Köprü Anasayfa

Türk Müslümanlığı

"Bahar 99" 66. Sayı

  • Ezanın Aslına Çevrilmesi ve Basındaki Yankıları (5-18 Haziran 1950)

    Abdülhalim Yener

    Ezan, ibadete yapılan bir çağrı olarak, Hz. Peygamber (SAV) zamanından bu yana Arapça olarak okunmaktadır. Hz. Peygamber (SAV) döneminde, Bilal-i Habeşi’nin ilk ezanından sonra, değişik toplumlarda değişik makamlar kazanmış ise de, dilinde herhangi bir değişiklik olmamıştır. "Şeair" olma özelliğini de Arapça’daki formlarıyla korumuştur. Bu açıdan, ezanın "şeair-i islamiye"den olma özelliğini koruması asli şekliyle okunmasına bağlıdır. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren başlayan reform tartışmaları içerisinde en önemli konu ezan olmuştur. Biz bu çalışmamızda, dinde reform tartışmaları ile gündeme gelen ezan tartışmalarını,özetleyerek, ezanın yeniden asli şekline çevirme süreci olan 5-18 Haziran 1950 tarihleri arasında basında yapılan müzakereleri inceleyeceğız.

    Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur
    Köylü anlar manasını namazdaki duanın…
    Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur’an okunur,
    Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hüda’nın.
    Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın!

    Ziya Gökalp’ın yukarıdaki şiirinde hasreti çekilen dinde reformun önemli bir teşebbüsü 1928 yılında yapılır. İlahiyat Fakültesinin öncülüğünde, İslam dininde reform ve modernleşme sorununu incelemek ve üniversite kanalıyla MEB’na tekliflerde bulunmak üzere bir komisyonun kurulması kararlaştırılır. Komisyon tarihçi, ilahiyatçı, psikoloji ve mantık profesörlerinden oluşmuştur. Komisyon çalışmalarını tamamlar ve şu tavsiyelerde bulunur:

    1- Oturacak sıraları, gardropları olan temiz, düzenli camilere ihtiyaç vardır. Halk buralara temiz ayakkabıları ile girecek.

    2- Bütün dua ve hutbeler Arapça değil, ulusal dilde (Türkçe) olmalıdır. Camilerin iyi yetişmiş müzisyen ve müzik aletlerine ihtiyaöcı vardır. Modern ve kutsal enstrümantal müzik ihtiyacı acildir.

    3- Basılı hutbe dizileri yerine, felsefe eğitimli vaizlerin yetkisinde dini rehberliğe geçilmelidir. (Bernard Lewis; Modern Türkiye’nin Doğuşu, s. 409-411 )

    Yukarıdaki tavsiyelere ön ayak olan İlahiyat fakültesine, ilgi gittikçe azalarak, öğrenci sayısı 284’den 20’ye düşmüş, imam hatip okullarıyla birlikte 1932’de kapanmıştır. Camileri, kiliseleştirmeyi tavsiye eden bu kararlardan sadece Türkçe ezan uygulanmıştır. Bu doğrultuda 1932 yılından itibaren (Diyanet İşleri Başkanlığının talimatıyla) Arapça ezan okuma yasağı getirilmiş, 1939 yılından itibaren de bu kanuna uymayanlara para ve hapis cezası geti-rilmiştir. Laiklikle hiçbir alakası olmayan bu uygulamayla devlet, dinin karşısındaki tarafsızlığını yitirmiş ve dinin hükümlerine müdahale etmiştir.

    Menderes’in Ezanla ilgili Açıklamaları

    Daha önceleri Tokat milletvekili Ahmet Gürkan (31 Mayıs 1950) ve Kayseri milletvekili İsmail Berkok Paşa ile 13 arkadaşı tarafından (2 Haziran 1950) ezanın aslına çevrilmesi hususunda iki teklif meclise verilmiş bulunmakla beraber başbakan Adnan Menderes’in basında çıkan mülakatından (5.6.1950 Zafer Gazetesi) sonra ilk tepkiler gelmeye başlamıştır.

    Zafer Gazetesi başyazarı Mümtaz Faik Fenik’ in sorusu üzerine Adnan Menderes şu açıklamayı yapmıştır:

    "Her taassup cemiyet hayatı için zararlı neticeler doğurur. Cemiyet hayatında esas değişikliklerin yapılabilmesi evvelâ taassup zihniyetinin yıkılmasına bağlıdır. Bu hakikatin iyice kavranmış olması neticesidir ki, Büyük Atatürk bir takım hazırlayıcı ön inkılâplara başlarken taassup zihniyetiyle mücadele etmek lüzumunu hissetmişti.

