Köprü Anasayfa

Hürriyet, Meşruiyet ve Cumhuriyet

"Güz 98" 64. Sayı

  • Tarihi Bugün İçin Okumak: Yada İki Yüz Yıllık Çağını Aşan Üniversite Kanunu

    Osman Özkul

    Yrd. Doç. Dr. Sakarya Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi.

    Giriş

    Hiç şüphesiz, yeryüzünde tarihi ve kültürü olan tek varlık insanoğludur. Aynı zamanda o tarih ve kültürün üretiminde bir aktif rol oynayan varlıktır. Yani insan, tarihî ve kültürel bir varlıktır. Tarih ve kültürün bilinçli bir üreticisi ve ondan yararlanarak bilinç düzeyini ve bilgi düzeyini yükselten (ya da yükseltmesi mümkün olan) bir varlıktır.

    Tarih ise her ne kadar “geçmiş” olayları, kültürel ürünleri hatırlatıyor olsa da; “şu an” ve “gelecek” onsuz olamayacaktır. Bu yüzden tarih, tarihteki olaylar ve tarihte üretilen kültür, sanat ve bilim ürünleri, aynı zamanda “şu an” ve “gelecek”deki kültür, sanat ve bilim ürünlerinin bir parçası, tamamlayıcısı ve bir şartıdır. Eğer bunları birbirinden ayırır ya da uzaklaştırırsak, insan ve insan topluluklarının oluşturduğu kültürel bütünlük sahibi gruplar (milletler) dağılır, ya da eksik kalır.

    Bir insan, “şahıs” olarak ömrünün bütün dönemlerinde aynı karakter ve kişilik yapısını koruyabiliyorsa, her yönden sağlıklı bir kişidir. Eğer farklı kişilik özellikleri gösteriyor, başka başka kişi gibi davranıyorsa, o insanda psikolojik bozukluk var demektir. Bu yüzden “şahsî tarihi”nin bilincinde olan bir insan, sağlıklı bir insan demektir. Böyle bir kişilik bütünlüğüne sahip olmayan insanlarda psikolojik bir rahatsızlık, “şizofreni” var demektir.

    Tıpkı tek tek şahıslar gibi, onların oluşturduğu toplulukların (milletlerin) da “tarih bilinci” varsa, o millet sağlıklı ve değerli bir millet demektir. Yoksa, bir tarih bilinci olmayan millet, “yaralı bir bilince”1 yahut “toplumsal bir şizofreni”ye maruz kalmış demektir.

    Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti’nin “kişiliği” bütün bir Müslüman-Türk Tarihi’nden ayrı ve bağımsız olamaz. Tarihinin bir dönemini reddeden bir millet, “kendine ait bir kişilik” dışında “başka bir kültürel kişilik” ile var olmaya çalışamaz; “kendisi” olmaktan çıkıp, başkası da olamaz; soysuzlaşır.

    Toplumsal bütünleşmeyi sağlayan tarihi-kültürel değerler reddedilerek, yeni bir kültür etrafında bütünleşmeye çalışmak, “milletin tabiatı”na aykırıdır. Belki, kendi tarihi-kültürel değerlerini zenginleştirmek ve eksiklerini tamamlamak için, diğer değerlerden yararlanılabilir. Bu tavır, kendi bilincinde olarak gelişme ve olgunlaşma anlamına gelir ki; bu dengeli bir varoluş için kaçınılmazdır.

    Tarih bir “milletin hafızası”dır. Hafıza-sını kaybeden birey, nasıl bir çocuk gibi her şeyi yeniden tanımak ve öğrenmek zorunda kalıyorsa; tarihini/hafızasını kaybeden/unu-tan bir millet de tıpkı çocuk gibi her şeyi yeniden tecrübe etmek zorundadır. Bu ise mümkün değildir. Böyle bir millet ancak, başkalarının oyuncağı olur.

    Medreseden üniversiteye ilk adımlar

    Bu girişten sonra, bu yazının esas konusuna geçebiliriz. Bu yazı ülkemizdeki ilk üniversite niteliğindeki okulun kuruluşu hakkında olacaktır. Böylece bir hafıza tazelenmesi yoluyla, günümüz üniversitelerinin gelişmesi yolunda atılan adımlara bir katkı sağlanması amaçlanmaktadır.

