Köprü Anasayfa

Devlet ve İktidar

"Bahar 97" 58. Sayı

  • "Siyasal iktidar, dinsel açıdan her zaman sorgulanması gereken bir şeydir"

    Nuray Mert

    Gerek Kur’ân’da, gerek Sünnette belli bir yönetim biçiminin tarif edilmeyip yalnızca genel esasların va’z edilmesini ne şekilde değerlendirmek gerekir? İslâm’ın şu veya bu sistemi net biçimde öngördüğü söylenebilir mi?

    Kur’ân ve Sünnet bilgisi son derece sınırlı biri olarak, sorularınıza ancak genel çerçeveler içinde cevap verebileceğim. Ancak, Kur’ân ve Sünnet çerçevesinde yönetim şekli tarifinin yapılmasının beklenmesini dahi anlamlı bulmuyorum. Semavî dinler insan hayatı üzerine temel ilkeler vaz’ederler. Bunları insan hayatı üzerine el kitabı haline indirgemek ciddi sorunlar doğurur ve doğurmaktadır. Burada hemen bir itirazla karşılaşacağımızı biliyorum; İslâm Hıristiyanlığın aksine toplumsal bir dindir itirazı, sürekli karşılaştığımız bir itirazdır. Ben bu itirazı hatalı bulduğumu hem kitabımda, hem de diğer vesilelerle sürekli belirtiyorum. İncil’de toplumsal hayata ilişkin doğrudan hükümlerin bulunmaması Hıristiyanlığın toplumsal hayatla ilgili olmadığı anlamına gelemez. Zira, semavî bir din insan hayatı üzerine genel ilkelerden bahseder ve bu genel ilkelerin toplumsal hayatı etkilememesi sözkonusu olamaz. Bu noktada dikkat etmemiz gereken nokta dinin temel ilkelerinin toplumsal hayattan bağımsız algılanamaması, ancak bunlardan toplumsal hayata ilişkin kurallar çıkarmakta kolaycı davranılmaması gereğidir. İslâm’ın toplumsal yönüyle ilgili düşünürken, bu önemli hususun gözönünde bulundurulması gerekir.

    Kaldı ki, siyasal yönetim biçimi daha da karmaşık bir konudur. İslâm’ın önerdiği siyasal sistem bellidir demek için, bu karmaşıklıktan bîhaber olmak, dahası, insanlığın tarihsel-siyasî serüveni konusunda son derece cahil olmak gerekir.

    ‘İktidar,’ mü’minler için, bir hedef midir; yoksa, asıl hedef olan rıza-yı ilahî yolunda edinilen bir ‘yan ürün’ müdür? İktidara ulaşmaya endeksli bir projenin İslâm düşünce geleneğindeki yeri nedir?

    Bundan sonraki tüm sorularınızın cevabı ilk soruda işaret ettiğimiz hususla bağlantılı düşünülebilir. Tabiî ki, siyasal iktidar mü’minler için asıl hedef olamaz. Aslolan ahlâkî hedeflerdir. Yani, aslolan, müslümanların ahlâkî hedeflerine ulaşmalarıdır; müslüman adı altında cereyan eden bir siyasal iktidar değil. Ancak, siyasal iktidar toplumsal hayat açısından nihaî belirleyici olduğu için, bazı ahlâkî hedefler açısından siyasî iktidarın belirleyici rolünü de gözönünde bulundurmak zorundayız.

    İslâm âlimlerinin ve tasavvuf ehlinin ‘devlet ve iktidar’a ilişkin genel tavrının hemen hemen tüm İslâm tarihi boyunca ‘belli bir mesafeyi koruma’ şeklinde gerçekleşmesi nasıl açıklanabilir?

    Siyasal iktidar, tanımı icabı, şu veya bu ölçüde, bir baskı sisteminin ifadesidir. Siyasal iktidardan uzak durma bu çerçevede anlaşılabilir.

