Köprü Anasayfa

Milliyetçilik

"Güz 95" 52. Sayı

  • İnsanlar Irkıyla Mı Doğar, Irkçılığıyla Mı?

    Bir Nakaratın Düşündürdükleri

    Nuri ÇAKIR

    Yrd. Doç. Dr. Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi.

    Bir şahıs farz edelim: Adı Üzeyir. Otuz yaşına kadar kendisini Türk olarak bilmiş ve iyi bir Müslüman. Sonra ansızın Yahudi asıllı bir dönmenin çocuğu olduğunu öğrenmiş.

    Bir mekan düşünelim. Beş-altı dost; Üzeyr de aralarında. Sohbet koyulaşıyor. Konu, Yahudilerin Allah’ın lânetine müstehak olmuş kötü bir kavim olduğuna geliyor. Üzeyr’in Yahudi asıllı olduğunu kimse bilmiyor.

    Şimdi kendinizi bir an için Üzeyr’in yerine koyunuz. Ne yapardınız, neler düşünürdünüz?

    Heyecanla ayağa fırlayıp, ırken Yahudi asıllı olduğunuzu haykırır, genelleme yapmanın sakıncalarını anlatmaya çalışırdınız.

    Kendi özel durumunuzdan bahsetmeksizin, sadece genel ifadelerle, Yahudi anne babadan olmanın tekbaşına kötü insan olmaya yetmeyeceğini, Müslümanlığı seçmiş bir insanın, ırken Yahudi olsa dahi iyi insan olabileceğini izah ederdiniz.

    Hiç ses çıkarmaz, ancak içinizden, Yahudi ırkına mensup olmanın utanılacak bir durum olmadığını kendinize telkin eder ve fakat konuşulanları tasdik etmiş gibi yapardınız.

    Şimdi de kendinizi Üzeyr’in gerçek ırkını bilen ve sohbet ortamına girmesine vesile olmuş olan İbrahim olarak farz edin. (Sizin bunu bildiğinizi Üzeyr bilmiyor.) Ne yapardınız?

    Sohbeti sürükleyen kişiye/kişilere durumu gizlice anlatır, Üzeyr’in gerçekte Yahudi asıllı olduğunu, bu nedenle onu üzmemek, kırmamak ve damarına dokundurmamak için bu konuyu daha fazla uzatmamalarını söylerdiniz.

    Mensup olunan ırkın önemli olmadığını, iyi insan olmanın, Allah’ı gerçekten tanımak ve ona hakiki kul olmak yolunda mesafe katetmekle ölçüldüğünü anlatırdınız.

    Bu sözlerinize karşılık, maksadınızın farkında olmayan ve Türklüğüyle gurur duyan bir dostumuz, ırkın da insanların vasıflarını belirlemekte önemli rol oynadığını; misafirperverlik ve kahramanlık gibi seciyeler taşıyor olmasının Türklüğünden kaynaklandığını söylese ne cevap verirdiniz?

    Bu özelliklerin Türkler tarafından elde edilmesinin asıl sebebinin Müslümanlıkları olduğunu iddia edemezdiniz. Çünkü, meselâ, Müslüman olan bütün ırkların aynı ölçüde kahraman olduğunu savunmanız kolay olmazdı. Yani Türklüğün de bu sonuca bir tesirinin olduğunu inkâr edemezdiniz.

    O halde şu sorunun cevabını bulmalıyız:

    Başlıktada vurgulamaya çalıştığımız üzere, insanlarda varolduğu gözlenen ırkçılık damarı, acaba fıtrî, yaratılıştan var olan ve asla tamamen izalesi mümkün olmayan bir "özellik" midir? Yoksa sonradan sosyal şartların tesiri ile kazanılan ve uygun tedavi ile tamamen giderilmesi mümkün bir "hastalık" mıdır?

    "MAZERETİM VAR, ASABİYİM BEN"

    Bediüzzaman Said Nursi 15. Mektubun 3. Sualiyle Arapların ve diğer kavimlerin gurur-u millîyelerinden ve asabiyet-i millîyelerinden bahseder.

