Köprü Anasayfa

İslam ve Sanat

"Yaz 96" 55. Sayı

  • Risale-i Nur Estetiği ve Soyut Sanat Zorunluluğu

    Cahit Külekçi

    Dokuz Eylül Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Öğrencisi

    Yaşamda gerçekleşen bir takım vakıaları ve tabiatta ki faaliyetleri, sanat eserine aksettirme çabası, insanı, diğer varlıklardan ayıran bir başka özelliktir.

    Bu aksettirme çabası, bir tür zorunluluk olarak da görülebilir. Çünkü; bu, insan tavrının, vazgeçilmez bir tabiatı gibi bidayetten günümüze kadar "ihtiyaçlılığını" hissettirmiş ve formunu korumuş bir sebep-sonuç ilişkisidir. Bu açıdan düşünüldüğünde, insanlar, yüklenmiş oldukları emanetin şuuruyla, "Düşünme" fiilini gerçekleştirmiş, bu fiili, bir şekilde ifade etme ihtiyacı duymuşlardır. İlk çağlarda ise bu ifadeler, "resim, heykel, yazı…" gibi tarzlarda kendini göstermiştir.

    İlk devirlerde olduğu gibi günümüzde de bu ifade tarzlarının sanat eseri olarak değer kazanması, farklı şekillerde olmaktadır. Çünkü; sanat, dış dünyadaki gerçeklikleri matematiksel bir boyutta ele alıp işleyemez. Gerçekte de, matematiksel boyut kesinlik ve değişmezlik arz eder, oysa sanat eserine böyle bir yakıştırma izafe etmek; onu, monoton ve trajik bir duruma düşürür. Asıl olan, tabiatta var olan unsurların tezat teşkil etmeyecek şekilde kullanılmasıdır. Bu tür bir kullanım, "asıl gerçeğe" yani sanat eserinin arkasındaki "Sani"ye ulaştırmada vasıta olacaktır.

    Her sanat eserinin bir estetiğe dayanması, onun, değer kazanmasında bir tür referansıdır. İlk çağların "Tanrı-Tanrıça resim ve heykelleri", mitoloji ve halk hikayeleri… gibi sosyal değerlerin bir yansıması olarak düşünülebilir. Zamanla semavî dinlerin hakimiyetiyle "put"laşan bu eserler, yerini değişik mahiyet ve şekildeki sanat eserlerine bırakmıştır.

    "Tasvir Yasası" olarak göze çarpan bu tavır alış, sadece İslamiyet’te değil, diğer din ve felsefi sistemlerde de kendini göstermiştir. Bu bağlamda, Kur’an’ı Kerim’de tasvir yasağı sarih bir biçimde konmamıştır. Ancak, edille-i şer’iyyenin ikincisi olan "Hadis-i Şerif’lerde bu yasağa rastlamak mümkündür. Yine Hıristiyan’lıkta, "Resim ve Heykel"in yasaklandığı bir vakıadır. Protestanlığın öncüsü sayılan Martin Luther’in de kiliselere "Resim ve Heykel" yasağı koyduğu bir gerçektir. Her ne kadar zamanımızda bu yasaklamalar görünmesede, putperestlik kaygısı sürmektedir.

    Tüm bu yasaklamalar, Müslüman sanatçıları başka seçenekler aramaya zorlamış, bir nevi itici güç olmuştur.

    Soyut sanat ifadeleri

    Sanat anlayışının "soyut" biçimlere zorunlu intikali ile sanata karşı izlenilen ilk tavrın, "edebiyat" olduğunu söylemek sanırım abartılı olmaz. Kitabet ilmi, hemen her devirde kullanılan evrensel bir materyaldir. İlk suhufun Hz. Adem’e (as) indiği düşünülürse, kitabet ilminin evveliyatı anlaşılmış olur. Nitekim edebiyat, "nonfigüratif’lik kaygısından uzak olması münasebetiyle oldukça önemli bir mevkiye sahip olmuş, şiir, kıssa, vecize… gibi formlarla yorumlana gelmiştir.

    Edebiyatın tarih sahnesinde "Sanat sanat içindir", "Sanat toplum içindir" gibi farklılığa sebep olması da onun, monotonlaşamayacağını gösterir. Başta da yazdığımız gibi sanat eserleri, matematiksel boyutlara getirilerek monotonlaştırılamaz.

