Köprü Anasayfa

Bilim ve Din

"Kış 96" 53. Sayı

  • Bilim Üzerine Bir Deneme

    Ahmed Yiğit

    Doç.Dr. Kuveyt Üniversitesi, Makina ve Petrol Fakültesi, Makina ve Endüstri Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi

    1815 yılında Humphrey Davy "Madencinin Emniyet Lambası" adını verdiği buluşunu ilân etti. Şüphesiz bu icat tamamen bilimsel ve başarılı bir araştırmanın sonucuydu.Davy’nin hayat hikayesini yazanlardan J.A. Paris bu başarılı araştırmayı "bilimin gururu, insanlığın zaferi, yaşadığımız çağın en muhteşem buluşu" olarak niteliyordu. Union Carbide şirketinin bir reklamında ise şöyle deniyordu: "Humphrey Davy bütün insanlıkadına bir lamba yaktı ve biz bu lambanın söndüğünü görmek istemiyoruz."

    Bilimin önem ve değerinin yukarıdaki şekilde sergilendiğine çok defa şahit olmuşuzdur. Bu konuya girmeden önce isterseniz yukarıda sözü edilen icadın getirdiği neticelere bir göz atalım. Lamba madenlerde yaygın olarak kullanılmaya başlandıktan sonra beklenenin aksine patlama ve ölüm olaylarında gözle görünür bir artış gözlendi. Bunun sebebini bugün tahmin etmemiz zor olmasa gerek. Maden işletmecileri açısından asıl problem madencilerin emniyetinden çok, madencileri içi metan gazı dolu tehlikeli maden ocaklarına inmeye nasıl ikna edebilecekleri idi. Davy’nin bilimsel araştırması bu konuda aradıkları vesileyi temin etmişti. Fakat tabii ki Davy’nin lambası mükemmel olmaktan çok uzaktı. Lambanın başlığı düşebiliyor. bir hava cereyanı lambanın alevini başlık dışına çekebiliyor, başlığa yapışan ince kömür zerreleri kırmızı kor haline gelince ye kadar ısınabiliyordu. Halbuki madenciler bu lambanın piyasaya çıkmasından önce problemin kaynagının eksik havalandırma olduğunu tespit etmiş, ve bu konuda değişik teklifler öne sürmüşlerdi. Fakat herhalde yüksek maliyet sebebiyle (veyahut madenciler "bilim adamı" sayılmadıkları için) bu teklifler gözönüne alınmamıştı. Bu madenciler bilimdeki ilerlemeleri tamamiyle insanlığın yararına bulmadıklarından dolayı herhalde mazur görülebilirler.1

    Tabii ki bilim her zaman yukarıdaki örnekteki gibi kullanılmıyor.Ancak bilime yüksek bir makam verildiği, "bilimsel" takısının birimtiyaz manası taşıdığına dair günlük hayatımızdan birçok delil gösterebiliriz.Genellikle bir görüşe veya teoriye "bilimsel" sıfatı takılmakla, bugörüşün veya teorinin sağlam esaslara dayandığı, belki de tartışılmasına bilegerek olmadığı ima ediliyor. Bilimin ve bilim adamlarının otoritesi toplumda okadar kabul görüyor ki bazan falan bilim adamının dainandığını belirtmek dahi dini iddialara destek olarak görülebilmekte. Bu denemeyazısında bu otoritenin esası olup olmadığını sorgulamaya çalışacağız. Öncebilimin tarifini yapmaya çalışalım. Bunun için aşağıdaki soruları cevaplamamızgerekecek.

    Bilim nedir? Bilimselyaklaşım ya da bilimsel metoddiye birşey var mıdır? Bilimin gayesi nedir?

    "Bilimsel malumat ispat edilmiş malumattır. Bilimselteoriler deney ve gözlemlere dayanarak ve oturmuş metodlaruygulanarak elde edilmiştir. Bilim, beş duyumuzla hissedebileceğimiz verileredayanır. Kişisel görüş ve tercihlerin, spekülatif hayallerin bilimde yeriyoktur. Bilim objektiftir. Bilimsel malumat güvenilir malumattır çünkü objektifolarak ispat edilmiştir."2 Herhalde yukarıdaki ifadeler zamanımızda büyükçoğunluk tarafından algılanan bilim imajına gayet uygun düşmektedir. Bilime bubakış açısı bilhassa 17. yüzyıl bilimsel devrimi sırasında ve onun neticesindeyaygınlaştı. Çeşitli bilim dallarındaki hızlı gelişme, Galileo gibi büyükgözlemcilerin eski Aristo teorilerine getirdikleri alternatifler bu bakışaçısını kuvvetlendiren etkenler arasında sayılabilir. Bilim felsefeleriarasında tümevarımcı (inductionist) görüş olarakisimlendirilen bu bakış açısının yukarıdaki paragraftaki bütün cümlelerdehatalı olduğunu göstermeden önce tümevarım metodunu biraz açıklamaya çalışalım.Tümevarımcı bilim adamına göre bilim gözlemle başlar. Bilimsel gözlemci normalve kusursuz duyu organlarına sahip olmalı, gözlemlediği durumla ilgili negörüyorsa ne işitiyorsa vs. dürüst bir şekilde aynen kaydetmeli, ve bunuyaparken tamamen önyargısız hareket etmelidir. Gözlem ifadeleri diyeadlandırılan ve kainatın veya bir parçasının durumunu belirleyen ifadeler,önyargısız bir gözlemcinin duyu organları vasıtasıyla gözlemine dayandığı için dogru kabul edilir. Bu şekilde ulaşılan gözlem ifadeleribilimsel teorilere temel teşkil eder.

