Köprü Anasayfa

Devlet-i Aliyye

"Kış 99" 65. Sayı

  • Osmanlı’nın Genişleme Stratejileri

    Ali Arslan

    Kuruluş dönemi

    Orta ve Güney-batı Asya’daki Büyük Selçuklu hakimiyetinin 1157’de sona ermesi üzerine, bölgedeki dengeyi, özellikle Haçlıların kendi lehlerine değiştirme çabalarına, belki de kendini aşan bir kapasite ile karşı koyan Anadolu Selçuklularının 1243’de Kösedağ savaşında Moğollara mağlup olması, Anadoluyu bile küçük devletçikler öbeği haline gelmişti. Moğolların Doğu ve Orta Anadolu’da etkili olması dolayısıyla buralardaki Türkmenlerin büyük bir kısmı yönlerini Moğol baskısının ulaşmadığı, Batıdaki uç bölgelerine çevirmişlerdi. Serhad bölgesindeki Türkmen nüfusunun artmasına paralel olarak Bizans ile-deniz hariç-en geniş sınırı bulunan Osmanlı Beyliği Bursa, İznik, İzmit, Üsküdar istikametinde birikmiş insan gücünü kullanarak genişlemiş ve Anadolu Selçukçulularının yıkılmasıyla ortaya çıkan kaos ortamında Bizans’ın Anadolu içlerine doğru yeniden harekete geçmesine engel olmuştu. Selçukludan kalan alanda birbirleriyle mücadele eden beylikler yerine Osmanlı’nın, Bizans’a yönelmesi Anadolu’daki insanların Selçuklu varisliği hususundaki Osmanlı’ya teveccühünde önemli bir amil olmuş ve Osmanlı’nın temayüzüne yol açmıştı.

    Osman Bey, 1303’de, İznik şehrini baskı altında tutarak, İstanbul boğazı istikametinde ilerlemeye çalışırken, Bizans’ın İznik’i kurtarma çabası, Koyunhisar savaşının Osmanlılar tarafından kazanılmasıyla başarısızlığa uğramıştı. Bursa’yı ele geçirmek isteyen Osman Bey, 1321’de Mudanya limanını ele geçirerek Bursa’nın dış dünya ile olan irtibatını kesmişti.

    Hem doğu hem batı (Anadolu-Balkan) yönündeki stratejileri

    Orhan Bey daha önceki politikaya uygun olarak, 1326’da Bursa’yı ele geçirdikten sonra, İznik(1331), Gemlik(1333) ve nihayet 1337’de İzmit’in ele geçirilmesi ile Osmanlılar Karadeniz’e ulaşarak, Üsküdar’a kadar olan Kocaeli yarımadasına sahip olmuşlar ve neredeyse Bizansı İstanbul Boğazı’na kadar olan Anadolu topraklarından uzaklaştırmışlardı. Bizansın başşehrinin olduğu İstanbul Boğazı’ndan Trakya’ya geçmenin zorluğu ortada olmakla beraber, Çanakkale istikametinde ilerleyerek buradan Trakya’ya geçmek, Bizans’a güneyden deniz yolunu kapatmak hedefiyle, Orhan Bey zamanında, Osmanlılar ilk defa ciddi olarak bir Türk beyliği ile karşı karşıya gelmişti. 1345 tarihinde, Balıkesir-Çanakkale bölgesindeki Karesi Beyliği’ndeki iç anlaşmazlıklar nedeniyle, bazı beylerin yardım istemesinden de istifadeyle, Orhan Bey’in Karesi seferine çıkması üzerine Balıkesir, Manyas ve Kapıdağı gibi şehirler Osmanlı Devletine dahil olurken, kısa zamanda bu beylik Osmanlı ile bütünleşmiş, hem coğrafi ve hem de insan gücü bakımından Osmanlı’ya katkısı olmuştu. Böylece, Osmanlıların Çanakkale üzerinden Trakya’ya geçmeleri için bir engel kalmamıştı. Bu arada, Sivas merkezli Eretna Beyliği’nin en batısında olan Ankara şehri, iç karışıklıklar içerisinde oldukları bir sırada Osmanlı sınırlarının doğusunda Orta Anadolu için muhkem bir nokta olan burası ele geçirilmişti (1354). Böylece Osmanlılar Anadolu’da çok stratejik bir yere ayaklarını basmışlardı.

