Köprü Anasayfa

Çağdaş Kur’an Yorumu

"Bahar 96" 54. Sayı

  • Cihad Ayetine Farklı Tefsirlerin Yaklaşımı

    Atilla Yargıcı

    Harran Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Araştırma Görevlisi

    "Allah, Cennet karşılığında müminlerden mallarını ve canlarını satın almıştır. Allah yolunda savaşırlar, öldürür ve öldürülürler. Bu, Allah’ın Tevrat, İncil ve Kur’an’da onlara vadettiği bir haktır… Sözünde durmak için Allah’tan daha iyi kim olabilir? İşte ey müminler! Yaptığınız bu alışveriş ile müjdelenin, sevinin. Çünkü en büyük kazanç budur."1

    GİRİŞ

    Bediüzzaman’ın Risale-i Nur külliyatında bir çok ayet-i kerimenin tefsiri yapılmaktadır. Bu asra uygun tefsirlerin, diğer tefsirlerden farklılıkları mukayeseli bir şekilde pek yapılmamıştır. Biz bu mütevazi çalışmamızda bunun küçük bir örneğini vermeye çalıştık. Altıncı Söz’de izah edilen Tevbe Süresi’nin ilk ayet-i kerimesine çeşitli tefsirlerin bakış açılarını ve Risale-i Nur’daki açıklamaları fazla yoruma girmeden nazarlara sunmaya çalıştık. Bu çalışmamızın ayrı mevzularda çalışma yapacaklara "ufuk açmasını" diliyoruz.

    Tevbe Suresinde geçen 111. ayet-i kerimenin önce nüzûl sebebine bir bakalım:

    Rivayet olunduğuna göre, Resul-i Ekrem’e, Akabe gecesi, Mekke’de Ensar’dan yetmiş kişi olarak biat ettikleri zaman, yani ikinci Akabe biatında, Abdullah b. Revaha "Rabbin ve kendin için bizden dilediğini şart koş" demişti. Peygamber (s.a.v.)’de, "Rabbım için O’na ibadet etmenizi ve hiçbir şeyi O’na şirk koşmamanızı, kendim için de beni, kendinizi ve malınızı nasıl koruyup savunuyorsanız öyle koruyup savunmanızı şart ederim" buyurdu. Onlar da "Bunu yaptığımız takdirde bizim için ne var?" dediler. Hz. Peygamber "Cennet" buyurdu.2 Bunun üzerine "Bu alış-veriş kârlıdır. Bu sözleşmeyi ne bozarız, ne de bozulmasını kabul ederiz" dediler. Sonra işte bu ayet nazil oldu. Bir gün Hz. Peygamber bu ayeti okurken bir arabi geldi "bu kimin sözü?" dedi. Resulullah, "Allah kelamıdır." diye cevap verdi. O arabi, "Vallahi bu çok kârlı bir alışveriş, biz bunu ne bozarız, ne de bozulmasını isteriz" dedi ve gazaya çıktı, nihayet şehit oldu.

    Bu ayet-i kerime tefsirlerin birçoğunda savaş manasındaki "cihad" yönünde izah edilmekte, bazılarında ise kâfirleri Allah yoluna "hüccet ile davet" veya "nefisle cihad" şeklinde açıklanmaktadır.

    Ayetin kapsamı

    Elmalılı M.Hamdi Yazır, tefsirinde bu ayetin izahına iki sayfa ayırmıştır. O’na göre, Allah’ın yarattığı canlar ve rızık olarak ihsan ettiği mallar baştan sona Allah’ın mülküdür ve bundan dolayı Allah’ın onları satınalma yoluyla mülkiyetne geçirmesi tasavvur olunamaz. Burada Allah Teala’nın büyük bir lütuf gösterisi olarak kullarını cihada ve ibadete daveti vardır, teklifi vardır. Allah insanlara can ve mal vermiş ve onlarda muvakkat bir tasarruf ve faydalanmaya da izin vermiştir. Böylece kullar kendi şahıslarında ve mallarında geçici bir hüriyet ve mülkiyet hakkı ile yine muvakkat bir tasarruf ve faydalanmaya maliktirler. Fakat kullar bunları kendi rıza ve ihtiyarları adına sarfetmemelidir. O takdirde fani mal, fani maksatlar uğruna feda edilmiş olur, hiçbir kâr ve menfaat de elde edilmez. Ama insanlar hürriyetlerini ve tasarruf haklarını çok iyi kullanarak bunları Allah yolunda sarfederlerse, Allah onları heder etmeycektir. Kendilerini cennet ile sevaplandıracak, ebedi nimetlere erdirecektir. Yani fani lezzetler Allah için feda edilecek, buna karşılık ebedi olan hayır ve menfaatler elde edilecek.