    Tümevarımın esasınısonlu sayıdaki gözlemin evrensel bir kanun şeklinde genelleştirilmesi teşkileder. Tümevarımın geçerli olabilmesi için üç ana unsur sağlanmalıdır: 1)Genelleştirmeye temel olan gözlem sayısı yeterince büyük olmalıdır. 2)Gözlemler mümkün olduğunca değişik şartlar altında gerçekleştirilmelidir. 3)Kabul edilmiş hiçbir gözlem ifadesinin evrensel kanunla çelişmemesi gereklidir.Tümevarımcı bilim adamına göre tümevarımın dayandığı gözlemler arttıkça, gözlemaraçlarındaki ilerlemeler sayesinde elde edilen veriler daha güvenilir halegeldikçe, daha ileri, geçerliliği daha geniş teoriler gelişecektir. Böylecebilim sürekli ilerlemekte, yükselmektedir. Buraya kadar anlatılanlar biliminsadece bir yönünü kapsamaktadır. Tabii ki bilimin en önemli gayesi olaylarıaçıklamak ve tahmin edebilmektir. Bunu sağlayan mekanizmaya tümdengelim (deduction) adı verilmektedir. Bilim adamı mantıkprensiplerini kullanarak, birtakım olayları evrensel kanunlarla açıklamayaçalışır veya belli şartların ne sonuç doğuracağını tahmin eder.

    Yukarıdaki kısa özetten sonra tümevarımcı görüşün yanlışlarınıChalmers’in2 verdiği misallerle göstermeye çalışalım. Tümevarım prensibiningeçerliliğine nasıl inanacağız? Nasıl oluyor da sonlu sayıda, belirli şartlaraltında, belirli zamanlarda yapılan gözlemler neticesinde evrensel, yani herzaman ve mekânda geçerli olacak kanunlar çıkarılabiliyor?

    Bertrand Russell’ın tümevarımcı hindi hikayesi bu noktayıgayet güzel açıklıyor. Buhindi, çiftlikteki ilk sabahsahibinin tam saat 9 da yem verdigini gözlemler. İyibir tümevarımcı olduğu için tabii hemen bir sonuç çıkarmaz bundan, bu gözlemideğişik şartlarda yapmaya çalışır, çarşambaları, perşembeleri, cumartesi pazargünleri, yağmurlu havalarda, açık havalarda, soğuk ve sıcak günlerde gözlemneticeleri hep aynıdır. Hergün gözlem listesine birtane daha ilave eder bizim hindi. Sonunda tümevarımcı vicdanı tatmin olmuşturve şu tümevarımı yapar: "Ben her zaman saat 9 da beslenirim". Buneticenin yanlışlığı çok geçmeden anlaşılır, noel gününde beslenmeyi beklerken sahibi kafasınıuçuruverir bizim tümevarımcı hindinin. Tümevarımın bütün kuralları uygulanarakçıkarılan bir sonucun yanlışlığı meydana çıkmıştır. Tümevarımcının bu prensibingeçerliliğini ispatlaması için tek dayanağı tecrübedir. Geçmişte şu şu durumlarda tümevarım doğru sonuç vermiştir diyecektir.Fakat bu, tümevarımın geçerliliğini tümevarımla ispatlamaya çalışmaktır kimantıksızlığı açıktı. Tümevarımcı bu problemi çözmek için bir adım geriçekilir. "Gerçekten de tümevarımla çıkarılan bir hükümden yüzde yüz eminolamayız ama, bu hükmün doğru olma ihtimalinden söz edebiliriz. der. Meselâgüneş her sabah doğuyor, yarın da doğma ihtimali çok yüksek, bir taşıbıraktığımız zaman yere doğru düşeceğinden yüzde yüz emin olamayız, ama büyükbir ihtimalle öyle olacaktır. Bu durumda tümevarımla elde edilen bilimselmalûmat ispat edilmiş bilgiyi değil, doğru olma ihtimali yüksek olan bilgiyitemsil etmektedir. Gözlem sayısı ne kadar çok olursa doğruluk ihtimali de okadar artacaktır. Her ne kadar ilk bakışta yukardakicümle doğru görünse de matematik olarak böyle bir hükmün doğruluk ihtimalininsıfır olduğu gösterilebilir. (Bilimsel teoriler evrensel ifadeler olduğuna göresonsuz sayıda muhtemel durumu kapsıyorlar demektir, delil sayılan gözlemler isesonludur. Sonlu bir sayıyı sonsuza bölerseniz, sonuç daima sıfırdır.) Gözlemneticelerinin herhangi bir gözlemci tarafından teyidedilebileceği iddiası da son zamanlarda çürütülmüştür.2 En basit gözlem metoduolan gözle müşahede etme bile kişiden kişiye, kültürden kültüre değişebilmekte,gözlemcinin konuyla ilgili önceki malûmatı görülen olayın algılanışınıetkileyebilmektedir. Bir röntgen filminden benim bakıp çıkardıklarımla birradyoloji uzmanının ulaştığı netice elbette aynı olamaz. Ayrıca gözlemdekullanılan aletlerin mükemmel olup olmadığı da sorgulanabilir. Gözlem işininkendisinin gözlenen olaya etkisinin olup olmadığı ise (nükleer fizikte olduğugibi) tamamen ayrı bir konudur.