    Bizans’taki taht kavgalarından faydalanan Osmanlılar, Çanakkale Boğazı’ndan Trakya’ya geçerek 1354’te Gelibolu ve çevresini feth etmişlerdi. Böylece, Çanakkale Boğazı ve çevresi ele geçirilerek Marmara Denizi’ne Akdeniz’den giriş ve çıkışları denetim altına alınmış, Bizans kontrol altına alınırken, Balkanlardaki genişlemenin köprübaşı tutulup, ilerlemenin önü açılmıştı. Böylece, Osmanlı Devleti, toprak olarak küçüklüğüne rağmen, iki kıtada toprakları olan, stratejik üstünlüğe sahip ve sadece ele geçirme değil, bölgeye doğudan gelen Türk boylarını iskan etme ve meskun halkı kendine bağlama politikaları ile daimî yerleşme siyasetini uygulamaya koymuştu. Bölgenin sadece siyasi değil, etnik ve dini mensubiyet haritasını da değiştirerek böl-geye hakim olmak için pratik ve reel bir siyaset uygulamışlardı.

    Orhan Bey döneminde, Anadolu’da Ankara’yı alarak sağlam bir zemine dayanan Osmanlılar, Trakya’da Marmara Denizi’nin Avrupa yakasını kontrol edecek ve Balkan istikametinde kilit rol oynayacak olan Edirne’yi ele geçirmişlerdi. Bu sayede küçük Osmanlı Devleti, iki istikametli politikasını yürürlüğe koymuştu. Hem Doğu yani Anadolu, hem de Batı yani Balkanlar istikametinde genişleme politikasını tatbike başlamıştı. Bu siyaset Selçuklu varisliği için Anadolu’da hakimiyeti tesis etmek ve yeni alanları ele geçirerek, Anadolu Selçukluları döneminde bölgede eksik olarak gerçekleşen hakimiyetlerini kâmil hale dönüştürmek tarzında cereyan ediyordu.

    I. Murad (1362-1389) da bu Osmanlı politikasını devam ettirmişti. Ankara’yı yeniden (1362) halkın isteği ve memnuniyeti ile ele geçirerek Anadolu’da konumunu sağlamlaştıran I. Murad döneminde, Edirne ve Trakya’yı takviye etmek, Balkanların ortasında Meriç vadisinde önemli bir mevkide olan ve Bulgarlar ile Bizans’ı birbirinden koparan, hatta Sırp Kralının konumunu zora sokacak bir şekil-de Filibe ele geçirilmişti(1363). Bunun üzerine, Bizans Osmanlılarla anlaşmaya mecbur kalarak, İstanbul’un gıda ihtiyacını ancak garanti altına almış oluyordu. Artık, Bizans Osmanlının çevrelediği bir şehir konumuna dönüşüyordu.

    Filibe’nin Osmanlıya geçişi, Papa V. Urban’ın teşvikiyle Sırp, Macar, Eflak ve Bulgar arasında bir ittifak oluşturdu. Macar Kralı Layoş’un idare ettiği ordunun Sırpsındığı savaşında (1364) yenilmesi Osmanlıya, Balkanlardaki Macar nüfuzunu kırma fırsatı verdi. Osmanlı’ya karşı Haçlı seferlerinin devamı niteliğinde sayılabilecek ve Avrupa’da hazırlanan bu müşterek mukavemete darbe indirme şansını vermiş ve Osmanlı ilk defa, Avrupalı bir güce karşı başarı elde etmişti. Papanın yeni bir ittifak teşebbüsü üzerine Savoy Dükü II. Amedeon Gelibolu’yu ele geçirip Bizans’a verdi (1366) ise de, Osmanlılar burayı kısa bir süre sonra tekrar ele geçirdiler. Çok geçmeden Makedonya’ya ulaşan Osmanlılar Serez, Selanik, Drama, Kavala ve Sofya’yı feth ettiler. Böylece batı istikametinde ilerleyen Osmanlı kuvvetleri orta Balkanlara yerleşmişlerdi.