    Peygamber efendimizin, bazı kavramları açıklarken şiirden yararlandığı rivayet ediliyor. Sahabelerden de şair ve kassaslara rastlamak mümkündür. Ayrıca; Mevlana, Yunus Emre gibi zatların belagatçılığı da düşünülürse, "islamî sanat anlayışı"ndan bahsetmek mümkün olur. İşte bu doğrultularda, yakalanması gereken estetiğin "Risale-i Nur estetiği" olduğu kabul edilmelidir. "Belagatın ruhuna taalluk eden meseleler"in çözümlendiği Nur’lara, bir sanat eserinin uygunluğu, o sanat eseri için bir zişan madalyası gibidir!

    Şüreç, tebliğe ait olan subjelerin, gerçekliklerinin büsbütün arındırılması ve hiçbir fenomeni dile getirmeyen bir ifadeye doğru ilerlemesi şeklinde kendini göstermektedir. İslamî bir anlatımda kullanılan sanat, Kur’an estetiğine dikkat etmek mecburiyetindedir. Zira temsil edilen ifadelerin mahiyeti son derece hassas olabilmektedir. Bu ise zaman zaman pek çok müşkilatı beraberinde getirmiştir. "Kur’an’ın bir i’caz-ı manevisi olan Risale-i Nur" estetiği iyi tespit edilirse bu tür zorlukları aşmak hiç de zor olmayacaktır.

    Risale-i Nur estetiği

    Risale-i Nur’lar bir Kur’an estetiğidir. "Risale-i Nur, Kur’an’ı Azimüşşanla bağlanmış bir hakiki tefsirdir."1 Bu bağlamda verdiği güven ve cesaretle, tüm menfiliklere, zulme, fikri zorlamalara meydan okuyabilecek kapasiteyi haiz bir anlam bütünlüğüne sahiptir. Belâgatındaki parlaklık ve üslubundaki üstün tavır, "muktezay-ı hale mutabık" olup, insanlara akılları seviyesinde hitabı esas almıştır. Bu hitab, tebliğde de çok önemlidir. Ancak bu prensiplerin daha çok sanat eserleri için olduğunu düşünmekteyiz.

    Fakat bu ölçü, "sanat, hayatı olduğu gibi aksettirmektir" şeklinde anlaşılmamalıdır. Bu tür bir anlayış, sanatı ve sanatçıyı basite indirgemek olur. Buna mukabil "sanat sevicilerinin" bu indirgemeyi bertaraf etme çabası, sanatı, tar ü mar etme tehlikesini ortaya çıkaracaktır. Bu ikilem içerisindeki bir sanatçı, ölçü olarak, feyzini Kur’an-ı Kerim’den alan, Risale-i Nur’ları kabul etmelidir. Bu, fahiş hataları ve ön yargılı davranışları önlemede en etkili bir yoldur. Unutulmamalıdır ki ferdin olaylara, tavırlara ve problemlere biçim sürecinin gerçekleşmesi, ancak sanat kuramıyla mümkündür. Bu, bir tür itibar kazanmadır. Lakin bu sürecin gerçekleşmesi, doğal gerçekliği aşmamalı ve "manayı feda ettirecek" derecede kapalı olmalıdır. Bu, bir bakıma demogojik ifadelerin edebiyata olan edepsizliğidir! Sanat, "gerçeklilik" kanununu beraberinde getireceği için sanatçı, sebep-sonuç münasebeti içerisinde muhtelif çeşitliliği ve sonsuz imkânları "Tek"e indirebilmelidir. Bu, "sonsuzluğa son vermek" ilkesine de itiraz etmek mantıksızlıktır.

    Bir başka soyut sanat: musiki

    Musiki de tasvir yasağının pratik bir sonucudur. Edebiyat, zihnî temellere dayanır. Yani edebiyatta ağır basan taraf "entellektüel"liktir. Ancak musiki, psikolojik bir disiplin olarak karşımıza çıkmaktadır.

    İnsanın sanatla "senli-benli" olma ihtiyacı vardır. Bu ihtiyacın mutmain olduğu en cazibedar sanat gerçeği musikidir. Çünkü musiki, muhayyileyi sınırlamadığı gibi soyuta geçiş imkânlarını da kısıtlamaz. Fakat bu imkânın da zamanla çerçevesinin çizilmesi icap etmiştir. Ulvî hislerden uzak, "yetimane hüzünler" sergileyen ve "şehevî arzular"ı galeyana getiren musikinin cevaziyetini tartışmak herhalde mantıksızlık olmalıdır. Çünkü, gaye-i müzik, maddi aşklar ve cismani lezzetler değil, ilahi aşka ulaşabilme çabasıdır. Ne yazık ki, musiki objesi müteahhirin İslam alimleri tarafından tam olarak tanımlanamamış, hükmü konusunda hararetli tartışmalar başlatılmıştır. "Eğer hüzn-i yetimi veya şevk-i nefsani verse, alet haramdır. Demek, hüzn-i Kur’an’ı veya şevk-i tenzili veren alet, zarar vermez. Değişir eşhasa göre herkes birbirine benzemez."2 diyerek meseleye noktayı koyan Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, bu konuda izlenilecek yolu en açık biçimde ortaya koymuştur. Ayrıca Bediüzzaman "huy izafiliği"ne de dikkat çekmiştir. Burada illet-hikmet meselesi hatırlanıp, ona göre hareket etmek gerekecektir.

