Köprü Anasayfa

Modernleşme Serüveni

"Kış 98" 61. Sayı

  • Modernleşme ile İnsanileşme İlişkisi/İlişkisizliği

    Osman Özkul

    Dr.

    Modernliğin anlamı

    Bu yazıda sosyolojik bir kavram olan Modernleşme ile felsefi bir kavram olan insanileşme olgusu arasında nasıl bir alaka olduğu veya olması gerektiği üzerinde durulacaktır.

    Modernleşme bireysel bakımdan geleneksel (an’anevi) kabul ve yaşama üslubunun terk edilip; bunların yerine daha yeni, daha geniş kitleler tarafından benimsenmiş bir yaşama biçimini kabul etmek olarak anlaşılabilir. Toplumsal olarak ise, belirli bir derecede (görece) statikleşmiş, yerleşik müesseselerin yerine, yine görece daha kuvvetli kabul edilen müesseselerin oluşturulması olarak kabul edilebilir. Buna göre modernleşme kavramı sadece toplumsal değil aynı zamanda—belki evvela—bireysel-zihni bir tavrı içerir.

    Modern, modernlik, modernleşme ve modernizm kavramlarının altında yatan psikolojik tutum dikkatlice çözümlendiğinde şu ortak yargıyla karşılaşılır: Şimdiki zaman yani şu anki çağ, geçmiş (bütün) zamanlardan ve çağlardan “daha üstün”, “daha ileri”, “daha gelişmiş” ve daha mütekâmildir. Bu yargıya göre, şu an “moda” olan modern fikir yada tutumlar, mazide geçerli olan fikir, gelenek yada müesseselerden daha iyi ve övgüye layıktır.

    Buna göre “modern” kavramı, eski ve geçmişte kalan her şeyden daha üstün bir hayat tarzını ve bilincini; aynı zamanda bir insanın yaşadığı zamanın bütün yaşanmış zamanlardan daha yüksek bir standarda ulaşmış olduğu fikrini ihtiva eder. Şu an moda olan, önceki moda olanlardan daha iyidir! Önceki çağlarda düşünülenler, yaşananlar insana kesin bir mutluluk, huzur, güven, gelişmişlik ve olgunlaşmışlık duygusunu tattırmaktan uzak, geride kalan bir hatıradır artık. Önemli olan şu an, hazır zaman yada çağdır. Ne nankör bir tutum!

    Modern insanın bu halini bir Yirminci yüzyıl filozofu şöyle ifade ediyor: “Olgunluk devri denen bu çağlar (modern çağ) aslında şuur-larının derinliklerinde daima bir özel biçimde hüzün hissetti. Uzun yıllar sadece birer kavram olan arzular On dokuzuncu yüzyılda nihayet gerçekleşmiş gibi göründüğünden, artık kendilerini bir tek kelime ile, “modern kültür” kelimesiyle tanıttırmak istiyorlar. İsmin kendisi bile rahatsız edici. Kendisini “modern” diye adlandırıyor. Yani “son”, “kat’i” ve onun varlığı karşısında bütün değerleri tevazu ile bugünü hazırlayan, bugünün özlemini çeken sadece birer mazi; “Ah hedefini şaşırmış tesirsiz oklar!” (Modern insan için, modern olmamak, tarihi seviyenin altına düşmek demek. Oysa belirli bir kültürün (modern) nihai-son olduğunu iddia etmek, gerçekte tam tersine görüş sahasını inanılmazcasına darlaştırmak ve katletmek ile eşanlamlıdır.”1

    Buna göre modern bakış açısı, geçmişe ve tarihe değersiz bir çöplük muamelesi yapmaktadır. Hatta modern bilimlerden antropoloji, insanların önemli bir kısmını “ilkel” kategorisine yerleştirerek modern insanların kendilerini daha iyi hissetmelerini temin et-meye çalışmıştır. Alllahtan sonraları Straus gibi “daha modern” antro-pologlar ilkel insanın kültürünün de kendi içinde bir değeri olduğunu kabul ederek, bu tarihi yanılgıyı az çok düzeltmeye çalıştılar. Bugün postmo-dern söylem, bu tür kültürleri özellikle sanat alanlarında ön plana çıkararak yeni bir “moda” geliştirmeye çalışmaktadır. Aslında bu tavrı da On dokuzuncu yüzyıl modernliğinden sıkılan Yirminci yüzyıl modernlerinin yeni bir “moda” bulma arzuları olarak değerlendirmek mümkün.