    I. Murad, Batı Anadolu’dan başlayarak Anadolu Beyliklerini Osmanlıya katma politikasında zaruret olmadan çatışmaya girmeme tarzını benimsemişti. Siyasi evlilik yoluyla, mesela Şehzade Bayezid’i Germiyanoğlu Süleyman Şah’ın kızı ile evlendirerek Kütahya, Simav, Eğrigöz ve Taşanlı’nın çeyiz olarak Osmanlıya katılmasını sağlamıştı. Nüfuz ve kudreti artan Osmanlı Devleti, I. Murad’ın teklifiyle Hamidoğullarından Akşehir, Beyşehir, Karaağaç, Yalvaç, Seydişehir ve Isparta gibi şehirleri satın almıştı. Böylece savaşsız olarak Batı Anadolu’da büyük alan kazanan Osmanlılar, Kastamonu-Sinop civarında hüküm süren Candaroğullarını hakimiyetine katmak istemişlerdi. Bu doğrultuda, Şehzade Süleyman’ı himayeye aldı ve Osmanlı ailesine damat yapılarak kaynaşmayı sağladı. Süleyman Bey de seferlerde Osmanlıya kuvvet vermeyi ihmal etmedi.

    Germiyanoğullarından bazı toprakları alan Osmanlı Devleti Konya’ya doğru bir ilerleme sağlamıştı. Kendilerini Selçuk-luların varisi gören Karamanoğulları ile Osmanlılar arsında rekabet kızışmıştı. I. Murad, Karamanoğlu Alaeddin Ali Bey’i kızı Nefise Sultan ile evlendirerek akraba olmayı, Anadolu’da birliği sağlamayı ve Anadolu’dan emin bir surette Balkanlara yönelmeyi istiyordu. Fakat Venedik, Sırp ve Papalık Osmanlıya karşı Karamanoğulla-rını tahrik etmeye başlamışlardı. Anado-lu’dan emin olmak isteyen I. Murad, Sırp Lazor tehlikesini bir yana bırakarak, Karamanoğullarının üzerine yürüdü ve Osmanlı üstünlüğünü Alaeddin Bey’e kabul ettirdi. Böylece, Orta Anadolu’da da Osmanlı üstünlüğü tescil edilmişti.

    Sırp kralı Lazor kumandasında Osmanlıya karşı kurulan Sırp, Bulgar, Bosna kuvvetlerine karşı ilk defa Karaman, Saruhan, Aydınoğulları kuvvetlerinin katılması ile Kosova savaşında Lazor kumandasındaki ittifakı yendi. İlk defa üç Türk Beyliğinden kuvvetlerin katılımı ile başarı sağlanması Anadolu’nun birleşmeye doğru attığı adımların da göstergesi olmuştu. Hem doğu hem de batı istikametinde başarılı politikalar ortaya koyan I. Murad, Kosova’da savaş bittikten sonra şehid edildi. Savaş dışında da stratejileri çok iyi uygulayan I. Murad ortadan kaldırılmıştı.

    Yıldırım Bayezid, Sırplarla vergi vermek, askerlik yapmak şartı ile anlaşma yoluna giderken, Üsküp şehri alınarak buraya Türk ahali yerleştirildi. Edirne dini, eğitim ve sosyal eserler inşa edilerek bir kültür merkezi haline getirmeye çalışıldı. Yıldırım, Balkanlarda sükuneti sağlayacak yerleşmeyi sağlamlaştırmaya çalışıyordu. Onun esas hedefi Anadolu birliğinin sağlanması idi. Zira burada hakimiyet problemsiz olarak sağlanmadan büyük açılımlar mümkün görünmüyordu.

    Bu gaye ile Saruhan, Aydın, Menteşe ve Germiyan Beyliklerini kısa sürede (1389-1390) ele geçirilerek Kütahya merkezli Anadolu eyaletini kurdu. Batı Anadolu’daki bu birlik, Osmanlının Akdeniz’de bir deniz gücü haline gelmesine zemin hazırladı. Menteşe ve Aydın Beyliklerinin filolarının da Osmanlıya intikali ile Venediklilerin Batı Anadolu’daki deniz üstünlüğü sona ermiş ve Osmanlı deniz kuvvetleri, Sakız, Eğriboz ile Venediklilerin elindeki adalara seferler düzenlemeye başlamışlardı. Böylece, Batı Anadolu’ya hakim olan Osmanlı, Haçlı seferlerinden beri bölgede deniz etkinliklerini devam ettiren Avrupalı kuvvetlere karşı ciddi bir güç olarak çıkmıştı (1390).

    Bizans üzerindeki baskıyı artıran Yıldırım Bayezid, İstanbul’da camisiyle beraber, yüz haneli, bir Türk mahallesinin kurulmasını kabul ettirerek, İstanbul’un içerisine barış yolu ile yerleşmede önemli bir adım atmıştı (1391).

