmdır.İslâm, yüzde 99,9’u Müslüman olan milletimizin hayat suyudur. Bediüzzaman’ın, "mâye-i hayatiyesidir" dediği. Bunun değerini maddî ölçüleriçerisinde tarif etmek mümkün değildir. Esasen manevi ölçüleri kâfı miktarda yüksektir. İslâmiyetihakkıyla bilip, hakkıyla onun esaslarına uymak, bir topluluk için çok büyükkudret kaynağıdır. İslâmiyet hem dünyayı tanzim etmiştir, hem âhireti. Bizim akidemize göre, dünya fânidir. Ahiret bâkidir. Beka burada değildir. Burası bir imtihanyeridir. İslâmî inançlara sahip insanlar,Müslümanlar, İslâmın değerini öve övebitiremezler.

    "Laiklik demokrasidenönce gelir, çağdaş toplum hedefi demokrasiden önce gelir," görüşleri içinne diyorsunuz?

    Demokrasiden öncegelir, sonra gelir tartışmaları anlamsızdır. Esasen demokrasi yoksa laiklikolmayabilir. Demokrasi yoksa çağdaş toplum da olmayabilir. Binaenaleyh,demokrasi hem laikliğin, hem çağdaşlığın temel şartıdır. Gerek laikliğisavunanlar, gerek çağdaşlığı savunanlar, demokrasiyi kurban ederek, demokrasiyibaşka plânlara atarak düşüncelerini güçlendirme gibi bir zaafa düşmemelidirler."Evvelâ laiklik, sonra demokrasi" gibi bir tercihe de kimsezorlanmıyor. Demokrasi olursa laiklik de olur, demokrasi olursa çağdaşlık daolur. Ama demokrasi yoksa, zaten çağdaşlık yoktur benim anlayışıma göre.Çağdaşlık yeni bir kavram. Daha çok son zamanlarda kullanılan bir kavram.Tarife muhtaç bir kavram. Hem demokrat olmayacaksınız, hem çağdaş olacaksınız. Bunuanlamak mümkün değildir.