    Bu görüşlerden sonra Elmalılı, "Bir mümin Allah yolunda savaşa katılır, can verir ve o yolda malını infak ederse bu yaptığı iş boşa gitmeyecek ve başkalarının sıkıntısından uzak olarak sırf nimetlerle dolu olan ebedi mutluluk içinde yaşayacaktır" ifadesini kullanmaktadır.

    Burada temsili bir ifade bulunduğunu bildiren Elmalılı, ayette hukuk dilinin kullanılmış olmasının, hukuki muamele ve sözleşmelerin temel özelliklerini belirlemeye yönelik bir sözleşme örneği ortaya konulduğuna işaret ettiğini bildirmektedir. O’na göre ayetin hükmü ve kapsamı, nüzul sebebi olarak bildirilen Akabe biatını haber vermekten ibaret değildir, bütün müminlere şamildir.3

    Kârlı alış-veriş

    Prof. Dr. M.Mahmut Hicazî’nin bu ayeti izahında şu cümleler yer alır: "Bu ve benzeri ayetler temsildir. Çünkü bu ayetle, canlarını ve mallarını Allah yolunda kullanan kimselere mükâfaat olarak cennetin verileceği ifade edilmiştir. Bu ayette müminlerin satın alınan mallarına ve canlarına bir karşılık ödeneceği belirtilmiştir ki, bu da Allah tarafında yapılan bir fazl-ü keremdir. Cihaddan geri kalanların -ki onlar münafıklardır- durumunu açıkladıktan sonra bu ayette insanları cihada teşvik etmektedir, yüce Allah."4

    Görüldüğü gibi bu çağdaş müfessir de, ayetin müminlere cihad yolunu gösterdiğini ve müşevvik olduğunu ifade etmekle iktifa etmiştir. Hicazî’nin ayeti biraz daha izah ettiği, ancak bu çerçevenin dışına pek çıkmadığı görülmektedir. Canların ve malların Allah’a nasıl satılacağı sorusuna, "canlarını, kıymetli olan mallarını ve diğer şeylerini Allah yolunda feda ederek savaşacaklar" şeklinde cevap vermekte, bunun sonunun da şehidlik ya da gazilik olduğunu bildirmektedir.5

    Yine çağdaş bir müfessir olan es-Sabunî, bu ayetin belagatın zirve noktasında bir temsil olduğuna dikkat çekmekte, cihad edenlerin ecirlerinin beyan edildiğini kaydetmekte ve "Allah cihad edenlerin nefis ve mallarını kendi yolunda harcadıklarından dolayı bunu içinde alış-veriş bulunan bir akid ile temsil getirmiştir" demektedir. Hasan (r.a.)’nın şu sözleri de orada zikredilir: "Allah onlarla alış-veriş yapmış ve fiyatlarını çok pahalı vermiştir. Allah’ın cömertliğine bakın: Canları Allah yarattı. Malları Allah yarattı. Sonra o yarattıklarını hibe olarak insana O verdi. Sonra da bu pahalı fiyatla satın aldı. Bu çok kârlı bir alış-veriş."6

    Mehmet Vehbi Efendi’nin tefsirinde ise, Fahreddin-i Râzi’nin tefsirinden kısa bir nakil yapıldıktan sonra, ehl-i imanın bedenleri ve canları mukabilinde vaad olunan cennete nail olmalarının, Allah ile aralarında cerayan eden "pazarlık" suretinde bir akid neticesi olduğu kaydedilmektedir.7

    Vehbi Efendi, diğer mefessirlerden farklı olarak "pazarlık" ifadesini kullanmakta, bunun ise izahına girmemektedir. Bu ifadenin manaya uygun olup-olmadığını işin erbabına bırakıyoruz.