    Ezanın Türkçe okunması mecburiyeti de böyle bir zaruretin neticesi olarak kabul edilmelidir. Zamanında çok lüzumlu olan bu mecburiyet ve tedbir diğer tedbirlerle birlikte bugünün hür Türkiye’sine zemin hazırlamıştır.

    Ezanın Türkçe okunmasına mukabil cami içinde bütün ibadet ve duaların din dilinde olması garip bir tezad teşkil eder gibi görünür. Bunun izahı arzettiğim gibi, geçmişteki hâdiselerin hatırlanmasına ve taassup zihniyetine karşı mücadele zaruretinin kabul olunmasına bağlıdır. Aradan bunca yıllar geçtikten ve vaktile zarurî görülen ısrar bu sefer vicdan hürriyetine karşı bir taassup teşkil eder.

    Şimdi meselenin lâiklik ve vicdan hürriyeti bakımından halline sıra gelmiştir. Dini, siyasete karıştırmak ve dini ibâdetler âmme nizamına ve umumî âdaba aykırı olmamak şartile herkesin dinî vecibe ve ibadetlerini serbestçe yerine getirebilmesi vicdan hürriyeti ve lâiklik esası bu anlayışa göre tesbit edilmiştir.

    Diğer inkılâplarımız gibi lâiklik esasının da muhafazası bugün için ancak prensiplere bağlı kalmakla mümkündür. Halbuki umumî âdaba ve âmme nizamına hiçbir aykırılık göstermiyen ezan meselesinde memnu’iyetin devamı lâiklik prensibini menfi cihetten zedelemek mânasını tazammun eder.

    Tekrar edelim ki, irtica, taassuba, geriliğe karşı mücadeleyi ancak prensiplere sıkı sıkıya bağlı kalmakla mümkün görüyoruz.

    Bu izahımın milletimize malolmuş inkılâplarımızın tamamıyla korunacağı mânasını taşıdığını da ayrıca tafsile lüzum görmemekteyim.

    Hükümet olarak ezan meselesi hakkında görüşümüz bundan ibarettir. Ancak kanunî hükümlerle de alâkalı olan bu meselenin gerek prensip, gerekse grubumuzca lüzum görüldüğü takdirde kanunda değişiklik yapmak bakımından Meclis Grubumuza arzı ve Grubumuzca alınacak karara göre olunması pek tabîîdir.

    (Zafer Gz. 5.6.1950 – Sebilürreşad, c. IV.S. 80, Haziran 1950. s.71)

    Bu açıklamanın yayınlandığı gün Son Posta Gazetesi de okuyucularına haberi duyurmuştur. Bu gazete de başyazar Fenik’ in sorusu üzerine yapılan açıklamayı aynen ve yorumsuz vermiştir (Son Posta 5.6.1950).

    Yeni Sabah Gazetesi, Başbakan’ın beyanatına atıfta bulunmuş ve ezan konusunda DP meclis grubunda görüşmelerin yapılacağını yazmıştır. Hiç beklenmedik bir zamanda yapılan bu açıklamanın Muhalefet Partisi tarafından hoş karşılanmadığı ve Atatürk İnkılâbını zedeleyeceği ifade edilerek halk arasında da müsbet ve menfi tesir meydana getirdiği kaydedilmiştir. Yapılan yorumda;

    "Menderes Kabinesinin almak istediği bu kararda inkılabımıza karşı bir hürmetsizlik olmadığı gibi bunu takiben bazı buna benzer hallerin de tevali edeceği yolunda bir şey düşünmek çok yanlış olur. Bu kararın alınmasının en büyük âmili, Arapça ezan meselesinin hemen bütün köylerde, köylüler arasında husumet yarattığı ve onları birbirine düşürdüğü…" ifadelerine yar verilerek karara olumlu yaklaşılmıştır. (Yeni Sabah, 6.6.1950)

    "Hiç şüphe yok ki kötü fikirliler bu mevzuu istismar etmeye yeltenecekleri aşikardır." ifadelerine yer verildikten sonra DP’nin seçim beyannamesi ve hükümet programında herhangi bir kayıt olmadığı halde bu teşebbüse girişilmesi Muhalefet Partisinin tepkisine yol açtığı bildirilmiş, yazının devamında Ankara Üniversitesi’nden 150 talebe, “Sayın Adnan Menderes, Başbakan, Anara, şeklinde başlayan telgraflarında şunları yazmışlardır: Başbakan’a çektikleri telgrafı nakletmiştir:

    “Ezanın serbestisi mevzuunda verdiğiniz beyanatı derin bir memnuniyetle okuduk. Laikliğin bütün icapları ile tatbiki hususundaki kararınızı ve serbest din, serbest devlet düsturunu teyid etmek zımnında gösterdiğiniz âsilane cesareti bütün kalbimizle tasvip ediyoruz. Vicdan hürriyetinin teminini tehalük ve hasretle bekleyen biz üniversite gençleri, milletimizin en başta gelen arzularından birinin tahakkukunu görmekle sonsuz bir bahtiyarlık duyuyoruz. Bu vesile ile minnet ve şükranlarımızı arzeder, hürmetlerimizi teyid ederiz.”

