Köprü Anasayfa

Ordu, Devlet ve Demokratikleşme

"Güz 96" 56. Sayı

  • Abdurrahman Dilipak İle Söyleşi

    Gazeteci-Yazar

    Türkiye tarihinin önemli siyasî, sosyal ve kültürel yapı unsurlarından biri sayılan ordu, bazı araştırmacılara göre belirleyici, yönlendirici hatta kurucu kimliğini Ortaasya-Balkanlar geleneğinden dolayı taşımaktadır ve her toplumsal olayda onun etkilerine rastlamak mümkündür. Bazılarına göre ise ordu özellikle siyasetteki belirleyici rolünü, onyedinci yüzyıldan itibaren kazandı ve batılılaşma hareketleri ile birlikte güçlenerek, Cumhuriyet döneminde zirveye ulaştı. Onlara göre demokratikleşme süreci de ordu tarafından başlatıldı ve demokratikleşme hareketlerinin üzerinde ordunun belirleyici rolü başından beri vardı. Bir başka görüşe göre ise Türkiye’nin jeo-politik yapısı gereği her zaman savunma problemleri ile karşı karşıya olması, ordunun, her gelişmede söz sahibi bir müessese olma kimliğini kazanmasında önemli bir rol oynadı.

    Ordunun Türkiye’nin toplum yapısı içindeki rolünü ve demokratikleşme sürecindeki menfi veya müsbet etkisini yerli yerine oturtabilmek için belki de bütün bu görüşleri değerlerdirmek ve göz önüne almak gerekecektir.

    Nedeni yukarıda ifade edilen görüşlerden hangisi olursa olsun ordu, ülkenin gerçek sahibinin kendisi olduğunu ve siyasî, sosyal ve dinî her türlü alanda “en iyi bilen”in kendisi olduğunu sözlü yada fiili olarak ifade ediyor. Bu düşünceden hareketle de her türlü siyasî, sosyal ve dinî oluşuma müdahale etme hakkını kendisinde görüyor. Bu bağlamda ülkemizin demokratikleşme ya da demokratikleşememesinde ordunun rolü ne olmuştur ?

    Ben Militarist ya da Militer Demokrasi diye bir demokrasi türü bilmiyorum.

    Kuşku yok ki, eğer böyle bir demokrasi varsa, o demokrasinin oluşum ve gelişiminde birinci derecede rol ordunun olmuştur.

    İkinci olarak bu memlekette ne varsa biz onu başta kahraman gazimiz Mustafa Kemal’e ve onun içinden çıktığı ve onun mirasını korumaya kendini adamış Kahraman Silahlı Kuvvetlerine ve onun mümtaz mensuplarına borçluyuz.

    Bu memlekette iyi ya da kötü varsa o bu rejimin banisi ve bu rejimin nigahbanlar kadrosu, yılmaz müdafileri olan Ordumuzun eseridir.

    Varlığımızı ve ideolojimizi olduğu gibi, anayasamızı da onlara borçluyuz. Kavramlarımızı ve kurumlarımızı da onlar belirlemişlerdir. Bu gün de gerek doğrudan, gerek MGK, gerekse derin devlet içinde en etkili kurum budur.

    Kanla, irfanla kurulan bu cumhuriyeti herhalde, Kenan paşamızında pek veciz bir şekilde buyurdukları gibi, tencereyi temizledikten sonra kirletsinler diye başkalarına emanet edecek de değillerdi.

    Eğer bu memlekette laiklik ya da demokrasi varsa ya da yoksa, ister beğenin, ister beğenmeyin bu onların eseridir. Bu millete ne kadar demokrasi gerektiğini de onlar tayin ve tesbit etmişlerdir.

    Bizde darbeler bile demokrasi için yapıldığına, seçilmiş başbakanlar bile demokrasi uğruna asılıp, partiler kapatılıp, parti liderleri tutuklanabildiğine ve dahi parlamento bile demokratik ihtiyaçlara uygun olarak askerler tarafından tatil edilebildiğine göre ordumuzun demokrasi aşkının büyüklüğü her yönü ile aşikârdır.

    Demokratik toplumların aynı zamanda örgütlü toplumlar olduğunu biliyoruz. Türkiye’de ordunun sivil örgütlenmelere karşı tavrı ne olmuştur. Bu tavır alışdaki temel saik nedir?

    Yeni il idaresi planına göre asker ve sivil bürokratın tüm Sivil Toplum Kuruluşları(STK) kapatma, mal varlığına el koyma, yayınları denetleme ve yayınına ara verme hakkı demokrasiye uygun biçimde hallü fasl edildiğine göre tavır açıktır. Burada temel saik herkesin, basın, aydınlar ve STK’ların potansiyel suçlu olarak görülmesidir. Militer kaygılar Sivil kaygıların önüne geçmektedir. Temel yaklaşım resmî ideoloji çerçevesinde büyüklerin her şeyin en iyisini bildiği şeklindedir.

