Köprü Anasayfa

Alevilik

"Bahar 98" 62. Sayı

  • Hoca Ahmet Yesevi

    Ahmet Dursun

    Pir-i Türkistan” diye anılan Ahmet Yesevi’nin tarihi şahsiyetine dair belge-ler azdır. Çoğu menkıbelere karışmış eldeki vesikalardan sağlam neticeler çıkarmak güç olmakla birlikte, Onun “Hikmet”lerinden, onunla ilgili menkıbelerden ve tarihi kaynaklardan çıkarılacak sonuçlar Yesevi’nin hayatı, şahsiyeti ve tesirleri hakkında bir fikir vermektedir.

    Ahmet Yesevi hakkında bugüne kadar yapılmış en kapsamlı çalışma olarak, Fuad Köprülü’nün, “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar” (1919) adlı eseri gösterilebilir. Ayrıca Kemal Eraslan tarafından yapılan “Divan-ı Hikmetten Seçmeler” (1983) adlı çalışma Yesevi’nin eseri hakkında önemli bilgiler vermektedir.

    Ahmet Yesevi’nin hayatı

    Mutasavvıf-şair olarak niteleyebileceğimiz Ahmet Yesevi, Orta Asya Türklerinin dini-tasavvufi hayatında geniş tesirler icra etmiştir. Yesevi’nin şöhreti sadece Türkistan’a münhasır kalmamış, Türklerin yaşadığı çok geniş sahalara yayılmıştır.

    Ahmet Yesevi “hacegan” silsilesine (Sayram’da İmam Muhammed b. Ali neslinden gelenlere “hace” denildiği gibi, onlara bağlı olanlara da aynı isim veriliyordu) mensup olduğu için ona Hace (Hoca) Ahmet Yesevi de denilir.

    Ahmet, XI. asrın ikinci yarısında, Batı Türkistan’da Sayram kasabasında doğdu. İspicab (İsficab) veya Akşehir olarak da bilinen, o sıralarda İslam kültürünün önemli bir merkezi olan bu kasabada Türkler ve İranlılar yaşamaktaydılar. Bazı kaynaklar da ise onun Yesi’de, bugünkü adıyla Türkistan’da doğduğu yazılıdır.

    Ahmet’in babası, Sayram’ın tanınmış şahsiyetlerinden olan Şeyh İbrahim adlı bir zattır ve Hz. Ali soyundan geldiği kabul edilir. Şeyh İbrahim’in Gevher Şehnaz adlı kızından sonra ikinci çocuğu olarak dünyaya gelen Ahmet Yesevi, anne ve babasını küçük yaşlarda kaybedince ablasıyla birlikte Yesi’ye (Türkistan) gelir.

    Ahmet Yesevi tahsiline Yesi’de başlar. Yesi’de o sıralar Arslan Baba adlı meşhur bir Türk şeyhinin bir tasavvuf ananesi mevcuttu. Küçük yaşlarda bir takım tecellilere mazhar olan Ahmet Yesevi, çevresindekilerin dikkatini çeker ve Arslan Baba’ya intisap ederek ondan feyiz almaya başlar. Menkıbelere göre daha küçük yaştan itibaren Hz. Hızır’ın delaletine mazhar olan Ahmet, yedi yaşında babasından yetim kalınca diğer manevi bir babasından—Şeyh Baba Arslan’dan—terbiye gördü. Hz. Peygam-berin (a.s.m.) işaretiyle ashabdan Şeyh Baba Arslan Sayram’a gelerek onu irşad etti. (Arslan Baba—menkıbeye göre—ashabın ileri gelenlerindendi. Meşhur bir rivayete göre dört yüz sene, diğer bir rivayete göre de yedi yüz sene yaşamıştı. Esasen Divan-ı Hikmet’te “sahabeler ulusu, hass-ı bende-i kird-gâr” olduğu bildirilen Arslan Baba’yı bir gün Hz. Peygamber (a.s.m.) yanına çağırarak ona bir hurma verir ve bu hurmayı “ümmetimin zübdesi” dediği Ahmet Yesevi’ye ulaştırmasını emrettikten sonra, Ahmet Yesevi’yi nasıl bulacağını söyleyerek onun terbiyesi ile meşgul olmasını ister. Bunun üzerine Arslan Baba Yesi’ye gelir ve üzerine aldığı vazifeyi yerine getirir.)

    Arslan Baba’nın terbiyesiyle yüksek bir olgunluk seviyesine erişen Ahmet, yavaş yavaş etrafta şöhret kazanmaya başlar.