    Seyyid Kutup ne diyor?

    Kutup, tefsirinde Akabe biatı üzerinde durmakta, bu biatta bulunanları övmekte, bu ayetin bunlar dışında kimselere de şâmil olduğunu bildirmektedir. O’na göre bu ayet, Akabe biatını yapanlarla birlikte, bu dini yeryüzüne hakim kılmak, marufu emr, münkeri nehiy için omuzlarına yüklenilen mükellefiyetlerle ilgilidir.8

    Ona göre ayette Allah’ın nizamını yerleştirmek ve korumak için bu dinin yeryüzüne yayılması gereği belirtilmekte, ister tecavüz etsinler, ister etmesinler kâfirlere karşı "devamlı bir savaşın sürüp gitmesi" emredilmektedir. Bu alışverişten sonra müminler herşeylerini Allah’a vermişlerdir. Artık mümin Allah yolunda herhangi bir şeyini esirgeyecek değildir.9

    Seyyid Kutup, almanın ve vermenin müminin iradesi dışında cerayan ettiğini, alışverişin bittiğini, bundan sonra satın alan zatın dilediği gibi tasarruf edeceğini, satılan kimse için de artık söz hakkı kalmadığını söyleyerek, "Her emre, başımla gözüm üstüne diyerek itaat etmek düşer kendisine… Bütün bunların bir karşılığı vardır… Cennet… gidilecek yol ise cihad yolu, ölmek ve oldürülmek yolu. Netice ya zafer, ya şehadet" demek suretiyle "savaşı" ön plana çıkarmaktadır.10

    Dahil ve hariçte cihad aynı mı?

    Seyyid Kutup tefsirinin ilerleyen sayfalarında, bu zamanda Müslümanların cihadın ne demek olduğunu bilmediklerini ve yerlerinde oturduklarını iddia ederek, bu günkü Müslümanlar hakkında ifrata varan ifadeler kullanmaktadır.11 Halbuki Peygamberimiz (s.a.v.)’in Mekke dönemindeki cihad anlayışı ile Medine dönemindeki cihad anlayışı arasında dağlar kadar fark olduğu aşikârdır. Bunun yanında Resul-i Ekrem’in nefisle cihada da büyük önem verdiği izahtan varestedir. Burada Seyyid Kutup’un, Bediüzzaman’ın eserlerinde "dahilde menfice hareket etmeyiniz. Dahilde müsbet hareket edeniz" mealinde söylediği sözlerden farklı bir tavır sergilediği görülmektedir. Onun dahilde cihad ile hariçte küffara karşı cihad arasında pek fazla bir fark görmediği bu izahlarından da anlaşılmaktadır. Burada şunu ifade edelim ki, dahilde ve hariçte cihad ayrı bir yazı mevzuudur. Burada o konuya girerek mevzuyu dağıtmak istemiyoruz.

    Fahr-i Râzi’nin görüşü

    Konuya "küçük cihad" şeklinde yaklaşan müfesirlerin yanında, "büyük cihad veya hüccetle cihad" tarzında yaklaşanlar da vardır. Bunların başında Fahr-i Râzi gelmektedir. Fahr-i Râzi Tefsirü’l-Kebir’inde ayetin nüzul sebebini zikrediyor ve o da diğer müfessirler gibi, "ayet cihadın faziletini ve hakikatıni beyan ediyor" ifadesini kullanıyor. Ayette geçen, "canları" manasındaki "enfüsehüm" kelimesini, "canlarıyla Allah yolunda savaşanlar" olarak izah ederken; "ve emvalehüm" kelimesini de, "mallarını Allah yolunda, kendileri, aile ve ıyalleri için infak ederler" şeklinde açıklıyor. Burada Râzi’nin malı yanlızca savaş için infak etmeye hasretmediği ilk göze çarpan farklılıktır. O, malı infak etmenin kapsamını geniş tutmaktadır.12 Gerçekten de kişinin ailesi için harcadığı mal da "sadakadır" ve Allah yolundadır.