    Eskiden beri bilinen bu problemlerinin yanısırabaşka problemleri de eksik değil tümevarımcının. Bunlar "çok sayıda"ve "çok değişik şartlar altında" ifadelerinin muğlaklığı ileilgilidir. Ne kadar gözlem çok sayılacak? Bütün metallerin ısınınca genleştiğisonucuna ulaşmak için kaç deney yapmamız gerek’? On, yüz, bin? İnatçıtümevarımcının ateşin yaktığını anlaması için elini defalarca ateşe sokması mıgerekir? Bu tür durumlarda aşikâr olarak çok sayıda gözleme ihtiyaç duymak nederece yanlışsa bir falcının doğru çıkan bir tahminine dayanarak, her zamandoğru söylediği sonucunu çıkarmak da aynı ölçüde yanlış tabii ki. Herhalde bu"çok sayıda" tabirinin muğlaklığı ortada. Tümevarımcının durumu"değişik şartlar altında" ifadesi incelendiğinde daha da vehâmet kazanıyor. Bu değişik şartları nasıl tespit edeceğiz.Suyun kaynama noktasını tespit etmeye çalıştığımızı farzedelim.Basıncı ve suyun saflığını, ısıtma metodunu, deney yaptığımız vaktideğiştirmeli miyiz? Bu sorulardan ilk ikisinin cevabı evet son ikisinin ki isehayırdır. Peki bu cevaplar neye dayanarak verilmiştir? Bu soru önemlidir, çünküdeğiştirilebilecek faktörlerin listesi sonsuza kadar uzatılabilir: Kabın rengi,gözlemcinin elbisesi, cinsiyeti, deney yapılan yerin konumu vs. Bu önemsizfaktörler bertaraf edilmedikçe yapılması gereken gözlem sayısı sonsuzolacaktır. Peki o zaman bu önemsiz dediğimiz faktörlerin önemsiz olduğuna neylehükmediyoruz? Herhalde cevap aşikâr sanırım, durumla ilgili teorik bilgimizlebiliyoruz ki bazı faktörlerin değişmesi gözlediğimiz olayı etkilemez. Fakatbunu kabul etmemiz, teorinin gözlemden önce önemli bir role sahip olduğunukabul etmemiz demektir. Halbuki tümevarımcı gözlemini tamamen önyargısız olarakyapmalıydı. Her gözleme belli bir ölçüde teori rehberlik ettiğine göre, gözlemifadeleri de kendilerine rehberlik eden teoriler gibi yanlış olabilirler vedolayısıyla bilimsel bulgulara çok da sağlam bir temel teşkil ettiklerisöylenemez.