    Arslan Baba’nın vefatından sonra Ahmet Yesevi önemli İslam merkezlerinden bir olan Buhara’ya gider. Burada devrin önde gelen alim ve mutasavvıflarından Şeyh Yusuf-el Hemedani’ye intisap ederek, onun irşad ve terbiyesi altına girer. Ahmet Yesevi, Yusuf Hemedani’nin vefatının ardından bir müddet Buhara’da kaldıktan sonra, Yesi’ye döner. Menkıbeler onun manevi bir işaretle yesi’ye geldiğinden ittifakla bahsederler. Ahmet Yesevi, vefatına kadar burada irşad faaliyetine devam eder.

    Ahmet Yesevi’nin tasavvufi hüviyeti ve etkileri

    Ahmet Yesevi’nin Türk tarihindeki ehemmiyeti yalnız birkaç cilt tasavvufi manzumeler yazmış eski bir şair olmasından değil, İslamiyet’in Türkler arasında yayılmaya başladığı asırlarda, onlar arasında ilk defa bir tasavvuf mesleği vücuda getirmesindendir.

    Türkistan’da, Türklerin Müslümanlığı kabullerinin hemen ardından kitleleri İslam’a, özellikle tasavvufa ısındıran Yesevilik tevazu, sadelik ve fedakârlığın bir ocağı olarak karşımıza çıkmaktadır.

    “Bir vakit namaz kılmayanın domuzdan farkı olmayacağı”nı söyleyecek kadar Kur’an ve Sünnete bağlı olan Ahmet Yesevi, halka hitaben basit bir Türkçe ile dile getirdiği hikmetleri ile güçlü bir saltanat kurmuştur.

    Yaşar Nuri Öztürk’ün “Tasavvufun Ruhu ve Tarikatler” adlı eserinde bildirdiğine göre; Ahmet Yesevi, büyük mutasavvıf Yusuf Hemedani’nin ilim ve irfanından feyizlenerek yetişti. Hemeda-ni’nin mürşidi ve feyiz kaynağı ise, aynı zamanda Gazali’nin mürşidi olan Ebu Ali Farmadi’dir. Farmadi ise ünlü Risale yazarı Kuşayri’nin şakirdidir. Bütün bunlar Yeseviliğin temel fikir ve ruh kaynaklarının Gazali’nin eserinde kristalleşen Sünni tefekkür olduğunu bize göstermektedir.

    Ahmet Yesevi, daha çocukluğundan beri Hz. Peygamber’in (s.a.v) hiçbir sünnetine bağlılıktan geri kalmamıştır. Ahmet Yesevi’nin, şiirlerinin toplandığı “Divan-ı Hikmet”inde bir çilehaneden bahsedilir. Ahmet Yesevi, Hz. Peygamber’in sünnetine öylesine bağlıdır ki, altmış üç yaşına gelir gelmez—Hz. Peygamber (s.a.v.) altmış üç yaşında vefat ettikleri için—tekkenin bir tarafında mezara benzeyen bir çilehane yaptırır ve altmış üç yaşında buraya girerek ölümü burada karşılar. Divan-ı Hikmette: “Bir yaşında ruhlar bana hisse verdi/İki yaşta peygamberler gelip gördü/Üç yaşımda kırklar gelip halimi sordu/O sebepten altmış üçte girdim yere” gibi dörtlüklerle anlatılan bu hadise, Ahmet Yesevi’nin sünnete bağlılık derecesini gösteren örneklerden biridir.

    Ahmet Yesevi’nin tasavvufi dünyasını, menkıbelerin yanında onun “Divan-ı Hikmet” adıyla bir araya getirilen şiirlerinden öğrenmek mümkündür. Divandaki manzumelerin her biri “Hikmet” adıyla anılmıştır. Anadolu’daki ilahilere tekabül eden bu manzumeler gerek vezin gerekse dil bakımından İrani etki taşımamaktadır. Yaşar Nuri Öztürk, “Tasavvufun Ruhu ve Tarikatlar” adlı eserinde bunun, Köprü-lü’nün Ahmet Yesevi’nin İran etkisinde gelişip yetiştiği iddiasını geçersiz kılan unsurlardan biri olduğunu söyler. Ayrıca Yesevi’nin düşünce ve duyuşlarında da İranilik yoktur. Yaşar Nuri Öztürk aynı eserinde, Yesevilikte İran tesiri, Şiilik, değil açık bir biçimde, kırıntı halinde bile mevcut olmadığını söyler. Yeseviliğin ve kurucusunun fikir ve duygu kaynakları İran değil Arap kaynaklıdır. Ne Ahmet Yesevi’de ne de onun takipçilerinde hatta Hacı Bektaş Veli’de Şiilik yoktur.