    "Ebrar" sınıfına nasıl girilir?

    Râzi’ye göre Allah, müminin malını ve canını cennet karşılığında satın alacağını söylemekle, onu çocuk yerine koyuyor. Zira çocuk alışverişte kendi başına bırakılsa, kendi menfaatlerini gözetmez.13

    Bu izahtan anlaşılan husus, Cenab-ı Allah’ın insanın iradesini meydana getiren müyûlatına bu ayetle yön vermekte, iradesini hangi yolda kullanırsa daha kârlı çıkacağını beyan etmekte, daha sonra insanı iradesiyle başbaşa bırakmakta olduğudur. Zira insan her ne kadar âkıl ve bâliğ olduktan sonra menfaatini ve zararlı şeyleri ayırt edecek duruma gelmiş olsa da, ilahi nasihatler ve ikazlar onu "deneme-yanılma" yoluyla ömür boyu iyi ve kötüyü ayırdetme zahmetinden kurtarmaktadır. Allah’ın ihsanından başka bir şey değildir.

    Bu kısa izahtan sonra, tekrar Râzi’ye dönelim. Râzi çocuk benzetmesini yaptıktan sonra, ikinci bir latif nükte olarak, insanın çeşitli azalarla donatılmış "mürekkep bir varlık" olduğunu, malın da insanın bu bedenini korumaya vesile teşkil ettiğini belirtiyor ve şu değerlendirme ile tefsire devam ediyor:

    "Cenab-ı Hak insandan bu mürekkeb olan bedeni ve malı cennet karşılığında satın alıyor. Çünkü insanoğlu mal ve bedene sahip bir kimse olarak, şu değişken âlemin menfaatlerine kalbini bağlarsa, bu onun yüce saadetlere ve şerefli derecelere yükselmesine mani olur. Ama değişken alemin menfaatlerine kalbini bağlamaktan vazgeçerse bu onu, bedenin savaş için, malın da Allah’ın rızasını kazanmak maksadıyla infak için olduğu fikrine ulaştırır. Bu sebeble Hüda hevaya, Mevlâ dünyaya, ahiret ûlâya galib gelmiş olur. Bundan dolayı da ‘ebrar’ ve ‘ahyar’ sınıfına girer. Burada satıcı kudsi ruh cevheridir. Müşteri Allah’tır. İki ivazdan birisi fani mal, çürük cesettir. İkinci ivaz, baki cennet, daimi saadettir. Kazanç meydana gelmiş, sıkıntı ise gitmiştir."14

    Hüccetle cihad daha evlâdır

    Râzi’ye göre cihadın bütün nevileri bu ayetin içine girmektedir. Kafirleri tevhid delillerine çağırıp onlarla "hüccet ve davet ile cihad", savaş ile yapılan cihaddan daha tesirlidir. Bir hadis-i şerifte "Allah’ın senin elinle bir kişiyi hidayete getirmesi, üzerine güneş doğan şeylerden daha hayırlıdır" buyrulmaktadır. Hüccet cihadının yapılmasından sonra savaş yapılırsa daha güzel olur. Ona göre hüccetle cihad, deri tabaklamaya benzer. Bununla derinin pis unsurları, bozucu maddeleri izale edilir. Ama deri kalır. Savaş yoluyla cihad ise zatı yok etmeye yöneliktir. Birinci makam, ikincisinden daha evlâdır.15

    Râzi’nin yukarda naklettiğimiz tefsirinde en ilginç nokta, onun bu ayetin şumulüne bütün cihad çeşitlerinin girdiğini belirtmesi ve insanları imana davet etme cihadının savaştan daha evlâ olduğunu bildirmesidir.