    Anadolu birliği için en büyük engeli oluşturan Karamanoğulları üzerine bir sefer düzenleyen (1391) Bayezid, bu beyliğin önemli bir kısmını Osmanlıya bağlarken, Mısır’daki halifeden “Sultanu’r-Rum (Roma)” (Anadolu Sultanı) ünvanını alarak (1392) Selçuklu Sultanlarının varisliğini halifeye tasdik ettirmişti. Böylece, Osmanlı Devleti, Anadolu’daki Türkmen beylikleri üzerine yapmış olduğu seferleri meşrulaştırmış oldu.

    Osmanlıların Macar sınırlarına dayanmasından rahatsız olan Macar Kralı Sigismund’un isteği ile Fransa, İngiltere, İskoçya, Lehistan Avusturya, İtalya, İsviçre ve Güneydoğu Avrupa ülkelerinden gelen Haçlı kuvvetlerini Niğbolu’da yenen (1396) Bayezid, Anadolu’da karışıklık çıkaran Karaman Beyliği üzerine yürüdü ve Beylik, Osmanlılara bağlandı (1397). Canik bölgesi ve Kadı Burhaneddin Devleti de Osmanlı hakimiyetine girdi (1398). Böylece haçlılara karşı sağladığı üstünlüğünü, Anadolu’da Beylikler üzerinde de perçinlemiş oldu. Ancak, Orta Asya merkezli büyük devlet kuran Timur’la Ankara’da yapılan savaşı Bayezid kaybedince Osmanlı Devleti bir fetret dönemine girmişti.

    1403’ten 1448 tarihine kadar başlangıçta iç mücadele yapılırken, daha sonra ise özellikle II. Murad döneminde Balkan ve Anadolu’da Osmanlı hakimiyeti yeniden tesis edildi. 1451’de, Fatih’in başa geçmesi ile bu ivme daha da hızlanacaktı.

    Güçlü merkezin tesisi

    Fatih’le yeni bir döneme giren Osmanlı da Balkan politikasının devam ettirildiğini görüyoruz. Orta ve Batı Anadolu’da taht değişikliğinden istifade ile huzursuzluk çıkaran Karamanoğulları üzerine ilk seferini düzenleyen Fatih, Anadolu’da birliği sağlamak için kesin karar vermişti. Bunun çözümünü Osmanlı Devleti’nin ortasında sıkışıp neredeyse bir şehir devleti halinde kalan, fakat gerek Anadolu, gerek Balkan-Avrupa’da Osmanlı aleyhine ittifakları teşvik eden, denizden yardım aldığı gibi Osmanlıların Anadolu-Balkan aksamı arasını zayıflatan Bizans’ı ortadan kaldırma kararını tatbike koydu. Osmanlılar bu problemin çok önceden beri farkında olmalarına ve ortadan kaldırma çabalarına rağmen başarısız kalınmış, sadece etrafı çevrelemek suretiyle etkisiz hale getirilme yoluna gidilmişti. 1453’te İstanbul’u alan Fatih li-derliğindeki Osmanlılar, devletin iki kanadı arasındaki gövdedeki zaafa son vermişler, bütünlüğü sağlamışlar, kuzey-güney veya güney-kuzey istikametindeki en önemli su yolu olan Boğazların tek hakimi haline gelmişlerdi.

    Fatih, Anadolu’nun tartışmasız ve problemsiz hale getirilmesi için, Anadolu’nun bir kısmını da ellerinde tutan Batı Asya ve Doğu Akdeniz’deki büyük devletler yani Akkoyunlu ve Memluklular ile müca-delelerin neticelenmesi için yeni bir dönem başlattı. Bu hem Anadolu’nun ve Osmanlı’nın büyük bir devlet olması için zaruri, hem de üç kıtanın birleştiği bölgede hakim olmanın temeli haline gelmişti. Bu istikamette hareket eden Fatih, Karaman (1467), Adana (1474) ve Trabzon’u (1461) ele geçirirken, Doğu Anadolu bölgesini de elinde bulunduran Anadolu’da Osmanlı egemenliğine karşı en büyük engel olan Akkoyunlu Devletini 1473’te Otlukbeli’nde yenerek büyük bir başarı elde etti ve artık Doğu Anadolu’nun Osmanlıya meyli kesinleşti. Güney Anadolu’da etkinliğini sürdüren Memluklularla mücadeleye girişen Fatih, Halep ve Şam’daki halkın yönünü Osmanlıya çevirecek kadar aktif bir politika uyguladı. Bölgede Memluk hakimiyetinin varlığı devam ederken, Osmanlı nüfuzu yerleşmekteydi. Bunun Yavuz dönemi hareketinde büyük faydası görülecekti. Fatih’in politikası ile mücadele alanı biraz daha güneye doğru kaymış oluyordu. Fatih, 1481’de Mısır seferine çıkmak üzere iken vefat etmişti.