    Ülkemizin en köklü üniversitelerinden ikisinin gelenekleri yüzyıllar ötesine dayanır. Bunlardan İstanbul Üniversitesi, Fatih Sultan Mehmed’in Medâris-i Semâniye’sinden (sekizli medreseler) aldığı feyz ile gelişmiştir.2

    Ülkemizin ikinci köklü üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesidir. İTÜ ülkemizde sürekli eğitim yapan en eski (teknik) öğretim kuruluşudur. 1734 yılında Üsküdar da açılan “Mühendishane”, devrine göre ileri bir mühendislik okulu idi ve özellikle askerî teknolojinin gelişme-sinde büyük katkılar sağladı. Ne var ki, ordunun gelişmesinin önünü kapatmak isteyenlerin ve bazı şahsi hesapları için ülkenin menfaatini hiçe sayanların ittifakı-yla üç yıl sonra kapatılmak zorunda kalındı. Bu mühendishane dünyanın en eski mühendislik okulu olarak kabul edilen “Ecole des Pontset Chaussées”den 13 yıl önce kurulmuştu. 1759 yılında yeniden açılan mühendishane, gerekli ilgiyi göre-mediği için, uzun yıllar sönük bir vaziyetle varlığını sürdürdü.

    1795 te çok ileri görüşlü bir kanun-name3 ile III. Selim tarafından yeniden ihya edilerek “Mühendishane-i Berrî-i Hüma-yun” adıyla varlığını sürdürdü. Mühendis-hane daha sonra, Hendese-i Mülkiye, Mühendis Mekteb-i Âlisi, Yüksek Mühen-dis Mektebi, Yüksek Mühendis Okulu ve nihayet İstanbul Teknik Üniversitesi’ne dönüştü. Ülkemizde, diferansiyel, integral, hesaplamaları, fizik, kimya, hidrolik, mekanik ve elektrik konuları ilk defa bu mühendishanede okutuldu ve bu konulara ait kitaplar, okulun matbaasında basıldı. Yine ilk defa mühendishanede öğrencilere minder yerine sıralarda ders gördüler ve kara tahtaya yazı yazdılar ve yabancı dil öğrendiler.4

    İki yüz yıllık kanunname: bir ibret vesikası

    Bundan tam 203 yıl önce (1210/1795) Sultan III. Selim tarafından kaleme aldırılan Mühendishanenin Kanunnamesi çok değerli bir belge niteliği taşımaktadır. Bu belge sadece zamanına göre değil, zamanımıza göre de çok ileri görüşlü ve geniş kapsamlı bir içeriğe sahiptir. İTÜ’nün tarihini kaleme alan Çağatay Uluçay, 1958 yılı itibarıyla şu değerlendirmeyi yapmaktadır. “Bugünkü 4936 sayılı Üniversiteler kanunu ve 5246 sayılı İTÜ Teşkilat Kadroları Kanunu ile karşılaştırıldığında 1210 Kanunnamesinin zamanına göre çok mükemmel ve şümullü (kapsamlı) olduğu, her türlü esasları ihtiva ettiği anlaşılıyor.”5

    III. Selim in “Aslı kalemde saklanarak mühendishanede de sureti saklanarak ve devamlı olarak buna göre hareket oluna” diyerek başladığı kanunname, mektebin işleyişi, yönetimi, hocaların ve talebelerin seçimi, vazifeleri, maaşları, yetki ve sorumlulukları vs. hakkında geniş geniş açıklamaları içermektedir.6 Kanunnamenin metninden yola çıkılarak aşağıda hocalar, talebeler ve okulun işleyişi hakkında bilgiler verilecektir.

    Mühedishanede ders programı olarak, Fransız askerî mekteplerinin programı kabul edildi ve teorik ve pratik derslerin yanında Fransızca öğretimine de yer verildi. Dersler hem teorik, hem de pratik (uygulamalı) olarak yapılıyordu. Kara mühendishanesinde topçuluk ve istihkamcılık alanlarında Avrupa’daki gelişmeler izleniyor, hendese, coğrafya, haritacılık, gemi inşaatı, kale ve tabya inşaatı derslerine yer verili-yordu.

    Kanunnamede bu amaçlar şu şekilde belirlenmiştir: “Deniz ve karaya ait fenlerden geometri, hesap ve coğrafya ilimlerinin öğretilmesi, devletçe çok önemli olan harp tarihi ve sanayiinin öğretilmesi ve uygulanması…” Kırk öğrenci, dört hoca ve dört hoca yardımcısından oluşan eğitim ekibinin hepsinden neler beklendiği konusuna ise şöyle yer veriliyor. “Bahsi geçen dört hoca ve hoca yardımcılarının ve sairenin yalnız belirtilen yerlerde, bütün fen ilimlerini yaymaları ve uygulamalı şart kılınmıştır.”