    Modern ve ilkel olarak kültürlerin tasnife tabi tutulmasının altında, mo-dern çağın kendini üstün görme arzusu yatar. Bu yaklaşım, insanın tarihi bir varlık oluşu gerçeğini yok saymaktadır. Evet insanoğlu, doğrusuyla yanlışıyla, iyisiyle kötüsüyle bir tarihi süreç yaşamıştır. Bugün gelinen seviye eğer öncekilerden daha iyi, daha güzel ise, bu önceki çağlarda düşünülen ve yapılanların üzerine bir bina kurmak gibi de yorumlanabilir.

    Modernliğin ihracı ve tahakküm

    Kendisinin daha modern olduğunu varsayan kişi yada toplumlar ile, gelenekçi kişiler yada geleneksel toplumlar arasında sürekli bir karşılıklı etkileşim yada çatışma varolmuştur. Bu karşıtlığın ve çatışmanın, bütün toplumların tarihinde varolduğunu reddetmek mümkün değildir. Fakat bu çatışmanın daha bariz, daha hızlı, daha vahşice bir şekilde vuku bulduğu tarihi dönem On dokuzuncu ve Yirminci yüzyıllar yani modern dönemler olmuştur. Modern güçler, dünyanın coğrafi ve demografik dengelerini alt üst etmek pahasına, daha ilkel ve daha az gelişmiş olarak gördükleri toplumları sömürgeleştirmiş; ellerindeki hammaddeleri zorla gasp etmiş, onları köleleştirmiş, dahası kitle-ler halinde katletmiştir. Ve bugün mo-dern medeniyet olarak reklamı yapılan her şey On dokuzuncu yüzyıl vahşi ka-pitalizmi ve sömürü düzeninin üzerine bina edilmiş, günahkâr bir medeniyettir. Bu günahlar yetmemiş, Yirminci yüzyılda meydana gelen iki dünya savaşı ve milyonlarca ölünün üzerinde tepinircesine uzun yıllar ideolojik kamp- laşmalarla dünya huzursuz edilmiştir. Niçin? Daha modern olmak için!

    Yirminci yüzyılın tarih filozoflarından Danilevsky’nin “medeniyetlerin etkileşimi” teorisine göre, ülkeler üç tür modernleştirme baskısıyla karşı karşıya bırakılmıştır:

    1- Kolonileştirme,

    2- Aşılama,

    3- Besleme.

    Kolonileştirme daha çok On yedi, On sekiz ve On dokuzuncu yüzyıllarda uygulanmış; Yirminci yüzyılda kültür aşılama ve teknolojik besleme yöntemleri uygulanmaktadır.2

    İnsanın daha çok boş heveslerini tatmine yönelik olarak belirginleşen modern medeniyet, daha çok Batı medeniyeti kavramıyla kendini bütün dünyada kabul ettirmeye çalışmaktadır. Bu tahakkümler sonucunda tarihi birikimleri ile yeni unsurların arasında bocalayan insanlar çeşitli modern hastalıklarla tanışmak zorunda kalmaktadır. Psikolojik olarak doyumsuzluk ve stres; biyolojik olarak ise dünyanın büyük bir kısmını açlıktan, diğer bir kısmını da olağanüstü çeşitli tüketim mallarını kaldıramayan midelerin ve organların hastalığından muzdarip kılmaktadır. Ekolojik olarak ise bütün dünyanın dengesi bozulmaktadır.

    Kuvvetli olanın haklılığı, menfaatin yüceltildiği, mücadelenin kutsallaştırıldığı, ırksal üstünlüğün teşvik edildiği ve maddi zevk alma güdüsünün kışkırtıldığı bir büyük panayıra dönüşen Batı modern medeniyeti, dünyanın bütün psikolojik, sosyolojik, ekonomik ve de ekolojik problemlerinin dağı-tımını yapmaktadır. Hem de karşılığında diğer kültürlerin kellesini isteyerek. Daha doğrusu insan kendi kendisinin kuyusunu kazmaktadır.