    Çok basit sayılabilecekgözlem ifadeleri bile belli bir teorik malûmat üzerine bina edilmişlerdir. Biröğretmen düşünelim, sınıfta tahtanın önünde elindeki küçük beyaz çubuğugöstererek konuşuyor: "İşte bir tebeşir parçası". Bu basit gözlemifadesi bile bir teoriye dayanıyor ve yanlış olabilir. "Sınıflardakaratahtaların yanında bulunan beyaz çubuklar tebeşirdir" gibi altseviyede bir genelleme yapmıştır öğretmen. Tabii ki bu genelleme yanlışolabilir. Meseleye konu olan o beyaz çubuk belki de muzip bir talebenin oyunusahte bir tebeşir olabilir. Öğretmen veya başka biri tarafından "işte birtebeşir parçası’" ifadesinin doğruluğunu deneye tabi tutmak için çeşitliadımlar atılabilir. Ancak her deney yeni bir teorinin yardıma çağrılmasınıgerektirecek ve mutlak doğru hiçbir zaman elde edilemeyecektir. Meselâ,elindeki beyaz çubuğun tebeşir olmayabileceği iddiasına karşı öğretmen çubuğu tahtaya.sürebilir ve "işte gördünüz, tebeşir bu" diyebilir. Ama bu ifadede debir kabul gizlidir: Tebeşir tahtaya sürülünce beyaz bir iz bırakır. Tebeşirdenbaşka bir şeyin de aynı şekilde beyaz bir iz bırakabileceği söylenince kızgınöğretmen kimyasal analiz yolunu tutmaya kalkar. Tebeşir büyük ölçüde kalsiyum karbonatdan ibaret olduğundan asit içine batırılıncakarbondioksit gazı çıkaracağını söyler. Deneyi yapıp karbondioksitin varlığınıyine başka bir deneyle ve yeni bir takım kimyasal malûmata dayanarak ispateder. Baştaki basit ifadenin doğruluğunu ispat için yapılan bütün buteşebbüslerin her safhasında daha derin bir teoriye atıf yapılmakta, her adımyeni deneyleri gerektirdiği gibi daha komplike teorileri gündeme getirmektedir.Deney sonucunun doğruluğunu ispatlamak için, bu teorilerin doğruluğunun ispatıgerekmektedir. Bazan günlük hayatta bile aşikâr gibigörünen bir gözlem ifadesinin dayandığı teorinin yanlışlığı yüzünden yanlışçıktığı vakidir. Yüksek bir dağın tepesinde piknik yapan dağcılar, uzaktan kampateşine koydukları çaydanlığa bakarak "su ısınmış olmalı, bir çayyapalım" diyorlar, ama çayın tadına baktıklarında yanıldıklarınıanlıyorlar. burada dağcıları yanıltan, kaynayan suyun sıcak olduğunu kabuletmeleridir. Halbuki dağın tepesinde durum aşağıdakinin aynı değildir (su dahadüşük sıcaklıkta kaynar). Bu farazî misaller konunun herkes tarafındananlaşılabilmesini temin için verilmiştir. Yoksa bilim tarihi yukardaki konulara misal olacak gerçek hikayelerle doludur.Modern bilim, dürüst bir bilim adamı olan Kepler’in zamanının en gelişmişteleskopu ile yaptığı gözlemler neticesinde not defterine düştüğü şu notunyanlışlığını kabulde hiç zorlanmamaktadır: "Mars, kare şeklinde verengârenktir."2

    Son yıllarda tümevarımcıfelsefeye alternatif başka görüşler de ortaya atılmıştır. Bunlardan en önemlisi Popper tarafından teklif edilen "yanlışlamacı" görüştür.3 Buna göre bilimsel teorilerindoğruluğu ispat edilemez ancak yanlış olduğu gösterilebilir. Bir teoriningeçerli olması için yanlışının gösterilebilme ihtimalinin olması (yanlışlanabilirliği) fakat o ana kadar yanlışlanmamasıgerekir. Yanlışlanabilirliğin ne anlamdakullanıldığını anlamak için yanlışlanabilir ve yanlışlanamaz ifadelere birkaç örnek verelim. Aşağıdakiifadeler yanlışlanabilir ifadelere örnek olabilir: 1)Çarşambaları hiç yağmur yağmaz 2) Bütün maddeler ısınınca genleşir. Birinciifadenin yanlışlığı, herhangi bir çarşamba günü yağmurun gözlenmesiylegösterilebilir. İkinci ifade, ısınınca genleşmeyen bir maddenin varlıgı tespit edilirse yanlışlanmışolur (buzun ısınınca genleşmediği görülmüştür). Aşağıdaki ifadeler ise yanlışlanması mümkün olmayan ifadelerdendir. 1) Yarın ya yağmur yağacak ya dayağmayacak. 2) Spor müsabakalarında şanslı olan kazanır. Birinci ifadeninyanlışlığını göstermek mümkün değildir. Çünkü mümkün olan bütün durumlarifadenin kapsamı içindedir ve ifade her zaman doğrudur. İkinci ifadeyi deçürütmek şansın tarifı gereği mümkün degildir. Yanlışlamacı görüşegöre bir ifadenin bilimsel olabilmesi için yanlışlanabilirolması en temel özelliktir. Özet olarak yanlışlamacıgörüşe göre bilim problemlerle başlar. Mevcut teorilerin yetersiz kaldığıdurumlarda bilim adamları yeni bir hipotez öne sürerler. Bu hipotez gözlemlerleveya tenakuzlarla çürütülmeye çalışılır. Bir teori ne kadar inanılmaz görüılse de yanlışlanıncaya kadarbırakılmaz. Ancak yanlışlıgı ispat edilir edilmez terkedilmelidir. Yanlışlamacıgörüşe göre bilim deneme yanılma ile, tabiri caizse el yordamı ileilerlemektedir. Yukarıda yaptığımız gibi bu görüşün de eksik ve yanlışlarınıyazmaya kalkışsak herhalde derginin sayfaları yeterli olmaz. Sadece iki noktayatemas ederek bu konuyu kapatmaya çalışacağız. Teorilerin yanlışlanmasıbüyük ölçüde yine gözlemlerle yapılacağından gözlemle ilgili tümevarımcı görüşeyöneltilen tenkitler aynen burada da geçerlidir. Bir teori gözlemle çeliştiğizaman teorinin mi yoksa gözlemin mi yanlış olduğuna nasıl hükmedeceğiz? Bazan bir teorinin inatçı mensupları, gözlemler teorininyanlışlığını gösterse bile teo rilerinebir miktar ilave yaparak yanlışlanmaktan kurtarmayaçalışırlar. Bu ilavelerle bazan orjinalteori Darwin’in evrim teorisinde olduğu gibi yamalıbohçaya döner. Bu noktada yanlışlamacı felsefeninhangi ilavenin geçerli bir düzeltme olabileceğine ilişkin bir kriteri yoktur.2 Yanlışlanamaz bazı ifadeler vardır ki bilimsel olduğunakimsenin kuşkusu yoktur. Bir şeyin kainatta mevcut olduğuna dair bir iddianınyanlışlığı (kâinatın hertarafı gözlenemediği için)ispat edilemez, ama o şeyin mevcudiyeti o şeyi göstererek ispat edilebilir.4