    Her sınıfta okutulacak dersler ve sınıflardaki yükselmelerde uygulanacak sınavlar açıklanmaktadır. Her sınıfın öğrencileri arasından imtihanla, kabiliyet ve bilgileri temayüz eden üç kişi, baş mülazım, ikinci mülazım ve üçüncü mülazım olarak diğer öğrencilerin öğretim ve terbiyelerine hoca yardımcısı olarak yetkili kılınmaktadır.7

    Mühendishanede hocalara verilen değer

    Bir eğitim müessesesinin başarısı her şeyden önce, hocalarının kişilik ve bilimsellik yönünden başarısına bağlıdır. Bu insanların başarısında ise, bürokratik ve siyasal baskıların olmaması ve düşünme ve hareket özerkliği doğrudan olumlu etkide bulunur. Bu hususlarda III. Selim kanunnamesinde son derece Çağdaş bir yaklaşım vardır. Mesela, hocanın aynı dönemde farklı kurumlarla bağlantısının olmasına karışılmamakta; hatta mühendishanedeki vazifesinde başarı göstererek terfi eden hoca, diğer vazifelerinde de başarılı kabul edilmektedir. Böylece kadro darlığı ve bürokratik formaliteler ortadan kaldırılmaktadır.

    III. Selim bizzat hocalara verdiği değeri göstermek için, sık sık ziyaretlerde bulunur ve iltifatlar eder. Mektep mensuplarının bağımsız ve dış baskılardan uzak olarak çalışmalarını temin etmek için, hoca ve yardımcılarının ilmi özerkliklerini tanımış, onları hiç bir siyasal ve kişisel kuvvetin azletmesine izin vermemiştir. Böylece yarınından endişe etmeksizin, bunun teminatı altına alınması keyfiyeti, memleketimizde ilk defa mühendishane hocalarına tanınmıştır.8

    Öğretim üyelerinin azli söz konusu olmadığından hocalar genellikle senelerce ders vermeye devam ederlerdi. Yaşı ilerleyen hocaların kıdemine, ilim ve faziletine hürmeten büyük bir ilgi gösterilip, kürsüsü başında ölünceye kadar kalma hakkı tanınmaktaydı. İhtiyarlıklarından dolayı ders okutamayanların yerine yardımcıları ders verirdi.

    Hocaların veya diğer mensuplarının herhangi bir suç işlemesi durumunda (rüşvet alma gibi), cezalarının mühendishane yöneticileri tarafından verilmesi kuralı getirilerek, yine Mektebin özerkliği tanınmış olmaktadır. Durum ile alakalı bilginin, saraydaki görevli kişiye sadece rapor edilmesi yeterli görülmekte, yargılamaya müdahale edilmesine izin verilmemektedir.9

    Kanunnamede bütün bu hususlar ayrıntılı olarak karar bağlanmıştır.

    Mühendishanede görev yapan Müslü-manların dışında, gerek Fransa dan ve İsveç ten gelen yabancı mühendis ve subaylar ve gerekse Musevi, Ermeni ve Rum Osmanlı vatandaşlarına da özel ayrıcalıklar tanınmaktaydı. Onlarda aynı kanunlardan ve avantajlardan faydalanmakta, hatta bunlar özel muamele bile görmekteydi. Mesela mühendishanede tercümanlık yapan Zenob namındaki zimmi, teknisyen olan babası Manisar’a verilen bazı vergilerden muafiyet beratının, mühendishane de lüzumlu kitap-ların tercümesiyle meşgul olduğundan kendisine de verilmesini istiyor. Ve yazılan takrirden anlaşıldığına göre padişah böyle bir beratın verilmesini emrediyor ve Musevi vatandaşların giydiği sarı mest ve pabuç ile elbise konusunun kayıtlardan kaldırılması isteniyor.10

    Hocaların seçimi ve yetkileri: ömür boyu garanti-özerk bir statü

    Bu konuda çok açık bir şekilde, ilmi yeterlilik ve başarıya değer verildiğini görüyoruz. İmtihan sonucunda ehil olduğu anlaşılan kişi; mesleği, düşüncesi, dini, mezhebi kıyafeti, sınıfı gibi özelliklerine bakılmaksızın hocalığa kabul edilmektedir. Hatta hocanın büyük bir suç işlemesi (cünha-i azimesi) dışında, hiç bir gerekçeyle azledilmesi ve memuriyetten çıkarılması mümkün değildir. Daha da ötesi, herhangi bir kayırmaya yol açılmaması için, hocalık makamına müracaat eden kişinin, daha önce başka bir yerdeki görevi veya yetiştiği yer göz önüne alınmadan; sadece başarılı olduğunu ispat etmesi gerekmektedir.