    Kuzey stratejisinin başlaması

    Fatih’in Trabzon’un fethiyle Karadeniz’in güney sahillerini Osmanlıya bağlaması neticesinde Osmanlıların yeni bir politikaya başladıklarını görüyoruz. Bu güneyden kuzey istikametinde Karadeniz’e sahip, kuzeye hakim olma siyaseti idi. Zira Kırım, Kazan, Astrahan üçgeninde büyük bir devlet olan Altınordu devletinin inkırazı üzerine Kırım ele geçirilerek, Hazar’dan Baltık’a kadar bir hattın oluşturulması, Osmanlının kuzeyinin garanti altına alınması ve Balkanların emniyetinin daha iyi hale getirilmesi politikasını başlatmıştı. 1451-54’te Sohum’u ele geçiren Osmanlı Devleti, 1475’e Kırımı kendisine bağlarken, aynı yıl, Taman, Kuban, Nogan diyarı, Çerkezistan, Çeçenistan, Dağıstan’dan oluşan Kafkas bölgesinin Hazara kadar Osmanlı hakimiyet bölgesine dahil edildiğini görüyoruz. Bu hareketle Kuzey Karadeniz’deki Ceneviz kaleleri alınarak müstemlekeleri ortadan kaldırıldığı gibi, Moskova ve çevresinde bir güç olarak ortaya çıkan Ruslara, güney istikametinin kapatılması manasına da geliyordu. Fatih Dönemi kuzey politikası ile Karadeniz’de hakimiyet Osmanlıya geçmiş oluyordu.

    Avrupa-Akdeniz politikasının deklarasyonu

    Fatih Dönemi politikalarında yeni bir açılım de batı istikametinde yaşanmıştı. Yıldırım Bayezid’in Selçuklu varisliğini Doğu Roma’nın coğrafyasına hakimiyetini de çağrıştıran bir tarzda Sultanu’r-Rum (Roma ) ünvanını elde etmesi sonrasında, Fatih, Balkanlarda Doğu Roma (Bizans) topraklarını ele geçirme istikametinde Anadolu’da hakim olan gücün tabii bir şe-kilde ihtiyaç duyduğu bölgeye yöneldi. 1460’ta Mora, 1463’te Bosna ve Hersek, 1479’da Arnavutluk’u ele geçirerek Adriyatik Denizi’ne ulaşmıştı. Fatih bir adım daha atarak Avrupa ve Akdeniz hakimiyetinde önemli bir yer olan İtalya üzerine yürüyerek, yani Otranto (1480-81) seferine çıkarak, bir dünya gücü olarak ortaya çıktığını deklare ediyordu. Böylece Fatih ile, Batı istikametindeki politika, yani Balkan politikası yerine, Avrupa ve Akdeniz politikası haline dönüşüyordu.

    Doğu Avrupa politikası

    Mevcudu koruma ve eski siyaseti devam ettirme niteliğinde ve oldukça sakin geçen II. Bayezid devrinde, Doğu Avrupa’da önemli bir adım atılmış Kili, Akkerman, Yaş ve Hotin alınarak, Boğdan’a hakim olunmuştu. Böylece, doğuda Rusya ve batıda Macar, Avusturya arasında Baltık kıyılarına kadar bölgeyi kontrol eden Lehistan (Polonya) ile mücadele dönemi başlamıştı. Bu Osmanlı’nın Karadeniz-Baltık bölgesinde politikalar belirlemeye başlamasına yönelik önemli bir girişimdi. Zira, Doğu Avrupa’daki bu açılım daha sonra Avrupa’nın kaderini belirleyecek, önemli olaylara sahne olacaktı.