    Thomas Kuhn 1962 yılında "Bilimsel devrimlerin yapısı’ adlıeserini yayınlayarak yeni bir görüş ortaya attı.5 Ona göre bilimparadigmalardan, yani modellerden ibarettir. Herhangi bir zaman dilimindebilime bir paradigma hâkimdir. Bu bilim dalında çalışan bütün bilim adamlarıhâkim paradigmanın tespit ettiği kural ve standartlara uymak zorundadır (aksitakdirde dışlanırlar). Her paradigma kâinata kendi gözlüğüyle bakar ve eşyayıbaşka şekilde değerlendirir. Sorulabilecek sorular bile paradigmanın kontrolüaltındadır. Gezegenlerin kütlesi ile ilgili sorular Newton’cularagöre gayet önemli olduğu halde, Aristo’culara göredinsizlik sayılırdı. Kütle Newton’cularda temel birkavram olduğu halde, Einstein’in izafıyetparadigmasında esassızdır. Elementlerin birbirine dönüşmesi bugünkü modernnükleer fizikte (ortaçagda da oldugugibi) kabul gördügü halde, uzun müddet Dalton’cu atom fiziği tarafından saçma bulunmuştur. Birparadigmanın hâkimiyeti ancak bilimsel bir devrimle yıkılabilir. Herhangi birbilim adamının rakip iki paradigmadan hangisini tercih edeceği tamamen birinanç meselesi olarak görülür. Kuhn’a göre birparadigmayı diğerine tercih ettirecek hiçbir mantıkî açıklama yoktur. Çünkü herparadigma kendi standartlarına göre değerlendirildiğinde diğerine üstüngörülebilir. Hangi teorinin tercih edileceginibelirleyen faktörler arasında Kuhn basitlik, diniinançlar, kültür, ve sosyal ihtiyaçları saymaktadır.4

    Son yıllarda Feyerabend tarafındanöne sürülen başka bir görüşe göre ise bilim 19. yüzyıldan beri savaştığı dininyerini almıştır. Bilimin eğitimdeki rolüne bakalım der Feyerabend.6Bilimsel "gerçekler" çocuklarımıza çok küçük yaştan itibaren dini birdoktrin gibi öğretilmekte. Toplumun bütün müesseseleri din de dahil olmak üzereacımasızca tenkit edilirken, bilim tenkitten muaf tutuluyor. Toplum genelindebilim adamlarının yargıları geçen yüzyılda rahip ve papazların hükümlerinegösterilen bir şekilde saygıyla karşılanıyor. bilim ve din"çatışırsa" şüphesiz bilim haklı sayılıyor. Peki bilime bu farklıpozisyonu sağlayan nedir? Klasik bilim adamlarına göre bilime özel bir önemverilmelidir çünkü faydalı neticeler üretmiştir. Bu iddia başka hiçbir şeyinfaydalı birşey üretmediği kabul edilirse bir manaifade eder. Batının bilim anlayışının baskıcı tutumu sebebiyle bilim dışısayılan metodların yaşamasına izin verilmediği içinhakperest bir karşılaştırma imkânımız yok, bununla beraber, çağımızda bilimdışısayılan bazı metodların da faydalı neticelerverebildiğini görmek zor değil, (telekinesis veyatelepati gibi). Günün birinde telekinesis veyatelepati de bilimin içine alınabilir belki ama, bu uzun yıllar geçtikten sonra ve mevcut bilimin rağmınaolacak bir şeydir. bilimde devrim sayılan ilerlemelerin çoğunun, yerleşik bilimanlayışının direnmesine rağmen gerçekleştiği gözönünealınırsa bu ilerlemeleri bilimin sahiplenmesini anlamak da zordur. ayrıcabilimin ulaştığı neticelerde bilim dışı birçok yardımcının rolünün varlığıbugün inkâr edilmesi imkânsız bir gerçektir. Mekanik ve optik, sanatkârlara;tıp, ebe ve büyücülere çok şey borçludur. Evet, bilim çok şey yapmıştır, amadiğer müesseseler de. Bilim sistematik bir yol takip eder ama diğerideolojilerin de sistematiği vardır. Bilimsel metoddiye adlandırabileceğimiz, bilimi bilim dışından ayıranyegâne bir metodun varlığından sözedilemez. Bilim detoplumda bir müessesedir ve bir söz hakkı vardır, bunun ötesinde bir ayrıcalıktalep etmeye hakkı yoktur.6