    Ahmet Yesevi mutasavvıf bir şairdir. Yesevi’nin Divanı’nda tasavvufi düşünce temaları rahatlıkla görülmektedir. Mevlana ve Yunusta hakim olan ilahi aşk, Yesevi’de aynen mevcuttur. Ahmet Yesevi’nin Divanı’nın taşıdığı başlıca özellikler ise şunlardır:

    1. Yesevi Divan’ı ahlaki öğretiler içerir.

    2. Sünni-Hanefi olan Ahmet Yesevi’nin eserinde Hz. Muhammed’in sünnetine bağlılık, düşüncesinin temelini oluşturur. Onun tasavvufi anlayışı Kur’an ve sünnete tamamıyla uygundur.

    3. Divan-ı Hikmet’te ilahi aşkın her şeyin esası olduğu görüşü dikkat çeker.

    Yaşar Nuri Öztürk aynı eserinde, ünlü bir Yesevi dervişi olan Hazini’nin, eseri “Cevahirü’l-Ebrar”da tarikatın esaslarını şöyle anlattığını zikreder: “Tevhid, şeriat ve sünnete bağlılık, riyazet ve mücahede, halvet ve zikir.” Ayrıca cemaatle namaz kılmak, seher vakitleri uyanık olmak, sürekli abdestli olmak, kendini her an Allah’ın huzurunda bilmek Yesevilerin devamlı uymak zorunda oldukları prensipler arasındadır.

    Sülük silsilesi bakımından Hoca Ahmet Yesevi’ye mensup bulunan tarikatlar başlıca ikidir: Nakşilik ve Bektaşilik.

    Nakşibendiliğin Ahmet Yesevi ile alakalı sayılması, tarikatın piri Hoca Bahaüddin Nakşibend lakabıyla tanınan Muhammed b. Muhammedü’l-Buhari’nin, Yesevi şeyhlerinden Kasam Şeyh ve Halil Ata ile bir müddet beraber bulunarak onlardan feyiz almasından dolayıdır.

    Ahmet Yesevi’den gelen ikinci büyük tarikat ise Bektaşiliktir. Hacı Bektaş’ın Ahmet Yesevi’nin müridi olduğu şeklindeki rivayetlere ancak X. ve daha sonraki asırlarda yazılan Künhü’l-Ahbar ve Evliya Çelebi Seyahatnameleri gibi kitaplarda rastlanır. Bektaşi ananesi Hoca Ahmet Yesevi’ye dair menkabevi bir çok bilgi vermektedir. Bu da Hoca Ahmed’in Batı Türkleri üzerinde eskiden beri büyük nüfuz icra ettiğini göstermektedir.

    Eserleri

    Divan-ı Hikmet: İslami ilimlere vakıf olan, Arapça ve Farsça bilen Ahmet Yesevi, çevresinde toplananlara İslam’ın esaslarını, şeriat hükümlerini, tarikat adap ve gayesini öğretmek amacıyla, sade bir dille ve halk edebiyatından alınma şekillerle hece vezninde manzumeler söylüyor ve bunlara “Hikmet” adını veriyordu. “Divan-ı Hikmet”, Ahmet Yesevi’nin “Hikmet”lerini içine alan mecmuanın adıdır. Ahmet Yesevi’nin dervişleri vasıtasıyla en uzak Türk topluluklarına kadar ulaştırılan “Hikmet”ler, Türkler arasında bir düşünce birliğinin teşekkül etmesi bakımından önemlidir.

    Fakrname: Bu eserin Ahmet Yesevi’ye ait olup olmadığı tartışmalı bir husustur. Eser müstakil bir risaleden çok, Divan-ı Hikmet’in mensur bir mukaddimesi durumundadır.

    Kaynaklar

    1. Kemal Eraslan, Divan-ı Hikmet’ten Seçmeler, Ankara 1983.

    2. M. Fuad Köprülü, İslam Ansiklopedisi, “Ahmet Yesevi” Mad., I. Cilt, MEB Basımevi, İst. 1978.

    3. Kemal Eraslan, İslam Ansiklopedisi, “Ahmet Yesevi” Mad., II. Cilt, TDV Yay., İst. 1989.

    4. M. Fuat Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, TTK Basımevi, Ank. 1976.

    5. Yaşar Nuri Öztürk, Tasavvufun Ruhu ve Tarikatlar, Sidre Yay., İst. 1988.