    Doğu, Güney ve Kuzey Afrika stratejileri

    II. Bayezid Döneminde Osmanlı-Memluk rekabetinin kızıştığını, Dülkadirli-Memluk işbirliğine paralel, doğuda yeni bir güç olarak Safevilerin de ortaya çıkması Osmanlıyı doğu ve güney politikalarında zor duruma düşürmüştü. Ancak, Ümit Burnu’nu dolaşarak 1503’te Hindistan sahillerine sağlam bir şekilde yerleşen Portekizliler, Hürmüz’ü alarak Acem körfezini kapatmışlardı. Bununla da yetinmeyen Portekizliler, Mekke-Medine’yi yağmalama ve Hz. Peygamberin cesedini çalmak üzere planlar yapmaları ve Süveyş’in girişinde önemli bir mevki olan Aden’i tehdide başlamaları Memlukluları Osman-lılara yaklaştırmıştı. Akdeniz’de büyük bir güce sahip olan Osmanlılardan, Memluk-luların yardım talebi üzerine, Türk denizcilerinin yardımı ile hazırlanan 20 gemiden oluşan filo 1915’te, Hind Denizi’ne hakim olan ve Kameran’ı ele geçiren Portekizlilere karşı sefer düzenlenmiş, fakat başarısız olunmuştu. 1916’da da Bender-i Aden’e kurtarmak için yapılan sefer de başarısız olmuştu. Böylece, İslam dünyası ilk defa bir Avrupalı güç tarafından doğudan tehdit edilmeye başlanmış ve Hindistan kıyılarını da elde tutarak İran’dan Mısır’a kadar bütün bölge muhasara altına alınmıştı. Bu, bütün Güney-Batı Asya’nın sömürgeleştiril-mesinin yaklaştığı anlamına geliyordu.

    Sömürgeleştirme tehdidi sadece doğudan değil, batı istikametinden de yaşanıyordu. Kuzey Afrika’nın en batısındaki Kanarya adalarına 1402’de İspanyolların ayak basması, 1479’da kendilerine bağlamaları sonunda yeni bir dönem başlıyordu. Bütün Kuzey Afrika, özellikle İspanyol sömürgeciliğin tehdidi altına girmişti. Barbaros’un kardeşi Oruç Reis, Cezayirlilerin daveti üzerine, Cezayir’e giderek İspanyollara karşı onları korumaya çalışmıştı. Bu dönemde Fas’tan Hindistan’a kadar alan Avrupalı sömürgecilerin tehdidi altına girmişti.

    Batı’nın dünyayı keşfetmesi-sömürmesinin başladığı bir sırada, Yavuz Sultan Selim, Osmanlı tahtına geçiyordu (1512). Anadolu’yu, Maraş’a kadar tehdit eden Safevi Devleti’nin başındaki Şah İsmail’in, Yavuz’un İran seferi ile 1514’te Çaldıran’da yenilmesi, Anadolu birliğinin doğu istikametinde temini ve tehdidin esas itibariyle sona ermesini sağlamıştı. Mısır merkez olarak, Doğu-Akdeniz Kuzey-Afrika’yı elinde bulunduran ve İspanyol-Portekiz güçlerine karşı başarısız olan Memlukluların üzerine bir sefere çıkan Selim, 1516 Mercidabık Zaferi ile Halep-Şam bölgesini, 1517’de, Ridaniye Zaferi ile de Mısır’ı ve Hicaz’ı ele geçirmişti. Arabistan ve Kuzey Afrika’nın kapısı olan Mısır’ın Osmanlının eline geçmesi bölgede köklü bir değişime yol açmış, Osmanlı hakimiyet veya nüfuzu Hind Denizi’nden Fas’a kadar kısa süre içinde yerleşmişti. Mesela, 1518’de Cezayir hemen Osmanlının himayetine girmişti. Osmanlı, Mısır’ı ele geçirmesi ile Mukaddes Bölgeleri de elinde bulunduran İslam dünyasındaki en büyük güç haline gelmişti. Fiili olarak liderliği alan Osmanlılar, halifeliği de üzerlerine almışlardı. Dini bir kimlik ile de bütünleşen Osmanlılar Avrupalı Emperyalistler karşısında İslam dünyasının da koruyucusu konumuna gelmişlerdi.

    Merkezi Avrupa politikası

    Devletin süper bir güç haline dönüştüğü bir sırada başa geçen Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) döneminde, Osmanlı Devleti’nin bütün yönlerde uyguladığı stratejilere devam edildiğini, bazı boşlukların doldurulduğunu ve yeni tehditlere karşı yeni projeler geliştirdiğini görüyoruz.

    Macaristan üzerine defalarca sefer düzenleyerek ele geçiren, Viyana’yı kuşatarak merkezi Avrupa’daki en büyük gücü etkisiz hale getiren Kanuni, Fransa’ya yardım ederek Batı Avrupa’da belirleyici konuma gelmişti.