    Bursavi’nin tefsiri

    İsmail Hakkı Bursavi’nin Ruhu’l-Beyan isimli tefsirinde ise ayette geçen "enfüsehüm" kelimesi, tıpkı Râzi’de olduğu gibi "mürekkep beden" ve ondan farklı olarak, "insanın mücerret ruhunun kemalatı kazanmak için ona takılan aletler" şeklinde açıklamaktadır "ve emvalehüm" kelimesi ise, "bedenin menfaatlerini korumaya vesile olan şeyler", şeklinde izah edilmektedir. Burada müfessirin Râzi’den istifade ettiği anlaşılmaktadır.16

    İsmail Hakkı, bu ayetin savaşa teşvik için olduğuna işaret ettikten sonra, aynı zamanda bedenî ve mâlî ibadete bir çağrı niteliği taşıdığını bildirmektedir. Diğer taraftan, ayette geçen ve "satın aldı" manasına gelen "iştera" fiilinin, müminlerin Allah yolunda serfettikleri mallarını ve canlarını "kabul" ettiğine istiare ile işaret edildiğini kaydederek, şu dikkat çekici izahı da yapmaktadır: "Bil ki kim malını ve canını Cenneti isteme yolunda feda ederse, Cennete nâil olur. Bu küçük cihaddır. Kim de, kalb ve ruhunu Allah’a kavuşma yolunda feda ederse ona Cennetin Rabbine kavuşmak vardır. Bu, cihad-ı ekberdir. Çünkü nefsi kötülüklerden arındırma ve kötü ahlâkı değiştirme yolu, zahirî düşmanla çarpışmaktan daha zordur. Ya zahirî düşmanı öldürmek, ya da bâtınî düşman olan nefsi öldürmek… Bu daha önemlidir"17

    Bediüzzaman’ın tefsiri

    Bediüzzaman Sözler isimli eserinde (Altıncı söz) bu ayeti tefsir ederken, konuya ayetin tamamını değil, baş kısmını alarak giriyor. Ayetin baş kısmının meâli şöyledir: "Allah, müminlerden canlarını ve mallarını, karşılığında onlara Cennet vermek suretiyle satın almıştır."

    Bediüzzaman, Allah ile kul arasında meydana gelen bu alışverişi "kârlı bir ticaret" olarak görmekte, ayetin zihnimize getirdiği temsil dürbünüyle bir temsili hikayecik zikretmektedir. Cenab-ı Hakkın insana dünyada verdiği mal ve can içeresinde, "cisim, ruh, kalb ve onlar içindeki göz ve dil, akıl ve hayal gibi zahiri ve bâtınî hasseler" vardır. Ona göre bu fırtınalı dünya yüzünde bütün bunlar elimizden çıkacak, fani olup kaybolacak. Bunları bakiye tebdil edip, ibka etmek çaresini ise Kur’an bu ayetiyle gösteriyor. Hem de beş mertebe kârlı bir surette. Bu da ancak emaneti hakiki sahibine satmakla olur. Acaba bu satış nasıl olacaktır.

    Bediüzzaman bu satışı anlatırken, savaş olarak bilinen "küçük cihad"dan bahsetmemektedir. O "büyük cihad" isminden de bahsetmemektedir. Ancak anlattığı şeyler, bu zamanda nefisle mücadelenin en güzel yönlerini göstermektedir.

    Onun izahlarına göre, "ömr-ü zail" O’nun yolunda sarfedildiği zaman, bakiye inkılab eder, baki meyveler verir.

    Bediüzzaman birinci kârda yukardaki ifadeleri kullanırken, ikinci kârda, "cennet gibi bir fiyat verildiğini" söylüyor. Üçüncü kârda ise diğer müfessirlerden farklı olarak çok orjinal bir şekilde "aza ve hasseleri" Allah’a satmaktan bahsediyor. Burada Said Nursi’nin üç örnek üzerinde durduğu müşahade ediliyor. Bunlar ise akıl, göz ve dildir. Ona göre akıl bir âlettir. O âlet Allah’a satılmayıp da nefis hesabına "çalıştırılırsa", "müz’iç ve muacciz bir âlet" olur ve geçmiş zamanın hüzünlü elemlerini, gelecek zamanın da korkutucu hallerini insanın başına yükletir. Bu sebeble fasık adam, aklın iz’aç ve tacizinden kurtulmak için ya sarhoşluğa veya eğlenceye kaçar. Eğer o akıl âleti Allah hesabına çalıştırılırsa, tılsımlı bir anahtar olur ve nihayetsiz rahmet hazinelerini ve hikmet definelerini açar. Ve sahibini ebedi saadete hazırlayan bir "mürşid-i Rabbani" derecesine çıkar.18