    Bu tür sanatlarda, açık da olsa, gizli de olsa ilahî aşkın tezahürü beklenir. Bu, sanat-aşk bütünleşmesidir.

    Soyut sanatın da bir takım problemleri vardır. Bu oldukça doğal bir neticedir. Çünkü, soyutlamalarda objektivite sağlamak oldukça zordur. Burada, bir sanat eserinin bir çok kompleks yapısından bahsetmek de mümkündür. Bu kompleks yapı, sanatçının iç yapısında da oldukça önemli bir yer tutar. Aslında bütün mesele, duyularımızla kavradığımız nesnelerin, dış dünyadaki keyfiliğini aşarak, arkasındaki mutlak vahdete ulaşma çabasından kaynaklanmaktadır. Tabiattaki karmaşıklık rölativist bir yapıdadır. Bütün mesele masnuatın arkasındaki "Sani"nin keşfedilmesiyle aydınlığa kavuşacaktır. Yani sanatçı, dış dünyadaki geçici güzelliklerle oyalanmayı terk edemezse bu karmaşıklığı ve kompleks yapıyı asla çözemeyecektir. Bu da inanç açısından son derece tehlikelidir. Bu tür bir sanat yapıtının da başarılı olmasını beklemek ütopik bir takım düşüncelere esir olmak demektir…

    Ayet ve hadis literatüründe sanata bakış

    Biz burada tüm ayet ve hadisleri zikretmeyeceğiz. Sadece bir kaç örnekle konuyu özetlemek ve konu hakkında genel bir fikir dağarcığı oluşturmayı amaç edindik.

    Şüphesiz İslamiyet, Müslüman’ın estetik ve zarif olmasını ister. Müslüman kabasaba olmamalıdır. Elinden geldiğince muhatabına göz zevki vermeli, yine bunu Allah rızası için yapmalıdır. Riyadan uzak durmaya dikkat etmelidir.

    "Onlar kendi üzerlerindeki ilahi sanat mucizelerini hiç düşünmezler mi?"3 gibi ayetlerde, örnek alınması gereken sanat eserlerinin zarafetine, düzenine, intizamına dikkat çekme vardır. F.K.R. ve D.B.R. kökünden türeyen ve Kur’an-ı Kerim’de yaklaşık otuz yerde geçen "ilahi sanatları tefekkür"ü tavsiye edici ayet sanırım konunun önemini ortaya koymaktadır!

    Yine, Peygamber efendimizin, "dağınık gördüğü bir mezarın topağını eliyle düzeltmesi" İslamiyet’in "görüş" zarafetine gösterdiği hassasiyetin boyutları açısından önemlidir.

    Marifet Allah’ı aramaksa sanat, o marifet ordusunun bir sancağı konumunda olmalıdır. "Esma-i Hüsna’daki her bir ismin, varlıklarda mutlak surette tezahür ettiği"4 göz önünde bulundurulursa, "sanat eserlerinin en mühim gayesinin yaratıcısına bakması gerektiği "5 anlaşılır.

    Dünya’nın dönüşündeki düzende "Mukaddir" ve "Munazzım" isminin, her bir bitkide de "Latif’ ve "Cemil" isminin cilvesini görmek bir ayrıcalıktır.

    Her ne kadar Sani ile masnu arasında perdeler de bulunsa, "Allah, sanatının mucizeleriyle kendini tanıttırmak ister."6 Sanat, ilahi aşkın elçisi olan bir semboldür. Bu elçi, mahiyeti ve bulunduğu konum itibariyle son derece vakar olmalıdır.

    Sonuç olarak, İslamiyet’te, resim, heykel gibi somut sanat ifadeleri yasaklanmakta, soyut sanat ise sınırları çizilmek suretiyle serbest bırakılmaktadır. Sanatçı, kendi hislerini, duygularını bir şekilde parantez içine almalı, İslam’ın arzu ettiği mutabakatı sağlamalıdır.

    Dipnotlar

    1.Bediüzzaman Said Nursi, Kastamonu Lahikası, s.186.

    2.Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, s.678.

    3.Kur’an-ı Kerim, Rum Suresi/8.

    4.Sözler, s.573.

    5.Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, s.278.

    6.Sözler, s.297.