    Biraz da bilimin amacı üzerinde duralım. diğer bütün konulardaolduğu gibi bilim adamları bilimin amacı konusunda da anlaşabilmiş değillerdir.Realist diye isimlendirilen görüşe göre bilimin amacı gerçeği bulmaktır.Bilimsel teoriler evrendeki gerçeklere uygunluğu nispetinde doğrudur. Popper gibi realistlere göre bir teori dünyada kimseinanmasa bile doğru olabilir, herkesin inandığı bir teorinin ise yanlış olmasımümkündür.3 İlk bakışta makul gibi görünen bu ekolün en zayıf noktası birbilimsel teorinin gerçekten doğru olup olmadığını tespit etme zorluğudur. Öyle ya bir teorinin gerçeğe tam olarak tekabül ettiğini nasılanlayacağız? Eylemsizlik prensibi diye de bilinen Newton’un birinci kanununuele alalım. Buna göre üzerine bir kuvvet etki etmeyen herhangi bir cisimsükûnette ise sükûnette kalır, hareketli ise sabit hızla hareketine devam eder.Bu kanunun doğruluğunu gösterebilmek için bir cismi evrenden izole etmekgerekecektir, ta ki bu cismi etkileyecek bütün muhtemel kuvvetler sıfır olsun.Buz ise imkansız olduğuna göre en iyisi bu tip kanunlara bir araç gözüylebakmaktır. Evrendeki olayları açıklamak için kullanılan ve. büyük ölçüdeidealleştirmelere dayanan bir araç. Bu durumda Newton kanunlarındaki kütle vekuvvet gibi kavramların bîzatihi gerçek olmaları şart değildir. Zaten evrenbilimsel teorilerin belirlediği dar kalıplara sığmayacak kadar zengindir.7

    Bilimin ve teknolojininbaşarılı sonuçları bu sonuçlara ulaşmakta kullanılan bilgilerin mutlakdoğruluğunu göstermez. Bilimsel teorilerin geçerli olduğu saha sınırlıdır. Buzsınırlar içerisinde kalındıkça böyle bir teori faydalı sonuçlar vermek üzerekullanılabilir. Nitekim Newton ınekanigi temelden yanlış olduğu halde birçokuygulamada hâlâ işimizi görmektedir. Dünya’nın düz olduğu teorisi bilegeçerlilik sınırları gözetilerek uygulanırsa çok büyük bir yanlışlığa sebebiyetvermeyebilir. Bir tarlanın bir ucundan öbür ucuna gitmek isteyen bir çiftçininen kestirme yolu tespit ederken dünyanın yuvarlaklığını hesaba katmasına pekgerek yoktur, yeter ki tarlasındaki tecrübesine dayanarak İstanbul’dan NewYork’a giden uçağın pilotuna akıl vermeye kalkmasın.

