Köprü Anasayfa

Laiklik ve Sekülerizm

"Yaz 95" 51. Sayı

  • Türkiye'de Din-Devlet İlişkisi ve Laiklik

    Mehmet Aydın

    Prof. Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi

    1. Türk toplumhayatına laikliğin girişi

    Bilindiği gibi, İslâmda (en azından tarihî Sünnîlikte) Batı tarihindeolduğu anlamda teokrasi yoktur. İslâmda aslolan, her türlü icraatın Kur’ân’ınaçık hükümlerine ters düşmemesidir. Türk devleti geleneği de buna dikkat etmeyeçalışmıştır. Dolayısıyla, bu gelenekte din konusunun bir din probleminedönüştüğü zamanlar yok gibidir. Daha yumuşak bir deyişle, din-devlet ilişkisialanında çözülemeyecek ciddî problemler ortaya çıkmamıştır.

    Türk yönetimanlayışı, tarihî seyir içinde oldukça gerçekçi ve pratik-pragmatikdavranmıştır. İçtihad, örf, ferman ve yeni kanunlarile hatta bazen Şeriatı oldukça geniş yorumlayarak ortaya çıkan problemleriçözmeye çalışmıştır. Başta şeyhülislam olmak üzere, ulema sınıfının yönetimsistemi içinde yer alması, burada belirleyici baş faktör olmuştur. Bu, Türksiyaset tarihinde "devlet sistemi içinde din" anlayışının köksalmasının da başlıca sebeplerinden biri, belki de en önemlisidir.

    Aynı anlayış veuygulama, çok farklı bir çerçeve içinde de olsa, modern Türkiye Cumhuriyetinede miras kalmıştır. 1921 tarihli Teşkilât-ı Esasî Kanununun ikinci Maddesi,"Devletin dini dîn-i İslâmdır" diyor;Yedinci Madde ise "ahkâm-ı şer’iyyenin tenfizi"nden söz ediyordu. Fakat 1924’ten itibarenyasama alanında köklü değişiklikler gerçekleştirildi. Önce Şer’iyyeve Evkaf Vekâleti kaldırılarak, çok daha sınırlı fonksiyonlu bir Diyanet İşleriBaşkanlığı kuruldu (429 Sayılı Kanun). Bunu Tevhid-iTedrisat Kanununun kabulü, hilafetin lağvı, v.s. takip etti. Bütün bunlarlaiklik için güçlü bir zemin hazırlığı sağladı. 1928 yılında yukarıda adı geçenikinci ve yedinci maddeler yasadan çıkarıldı. 1937’de ise, laiklik, diğer bazıyeni maddelerle birlikte Anayasaya dahil edildi.

    Bu kadar kısa süreiçinde gerçekleştirilen bu köklü yasal değişikliklerin çok kolay olduğusöylenemez. Her değişiklik, başarılı olmak istiyorsa, "istikrar içindedeğişme" şeklinde ifade edilen sosyoloji ilkesini dikkate almakzorundadır. Pek çok Türk aydınına göre bu değişmede "istikrarunsurları," "değişme unsurları"na nazaran zayıf kaldı ve değişmebir "inkılâp"tan ziyade bir "ihtilâl" görüntüsü verdi.Fakat istikrar unsurları büsbütün de yok değildi. Meselâ, Diyanet İşleriBaşkanlığının genel idare içinde yer alması hem topluma bir güven veriyor, hemde bir geleneği, çok farklı bir şekil ve muhteva içinde de olsa, devamettiriyordu. Din konusunun din problemi haline gelmesi bu değişikliklerdenziyade, yönetici kadronun bazen laiklik, bazen da başka amaçlar uğruna dinkarşısında takındığı genel tavırdan kaynaklanıyordu. Meselâ ezanın Türkçeolarak okunması üzerinde ısrar edilmesi, laikliğin Anayasaya girmesinden çokdaha fazla dikkat çekmiş, tahmin edilmesi güç kırgınlıkların, yabancılaşmanın,devletten soğumanın ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Çünkü ezan, evrenselboyutta bir dinî sembol idi ve geniş halk kitlesinde teolojik önemi ilekıyaslanamayacak bir değere sahipti. Buna benzer başka uygulamalar da vardı veonların tamamı şu veya bu yolla laiklik kavramıyla ilgiliydi.