    "Satmak" "çalıştırtmak" demektir

    Yukarıdaki izahlarda "satmak ile çalıştırmak" eşanlamlı olarak kullanılmaktadır. Bediüzzaman ayette geçen "satınalmak" kelimesini, "çalıştırtmak" şeklinde anlamaktadır. Bu, genel manaya da uygun düşmektedir. Çünkü meselâ akıl aleti kimin hesabına çalışırsa, ücretini de o verir. Nefis hesabına çalıştırılırsa ücreti uhrevidir, daimidir ki, onu da Allah takdir eder.

    Nitekim çalıştırmak tabiri, göz hassesinden bahsederken de kullanılmıştır. Nefis hesabına çalıştırılan bir göz geçici, devamsız bazı güzellikleri, manzaraları seyrederek, şehvet ve heves-i nefsaniyeye bir "kavvad" derecesinde hizmetkâr olur. Ücretini içinde bin elem bulunan "acil lezzet" olarak alır. Ama o gözü, Saniine satıp, Onun hesabına ve izni dairesinde çalıştırsa o zaman, bu büyük kainat kitabının bir mütalaacısı, Rabbanî sanat mucizelerinin bir seyircisi derecesine çıkar. Ve küre-i arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin mübarek bir arısı olur.19

    Bu izahta da "gözü Allah’ın izni dairesinde çalıştırmak" ifadesi yeni bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Demek ki, gözü Allah’a satmak onu, O’nun izni çerçevesinde kullanmak demektir.

    Öyleyse göz harama nazar etmeyip helâl ile iktifa etmeli, marifetullah balı için bir arı gibi kâinatı çiçek çiçek dolaşmalı, topladığı nektarları aklın tefekkür teknesine atmalıdır ki, o göz Allah’a satılmış olsun, Allah hesabına çalıştırılmış olsun. Buradan anlaşılan; iman ve ibadetin aza ve hasselerle donatılan insan bedeninin kıymetinin birden bine çıktığı olur.

    Ona göre nefis ve malını, nefsine ve bedenine takılan aza ve duygularını Allah hesabına satan bir insanın dördüncü kârı, tevekküldür. Allah’a tevekkül etmeyen bir insanın vicdanı daima azablar içinde kalır.

    Beşinci kâr ise, insanın bütün o aza ve aletlerinin ibadeti, tesbihatı ve o yüksek ücretleri en muhtaç olduğu bir zamanda cennet yemişleri tarzında insana verilecek olmasıdır.

    Bütün bunları nefis hesabına çalıştıranların ise beş derece hasareti var . Bir defa insanın malı, evladı, nefsi, gençliği, hevası ve hayatı zayi olacak, günah ve elemlerini insana bırakacak. Sonra insan emanete hıyanet cezasını çekecek. Bunun yanında kıymetli cihazları kıymetsiz şeylerde sarfedip nefislere zulmedilmiş oldu. İnsanın hayat yükünü zayıf beline yükleyip daima vaveylâ etmesi de işin cabası. En büyük hasaret de, insana cennet kapısını açacak olan akıl, kalb, göz ve dil gibi güzel Rahmanî hediyeleri, cehennem kapılarını acacak bir sûrete çevirmektir.

    Bediüzzaman Said Nursi, insanın nefis ve malını cenab-ı Allah’a satmasının ağır bir şey olmadığını belirtiyor ve "helâl dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur. Feraiz-i ilahiye ise hafiftir, azdır" diyor. Mevzuyu da şöyle noktalıyor.