    İki asır önce yaşayan Auguste Comte’un iddiasına görebilim, "ilkel" ve metafızik teşebbüslerdiye nitelendirilen dinin yerini alacak "pozitif" bilgiyi teminedecekti. Comte’un pozitif diye vasıflandırdığı bilgideney ve gözlemlere dayanan sistematik bilgi idi. Burada gözleme dayanmayan,maddi deneylerle ispat edilemeyen spekülasyonlara yer yoktu. Pozitivistler daha da ileri giderek felsefelerini bir dinolarak takdim ettiler, hatta Avrupa’da insanlık dini (Religionof Humanity) kilisesi bile kurulmuştu. Gerçi bu felsefeninyanlışları daha 20. asrın başlarında bilimdeki devrim sayılabilecek niteliktekiilerlemelerin de yardımıyla gösterilmişti, ancak zamanın hâkim ideolojisi olanmateryalizm bütün tenkitlere gözünü kapatıp, bu asrın ikinci yarısına kadarbilim dünyasında olmasa bile (aksi halde izafiyet ve quantummekaniği teorilerine hayat hakkı tanınmazdı) toplum hayatının hemen hemen her alanında hâkimiyetini sürdürebilmişti. Bütünbunlara rağmen pozitivizm en kuvvetli olması gereken bir çağda süratle Gökmüşen önde gelen taraftarlarını bile hayatlarının sonlarındaki depresyondankurtaramamıştı. Bridges, Gissingve Von Hügel gibi bazılarıölüme yaklaştıklarını hissettiklerinde çareyi din değiştirmekte (humanist dinden vazgeçmekte) bulmuşlardı. Avrupadaki en son pozitivistgrubun idarecisi Clair Baier pozitivist hareketin birinci dünya savaşında belininkırıldığını. ikinci dünya savaşı sonunda ise tamamen öldürüldüğünü itiraf etmekzorunda kalıyordu.8

    Bugün pozitivist görüşün inatçı müntesipleri bilimi efsane(mitoloji) yapmakla suçlanmaktadırlar.9 Bu efsaneye inananlara göre bilim vebilimsel metod (yalnız başına) bütün olayları tam vetatminkâr bir şekilde açıklamaya yeterliydi. Bugün olmasa bile gelecektecevapsız soru kalmayacaktı. Bugün bu iddiaların ne kadar geçersiz olduğu, bilimselmetodun ve bilimsel malumatın birçok noktada yetersiz kaldığını gösterenyukarıdaki açıklamalarla anlaşılmıştır sanırız. Bütün bunlar bir tarafa biliminkendisi insanın yaptığı bir faaliyet, teorileri de insan yapısı olduğuna görevarlığını insanın varlığına ve bilimi yapma ve kullanmadaki niyetine borçludur.Böyle olunca bilimin herşeyi açıklayabileceği iddiasıbir paradoksu ihtiva etmektedir. Bunu basit bir misalle açıklayalım. Benimelimde bir taş var, Bugünkü bilim, taşı elimden bırakınca ne olacağını tahminedebiliyor, ama benim taşı bırakıp bırakmayacağım konusunda en azından şu andaaciz. Pozitivist görüşe göre nörofızikilerleyince insanın bir sonraki dakikada ne yapacağını da bilim tespitedebilecekti. Bir bilim düşünün ki insanın yaptığı bütün faaliyetlerin tamamenkör ve akılsız kanunların işlemesi neticesinde olduğuna inanmayı akılcılık (rational) sayıyor. Halbuki böyle bir bilimin geçerli olduğubir dünyada akla pek ihtiyaç kalmayacağı aşikâr. Bugün sekülerhümanist felsefe ve dünya görüşünün ahlakî felce uğratan trajik etkilerinimodern batı dünyasının her seviyesinde müşahede etmek mümkündür. Soljenitsin’in 1978 yılında HarwardÜniversitesi’nin açılış merasiminde yaptığı konuşmasında dediği gibi, en çarpıcıbilimsel ve teknolojik gelişmeleri bile, batı dünyasını, sebep olduğu ahlakîfakirlikten dolayı affettirmeye yetmez.10

    Bütün bu yazdıklarımızlabilim düşmanlığı yapıyor değiliz. Zaten geçimini büyük ölçüde yukarıdaki metodları kullanarak kazanan biri olarak bindiğimiz dalıkesmek istemeyeceğimiz açıktır. Yukarıda tenkit edilen metodlarınher zaman yanlışa götüreceğini de iddia etmiyoruz. Bilakis bu metodların hepsi de yerli yerinde kullanıldıkları zamanbilim ilerlemiş ve insanlığa faydalı neticeler üretmiştir. Burada bizim yaptığımızbelli bir zaman diliminde kabul gören bilimsel bulguların tamamen doğruolmayabileceği ihtimalinin tespit edilmesidir. Bu ihtimalin kabul edilmesişüphesiz bilimin biraz daha mütevazi olmasınıgerektirecektir. Kanaatimizce böyle bir tevazu bilime saygıyı azaltmayacağıgibi, bilakis arttıracaktır.