    Bu hususlar kanunnamede şu ifadelerle dile getirilmektedir:

    “Hâce hangi tarîkden (sınıfdan) olursa olsun tarikleri hususu (konusu) kaydolunmayıp cünha-i azimesi veyahut istifası veya emr-i hakk zuhûru (ölümü) vuku bulmadıkça azl ve infisâlden vâreste (muaf) olarak teebbüden (süresiz) hâce olmaları meşrut kılına…”11

    Okula alınan kırk talebe ve kalfaların (asistan) diğer işlerinden tamamen ilişkilerini kesmeleri istenmektedir:

    “İş bu müretteb olan kırk nefer şâkirdan ve kalfaların âhir tarîklerden kat-ı alâka eylemeleri meşrut ola…”

    Dersleri takip etmek için, okula kaydolan kırk talebe ve yardımcı (kalfa) dışında, istidat sahibi kişilere de engel olunma-yacaktır. Böylece günümüzde yeni uygulanan açık öğretim yöntemine benzeyen bir işleyişe yer verilmektedir: Kıyafet konusunda ise tam bir serbestlik olması gerektiği özellikle vurgulanmaktadır:

    “Mektebe hariçten ve ashab-ı dirayet-i istidâddan kimseler gelip talim-i fünûna rağbet ederler ise, hangi tarîkden olursa olsun, tariklerine ve kisvelerine mümanaat olunmayıp onlara dahi talim-i fünûn itmeğe haceler me’mur ve me’zun olalar.”12

    Dışarıdan derslere istediği gibi serbest olarak devam edebilen bu kişiler, mesleklerini, işlerini terk etmeksizin, imtihanlara da katılabilirler. Eğer başarılı olurlarsa, kurallara uygun olarak, gereken dereceden hocalığa kabul edilirler.

    “Bu misüllü hariçten mektebe devam eden diler ise tarikini terk etmeyerek bekleyip bir hacelik zuhurunda bil-imtihan hace tayin oluna.”13

    Hocaların özerkliğine ve özgürlüğüne o derece önem veriliyor ki, tekrar tekrar Mühendishane hocasının başka bir işle alakası olup olmaması hususlarının kaydedilmemesi; hangi tarikden olursa olsun, sadece “hüner ve marifetlerine bakılması” vurgulanıyor:

    “Mühendishane hocasının turûk-u hidemât-ı Devlet-i Aliyyeden bir tarîkde alâkası olup olmaması hususları kayd olunmayıp herhangi tarikden olur ise olsun hüner ve marifeti malum olan kimsenin tarîkine mâni olmayarak… Bu hocaların tarîk-i ulema ve tarîk-i saire-i devletten birisinde alakaları olup olamaması kayd olunmayıp, ancak ehliyet ve kemâl-i mârifetlerine nazar oluna….”14

    Herhangi bir nedenle boşalan mülâzım makamına yeni bir kişinin yükseltilmesinde bir anlaşmazlık olması durumunda, yine imtihanla, ilmen kimin daha iyi olduğu tespit edilir ise onun tercih edilmesi gerektiği, böylece tek ölçünün ilmî başarı olduğu dile getirilmektedir:

    “Baş mülazım ile aharı beyninde (arasında) bir gün muaraza ihtimali olur ise, lede’l-imtihan olup hangisi hüner ve mahareti zâhir olur ise lede’l-imtihan fünun-u hendese ve sanayi-i sairede ilmen ve amelen mahareti olan her halde ahara tercih olunmak…”15

    Öğrencilerin ve dışarıdan derslere devam etmek isteyenlerin teşvik edilmesi, ilgilerinin artması ve başarıları için her türlü tedbirin düşünüldüğü kanunnamede; kıyafet konusunda öğrencilere de tam bir serbestlik tanınmaktadır. Giyeceklerin en bahası (iyisi) verilmesi ve okulun bağlı olduğu humbaracı ve lağamcı kıyafetlerinin gi-yimine zorlanmamaları hatta “teklif olunmaması” istenmektedir:

    “…bunlara aba potur ve çuha ve mintan teklif olunmayıp beher sene miriden yevmiyeli mülazıma verilecek kisvenin (kıyafet) bunlara bahası verilip kisvelerini ocakları kaidesince kendileri uydurmak…

    “Erbab-ı istidat olanlar fenn-i hendese tahsiline rağbet ve hendesehane şakirtliğine talip olur ise, Humbaracı ve Lağamcıya mahsus libas ve hey’et teklif olunmayıp mücerret (sadece) fünun-u hendesenin neşri (yayılması) ve erbab-ı maarifin teksiri (çoğalması) hususuna müsaade-i şahane erzan buyurulmakla…”16

    Bilimsel seviyenin tespiti

    Talebelerin mertebelerinin yükseltilmesinde de imtihan, belirleyici unsurdur. Talebeler gibi, yardımcı hocalar ve maaşlı mühendislerin de makamlarının yükseltilmesinde imtihan şart koşulmaktadır. İmtihanın aşılması ise “kanun-u harbiyeye dair Türkî bir risale (makale) telif etmek” veya “bu konularda muteber olan eserlerden birinin tercümesi” ve bu çalışmaların diğer mühendisler huzurunda savunulup ispat edilmesine bağlıdır.

    “Şakirdanın nakl-i meratib eylemeleri imtihana menut olduğu misüllü, iş bu hulefa ve eshab-ı menasıb olan mühendislerin dahi terk-i meratib ve zabt-ı menahib eylemeleri şerait-i imtihan ile meşrut ola ve bunların imtihanları kunun-u harbiyeye dair Türkî olarak bir risale telifi veyahut kütüb-ü mutebere-i eslâfdan birinin tercümesi ile inde’l-mühendis isbat-ı vücud ve izhar-ı maharet eylemek suretine münhasır olup, herbar nakl-i meratib ve tebdil-i menasıb etmelerinde şart-ı mezkure riayet ve ihtimam oluna…”17

    Okulda öğretim yöntemi

    Mühendishanede dersler gerek içerik, gerekse uygulama bakımından son derece yeniliklerle doludur. Mesela; talebeler yerde oturarak değil, sandalyeler üzerinde oturarak dersleri takip ediyorlar ve egzer-sizlerini masalar üzerinde yapıyorlardı. Karatahtalar üzerinde uygulamalarla izlenen dersler, çeşitli araç-gereçlerle destekleniyordu. Öğrenilen bu bilgiler de dışarıda tatbik ediliyordu.

    Okulda zamanın geçerli olan bilgi düzeyi yakalanmaya çalışılıyor, fizik, kimya, mekanik, elektrik, geometri, topografya, teknik resim, haritacılık yanında Fransızca öğretiliyordu. Öğrenilen bilgilerin pekişmesi ve kontrolü için pratik yaptırılıyordu.

    Ders tatbikatları zaman zaman padişah, sadrazam ve kaptan paşa tarafından teftiş ediliyor; başarılı görülenlere teşvik için mükafatlar veriliyordu. Talebelere okudukları derslerin deneyleri yaptırılıyor, dışarıdan getirilemeyen hendese aletlerinin çoğu okulun alt katında bulunan atölyelerde talebeler tarafından üretiliyordu. Günümüzde bile birçok okulda gerçekleştirilemeyen bir başarı…

    Sonuç yada kısa bir ek

    Sultan III. Selim gerek ülkenin yönetimini gerekse en önemli eğitim kurumunda geçerli kılmaya çalıştığı uygulamalarla, her işte “ehil olma” ve “ilim adamlarına güven ve özerklik verme” ilkelerine uymaya çalışmıştır. Bu ilkeler, Osmanlı Devletinin kuruluş yıllarından itibaren uygulanmaya gayret edilmiştir. Ancak zamanla bu hassasiyet kaybolmuş ve bu durum, devletin ve kurumlarının zayıflamasında önemli bir etken olmuştur.