    Seküler bir ortamda şekillenen bir siyasal yapıyı ‘iktidar’ aracılığı ile dönüştürme şeklinde özetlenebilecek ‘İslâmcı’ projeler, iktidar yolunda ‘oyunun kuralları’nı uygulamaya çalışırken bizatihî seküler bir dönüşüme uğrama zaafını aşabilirler mi?

    Siyasal yapıların seküler olmayan bir ortamda şekillenmesi zaten sözkonusu değil. Belki sormak istediğiniz, İslâmcı projelerin kendi hassasiyetleri açısından memnun olmadıkları mevcut toplumsal ortamı istekleri doğrultusunda değiştirmek için nasıl bir yöntem uygulamalarının daha doğru olacağıdır. Bakın, öncelikle şu hususu açıklığa kavuşturalım: Sekülerlik, yanlış anlaşılmaya çok müsait bir kavram. Bu kavramı kullanırken, bu hususun yete-rince açıklığa kavuşmadığı yerlerden biri de benim kitabım. O nedenle bu noktada çok titizlenmek gerektiğini anladım. Siyasal yapıların sekülerliği diye birşeyden bahsedilemez. Sekülerleşme tarihsel bir süreç içinde toplumlarda hakim olan dünya görüşlerinin dinsel referansların dışına çıkması sürecine verilen genel addır. Bu sadece şu demektir: İnsanların hayata ilişkin tanımları dinî terimlerle ifade edilirken, daha sonra bu terminoloji ve referanslar dünyası reddedilmiştir. Siyasal otorite kendini dinsel terimlerle meşrulaştırırken, daha sonra farklı meşrulaştırma biçimleri sözkonusu olmuştur. Yine siyasal muhalefet kendini dinî terimlerle ifade ederken, bu ifade biçimi değişmiştir. Modernleşme dediğimiz bu dönüşüm, insanlık açısından çok önemli ve karmaşık bir dönüşümdür ve her bakımdan tartışılması gerekir.

    Ancak bu dönüşümü düz bir şekilde din toplumu ve siyaseti belirlerken geri plana düştü diye anlamamak lâzım. Din bir toplumsal hayatı nasıl belirler? Siyasal otorite vasıtası ile değil mi? Çünkü toplumsal hayatı son kertede belirleyen siyasal güçtür. O halde modern toplum öncesinde dinin toplumu belirlediğini söylemek için, geleneksel toplumlarda siyasal otoritenin doğrudan dini temsil ettiğini kabul etmek zorundayız. Bu tür düşünenler olduğunu biliyorum, ancak ben böyle düşünmüyorum. Ben, geleneksel toplumlarda siyasal otoritenin dinin bir biçimde yorumlanışını temsil ettiğini düşünüyorum. Böyle olması tabiîdir, zira bir toplumda siyasal güç büyük ölçüde somut güç dengeleri üzerine kurulur ve kendini teyid etmek durumundadır. Eleştiriye ise, sadece çok güçlü olduğu sürece tahammül edebilir. Yani, siyasal iktidar bugünkü anlamı ile değil, her zaman dinsel açıdan sorun haline getirilmesi gereken birşeydir ve bu sorunun özü sekülerlik sorunu değildir.

    Bu kadar uzun bir girişten sonra asıl sorunuzu cevaplayayım. İslâmcı projelerden neyi kasdetmek durumunda olduğumuzu bilemiyorum. Kısaca, İslâmî duyarlılıkların siyasal zor ile topluma dayatılması olarak tanımlanabilecek, siyasal iktidar yolu ile hayata geçirilme düşüncesini tabiî ki olumlu bulmuyorum. Ama yukarıda işaret ettiğim gibi, benim kaygım sekülerleşme kaygısı değil, siyasal zora karşı genel tavrımdan kaynaklanıyor.