    Ankara Üniversitesi gençlerinden 150 imza (Yeni Sabah Gz. 7.6.1950)"

    Gazetenin İzmir’den (telefonla) verdiği başka bir haberde ise konunun İzmir’de umumiyetle iyi karşılandığı; din adamlarına göre lâiklik prensibinin gereği ezanın Arapça okunması olduğu, din konusunda vatandaşların serbest bırakılmalarının doğru bir hareket olacağı belirtilmiştir. Aksi görüşte olanlara göre ise; bunun inkılâba aykırı olduğu, ezanın Arapça okunmasından sonra "milletin eski devir âdet ve ananelerinin hortlamasına intizar edeceğini iddia ettiklerini" bildirmiştir (Yeni Sabah 7.6.1950).

    Ezana dair Laleli Camisi’nin İmamı Mustafa Ayni’nin şu açıklaması basında yer almıştır.

    "Başbakanımızın işaret buyurduğu gibi, minarede ezan Türkçe okutuluyor, camide ibadet ise Arapça yapılıyor. Sonra, ezan o kadar yanlış Türkçeleştirilmiş ki… Tanrı, Allah manasına gelmez. Türkçe’de Allah kelimesinin karşılığı çalap kelimesidir. ‘Tanrı’dan başka yoktur tapacak’ da doğru bir tercüme değildir. İslam dininde "tapmak" yoktur. Bu acayip yanlışlıkların biran evvel düzeltilmesi lazımdı… Bu hareket Türkiye’deki milyonlarca Müslümanla beraber, yurtdışındaki Müslümanları da memnun bırakacaktır. Çünkü; Türkiye hariç, dünyanın hiçbir Müslüman memleketinde ibadet oranın lisanı ile yapılmadığı gibi, ezan da Arapça’dan başka bir dil ile okunmaz. Arapça ezan okunulmasına izin verildiği tarihten itibaren Türkiye’de hakiki laikliğin temeli atılacaktır. Bu tahakkuk ettikten sonra, her vatandaş vicdanen hür olabilecek ve dünya müslümanları arasındaki vahdet tam olarak teşekkül edecektir. (Yeni sabah 6.6.1950).

    Okuyucularına ilk sayfadan haberi veren bir başka gazete de CHP’nin yayın organı olan Ulus Gazetesi’dir. Açıktan değil de gençler ve münevverlerin alınan karardan hoşnut olmadıklarını belirtirken; "… umumiyetle gençler ve münevverler, Atatürk’ün inkılap yapısında bir gedik mevzubahis olduğunu belirterek teessürlerini ifade etmekte ve birçokları da işin bu kadarla kalıp kalmayacağını sormaktadır. DP’nin seçim beyannamesinde ezan hakkında bir vaad olmadığı halde yeni iktidarın bu tedbiri almak zaruretini duyması, bu parti propagandacılarına atfedilen birçok vaadler gibi bunun da parti ileri gelenlerinin malumatı tahtında seçmenlerin kulağına fısıldadığı kanaatini bir çok kimselerde uyandırmıştır," ifadelerinden sonra "…ezanın Arapça okunması kararından memnun kalan grubun 70-80 kişi olduğu haber verilmektedir. Buna karşılık DP milletvekillerinden münevver ve genç kalabalık bir grubun Cumhuriyeti ve İnkılabı Türk gençliğine emanet için Atatürk’ün söylediği sözleri hatırlayarak eza duydukları da öğrenilmiştir" haberine yer verilmiştir (Ulus Gz. 6.6.1950) .

    Bir başka gazete "…. ezan bahsinde bugünkü fiili durumu laiklik ve vicdan hürriyetine aykırı telakki edenlerle halkın dini hissiyatına mutlak olarak saygı gösterilmesini isteyenler arasında memnuniyetle karşılanmıştır…. Bununla beraber beyanatın muhtelif cephelerden çeşitli tefsirlere yol açtığı da bir vakıadır… Başbakan laiklik prensibini mahfuz tutmak bakımından görüşlerinde samimî olabilir. Fakat işin bir de inkılapçılık cephesi vardır. Böyle bir hareket inkılabın esas prensiplerini zedeler… daha bazı tavizlere yol açacağı endişesini uyandırıyor… laiklik prensiplerini korumak şartıyla ezana müsaade etmenin inkılap esaslarında en küçük bir tavizde bulunmak manasına asla gelmediği ve gelmeyeceği yukarıdaki mülahazalara cevaben belirtiliyor (Yeni İstanbul 6.6.1950).