    III. Selim, kurduğu mühendishane ve buna bağlı olarak askerî gelişmelere göre eğitim gören Nizam-ı Cedit ordusuyla devleti yeniden canlandırmayı düşünüyordu. Ancak, devletin ideolojisini korumak ve kollamak görevini kendi ipotekleri altında gören Yeniçeriler, çeşitli menfaat grup-larının tahrikleriyle ayaklanarak, bütün gelişmeleri ortadan kaldırmaya kalkıştı.

    III. Selim ülkesinin askerlerini birbirine kırdırmamak için, yılların emeği ile yetişen yeni orduyu dağıttı. Mühendishane ise bütün bu olumsuz gelişmelerden en az etki-lenen kurum oldu. Yeni Sultan Mustafa’da aynı kanunnamenin geçerli olduğunu belirterek, ilme ve irfana olan saygıdan taviz vermedi.

    III. Selimin 200 yılı aşkın bir zaman önce geçerli kıldığı kanunnamedeki ilkeleri kısaca özetlenecek olursa:

    1- Hocalara karşı son derece güven ve saygı duyulmakta, başarılı olanlara hiç bir alanda sınırlama konulmamaktadır. Başarılı çalışmalarını sürdürdükçe, diğer işlerine engel olunmamaktadır.

    2- Gerek hocaların gerekse talebelerin işledikleri suçların cezasını verme yetkisi, kurumun yöneticilerine verilerek, özerkliği tanınmaktadır.

    3- Her türlü terfi ve görevlendirmede ölçü olarak kabiliyet ve başarı durumu dikkate alınmakta, hiçbir dinî, sınıfî ve millî bir fark gözetilmemektedir.

    4- En önemlisi, her sosyal grubun ayrı kıyafetle gezmesi ilkesinin geçerli olduğu bir dönemde, mühendishane mensuplarının başarılarını teşvik için serbestlik tanınmaktadır.

    Dipnotlar

    1. Daryush Shayegen, "yaralı bilinç" kavramını, özelde İran toplumu, genelde ise Batı kültürüyle geleneksel kültürü arasında bocalayan toplumlar için kullanmaktadır. (Bak: Doryush Shayegan, Yaralı Bilinç, çev. Haldun Bayrı, Metis Yay. 1991.)

    2. Fatih’in kurduğu medrese, döneminin bütün yüksek öğrenim kurumları arasında en mümtaz yere sahipti. (Bu konuda ayrıntılı bilgi ve kaynakça için bkz. Şehabettin Tekindağ, Cumhuriyetin 50. Yılında İstanbul Ünv. İst. 1973, sf: 3-54.)

    3. Kanunname içeriğinden geniş bir şe-kilde bahsedilecektir.

    4. Kazım Çeçen, İTÜ’nün Kısa Tarihçesi, İstanbul, 1990: Ayrıca İTÜ’nün geniş bir tarihçesi için bkz: Çağatay Uluçay-Enver Kartekin, Yüksek Mühendis Okulu, İstanbul, 1958; Mehmed Es’ad, Mir’at-ı Mühendishane-i Berrî-i Hümayun, İstanbul Karabet Matbaası, H.1312/M. 1896.

    5. Ç. Uluçay-E. Kartekin, Yüksek Mühendis Okulu, s.37. (Sonuçta, üniversite-lerde geçerli olan en son yönetmeliklerle de bir karşılaştırma yapılacaktır.)

    6. Kanunname metni şu kaynaklarda yer almaktadır: Kolağası Mehmed Es’ad, Mir’ad-ı Mühendishane-i Berrî-i Hümayun; Ç. Uluçay-Enver Kartekin, Yüksek Mühendis Okulu, s. 484-497; K. Çeçen, İTÜ’nün Kısa Tarihçesi, s. 51-57.

    7. Buradaki mülazımların fonksiyonu, medrese geleneğinde yeri olan muid veya bu günün asistanının fonksiyonlarıyla benzerlik arz etmektedir. (Muid, müderris [hoca] ile talebe arsında bir yerdedir. Bkz. M. Bilge, İlk Osmanlı Medreseleri, İst. 1984, s. 34.)

    8. Uluçay-Kartekin, Age, s. 69.

    9. Age, s. 490.

    10. Age, s. 69, 498.

    11. Age, s. 456.

    12. Age, s. 489.

    13. Age, s. 489.

    14. Age, s. 491.

    15. Age, s. 495.

    16. Age, s. 496.

    17. Age, s. 487.
    Boşalan herhangi bir makamın doldurulmasında da maharetli olan ve lisanı iyi olanın tercih edilmesi istenmektedir. (Age, s. 493.)