    "Allah’a abd ve asker olmak, öyle lezzetli bir şereftir ki, tarif edilmez. Vazife ise, yanlız bir asker gibi, Allah namına işlemeli, başlamalı. Ve Allah hesabıyla vermeli, almalı. Ve izni ve kanunu dairesinde hareket etmeli, sükûnet bulmalı. Kusur etse istiğfar etmeli ‘Ya Rab, kusurumuzu affet. Bizi kendine kul kabul et. Emaneti kabzetmek zamanına kadar bizi emanette emin kıl, Amin!’ demeli ve ona yalvarmalı."20

    Sonuç

    Görüldüğü gibi cihadla ilgili olan Tevbe Suresinin 111. ayet-i kerimesi müfessirler tarafından çok değişik şekillerde tefsir edilmektedir. Çoğunluk bu ayet-i kerimeyi maddi cihadla sınırlarken, bazı müfessirler ise bunun her türlü cihadı kapsadığını ifade etmektedirler. Bediüzzaman hazretleri de, Altıncı Söz’de bu ayeti açıklarken, büyük cihad olan nefisle mücadeleye yardımcı olacak unsurları ziketmektedir. Bu açıklamalarıyla bu zamanda bu ayetin nasıl algılanması gerektiğini dile getirmektedir. Ki kendi nefsini ikna eden ve hizaya getiren bir kimse başkalarını da ıslah etmek için çalışacaktır. Bu zamanın şartları nazara alınacak olursa, Bediüzzaman Said Nursi’nin ortaya koymuş olduğu nefisleri terbiye etme medodunun bu zamanın en büyük cihadı olduğu anlışılır. Fahr-i Râzi de asırlar öncesinden "tevhide hüccet ile davet cihadından" bahsederek bizlere nasıl bir yol tutmamız gerektiğini göstermektedir. Bütün bunlar kâfirlerle savaşmanın ehemmiyetsiz olduğunu göstermez.* Ama şunu unutmamak lâzımdır ki, kâfirlerle cihad farz-ı kifâyedir. İnsanın nefsiyle cihadı ise farz-ı ayndır.

    Dipnotlar

    1. Tevbe: 111.

    2. Süyûti, ed-Dürrü’l- Mensur, IV, 294. Nakleden:Yazır, Elmalılı M. Hamdi, Hak Dini, Kur’an Dili, IV, 408.

    3. Yazır, a.g.e., IV, 409-410.

    4. Hicazî, M. Mahmud, Furkan Tefsiri, II, 542, Terc. Mehmet Keskin.

    5. Hicazî, a.g.e., II, 542.

    6. es- Sabunî, Muhammed Ali, Saffetü’t- Tefasir, I, 567, Beyrut, 1976.

    7. Vehbi, Konyalı Mehmet, Hülasatü’l- Beyan, V, 2131, İstanbul, tsz.

    8. Kutup, Seyyid, Fî-zılâli’l- Kur’an, VII, 411, Terc. Hakkı Şengüler vd., İstanbul, tsz.

    9. Kutup, a.g.e., VII, 415-416.

    10. Kutup, a.g.e., VII, 416.

    11. Kutup, a.g.e., VII, 417.

    12. er-Râzi, Fahr, Tefsirü’l-Kebir. VIII, 198-199, Beyrut, tsz.

    13. er-Râzi, a.g.e., VIII, 198-199.

    14. er-Râzi, a.g.e., VIII, 199-200.

    15. er-Râzi, a.g.e., VIII, 200.

    16. Bursavî, İsmail Hakkı, Ruhu’l- Beyan, III, 513, İstanbul, tsz.

    17. Bursavî, a.g.e. III, 513.

    18. Nursi, Bediüzzaman Said, Sözler, 32, İstanbul, 1994.

    19. Nursi, a.g.e, 32.

    20. Nursi, a.g.e, 32-33.

    * Bediüzzaman, harici düşmanlarımızı "şeriat-ı garranın berahin-i katı’asının (keskin delillerinin) elmas kılınçlarına havale etmemiz" gerektiğini ifade etmektedir. (Hutbe-i Şamiye,s.88)

    Bu husus mevzumuzun dışında olduğu için tafsilata girmiyoruz.