    Asabiyyet (asabilik) kelimesi lügatta (1) sinirlilik, (2) kendi akraba, vatan, din ve milliyetin aşırı derecede kayırma gayreti" olarak tarif edilmektedir.

    Sinirli olan asabî mazur sayılabilir. Zira tıbbî telâkkilere göre asabilik, insanın yaradılışından kaynaklanan bir özellik dâhi olsa, neticede bir hastalıktır. Mazerete hak kazandırır.

    Peki, ya ırkçı olan asabî, "Mazeretim var, damarıma dokundurmayın" demek hakkına sahip midir? Makalemizin asıl amacı bu sorunun doğru cevabıdır.

    Milliyetçiliğin (ırkçılığın) çeşitli tarifleri ve tasnifleri yapılmaktadır. Ancak biz burada konumuza yardımcı olacak başka bir sınıflandırma yapacağız.

    Bazı ırkların ırkçıları, "üstün ırk" olma iddiasını ileri sürerler. Mesela Almanların özellikle Birinci Dünya Savaşından sonraki ırkçılığı böyledir. Yine Yunanlıların Helen kültürünün üstünlüğüne dayalı ırkçılığı da üstünlük iddiasını esas tutar. Biz buna "galibiyet ırkçılığı’ diyelim.

    Bazı ırklarda ise bir tür tepki sonucu olarak ırkçılik ortaya çıkmıştır ve "ırkların eşitliği" iddiasına dayanır. Meselâ İsviçre’de yaşayan Helvet ırkı mensupları (gerçek İsviçreliler) için ırkçılık, ırkların eşitliğini savunmak anlamındadır. Bu tür ırkçılığa da "eşitlik ırkçılığı" diyebiliriz. Türkiye’de yerleşik kavimler içinde sadece Türkler, Tanzimattan sonra Batının da tesiriyle, galibiyet ırkçılığı yapmaya başlamışlardır. O tarihe kadar ise kavmiyetçilik anlamında bir ırkçılık yapılmamıştır.

    Aynı dönem içinde, Türkler dışında kalan unsurlar ise, eşitlik iddiası ile ırkçı hareketlere girişmişlerdir. En yakın örnek de, halen gündemde olan Kürt ırkçılığı akımıdır.

    Galibiyet ırkçılığının en temel özelliği, üstünlük iddiasından kaynaklanan ırkî taraftarlıktır. Böyle bir ırkçı, adaleti ve hakkı takip etmediğinden zulmeder. Çünkü ırkdaşını tercih eder ve böylece sosyal hayatın temelinde yer alan adalet duygusunun yıkılmasına sebep olur.

    Bu tür ırkçılığın en mühim bir örneği de; Emevilerin, devlet felsefelerinde İslâm milliyeti yerine Arap kavmiyetçiliğini ikame etmeleridir. O kadar ki, Müslüman dahi olsa, diğer ırklara mensup olanlara "memalik" (köle) nazarıyla muamele etmişlerdir. Bu da diğer ırkların millî gururunu rencide etmiş ve bir tepki olarak eşitlik ırkçılığını netice vermiştir.

    Ancak bu açıklamalarımızdan, eşitlik ırkçılığının haklı ve makul bir yönünün varolduğu sanılmasın. Mühim bir kuraldır, hatta hataya mazeret olmaz. Irkçılık fikri her iki halde de taraftarlığı doğurur ve başkalarını yutmakla beslenir. Eşitliğe dayalı ırkçılıkta bu yutma faaliyeti, bir karşı hareket, kin ve intikam ateşi şeklinde kendisini gösterir.

    Ancak yine de galibiyet ırkçılığı etki yoluyla eşitlik ırkçılığının oluşmasına sebep olduğundan, daha ziyade kötüdür, zira olmasaydı diğeri de olmayacaktı denilebilir.

    GURURUN İKİ VERSİYONU

    Her insanda az ya da çok bir gurur-u millîye vardır. Bu millî gurur ya "kibir" anlamındadır. Böbürlenmek, diğer ırkların mensuplarına tepeden bakmak, onların noksanları ile meşgul ve tatmin olmak demektir. Ya da "iftihar" (mefahir-i millîye) şeklinde görünür. Kendi millî seciyeleriyle övünmek ve bunu, milletler arasında cereyan eden müsbet yarışta ateşleyici bir unsur olarak kullanmak anlamındadır.