    Asr-ı Saadette modern anlamda bir devletin sözkonusu olmadığı; hatta buna dayanarak ‘iktidar-eksenli’ bir program öngören Mevdudî gibi bir düşünürün bile kitabını ‘İslâm’da Devlet’ değil, ‘İslâm’da Hükûmet’ olarak yazdığı da gözönüne alınarak, dindar kesimin devleti âdeta kutsayıcı tavrı nasıl yorumlanabilir? Dindar kesimin büyük çoğunluğu ile laik kesimin önemli bir kısmının, farklı referanslara sahip iseler de, bu konuda aynı otoriter/devletçi zihniyetin izlerini taşıdıkları söylenebilir mi?

    Dindar kesimin devleti kutsayıcı tavrını anlamak hiç zor değil. Yukarıda işaret et-meye çalıştığım konu, doğrudan bu sorunuzla ilintilendirilebilir. Geleneksel devleti din ile özdeşleştirmenin doğal sonucu, devleti kutsamaktır. Bizde dinsel çevrelerde hakim bakış budur. Modernleşme sorunu, devletin din kaygısı gütmeyenlerin eline geçmesi olarak sorun haline getirilmiştir. İslâmcılığın devleti hiçbir şekilde sorun haline getirmesi sözkonusu olmamıştır. İslâmcılık, merkez sağ siyasetin takipçisi olarak eleştirel düşünce geliştirmekten uzak kalmıştır. Tartışma konusu edilmesi gereken budur.

    Yoksa, siyasal iktidar hakkında söylediklerimizden yanlış bir sonuç çıkabilir: Müslümanlar veya İslâmcılar siyasetten uzak dursun. Ben toplumda hiçbir ke-simin, hiçbir düşünce biçiminin siyasetten uzak durması taraftarı değilim. Siyaset toplumsal hayata ilişkindir ve toplumun en geniş ölçüde siyasete katılması gerekir. Aksi takdirde toplum kendi hayatını yönlendirmekten uzak kalır. Sorun, müslümanların siyasete katılmaları değil, nasıl ve ne talep ederek katıldıklarıdır. İslâmcıların, sadece ve doğrudan siyasal iktidar talep etmeleri ve (eğer varsa) siyasal projelerini devleti ele geçirerek hayata geçirmeyi he-deflemeleri otoriter siyasallık anlayışını benimseme alışkanlıklarından kaynaklanır. Bu alışkanlık, sizin de belirttiğiniz gibi, sadece İslâmcılara mahsus değil. Siyasal iktidar tabiî ki bir hedeftir, fakat tek hedef olması sadece siyasal kültürümüzün otoriter yönü ile açıklanabilir.

    Gerek devletçilik gibi bir ifrattan, gerek anarşizm gibi bir tefritten azade bir şekilde ‘devlet ve iktidar’ konusuna yaklaşmamız nasıl mümkün olabilir?

    Düzen ve özgürlük, insan toplumlarının, siyasal hayatın ve düşüncenin paradoks-larından biridir. Dirlik ve düzenlik toplumsal hayatın devamı, bireyin emniyeti açısından önemlidir. Devletin düzenin sağlanmasının aracı olarak önemi buradan kaynaklanır. Diğer taraftan, ne şekilde kurulursa kurulsun, her mevcut düzen özgürlükleri çeşitli ölçüde kısıtlar. Bu kısıtlamalar bir noktadan sonra otoriterlikle sonuçlanabilir. Özgürlükler adına kısıtlamalara karşı çıkmak tabiîdir, ama bu da bir noktadan sonra karışıklığa, anarşiye varabilir. Sanıyorum, sorunuzun özü bu.

    Bakın, biz hayatın diyalektiğini ve toplumsal hayatın paradokslarını fazla ciddiye alan bir toplum değiliz, bu nedenle bu konuları ikilemler şeklinde kavramaya yatkınız. Toplumsal hayat ve siyasal sistemler, belli paradokslar çerçevesinde düşünülmek zorundadır. Benzer bir paradoks, eşitlik ve özgürlük paradoksudur. Ya o, ya bu; seçim yapma şansımız yok.

