Köprü Anasayfa

Çağdaş Kur’an Yorumu

"Bahar 96" 54. Sayı

  • Çağdaş Kur'an Yorumu

    Editör

    Kur’an’ı Kerim bütün insan tabakalarına hitap eden, her asırda yaşayan insanları aydınlatıp her şart altında yol gösteren hükümleri ile ondört asırdır müslümanların kalpi ruh ve akıllarını kemâle sevketmektedir. Cenab-ı Hakkın kâinatı ve insanı yaratmadaki maksadının Kur’an’dan anlaşılması için müçtehit alimlerin gösterdikleri gayretler sonucu pekçok kitap yazılmış ve tefsirler kaleme alınmıştır. Fıkıh ilminin temelini teşkil eden şeriat kitapları Kur’an’ın hitap ettikleri çağın şartlarına göre yorumlanmasından başka birşey değildir. Şeriat alimleri dersleri ile, tarikat şeyhler sohbetleri ile evliya ve asfiya terbiye ve talimleri ile Cenab-ı Hakk’ın marziyyatını Kur’an’dan alarak insanlara aktarma gayretinde olmuşlar, böylelikle Kur’an’ın hakikatleri her çağda muhataplarına ulaşmıştır.

    Günümüze gelindiğinde ise dinî hükümlerin müslümanlar tarafından tam tatbik edilmemesi, Kur’an hakikatlerinin kemâl manada yaşanmaması durumunu netice veren bir ihmal açıkça göze çarpmaktadır. Müslümanların dini yaşayışlarındaki ihmal ve gayretsizliğin sebebini teferruata yönelik ihtilaflı cüz’i meselelerin dinin temelini oluşturan "zaruriyat"a tabi kılınması olarak gören Bediüzzaman, müslümanın psikolojik durumundan hareketle ihtilaflı teferruatın İslamiyetin emir ve yasakları ile mükellef olanların nazarına verilmemesi gerektiği üzerinde durur. Çünkü dinin sarsılmaz, kesinleşmiş, sağlam hükümlerinden ziyade ihtilaflı teferruat öne sürüldüğünde ferd, cüz’i bir meseledeki ihtilafı, İslamiyetin bütününe (farkında olarak veya olmayarak) teşmil ederek, dini sorumluluklarını yerine getirirken ihmallarde bulunmaktadır.

    Bediüzzaman’a göre insanı dini hükünlere uymaya sevkeden unsur vicdanın ikaz edilmesidir. Vicdan ise muhatap olduğu kaynağın "kudsi"liği derecesinde etkilenmekte ve harekete geçmektedir. Dini eserler, şerist kitapları veya tefsirler eğer iftilaflı cüz’i teferruatı nazara vererek kaynığın kudsiyetini göstermezler ise muhatabın muhatabın vicdanı harekete geçmemekte ve böylece dini hükümler de ihmale uğrayarak marziyyat-ı İlahiye gerçekleşmemektedir. Bu yüzden, yazılan islami eserlerin Kur’an’a vekil ve gölge olmaması, sadece hakikatlere ulaşmada birer vesile ve cam gib şeffaf olmaları gerektiği üzerinde duran Bediüzzaman, "kelam-ı ezeli"nin tesirinin daha kuvvetli ve daha nafiz olduğu gerçeğini vurgulamaktadır.  İslami eserlerin ve şeriat kitaplarının muhatabı, kitap yazarının maksadını ve meramını anlamaya çalışmamalı, doğrudan doğruya Kur’an hakikatleri ile muhatap olarak "murad-ı İlahi"yi anlama gayreti içinde olmalıdır. Kısaca muhatap kudsi bir kaynak olan "Kur’an"la muhatap olmalıdır. Ancak o zaman vicdanı harekete geçecek ve İslami hükümlere bağlılığı artacaktır. Aslında Bediüzzaman 1918’de dile getirdiği bu tesbitinin gereğini 1926’da trlif etmeye başladığı Risale-i Nur’larla gerçekleştirmiştir. Doğrudan doğruya Kur’an hakikatlerini, marifet ve ilim yolu ile gölge ve vekil olmadan muhatabına ulaştıran Risale-i Nur’lar çağımız insanının Kudsi kaynak’tan (Kur’an-ı Hakim’den) kendi durumuna göre istifadesine cam gibi şeffaf bir vesile olmuştur.

    KÖPRÜ bu sayıda konuyla ilgili bazı tartışma ve görüşleri yine Risale-i Nur eksenli çalışmaların yoğun olduğu bir dosya ile gündeme getirmeyi amaçladı. Tartışmaya yerli akademisyen ve araştırmacıların yanında Malezya ve Mısır’dan iki değerli âlim katıldı. Ayrıca bu sayıda yine dosya dışı konular da yer aldı.

    "İslam ve sanat" konusunun işleneceği Yaz ’96 sayısında görüşmek üzere… hoşçakalın!