    Kanaatimizce asabiyet-i millîye de gurur-u millîye gibi iki tarzda kendini gösterir. Müsbet yönü, her insanda var olan (fıtrî) ve hoş karşılanabilecek nitelikte bir vasıftır. Zira kimseye zararı dokunınaz. Bediüzzaman da bu milliyet fikrinin, müsbet milliyet fikri olduğunu ve İslâm milliyeti fikrine destek olması gerektiğini söyler.

    Menfi asabiyet ise ırkının hasletlerini dininden gelen özelliklerden önde tutmak ve iyi insanı bulmak için din ölçüsü yerine kan-ırk ölçüsü ile hareket etmektir. Bu ise Allah’ın kainata koyduğu düzene ve adalete zıt olup insan ve toplum için son derece zararlıdır.

    SONUÇ

    Bütün bu açıklamalardan sonra başa dönerek örnekteki ihtimalleri yeniden değerlendirelim ve bir sonucu ulaşmaya çalışalım.

    Yahudiler hakkında söylenenler hiç bir istisna koymadan, bütün Yahudi ırkı mensupları için geçerli genel hüküm olarak ortaya konmuşsa, insafsız bir tenkit var demektir. Bütün toptancılıklar gibi bu da "Birinin hatası ile başkası mesul olmaz" Kur’ânî kuralının itirazıyla karşılaşacaktır.

    Söylenenler sadece bir genellemeden ibaret ise ya da açıkça istisnaları saklı tutulmuşsa, Üzeyr’e düşen, itiraz etmek değil asabiyetini terk etmektir. Zira Müslüman olmadıkları için iyi insan olmanın temel değerlerinden mahrum olan dedelerini savurunak ve onların mefahiri (mesela çalışkanlıkları) ile gurur duymaya ihtiyacı yoktur. O ancak başta Müslümanlığı olmak üzere kendi meziyetleri ve güzel hasletleri ile —gurur ve ucb olmamak kaydıyla— iftihar edebilir.

    Elbette her doğru her yerde söylenilmez. Maslahatın da gözetilmesi gerektiği açıktır. Ancak bir ırkçının hatırını kırmamak için doğruyu söylemekten çekinmek bir Müslümana yakışmaz. Irkçılık damarının varlığını kabul etmek ve tedavi ve izalesi için mutlaka çalışmak gereklidir. Yoksa görmezden gelmek, hiç üzerine gitmemek maslahata uymaz, çünkü ırkçılık damarının daha da kuvvetlenmesine sebep olur.

    Öte yandan bir Türkün, İslâmın bayraktarlığını yapmış bir ırka mensup olmakla övünmesi de, bu aşamada kalmak kaydıyla kibir değil olsa olsa millî iftihardır. Ancak ölçüyü aşar da bir Türkün dünyaya bedel olduğu kanaatine kadar giderse tehlikeli bir hal almış olur.

    Yahudi asıllı bir Müslümanın övünecek bir millî mefahirinin bulunmaması ise, onun Allah katınca Müslüman Türk ya da Araptan daha düşük bir mertebede kalmasına sebep olmaz. Bilakis —Allahü a’lem bi s-sevab— şeytan ile savaşında ırk zırhı olmadan galip gelmekten dolayı daha makbul bir manevi makama terfi edebilir.

    Son olarak, insan İslâm fıtratı üzerine yaratıldığına göre, müsbet fikr-i milliyet anlamına gelen millî bir iftihar (İslâma uygun ırkçılık ya da ırkıyla iftihar etmek) hissi ile doğar. Ancak sonradan menfi milliyetçilik mânâsındaki kibir ırkçılığı hastalığına yakalanır. Hastalık ise okşanmamalı, şımartılmamalı, bilakis tedavi edilmelidir. Tâ ki zarar vermesin. Şu halde ırkçılık damarının varlığı mezaret değildir.