    Siyasal tavırlar çok hassas dengeler üzerine kurulur ve zor seçimlerdir. Devletçilik ve anarşi ikileminden azade bir yaklaşım, ancak devlet, özgürlük, bunların sınırları gibi konuların kavranılıp ciddi bir biçimde tartışılması ile mümkün olur. Batı siyasal düşüncesi ve güncel tartışmalar bu konuların irdelenme örnekleri ile doludur. İslâmcılığın da, diğer siyasal tavırların da bu tartışma konuları ile irtibatlandırılması gerekir. Batı siyasal düşüncesi bizi ilgilendirmez diyemeyiz; Batı siyasal düşüncesinin temel kavramları Batı kültürünün somut meseleleri değil, insanlığın soyut sorunlarına ilişkindir. İslâmî adalet kavramı nasıl tüm insanlığı konu etme kabiliyetine sahipse, siyasal özgürlük gibi kavramlar da tüm insanlığı konu etme kabiliyetine sahiptir. İslâmcılığın Doğu veya Batı insanlığın siyasal düşünce mirasını gözönünde bulundurarak, siyasal tartışma üretmesi gerekir.

    Kısacası, son sorunuzun kısa bir cevabı yok, tek cevap bu ve benzeri sorulara kısa yoldan cevap aramaya çalışmayın olabilir. Ayrıca, İslâmcılığın genel siyasal çerçeve arayışları yanısıra, somut meselelere yoğunlaşması, genel tartışma çerçevelerini somut konularla irtibatlandırması ihtiyacından bahsedebilirim.

    Son olarak, siz sormadan ben birşey söyleyeyim. Sorularınızın tümünden, müslümanların siyasetle ilişkisi ne olmalı gibi birşey çıkıyor. Bu sorunun ortaya çıkmasında kuşkusuz son zamanların tartışmaları arka plan oluşturuyor. Siyasal İslâm tartışmaları ve laiklik tartışmaları genel çerçeveyi oluşturuyor.

    Bakın, sorulara cevap verirken de söyledim, İslâm diğer nedenler bir yana, sadece bir din olmak dolayısı ile bile toplumsal hayata ilişkin olmak durumundadır. Toplumsal hayat dediğimiz kamusal alanı kapsar. Müslümanlar öncelikle dinî inançlarını kamu hayatını da kapsamak üzere toplumsal hayata yansıtma hakkını siyasal bir dava olarak görebilir ve bu davaları siyasal ifade bulmak durumundadır. Bu, dinî inançlar adına bir siyasal sistemin topluma dayatılması projesi değildir; bu, bir inancın mensubu olanların o inancı yaşama hakkını savunmasıdır.

    Diğer bir siyasallık biçimi İslâm adı altında genel bir toplumsal projenin hayata geçirilme projesi olabilir; ‘siyasal İslâm’dan kasdedilen bu olmak gerekir. Bu tür bir proje varsa, bunun toplum için ne anlama geldiğinin netleştirilip toplumun onayına sunulması gerekir.

    Demokratik siyasallık içinde, farklı toplumsal projeler savunulabilmelidir. Ancak, tabiî her zaman belirtildiği gibi, demokratik sistemlerde demokratik olmayan sistemler önerilemez. Bu sınırlar tanınmak üzere siyasal İslâm’a da itiraz edilemeyeceğini düşünüyorum.

    İslâm adına önerilen toplumsal projelere, her müslümanın katılması tabiî ki beklenemez. Ama birileri İslâm’ın toplumsal projesinin illa şu veya bu proje olduğunda ısrar ediyorsa, buna katılmıyorsanız, farklı bir iddia ile ortaya çıkarsınız. İslâm’ın da başka bir düşünce ve inanç sisteminin de siyasete yansıması bu demektir. İslâm ve siyaset üzerine tartışmayı geliştirmek için ise, İslâm ve demokrasiyi öncelikle tartışmak zorundayız.