    W. Schubart’a göre Prometuscu Batı kültürü tek yanlıdır. Yaklaşan yozlaşmasını durdurabilmek için Hind, Çin, Rus ve diğer Doğu kültürlerini (İslam kültürünü de eklemek gerekir) eklemlemeyi değil, kendi içinde eritmeyi zorunlu bir çıkış yolu olarak görmektedir. Onların varlığını tanıyan ve Doğu-Batı bileşimini bir çözüm yolu olarak öneren Goethe, Leibniz, Schopenhauer, Herder, Humbonldt, Hartmann, Rückert, Neumann ve daha başka düşünürlerin uyarılarına aldırış etmemiştir. Artan bir gurur ve üstünlük duygusuyla, Batı dışındaki toplumları ve kültürleri sömürmeye, hakir görmeye ve ihmal etmeye devam etmiştir.3

    Modernleşme ve insanlıkdışılaştırma

    Modern Batı medeniyeti bununla da yetinmemiş, sahip olduğu fantezi araçların bolluğu ile meşgul ettiği insanları yüksek-yüce amaçlardan ve ideallerden de uzaklaştırmıştır. Onları uzaktan kumanda edilen robotlara dönüştürmüş, mass-media denilen kitle iletişim araçları ile istediği zaman sevindirmekte, istediği zaman hüzünlendirip, arada bir mutlu etmektedir. Fakat bu mutlu anın bitimi yeni bir kendi kendisiyle baş başa kalış olmaması için daha yeni meşgaleler üretmektedir. İnsanlar kendisini unutmuş, başkaları gibi olma yarışına girmiştir.

    Peki yaratılışında erdemli olanı, iyi olanı aramak olan insan, bu amaçtan ve anlamdan yoksun olarak nereye kadar gidecektir? Dünyayı maddi zevklerin tatmin edildiği yalancı bir cennete dönüştürmeyi vadeden modernizm, altı milyar insanın altıda birine sağladığı bu refah ve mutluluk ile daha nereye kadar avutmayı sürdürecektir? İnsanlıkdışı-laştırılmış böyle bir dünyayı daha ne kadar hoş göstermeye çalışacaktır?

    Modern toplumlar, kendi aralarında sıkça telaffuz ettikleri eşitlik, özgürlük, mutluluk, gelişmişlik, demokrasi vs. kavramları dünyanın büyük çoğunluğu için de istediğinde ve bunu samimi olarak gösterdiğinde belki insanileş-meye doğru bir adım atılabilir. Yoksa, kendileri modernliğin tadını çıkarsınlar diye, dünyanın çoğunluğunu bir kaosa, siyasi-askeri çatışmalara, açlığa ve tembelliğe sürükleyip, sonra da bunlarla alay etmek modernlik değildir. Gayr-i insani ve vahşice bir tutumdur. Bu vahşet hayvanlar alemindeki vahşetten daha tehlikeli boyuttadır. Çünkü bir kaç cana kıymakla kalmamakta, bütün canlara kasdetmektedir.

    İnsanın doğasındaki hayvani çatışma-yoketme güdüsünü bastırıp; yardımlaşma-dayanışma ve yapıcı olma yeteneğini geliştirmesi için çalışmak gerekir. Belki böylece dünya, insanoğlu için layık olabilir. Yoksa insanlıkdışılaştırılmış bir dünyanın fazla ömrü kalmamış demektir.

    İnsanlığın tabiatına uygun, ruh-beden mutluluğuna dayalı bir ahlak ve toplum anlayışı; adalet, kardeşlik, içsel özgürlük, yardımlaşma, güven ve bütün insanlığın ve hatta bütün canlı ve cansız varlıkların aynı temelde birleştiği inancını gerektirirken; daha nereye kadar bu kavramların ve duyguların üzerinde tepinmeyi teşvik edecektir.

    Anomi, isyan, çatışma, boşluk, her türlü sapkınlık, haklara tecavüz, intihar, güvensizlik, anarşi, kaos, bunalım ve her türlü insanlıkdışılaştırıcı bu hastalıklara her geçen gün daha fazla insanın düşmesinin önüne geçmek için ne zaman “modernlik tahakkümünden” vazgeçilecek? İnsan olmak isteyen ve insan olmanın erdemli bilinciyle mutlu olmak isteyen bir kişi olarak modernliğin ardına saklananlara soruyoruz.

    Dipnotlar

    1. Jose Ortega Y Gasset, Kütlelerin İsyanı, 1976, s. 35.

    2. P. Sorokin, Bir Bunalım Çağının Toplum Felsefeleri, 1972, s. 60-70.

    3. A. g. e., s. 121.