Köprü Anasayfa

İslam ve Sanat

"Yaz 96" 55. Sayı

  • Bir Ayrıntıyı Yorumlama Denemesi

    "beauty consists of unity in variety"

    Caner Kutlu

    ODTÜ, Matematik Bölümü Öğrencisi

    Bir not: Burada söylenenler ayrıntı üzerine yapılan bazı genellemelerdir; her ayrıntının kendi ayrı’sı olduğu düşünülürse sadece temayülden bahseder, meyilse her zaman olacağın tam kendisi değildir. Dolayısıyla bu yazı, kendi içinde gerçek bir ayrın’tı da oluşturabilmiş değildir.

    Ayrıntı; sanatın, her şeye ötelerden gerçeklik arama uğraşısının nesnel bir gölge olarak incelmesiyle en belirgin yönünü oluşturur.

    Sanatçı, kendiyle yolculuğun eşiğini yakaladığını sandığı ayrıntı izdüşümünde, karşısı olarak gördüğü ayrı’yla bütünleşmenin tanımını sorgulamak durumundadır. Şu halde, nicel görünümü benimsemeye yönelik iradî meylini incelme süreciyle yenmesi mümkündür. Bu, kendi sorunsalını ayrın’tıya yükseltmek; su kadar arı, gök kadar sadık yöntemlerini bulma zorunluluğunu nesneye taşımaktır.

    Nesne’nin incelmesi, veya içleşmesi, sanatçının sönükleşip durgunlaşmasına ve enfüsî diyalektiğin pragmatik bir oluşumu olarak yeni bir hayal perdesine taşınmasına neden olur. (Burada iki ayrı olayın beraber oluşumu gibi varsayılabilecek hak kayması, aslında bütüncül ilerlemenin aşkın düzlemde yorumlanmasından ibarettir.) Kaotik kaygılanmanın sınırına yaklaşmış sanatçının bu bağlamda yapacağı aşırı bir soyutlamayla beraber, yalnızlığı maksimum düzeye getirmektir. Münzeviliğin etkileşim alanına aldığı ben’ini; hiçlikle-varlığın çizgi olarak kaldığı görüntü tavında sanatın, âlemin ve kendinin bir "tek" ayrıntıdan çoğalan şey’ler olduğunu, duyumsayacaktır. Bir iç suskunluktur yaşanan. Sanat, yakınlaşma ve yalınlaşmadır. Bir iç intihardır.

    Sanatçı, kendi ayrı’sını en asil anlamda tanımlayabileceği ve tanımlanabileceği ortamı bulmuştur; karşı da (nesne), alışkanlığın kırılgan olduğu yere dönüşmüş, güzelliğin ışımasını göreceği ayrı’yı yakalamıştır. Sanatçı artık, nesnel olanla onun "ruh"unun sidre’sine ulaşmıştır; bu noktada "eren"lerden olup "şey"in "ruh"unu kazanmış, yani halktan taşan derviş sadeliğindeki ayrı’nın cezbe’sinde ufka yöneltmiştir. İşte o an elinde kalan bir "hiç"tir, gerçeğin yoğunlaşmasıdır. Bu durumda ayrıntının seviyelerinde bir sınırdan ve sınırlamadan bahsedilemez. Soyut gerçek, nesne içinde daha belirgin kılınabilecektir. Tabi bu, soyut’un şahsiyetine (sanatçının ayrı’sıyla nesne’de kurduğu öznelliğine) dokunarak olacaktır.

    Böylece sanatçı, ayrıntıya "ruh" üfleyecek ve o ruh, anlamı evrenselleştiriverecektir.

    Sosyal kasr’ında sanat ayrışması

    Nümayiş telkihinden müheyyâ bir sanatın, kendi mabeyninde sosyal ayrışmadan âzâde olması düşünülemez. Sanat, bilinmezi çözüyordur ve bu bir noktada onu bilinmez kılabilecektir.

    Sanata aşılanan yetkinliğin aslı; bir sosyal alan tanımlaması, daha doğrusu, yeni bir seçkincilik tavrında saklıdır. Sanat, oluşumu sırasında kendi özgül alanını çizer; kalıbını (üslup) ortaya serer ve felsefî düzlemin seçtiği alan üzerinde işlerleştirir. Bu açıdan sanatın paradoksal bir varsayım olarak muğlaklaştığı görülebilir. Fakat anlam bazında, dışsal olgunun haricinde, son derece keskin tabiatı haizdir.

    Sanatın birinci sosyal boyutu aşk, hasret, nefret, kahramanlık… Gibi aşkın anlamları fehmetmeye yöneliktir. Sanatın sosyal etkisi, mezkûr kavramlara olan vurgusu nisbetinde olacaktır. Kurulan bu serbest etkileşim çarkı, sosyal’in nicel erinç’e ulaşmasına duygusal bağlamda hizmet edecek karakterdedir. Sanatın popülaritesi öncelikle söz konusu karakteri yansıtır.

    Sanatın özgül yanı ise, sanatçının tabiatında sakladığı nitel egemenlerin hareketinde gizlidir. Bu giz’in, dimağın yakın noktalarından yapacağı vuruşlar, sosyalin duyum tellerinin tınlamasına; neticesiyle sanatçının özgül alanını "öz"leştirmesine meydan verecektir. Silik bir iz oluncaya dek süren özgül iletişim, sosyal bir sanat kulağını oluşturabilecektir. Bu noktada sanatçının sosyalle ilişkisi, öncekine göre son derece kısıtlı ve belirsizdir. Ancak sanatın bu ikinci ayrışığında, ilişkinin pragmatizmi sanatçının kurduğu sanat-ı hayâliyenin tipolojisini de oluşturacaktır. Şu halde sanatçı, odaklaştığı vurguyu geri alabilecektir. Bilinmezin çözümünü bilinmezde saklı gören "seçkin sosyal grub"un bilmece avını ussal gözle seyretmeleriyle sanatçı, onulmaz hazlar yakalayacaktır. Bu anlamdaki bir etkileşim, sanatçının kalbi ile sosyal’in dimağı arasındaki imajinal med-cezir’lerde görülebilecektir.

    Sanat eseri karşısında sanatçı anlamı kodlayıcı, sosyal de anlayıcı konumundadırlar. Dolayısıyla sanatçı hiç bir zaman sosyal’den kendi özgül kalp titreşimlerini bekleyemez. Sosyalin de sanatçıyı, söyleminde anlaşılır kılması düşünülemez. Zira anlatım, sanatçının süveydasından damıtılan en yoğun görüntüsel eriyiğidir. Sanatın bu neredeyse sosyal olmayan sosyal boyutu, sanatçının engizle kuşatılmış bulunan dünyasıdır. Sanatın dili, sanatçının tek şahsâ malıdır. Sosyal bir sanat dili oluşturulması bu sebepten mümkün görünmemektedir. Aksi halde, oluşturulan dil zorlama olacaktır. Sanatın, içlerliği kişi ve kişiler anlamında etkileşim alanı içinde ortaya koymasıyla ve ikonik seviyeyle algılanmasıyla, anlamlaştırma sırasındaki akışkanlığı gözlemlenecektir. Sosyal, sanatın bu tür ayrışmaları neticesinde kendine bir yön ve durak bulabilmelidir.

    (Sanatın üç ayrışım boyutu dışında, bir de "hurafât ve hayal gül gibi sâmi’e hayretten başka bir faide vermez" kısmı vardır ki onlar bahsimiz haricidir)