    Doğu Avrupa politikası

    Doğu Avrupa’da Boğdan-Basarabya ile Kırım arasındaki Bucak ve Yedisan’ı alarak kuzeybatı Karadeniz’deki boşluğu kapatmış ve Karadeniz ve doğu Avrupa’da Kuzeyden beliren Rus tehdidine karşı Lehistan-Baltık istikametinde politikalara geliştirerek Rusya’yı sınırlamaya Avusturya ile Rusya arasını tahkime çalışmıştı.

    Rusya’ya karşı kuzey stratejisi

    1522’de Kazan’ı alarak doğu istikametinde yayılmaya başlayan Rusya, 1556-57’de Astrahan’ı alarak Hazar Denizi’ne ve Kuzey Kafkasya’ya ulaşmıştı. Hazar-Azak denizleri arasındaki Nogay Türklerini tehdit eden, Terek nehri ağzından Kafkasya’ya yerleşmeye çalışan Ruslara karşı tedbirler alınmaya başlanmıştı. 1556’da Kırım Hanı Devlet Giray’ın Astrahan’a yaptığı sefer başarısız olmuş, Çerkezler de ilk başlarda Osmanlının karşındaki Rusların yanında yer almışlar ve bölgede Rusların güçlenmesine neden olmuşlardı.

    Rusları, Hazar ve Azak denizlerinden çok yukarda, Don-Volga nehirlerinin birbirlerine yaklaştığı yerden daha ileride tutmak ve bu sınırın güneyindeki Nogay, Çerkez, Çeçen, Kabartay ve sairleri Rus tehlikesinden korumak, Rusya’yı kuzeyde büyük bir tehdit haline dönüşmeden bertaraf etmek için, Don-Volga (Ten-İdil) Kanal projesi 1563 tarihinde ortaya atılmıştı. Ancak, bu proje Kanuni sonrasında 1568-1569’da açılmaya başlanmıştı. Fakat Kırım Hanı’nın gönülsüzlüğü ve Osmanlı’nın bu bölgede fazla etkin olmasının rahatsızlığı yanında, Moskova’ya gizliden adam göndererek haber vermesi gibi sebeplerle başarılı olmamıştı. 1569’da Osmanlının Astrahan seferi başarısız olduğu gibi, Rus tehdidinin ciddiyetini daha sonra kavrayan Kırım Hanı’nın 1571’deki Moskova seferi de başarısız olmuştu. Kanuni döneminde ortaya konan bu projenin gerçekleşmemesi Kafkasya-Kırım istikametinde bir süre sonra bir Rus tehdidine neden olacaktır.

    Kanuni döneminde Azerbaycan istika-metine genişlemek suretiyle Hazar’a ulaşılacak, Türkistan ile doğrudan bağlar kurulmaya çalışılacaktır.

    Güney ve kuzey Afrika stratejiler tahkimi

    Hürmüz’ü ele geçirerek Basra Körfezi’ni tehdit eden Portekizlilerin oluşturduğu tehlikeye karşı, Kanuni döneminde Irak ele geçirildiği (1538) gibi, Körfezin Batı ve Güney kısımları Osmanlı himayesine girmişti. Bu hareket tam zamanında yapılmış, Körfez bölgesinin sömürgeleş-mesinin önüne geçilmişti. Yavuz’un Süveyş’ten Hint Denizi yönünde başlattığı hareket, Kanuni tarafından Arabistan yarımadasının doğusunu da içerisine alacak şekilde tamamlanmıştı.

    Hint Denizi’ndeki Portekiz hakimiyetine karşı mücadeleye devam eden Kanuni, Süveyş limanı merkez olmak üzere donanma oluşturmuş ve bir Mısır Kaptanlığı kurmuştu. Hindistan’daki Gucerant ve Kalikut Müslümanları da Portekizliler karşı Osmanlıdan yardım istemişlerdi. Hint Denizi’nde Osmanlı-Portekiz mücadelesi başlamış, Pîrî Reis Hint Kaptanlığı’na atanmıştı. Yapılan mücadelelerde, Akdeniz’e göre hazırlanmış gemiler dolayısı ile başarısız olunmakla beraber, Osmanlının 1517’de Kızıldeniz’e, 1538’de Basra Körfezine inmesiyle birlikle Portekizliler bölgeden uzaklaşmak mecburiyetinde kalmışlardı. Fakat, Hindistan yönündeki politikalarında Osmanlı başarısız olmuştu.