    Basındaki Tartışmalar

    Başbakanın, ezanın Arapça okunması ile ilgili haberin yayınlandığı tarihten, tasarının kanunlaştığı tarihe (5-17.6 1950) kadarki sürede bir çok yazar konuya değinmiştir. İlk dikkati çeken husus, olaya karşı olanların dahi temkinli yaklaşımlarıdır. Kabaca bir sıralama yaptığımızda tepkileri üç gruba ayırmak mümkündür. Karara sert bir şekilde karşı çıkıp dehşete kapıldıklarını yazanlar, olaya karşı çıkmamakla birlikte temkinli yaklaşanlar ve kararı büyük bir memnuniyetle karşılayanlar. Bu yazıları söz konusu 15 günlük süredeki gazetelerin hemen hepsinde görmek mümkündür.

    Ulus gazetesinden Kemal Zeki Gencosman okuyucularına seslenirken "Ezanın Arapça okunacağını öğrendiğim bu sabahtan beri (6 Haziran) perişan bir halde olduğumu sizden neye gizleyeyim? Etime bıçak saplansa bir damla kanım çıkmaz. Hükümet gazetesinin (Zafer Gz. ni kastederek) Atatürk inkılaplarının bir taraftan didiklenmeye başlandığını teşhir eden büyük manşetini gördüğüm andan itibaren içimi derin bir ümitsizlik kapladı. Sabahtan beri kara kara düşünüyorum. Tüylerim diken diken oluyor."

    Aynı gazeteden Prof. Yavuz Abadan şu ifadelere yer vermiştir: "Arapça ezana dair bu beyanatı okuyunca içimde bir ürperme duyduğumuzu saklayamayacağız. Demek ki DP icraata Arapça ezan okunmasına yeniden imkan vermekle başlayacaktır. Orta çağın dini hurafelerinden temizlenmiş laik bir zihniyete karşı gelmektir bu …"

    Yine Ulus Gazetesinden Feridun Osman Menteşeoğlu "…inkılaplarımız muasır medeniyet yapımızın kilit taşlarıdır. Onlardan herhangi birini çekip çıkarmanın tabiat kanunlarına uygun bir reaksiyonla diğerlerini de sarsabileceği daima uykularımızı kaçıran bir ihtimaldir" diyerek düşüncelerini aktarmıştır.

    Ulus gazetesinden bir başka yazar üzüntülerini şu şekilde dile getirmektedir." Bugün Türk ülkesinde Müslüman Türkleri camiye çağırmak için Türkçe ezan okunuyor ve ne zaman bir yerde irticaın en çerden çöpten tarafları bir kımıldanış yapmaya yeltenseler Allah’ın ve Peygamberin adını da hürmetten düşürerek Arapça ezan okumaya kalkışıyorlar. Yeni meclisin ve yeni kabinenin ilk işlerinden birisi herhalde Arapça ezanı hortlatmak olmayacaktır. Çünkü inkılap nesilleri bunu geriye dönmenin ve yapılanları yıkmanın bir başlangıcı sayabilirler. Fakat bir tek milletvekili bile böyle bir teklifi yapmamalı idi " (T.İ. Ulus, 5.6.1950).

    T.İ. adlı yazarın ezanın Arapça okunması ile "Allah’ın ve Peygamberin adını da hürmetten düşürüyorlar" yorumunu yapması çok dikkat çekicidir.

    Zaman gazetesi ve Akşam Postası’nda yazan Nusret Safa Coşkun dehşet içindedir: "Başbakanın beyanatı bizi dehşete düşürdü. Mareşalin cenaze töreninde (Fevzi Çakmak’ın) azametini gördüğümüz tekbirci kütleyi, yurdun dört köşesindeki benzerlerini sevinçlerinden çıldırtmak için bundan daha güzel bir vaid olamaz… İnkılap prensipleri ile alakalı bir kararın değiştirilmesine asla taraftarlık edemeyiz. Vatandaşın şapkayı seçmek hürriyeti yok mu? Eski yazının talik, sülüs, rik’a marifetlerine ne buyurulur? Arapça ezanın metninin vicdan hürriyeti ile bir alakası yoktur. "Tanrı uludur" nidâsını beğenmeyen içinden dudakları arasından "Allah û ekber" desin. Bazı zümreleri memnun etmek için bu mesele ortaya atılmıştır. Bu ateşle oynamaktır." Yazar bu ifadeleriyle Demokratların giriştiği hareketin tehlikesine dikkat çekmektedir.

