Köprü Anasayfa

İslam ve Sanat

"Yaz 96" 55. Sayı

  • Özgürlük, Sanat ve Aydınlarımız

    Mehmet Kaplan

    Eğitimci-yazar

    Eğitim ve öğretimde; öğrencilerimizin üniversite tahsiline kadar (lisans eğitimi), sanat geniş bir tartışmayla verilmez.

    İtiraf etmeliyim ki, sanat konusunda: "Sanat toplum için midir? Sanat sanat için midir?" klasik sorusu dışında da lisede hiç bir tartışmamız olmamıştı.

    Risale-í Nur’u kendisinden öğrendiğimiz ve tanıdığımız insanlara sorduğumuz bazı "kallavî" sorular ise kimi zaman cevapsız kalmıştı.

    Mesela; "Zulmün topu var, kal’ası var, güllesi varsa;/Hakkında bükülmez kolu dönmez yüzü mardır." sözü "fena ve fani bir adam"a ait olduğu halde, Risale-i Nur gibi Kur’an Tefsirleri’nde nasıl olurda ver alabilirdi? Asrın Nurları’nda bu mısralar ver alabildiğine göre, Asrın Bedii "sanat eseri"ne nasıl yaklaşıyordu?

    Böylesi konulara bakış açımız yüksek lisans yaptığımız dönemde daha "akademik" bir boyut kazandı. Sanatçı ile sanat eserinin apayrı unsurlar olduğunu gördük en azından…

    Merhum Berna Moran bir sanat eserine bakışı şöyle şekillendirmişti:

    Münekkidin yerine kendimizi rahatlıkla yerleştirebiliriz. Yani biz sanatçı ile kesik çizgilerle ilgiliyiz. Aslolan eserdir. Esere kalın çizgilerle bağlantılıyız. Toplumla ve sanatla bağlantılı olduğumuz gibi… Sanatkâr, eserini; "Sanat yapmaya iten ilham dolu endişe ile ortaya "özgürce" koyar. Biz arzu edersek alırız. O, biz arzu ettiğimiz için de bunu yapmış değildir. Kendisi de üretkenliği döneminde "keyfi için" üretmemiştir eserini. Fiktif (fictios) dünyası onu buna itmiştir. İtibarî (kurmaca) denilen dünyasında kopan fırtınaların ürünüdür bu eser.

    Bu sebeple; "Sanatkâr ne kadar özgür olmalıdır?" sorusu da net bir cevap bulmuş değildir (henüz).

    Sanatkârın alabildiğine hür olduğu sahalar vardır: Hat sanatı, ebru ve mermer ile atalarımız bunu alabildiğine geniş tarzda ortaya koymuşlardır.

    Peki; "Heykelde özgürlük mümkün müdür?" konusu tartışmasız şöyle cevaplanabilir:

    Heykel bilineni yansıttığından, özgürlüğe kanat açan muhayyileye çok şey getirmez. Mimarî ise apayrı özellikler taşır. İslam Sanatı ile ilgili olarak Titus Burckhardt’ın bu konudaki araştırmaları kayda değerdir.1

    Sanat "İlahi bir denge" ile sarılı evrende, sanatkârların sanatkârı olan Allah (cc)’a insanı götürmedikçe mâlayani olur mu?

    Bu da "çetin" bir sorudur!…

    Sanat milli midir? Bağımsız mı olmalıdır? hususu da kayda değer bir konudur.

    İdeolojisiz bir eser, eser midir?

    Değilse, nedir?

    Üst üste zihne hücum eden bu sorulara hemen cevap verilebilir mi? Bu cevap geniş bir rahatlığa yol açar mı? Geniş kitleler bu konuda "ortak nokta buluşması" gerçekleştirebilirler mi?

    İşte bütün bunlar yüzyılımızın başında Avrupa’da ve Avrupa’nın mirasçısı Amerika’da halledilmiştir.

    Avrupa sanat ve edebiyatını Avrupa birliğine araç kılmıştır. Fransız’ın edebiyatı, kendi içinde "özgür"; Avrupa Birliği söz konusu olunca "genel"dir! Sanat, sanat eseri, toplum, sanatkâr ile ilgili hususları kendi açılarından halledilmiş vaziyettedir.

    İslam âlemi bir yana, Türk Cumhuriyetlerinde bile halledilmesi -şimdilik kaydıyla- zor olan bu ve benzeri meseleler geniş çaplı araştırmaların konusudur.

    Köprü, her zamanki gibi "ilk" olma vasfını ortaya koyarak aydınlarımıza ve hepimize bu konunun kapılarını açmış bulunuyor.

    Marks’a veya Rene Wellek’e göre değil de "bizim gibi" olana dönebilecek bir anlayış aydınlarımıza ihtiyaç duyuyor. Aydınlarımız "imparator torunları" olduklarını içten içe hissederek bu konulara el atmalıdır.

    Bizim bu makalede yaptığımız da budur: Sanat ve sanatkâr; ve toplum; ve sanatçı!

    Geniş bir yelpazedir bu. İkinci Söz’de dikkat çekilen hodbîn ve hüdabîn’lerden birine yaklaşacak isek, elbette hudâbîn olmalı, fena ve fani olanların da çok hoş ve estetik ürünler ortaya koyabileceklerini bilmeli; Kâinatın yaratıcısına ulaştıracak "tefekkür"ler ile ilgilenecek bir dünyaya sanat kapısı ile gitmenin gayretini de elde etmeliyiz.

    Dipnotlar

    1. Kubbealtı Akademi Mecmuası, İst. 1973.