    Kanuni döneminde Trablusgarb, Tunus, Cezayir’in tamamı ele geçirilirken, 1550’lerde Fas’ı ele geçirmeye çalışan İspanyollara karşı mücadeleye iştirak edildiği görülmektedir. Böylece, Yavuz dönemini bir devamı olarak, Mısır’dan Fas’a kadar olan bölge Osmanlı nüfuzuna alınmıştı.

    Akdeniz

    Büyük bir deniz gücü haline gelen Osmanlılar, Haçlı seferlerinin bakiyeleri olan Akdeniz adalarındaki Avrupalıların hakimiyetlerine son verilmesi ile yeni gelişen Avrupa sömürgecileri ile birleşmelerine engel olunduğunu görmekteyiz. Avrupa filolarını da yenerek, Akdeniz’e hakim olan Osmanlılar, Rodos (1522) ve Sakız (1560) gibi adaları aldıkları gibi, Kanuni sonrasında da Kıbrıs (1571), Girit (1645-1669) gibi adaları da ele geçirerek Anadolu’yu yakından çevreleyecek ve merkezi tehdit edecek adalar da ele geçi-rilmişti.

    Doğu Avrupa

    Kanuni sonrasında Doğu Avrupa’da Rusya’nın büyük bir güç olarak belirmesi karşısında kadim Osmanlı politikası çerçevesinde 1573’te Lehistan (Polonya) Osmanlı himayesine alınarak iki büyük güç olan Avusturya-Rusya arasındaki bölge Baltık Denizine kadar Osmanlı nüfuz bölgesine alınmış, bu iki düşman gücün Osmanlıyı kuzeyden tehdit etmesinin önüne geçilmeye çalışılmıştır. Rus tehlikesinin Kırım üzerinde ağırlığını hissettirmesi üze-rine 1663’te de Ukrayna Osmanlı himaye-sine alınmıştı.

    Sonuç

    Osmanlının bir beylik halinde iken başlattığı stratejik uygulamaları, yükseliş döneminin şahıslara bağlı olmaksızın uygulandığını görmekteyiz. Merkezi devamlı olarak güçlü ve bütün tutma politikası, Yavuz dönemine kadar önceliğini korumuş, daha sonraları da Anadolu’yu tehdit edecek, çevreleyecek alan üzerinde hassasiyetle durulup, bu tehdit unsurları bertaraf edilmiştir.

    Genişleme, bir alan veya yönle sınırlandırılmadan doğru biçimde bütün istikametlerde, tehdit-açılım önceliğine göre yapılmıştır.

    Selçukluların Haçlı Seferlerine karşı koymalarından sonra, ikinci dalga olarak, Balkanlar üzerinden gelen Haçlı tipi toplu saldırılara da Osmanlılar, başarılı bir şe-kilde karşı koymuşlardır.

    Avrupa’nın yükseldiği ve sömürge politikalarına başladığı bir dönemde Adriyatik Denizi-Kırım Hanlığı, Hazar çizgisinde, Avusturya-Rusya tehdidine karşı bir hat oluşturulmuştur.

    Sömürgecilik ve emperyalizmin Kanarya Adalarından Hindistan’a kadar alandaki bölgede yayılma ve yerleşmesi hengamında Osmanlı müdahalesi ile bu dönem 300 yıl gibi bir süre geciktirilmiş ve bölgenin, siyasi, dini, hatta bazı kısımların etnik yapısının bile değişmesine engel olunmuştur.

    Osmanlı, Halifeliği de uhdesine almasıyla, İslam dünyasının temsilcisi ko-numuna gelmişti. Osmanlılar, bu istika-mette yürüttükleri politikalar ile hakimiyeti ve nüfuzu altında olan bölgeleri korumuşlardır. Tabi, bu durum, Avrupalı güçlerin sömürge politikaları karşısında en büyük engeli teşkil etmesi ve onları uzun süre uğraştırması dolayısıyla Osmanlılara ve Türklere tarihi düşmanlık oluşmasına da sebep olmuştur.

    Osmanlı’nın uyguladığı strateji, ters bir istikamette, farklı unsurların katkısı ile uygulanarak, iç zaafın büyük ve belirleyici faktörü sayesinde başarılı olmuş ve Osmanlının çöküşü gerçekleşmiştir.