    Yukarıda sıraladığımız görüş ve düşüncelerde Arapça ezana karşı çıkıldığı ve Atatürk İlkelerinin bu olayla zedelenerek gedik açılacağı açıkça ifade edilmiştir. Ancak bu görüş ve düşüncelere sahip olanların önemli bir yekûn teşkil ettiğini gazetelerden görmek mümkün değildir. Diğer tepkilerden bazıları aşağıya alınmıştır.

    Milliyet Gazetesi’nden Ali Naci Karacan yazısında şu ifadelere yer vermiştir: "Mustafa Kemal, bazılarının çok yanlış olarak zannettiği gibi, din düşmanı değildi, laikti. Din ıslahatçısı da değildi. Ezanın Türkçe okunmasını istemekle bir reform hareketine girişmiş değildi… Ezan, ne karşısında dini istiğrak duyulan bir ayeti kerime, yahut herhangi bir içtimâi akide telkin eden bir hadis-i şerif değildir. Türkçe okunursa cami daha kalabalık olur." Karacan da bu ifadeleriyle Türkçe ezana taraftar olduğunu göstermektedir.

    Son Telgraf’tan Ethem İzzet Benice’nin görüşleri de şöyledir: "Atatürk inkılapları bir bütündür. Bu bütünün bir halkası koparıldı mı ötekiler de birbirini koparır. Medrese, türbe, tekke, Arap harfi, Arapça tedrisat gelir. Kur’an-ı Kerim okuyabilmek için Arap harfi ve Arapçayı okuyup yazmak gerekmez mi?

    Vatan Gazetesi başyazarı Ahmet Emin Yalman karara karşı olmadığını ifade ederken;"Biz de Adnan Menderes gibi nikbiniz. Arapça ezan hakkındaki yasağın kalkması, taasup meylini desteklemeyecek, aksine olarak hiçbir hükümet müdahalesi ve baskısı olmadan Türkiye’de tam bir vicdan hürriyeti ruhunun gelişmesi ve inkılap ruhunun, halkın arzusu ile dini sahalara nüfûz etmesi için hayırlı bir inkılap noktası olacaktır. Şimdilik dine karşı yalnız esrarlı bir hasret duyan münevver gençler işte o zaman dini sahalarda faziletin, feragatin, fedakarlık hazzının hayırlı ve canlı kaynaklarını keşfedeceklerdir," diyen Yalman "… Arapça ezanı yasak eden kanunun kalkmasını bekleriz. Yalnız "din lisanı" (bazı yayın organlarında ezanın "din dili ile" okunması ifadeleri için) kullanılmasına aklımız ermedi. Bunun bir sehiv olduğunu farz ediyoruz. Kanun kalktıktan sonra isteyen Arapça okuyacaktır. Fakat biz öyle sanıyoruz ki bu serbestiye rağmen kendi anadilini kullanmağı tercih edenler çok olacaktır" demekten de kendini alamamıştır.

    Yeni Sabah Gazetesi’nin, gazetenin adını taşıyan başmakalesinde, Başbakanın açıklamalarına gösterilen tepkiler haksız bulunarak iktidarın doğru yolda yürüdüğü belirtilmiş "… ezici bir çoğunluğun İslam dinine sahip oldukları bedahet ve vakıasından kat-ı nazar – hangi dil ve vasıta ile halkın mabedlere çağrılacağını münakaşa mevzuu eylemek insanlık zeka ve fikir terakkiyatı ile adeta istihza eylemektir… T.C. Hükümetinin herhangi bir kilisede çalınacak çanın sesi, rengi, ahengi hususunda en ufak bir müdahale yaptığı var mıdır ve böyle bir karışma akıldan geçmiş midir?… Müslümanların camilerinin davet tarzına karışılması, din ile devlet işlerinin ayrılmasında tam isabetle ve kavrayışla hareket edilmemesinin bir neticesidir… Müslümanlar ancak şu dil ve şekilde çağrılır diye bir kanun çıkarmak ve bu kanuna aykırı hareket ederek, bin üç yüz küsûr yıldır âdet olan tarzda davet yapanları hapse tıkacak hükümler koymak… tam bir mantıksızlık ve taassup eseridir," denilerek kanunun biran önce çıkarılması istenmiştir.

    Zafer Gazetesi başyazarı Mümtaz Faik Fenik’in görüşleri de şöyledir: "…Adnan Menderes’in sözleri ileri görüşün mahsûlüdür… ezanın Arapça okunabilmesi vicdan hürriyetinin bir neticesi olarak lazım gelir… zaten ezanın Türkçe okunması tamamlanmış bir din reformu da sayılamaz. Çünkü ezan Türkçe okunduğu halde, camilerde ibadet Kur’an diliyle yapılmaktadır… Demokrasi inkılabımıza canla başla bağlanmış olan inkılapçı gençliğimizin, Anayasanın laiklik prensibini ve kamu haklarını hararetle müdafaa etmesi kadar tabii bir şey olamaz."