    2. Niçin laiklik?

    Türk toplumu, adına"laiklik" denmese de onu andıran bazı uygulamalara tâ başından beri,ama özellikle Tanzimattan sonra âşina idi. Aslındabenzer uygulamalar, çok sınırlı bir alanda da olsa, tarihî İslâmtopluluklarında hep var olmuştur. Bugün de kanunlarında "Devletin dini İslâmdır" ibaresini muhafaza eden pek çok İslâmülkesinde bazı uygulamalar ve onları destekleyen kanunlar bir anlamda"laik"tir. Türkiye bu konuda hem daha ileri gitti, hem de-belki dedürüst davranarak-adını koydu. Gerek ad koymada, gerek köklü değişmelerdegörülen ve zaman zaman da şiddetle eleştirilen buaceleciliğin sebepleri nelerdi?

    a) Modern Türkiye,Cumhuriyetin kuruluş döneminde, çok sık tekrarlanan bir ifadeyle,"asrîleşmek" zorundaydı. Bu zorunluluk iki asra yakın bir süredenberi zaten kendini hissettiriyordu. Fakat bu alanda bir türlü başarılıolunamıyordu. Bunun pek çok sebepleri vardı ki, bunlar arasında belki de enönemli olanı, topluma hâkim geleneksel din anlayışı ve bu anlayışımüesseseleşerek sürdüren eğitim öğretim sistemiydi. Mustafa Kemal’in ifadesiyle"asrileşmeyi kâfirlik zannedenlerin önüne geçmekgerekiyordu, çünkü asıl kâfirlik onların bu zannıydı." İslâmlar bu zanyüzünden geriliğe mahkûm edilmişlerdi. Bunun önüne geçmenintek çaresi "din işleri ile devlet işlerinin birbirinden tefriki"demek olan lâikliğin bir devlet ilkesi olarak kabul edilmesiydi.

    Öyle görünüyor ki,laikliğin hararetli taraftarlarından bir kısmı ince bir ayırımı yapmadabaşarılı olamadılar: "Terakki"ye (son bir buçuk asrın en büyülükelimesi) mânî olan dinin, yani İslâmın kendisideğil, varlığını toplum hayatının önemli bir kesiminde duyuran din anlayışıidi. Bunun böyle olduğunu Atatürk de açık açıksöylüyordu. Ona göre, "İslâm akla, ilme ve fenne tam anlamıyla tetabuketmekteydi; onun için de en son ve en mükemmel din idi." Ama bu başlangıç,daha sonra bazı aydınların din karşısında olumsuz bir tavır takınmasını ortadankaldırmaya yetmedi. Onlar, aydınlamanın ve pozitivizmin etkisiyle laik olmayı,"akla ve bilime uyma" olarak tanımlamada ısrar ettiler. Özel hayatındışında fonksiyon görme talebinde olan dinî tavrı da-ki İslâm böyle bir tavrıgerekli kılmaktaydı-gericilik (irtica) olarak gördüler. Kanaatimce burada zatenyavaş yavaş yerleşmekte olan bir sekülerleşmesüreci zorlandı ve "laiklik" gittikçe bir "izm"e,bir "laikçilik"e dönüştü. Bu dönüşün de hergün artan ve bugüne kadar devam eden bir gerginliğe sebep olduğu görülmektedir.

    b) Laikliğinkabulünü hızlandıran bir başka önemli sebep de içeride ve dışarıda "millîbir politikayı" uygulamayı âdeta kaçınılmaz hale getiren siyasî durumdu.Siyasî ümmetçilik bitmeliydi. Yeni rejim ona kapı açabilecek olan, hatta onuhatırlatabilecek olan "din yolu"nu tıkamak zorunda idi. Bu da sadecesiyaset alanında değil genel kültür alanında bir "inkılabı,"bazılarına göre bu aslında bir "ihtilal"i gerekli kılıyordu. Dildearındırma faaliyeti, Türkçe ezan ve-başarısız olunmasına rağmen-Türkçe namaz,bu milliyetçi projenin kültür alanında yer almaktaydı. Biraz önce söylediğimgibi, bu teşebbüs, o günlerde açığa vurulamayan çok büyük ve derin bir tepkiyesebep oldu. Tepkinin sosyal ve siyasal etkilerinin tam olarak görülebilmesiiçin 1950’lere kadar beklemek gerekecekti.