    Öyleyse bilim acziyetini itiraf etmeli,her soruya cevap bulamayacağını kabul etmelidir. (Bilakis bilim ilerledikçecevaplanması gereken sorular da artmaktadır.) Bulunan cevapların da gününbirinde yanlış çıkabileceği unutulmamalı bilimsel bulgular, ilahi naslar gibi empoze edilmemelidir. Bilim yaptıklarını iddiaedenler, bilim dışı diye vasıflandırdıkları bilgi kaynaklarına da bilimsel (enazından ön yargısız) yaklaşmalıdırlar. Bu kaynakların başında şüphesiz dingelmektedir. Batı fikir dünyasında bilim ve din ilişkisi üzerindeki hemen hemen bütün tanışmalar Hıristiyan dini esas alınarak yapıldığıiçin, İslam dinini bağlayıcı yönleri pek az olsa gerektir. Gerçekten de gerek Kur’an ve Sünnete, gerekse İslam düşünce tarihine tarafsızbir bakış bu konuda art niyetli olmayan herkesi ikna etmeye yetecektir. İslam’agöre en esaslı realite Allah’ın varlıgı ve birliğihakikatidir. Allah’ın birliği "bilgi"nin de birliğini gerektirir.l0Bu yüzden bilgi ve bilgilenme metodları dini ve dindışı diye bir ayrıma tabi tutulamaz. Tevhid akidesiinsan zihnini, hakikati bulma sürecinde engel teşkil edebilecek bütünaracılardan kurtarmaktadır. Sihir, fal, astroloji gibi her türlü batıl inancın,insan aklının normal çalışmasını engelleyebilecek bütün uyuşturucuların yasaklanmahikmetlerinden biri de bu olsa gerektir. Kur’an’agöre evrendeki her varlık kendilerinin üzerinde bir realiteye işaret eden bir ayetdir. Kur’an hem vahyi, hem deevrendeki bütün varlık ve olayları "Kelimetullah"olarak vasıflamakta, Bediüzzaman’ındeyimiyle insan "kainat kitabını okuma"ya teşvik edilmektedir.İnsanın saadeti bu kitabı kendisine verilmiş maddi ve manevi bütün duygularıylaokuyup anlamasına bağlıdır. Peki Kur’an’ın bir hükmü,bilimsel bir gözlem veya teori ile çelişirse ne yapılacaktır?

    Bediüzzaman’ın Muhakemât’ın11 başında verdiği ölçüler bu meseleyiçözmeye yeterlidir. Böyle bir durumda mü’min birbilim adamı için üç ihtimal mevcuttur: (1) Gözlem veya teori yukarıda anlatılan sebeblerden dolayı yanlış olabilir, (2) Kur’an’ın hükmünü anlama tarzımızda bir hata olabilir, (3)Hem gözlem, hem de Kur’anî hükmü tevilimiz yanlışolabilir. Burada asıl olan Cenab-ı Allah’ın Kur’an’da ki ifadelerdeki muradının hak oluşudur. Müslümanonda şüphe edemez. Sayılan üç ihtimal de gözönünealınacak ve bilimsel bir araştırma ile gerçeğe yaklaşılmaya çalışılacaktır.Birinci Makale’nin Üçüncü Meselesinde Kaf dağı ileilgili bahis bu meseleye gayet güzel bir örnek teşkil etmektedir.ll Görüldügü gibi İslam, bilimselaraştırmanın önünü kesmek şöyle dursun, bilakis teşvik etmektedir. Sanılanınaksine Kur’an bugüne kadar ileri sürülen bütün bilimfelsefelerinden daha kapsamlı ve dengeli bir bilgilenme metodu getirmiştir. Bu metod insanın akıl ve vicdan ile sembolleştirilebilecek ikiyönünü birden kapsamakta, insana hem maddi hem de manevi hayatını aydınlatacakbilgileri nasıl kazanabileceğini göstermektedir.

    Kaynaklar

    1. Alan Chalmers, Science and Its Fabrications, University ofMinnesota Press, Minneapolis,1990.

    2. A. F. Chalmers, What is this thing called Science?, University of Queensland Press, 2nd Ed.,1982.

    3. K.R. Popper, Objective Knowledge, Oxford University Press, Oxford,1972.

    4. Bediüzzaman Said Nursi, "17. Lem’a", Lem’alar, Sözler Yayınevi, İstanbul,1986.

    5. T.S. Kuhn, The. Structureof Scientifıc Revolutions; University of Chicago Press,Chicago,1970.

    6. P.K. Feyerabend, "Philosophy of Science 2001",in Methodology, Metaphysics andth" Historıy of Science Boston Studies in the Philosophy of Science, v. 84,R.S. Cohenand M.W. Wartofsky(Edss), 1977.

    7. N. Cartwright, How the Lawsof Physics Lie, Clarendon Press, Oxford,1983.

    8. T. R. Wright, The Relgion of Humanity,Cambridge University Press,Cambridge, 1986.

    9. A. O’Hear, An Introduction to the Philosophyof Science, Clarendon Press, Oxford,1989.

    10. W.M.N. Wan Daud, The Concept, of Knowledge inİslam, Mansell Publishing, Limited, London,1989.

    11. Bedüizzaman Said Nursi, Muhakemât, SözlerYayınevi, İstanbul,1977.