    Aynı gazeteden Muhip Dıranas şunları yazar: "…Neymiş? Arapça ezana müsaade etmek, Atatürk’e ve inkılaplarına ihanet etmekmiş. Ama hürriyet ve demokrasi rejiminde siz, laikliği titiz bir hassasiyetle koruma gayretinde olduğunuzu söylersiniz, Allah’la kulun arasına girmeyeceğiz dersiniz, sonra bütün Türk Müslümanlara bir kanunla emretmekle inad edersiniz. Ezanı benim istediğim gibi okuyacaksın. Bu da laiklik!" diyerek muhaliflere seslendikten sonra devam eder. "Halbuki buna düpedüz ibadete müdahale ve Allah’la kulun arasına girme denir. İsteyen müezzin ezanı Türkçe okur, isteyen mümin de minaresinde Türkçe ezan duyulan camiye gider; ama isteyen müezzin de, müsaade buyuralım da, ezanı Arapça okuyabilsin ve isteyen Müslüman Arapça ezan okunan camide namazını kılsın. Laiklik budur," diyen DIRANAS makalesini şu cümlelerle noktalar: "Demokrat Parti, Atatürk’ün bir taneliğine ve inkılaplarının kudsiyetine en büyük titizlikle bağlıdır. Bundan kimsenin şüphesi olmasın."

    Yeni Sabah Gazetesi’nde ULUNAY adıyla yazılan makalede, ezan münasebeti ile başlayan ve laiklik konusunu da içine alan yazıda; "pek yakından tanıdığım yaşlı bir kadının evkaf tahsildarı ile" aralarında geçen bir konuşmayı aktarır:

    "Bir gün kapı çalınır, tahsildar arz-ı endam eder.

    – Evkaf vergisi için geldim. Kadın başını cumbadan çıkarır:

    – Bu da nedir?

    – Hanım… Senin anlayacağın, camilerin, mescitlerin tamiri, muhafazası için herkese tahmil edilen para…

    Kadın:

    – Ayol ! Der, ben laik oldum. Ne parası verecekmişim?!

    Bunu bana anlattıktan sonra:

    – Böyle dedim ama dinletemedim… Yine paraları verdik!

    İşte çoğumuz laikliği böyle anlamışızdır."

    Zafer gazetesinin ‘Taviz Vermiyoruz’ başlıklı makalesinde; "… aradan seneler geçtikten ve taassup millî bir tehlike olmaktan çıktıktan sonra millet iradesine dayanan hürriyetçi bir parti serbest ve tek dereceli seçim yoluyla iş başına gelmiş bulunmaktadır… vatandaşa dilediği şekilde ezan okuması için serbesti tanımak ne irticaı tasviptir; ne de lüzumsuz bir tavizdir. Doğrudan doğruya Anayasanın kabul etmiş olduğu bir hürriyeti iade temekten ibarettir. Bunu böylece kabul etmeyerek, vicdan hürriyeti çerçevesi içinde mütalaa edilmek icap eden bir ibadet davetini kayıtlandırmayı makul bulanları bugünün hürriyet telakkisini kavramamış ve demokrasi aleminin din cephesini tetkike cesaret bulamamış saymak ve binnetice bunların yaygaralarına da aldırmamak lazımdır" (O.K. 12.6.1950).

    Arapça ezan konusundaki tartışmalara, Diyanet İ.B. Hamdi Akseki de katılmıştır: " Ezan dilinin kanunen serbest bırakılacağına dair haberlerin, yurdun her tarafında memnuniyet ve tasviple karşılandığı, bu husustaki itirazların hep Halkçı Parti ve ona bağlı çevrelerden geldiği öğrenilmiştir. Bu kanaati kuvvetlendiren sebeplerden biri de, eski iktidar partisi organlarının bu laik hareketi boğmak ve akim bırakmak için kopardığı feryatlardır. Seçim arifesinde Halk Partisinin dini siyasete alet etmek gibi laiklik prensibi ile kabil-i telif olmayan hareketlere teşebbüs etmesi, bu partinin Atatürk İnkılaplarını nasıl tefsir ettiğine kuvvetli bir delil olsa gerektir. Esasen Arapça okunmasının taassup veya irtica ile ilgili gösterilmek istenmesi, demokratik anlayış ile aykırı telakki edilmektedir.

    Esasen mabedlerimizin içindeki ibadet dili ile ezan dili arasındaki fark, öteden beri nazar-ı dikkati çok çekmekteydi. Yeni hükümetin alacağı bildirilen kararla, Türkiye’mizde vicdan hürriyetinin yeni bir safhası açılmış olacağı tabiidir (Yeni Sabah 8.6.1950).