    Millî politika,İslâm dünyasından ziyade Batıya yönelik oldu. Aslında, daha sonraki yıllardaTürk hükûmetlerinin dış politikada bazı İslâmülkeleri aleyhine olacak şekilde Batıyı desteklemeleri hariç tutulursa, Batıistikametli politikanın kamu bilincinde ciddî bir huzursuzluk yaratmadığısöylenebilir.

    c) Laiklik, toplucasöylenecek olursa, din ve vicdan özgürlüğünü güvence altına almanın da şartıolarak öne sürülmekteydi. Bunu ise ibadet, her türlü yazılı ve sözlü ifade,eğitim, öğretim, propaganda, örgütlenme, v.s. gibi özgürlüklerin izlemesigerekmekteydi. Bunların bir kısmının Türk toplum hayatına girmesi kolay oldu;bir kısmı ise sosyal sıkıntılara sebep oldu.

    3. Uygulamadagörülen olumlu ve olumsuz yanları ışığında yeni bir anlayışa giriş.

    Bir asra yaklaşanve kanaatimce oldukça olumlu sonuçları da olan Türk laiklik tecrübesi, bugünbünyesine yeni unsurlar katmak, kendisini zenginleştirmek ve dolayısıylayeniden formüle etmek durumundadır. Türkiye’nin demokratik ve laik tecrübesidin ve devlet ilişkisi konusunda başka hiçbir İslâm ülkesinde görülmeyen bir"açıklık" getirmiştir. Ilımlı laiklik anlayışı, toplumun çok genişbir kesimi tarafından benimsenmiş durumdadır. Günümüz için geçerli olabilen vebu arada her türlü yeni oluşma ve gelişmeye de açık bulunan bir din-devletilişkisine ve laiklik uygulamasına doğru yol alabilmenin kendimce uygunbulduğum şartlarını şu şekilde sıralayabilirim.

    a) Türkiye’dedevlet yapısı zaten liberal-minimal bir devlet olma yönünde ilerlemektedir.Buna paralel olarak Diyanet İşleri Başkanlığı ile ilgili uygulama iki yöndegelişebilir. Özerk bir kurum şeklinde yeni bir yapılanmaya gitmek. Yahuttedrici bir sûrette diyanet hizmetini bir amme hizmeti olmaktan çıkarmak. Sonuçolarak "devlete bağımlı din" uygulamasından tamamen vazgeçmek.

    Bunun önemligüçlükler doğurabileceğini tahmin etmek o kadar güç değildir. Dinî konulardaihtilâflar büyüyebilir. Yeni ihtilâf konuları icadedilebilir; bütün bunlar sosyal ve siyasal hayatımızda bir takım sıkıntılarayol açabilir. Bu arada farklı eğitim-öğretim modellerine göre düzenlenmiş özelkurumlar (ilkokuldan üniversiteye kadar) oluşturabilir. Bütün bu yeni durumlarkarşısında devlet, Batı ülkesindeki bir devlet benzer durumlarda nasıl hareketediyorsa öyle hareket edebilir. Türkiye’de devlete bağımlı din modelinden,Diyanet İşlerinin personel sayısından ve bütçesinden şikayet edenlerin bütün bunoktaları dikkate alarak görüşlerini formüle etmeleri gerekmektedir.Unutulmaması gerekir ki, "devlete bağımlı din" uygulamasından devlet,hizmet için maddî katkı sağlıyor, ama aynı zamanda dinî hayatı belli ölçüdekontrol altında tutuyor. Hükümetler, kendi siyasetlerine uygun atamalarıyapabiliyorlar. Hatta zabıta tedbiri görevini üstleniyorlar. Devletten bağımsızdin modelinde bunların hiçbirinin yapılması düşünülemez. Kısacası, Türkiyemevcut uygulamasına seçenek oluşturabilecek uygulamaları enine-boyuna düşünmekzorundadır.

    b) Laiklik birdevlet "ideolojisi" (izmi) değil, birdevlet "tutumu" olarak görülmelidir. Devlet, bu tutumunu nötr birsivil alanda gösterir ve kendisini dar ve katı anlamda hiçbir ideoloji iletanımlamaz. Çeşitli ve farklı düşünce ve inanış çevresinde toplananların veyaşayanların birlikte varolmalarının şartlarını hazırlar ve bu alanda alınmışolan tedbirlere uyulmasını sağlar.

    Kanaatimce, liberalve demokratik kültür, Türkiye’de zenginleşip daha geniş toplum katmanlarınayeni kökler saldıkça bu tür bir din-devlet ilişkisi ve dolayısıyla laiklik,basamak basamak gelişme imkânı bulacaktır. Ancak ozaman dikkatleri üzerinde toplayan "yeni bir model"in varlığından sözedebileceğiz.