    Türk halkının “asker millet” olduğu ifade ediliyor. Halkın gözünde ordu “peygamber ocağı”dır, dolayısıyla “kutsal”dır. Orduyu “laik cumhuriyetin bekçisi” olarak görenlerinde ona “kutsiyet” izafe ettikleri bir gerçektir. Öte yandan ordunun kendi iradesine (demokratik tercihine) sık sık darbe yapan ve ülkenin sivil idarecilerine vatan haini muamelesiyle hapisleri, sürgünleri reva gören hatta idam eden bir yapıda olduğuna da şahit olunmaktadır. Ordunun yukarıda ifade ettiğimiz “her şeyi en iyi bilir”, “müdahaleci” kimliği üstlenmesinde halkın bu tutumunun rolü ne olmuştur?

    Toplumun bu olguya yaklaşımı da çelişkilidir. Aslında herkesin aklındaki orduyu arkasına alarak, ya da bu kurumu ele geçirerek rakiplerini tasfiye etme düşüdür. Yani sorunun temelinde topluma güvensizlik ve siyasi ahlak zaafı vardır.

    Her darbenin şakşakçılarının olması da bundandır. Herkes, bugün de Kemalist Laikçi Sol RP’ye karşı orduyu arkasına alarak darbe çığırtkanlığı yapmaktadır.

    Aslında darbeciler işlerini biliyorlar. Toplumun bir kesimini yanlarına alarak, karşı kesimi kamuoyunun gözünde mahkûm etmek için gerekeni ustaca yapıyorlar.

    Burada millî iradeden çok aldatılmış, yönlendirilmiş kalabalıkların intikam hırsı söz konusudur. Çünkü artık bugün kamuoyu tıpkı deterjan gibi üretilebilen ve köpürtülebilen bir siyasi ürün haline gelmiştir.

    Sizce ordunun devlet ve demokratikleşme ekseninde toplum yapısındaki rolü ne olmalıdır?

    Ordunun, mal ve can güvenliği ile ilgili sınırlı sorumlu bir görevi vardır. Kesinlikle toplum hayatının yönlendirilmesi ve siyasi müdahele alanından tecrit edilmeli ve dikkatlerini içeriye değil, dışa çevirmeli etki gücü arttırılırken personel gücü azaltılmalıdır.

    Günümüzde Türkiye toplumunun yaşadığı siyasi, iktisadi ve toplumsal istikrarsızlıkta ordunun rolü ne olmalıdır?

    Ordunun insan maliyeti, ekonomik maliyeti ve siyasi maliyeti çok yüksek. Hazarda insan maliyeti minimize edilmeli, hazarda profesyonel anlamda örgütlenmeli ve temel eğitim anlayışı değiştirilmelidir. Ekonomik maliyeti aşağıya çekilerek savunma sanayii ekonominin itici gücü haline getirilmeli, nakliye uçakları, iş makinaları gibi sivil hayya değerlendirilecek teknik envanter sivil ihtiyaçlarla entegre edilerek Hazarda silahlı kuvvetler ekonomik kalkınma mücadelesine fiilen katılmalıdırlar. Ekonomiye yük olmaktan çıkan ve kaynak üreten bir yapıda yeniden dizayn edilmelidir. Siyasi maliyetinin ise sıfırlanması gerek. Hatta stratejik anlamda siyasi kadrolara destek sağlayan bir referans adresi olmalıdır. Yani siyasi maliyeti azaltan bir yapıya kavuşturulmalıdır.

    Türkiye toplumunun kültürel ve siyasi kimliğinde ordu hangi konumu almalıdır, Bediüzzaman “asker neferatı siyasete karışmamalı” derken neyi kasdetmektedir.?

    Askerin yeri ülke güvenliği ve can-mal emniyetinin sağlanmasıdır. O kadar. Siyaset askerin işi değil. Herkes kendi alanına çekilmeli. Ama siyaseti sivil generallerin monarşisinden de”!” kurtarmak gerek! Said-i Nursî de herhalde bunu anlatmak istiyordu.

    Bediüzzaman Said Nursi, Münazarat adlı eserinde “askerlik kavga içindir” diyerek gayr-i müslimlerinde askerlik yapmalarında bir sakınca bulunmadığını dile getirmiş ve askerliğin bir “meslek”, bir “sanat” olduğu anlayışından hareketle “profesyonel” ordu görüşünü benimsemiştir. Demokratikleşme açısından ele alındığında sivil toplumun oluşması için gerekli olan “profesyonellik” anlayışı hangi açılardan gereklidir?

    Profesyonellik yanında savaşa hazırlık ve sivil savunma kapsamında aslında kadın-erkek herkesin eğitilmesi gerek. Bu ülkeyi savunma ve hayatta kalma eğitimi anlayışı ile ele alınmalıdır. Hazarda ve ihtiyaç oranı dışında kitlesel askerlikten vazgeçilmelidir. Plajda ve orduevinde onbinlerce kişi kumları tırmıklayarak askerlik görevini yapıyor. Bu yanlış. Ama genel seferberlik anlayışını ve düzenli harbe hazırlık ve sivil savunma eğitimini de anlayış olarak kabullenmek gerek. Profesyonelleşmenin beraberinde yukarıda ifade ettiğim ekonomiye katılmanın da sağlanması gerek. Yani istihkâm birlikleri düzenli olarak sivil amaçlı köprü ya da okul, yol inşası ya da ulaşım hizmetleri, bazı nafia hizmetlerinde sağlık hizmetlerinde, eğitim de askerî personelin istihdamı, yine aynı şekilde ARGE’lerde beyin potansiyelinin harekete geçirilmesi büyük önem taşımaktadır.