    Makale ve yazılarından aktarmalar yaptığımız yazarlarımızdan hemen tamamı Arapça ezan okunması olayına laiklik anlayışından öte Atatürk ilkelerinde bir gedik açıldığı ve bunun arkasının geleceğini ileri sürerek karşı çıkmışlar ve böyle bir kararı tasvip ve kabul etmediklerini açıklamışlardır.

    Tarafsız bakmaya çalışanlar yasağa karşı olduklarını beyan etmekle beraber, serbestiyet halinde ezanın ekseriyetle Türkçe okunmaya devam edeceğini ve bunun daha iyi olacağını belirtmişlerdir.

    Arapça ezanı savunanlar; laikliğin din ve vicdan hürriyetinin teminatı olduğu düşüncesinden hareketle, mevcut durumun Anayasa ve laikliğe aykırı olduğunu, bunun Atatürk ilkelerini zedelemeyeceğini, Atatürk zamanında yapılan ve insan haklarıyla çelişen reformların günün şartlarından kaynaklandığını, şimdi ise böyle bir durumun mevcut olmadığını iddia etmişlerdir.

    Ezanın Aslına Çevrilmesine Dair Kanun Teklifleri

    DP Meclis gurubu 13 Haziran günü saat 15:00 te basına kapalı olarak yaptığı toplantıdan sonra; "…DP’nin laik anlayışına uygun olarak ezanın Türkçe okunması hakkındaki kanun maddesinin yürürlükte tutulmasına Partice lüzum olmadığı kanaatine varılmıştır. Yarınki meclis toplantısında hükümetin teklifi meclis umumi heyetine arz edilecektir," açıklaması yapılmıştır. Ezanın istenildiği dilde serbestçe okunabileceği hakkındaki kanunun kabul edileceğine ve bunun aksine ceza kanununda mevcut hükümler Ramazandan evvel kalkmış bulunacağına şimdiden muhakkak nazarıyla bakılabilir (Son Posta 14.6.1950).

    Ezanın aslına çevrilmesiyle ilgili üç ayrı kanun teklifi meclise sunulmuştur. Bunlardan ilki Tokat Milletvekili Ahmet Gürkan’ın 31.5.1950 tarihli teklifidir:

    I-Tokat Milletvekili Ahmet Gürkan’ın teklifi:

    "T.C.K. 526/2 fıkranın tadili hakkında tanzim edilen gerekçe ve tasarı iki parça halinde sunulmuştur.

    Kanuniyet kesbetmesi için ivedilikle müzakere edilmek üzere gerekli komisyona sevkini ve kanunlaşmasını saygı ile teklif ederim".

    Gerekçesi şöyledir:

    Devletimizin Anayasamızda tespit edildiği gibi lâik olması ve lâikliğin ise devlete din müesseselerinin yekdiğerinden ayrı tutularak birbirine karıştırılması mânâsına gelmesi itibariyle kanunların bu esaslar dairesinde ayarlanması icap ettiği gibi lâikliğe aykırı olan kanunların da buna muvazi olarak tadili icap eder.

    Esasen bütün demokrat ve medenî memleketlerde bu esas kabul edilmiş ve din işleri devlet teşkilâtından ayrı tutularak din adamlarının dinî bilgilerine terkedilmiş bulunduğu bir hakikattir. Şu hale göre dine taallûk eden işlerden devletin elini tamamiyle çekmesi ve bu mânevî varlığı ilâhiyatçıların bilgilerine, daha doğrusu ihtisaslarına terketmesi bir zaruret halinde karşımıza dikilmektedir.

    Sabık iktidarın lâikliği din aleyhinde tefsir etmesi suretiyle ve bu cümleden olarak iman ve âmelden mürekkep müslümanlık dinin amele taallûk eden ezan ve kametin Türkçe okutulmasını mecbur tutması lâiklik prensibini ihlâl ve Anayasanın verdiği vicdan hürriyetine tecavüzdür. Lâik bir idârenin bir hıristiyan mabedinde çalınan çan tokmağını şu kadar veya şu şekilde vuracağı hususlarına müdahale etmesi nasıl bir haksızlık teşkil ederse, aynı şekle muvazi olan ezan ve kameti şu şekil veya şu lisanla okutmak istemesi de o nisbette haksızlık, hattâ din vicdan hürriyetine bir tecavüzdür.

    Hakkiyle ve ilmî bir şekilde Türkçe’ye tercüme dahi edilemeyen ezan ve kamet Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından kabul edilecek şekli ne olursa olsun hâlen bu mevzûda lâiklik prensiplerini ihlâl eden T.C.K. 526/2 fıkrasındaki (veya Arapça ezan ve kamet okuyanlar) kaydının kaldırılması suretiyle mezkûr maddenin ekli tasarı şeklinde tadilinde zaruret görmekteyiz. Bu zaruret, çeşitli ırk ve lisanlara sahip 500 milyondan fazla müslümanın kabul ettiği, hattâ hangi hıristiyan memleketinde yaşarsa yaşasın tatbikatında asla güçlük çekmediği bu ibadet usulüne medenî ve lâik bir devlet olarak müdahale etmemiz bariz bir hatadır. Bu bakımdan ekli tasarı hazırlanmış bulunuyor.

    1. T.C.K. 526 ncı maddesinin 2 nci fıkrası aşağıdaki şekilde tadil edilmiştir:

    2. Şapka iktisasi hakkında 671 sayılı kanunla, Türk harflerinin kabul ve tatbikine dair 1353 sayılı kanunun koyduğu memnu’iyet veya mecburiyetlere muhalif hareket edenler, üç aya kadar hafif hapis veya on liradan yüz liraya kadar para cezası ile cezalandırılır.

    3. Bu kanun neşri tarihinden itibaren yürür.

    4. Bu kanunu icraya Adalet ve İçişleri Bakanları memurdur.

    II- Kayseri milletvekili İsmail Berkok ve 11 arkadaşının, Türk Ceza Kanununun 526. maddesinin ikinci fıkrasının değiştirilmesi hakkında kanun teklifi :

    4696 sayılı Anayasa Kanununun ikinci maddesinde mündemiç (Lâiklik) kelimenin mânası,devlet işlerince dinin,din işlerinde de devletin karışmaması, din ile dünya işlerinin ayrılması şeklinde tefsir ve kabul edilmekte ve aynı kanunun 75 inci maddesinin son kısmında ise (… güvenliğe ve edep törenlerine, kanunlar hükümlerine aykırı bulunmamak üzere her türlü din törenleri serbesttir) denilmektedir.

    Memleketimizde azınlıkta bulunan Müsevi ve İsevi vatandaşların dini itikat ve âmel şekillerine hiçbir suretle müdahale edilmemiş ve bilâkis tamamen serbest bırakılmıştır.

    Bu toprağın hakiki evlâtları ve hakiki sahibi bulunan Müslüman, Türk vatandaşların din ve vicdan hürriyetlerine, amel ve ibadet şekillerine de müdahale edilmemek iktiza edeceğine ve Partimiz programının 14 üncü maddesinde ise (… Partimiz lâikliğin din aleyhtarları şeklinde yanlış tefsirini reddeder, din hürriyetini, diğer hürriyetler gibi , insanlığın mukaddes haklarından tanır), diye yazılı olduğuna göre, müvekkillerimiz ve seçmenlerimiz bulunan Müslüman Türk vatandaşların ısrarlı ve haklı isteklerine istinaden ezan ve kametin tercüme halinde okunmasına dair 4055 sayılı kanunla değiştirilen Türk Ceza Kanununun 526. maddesinin ikinci fıkrasında yazılı (… veya Arapça ezan ve kamet okuyanlar) ibaresinin kaldırılması hususunda hazırladığımız kanun teklifini Yüksek Kamutaya arz ederiz.

    İsmail Berkok (Kayseri), H. N. Yurdakul (Niğde), A. N. Asya (Seyhan), Dr. F. Çobanoğlu (Erzurum), R. Topçuoğlu (Erzurum), S. Duman (Erzurum), G. Yiğit başı ( Afyon K.), S. Kerman (Afyon K.), B. Oynağanlı (Afyon K.), Ö Bilen (Ankara), H. R. Kudu (Tunceli), M. Zeren A. Kodoğlu (Maraş).

    Hazırladıkları kanun teklifinin maddeleri:

    Madde 1- 4055 sayılı kanunla değiştirilen Türk Ceza Kanununun 526. maddesinin ikinci fıkrasında yazılı (… veya Arapça ezan ve kamet okuyanlar) ibaresi kaldırmıştır.

    Madde 2- Bu kanun neşrinden itibaren yürürlüğe girer.

    Madde 3- Bu kanun Bakanlar Kurulu yürütür.

    III- Üçüncüsü hükümetin teklifidir:

    Türk Ceza Kanununun 526. maddesinin değiştirilmesi hakkında Adalet Bakanlığınca hazırlanan ve Bakanlar Kurulunun 14/6/1950 tarihli toplantısında Yüksek Meclise sunulması kararlaştırılan Kanun tasarısının gerekçesiyle birlikte sunulmuş olduğunu saygılarımla arz ederim.

    15/6/1950 Başbakan Adnan Menderes

    Kanun teklifinin gerekçeleri

    1939 senesinde Ceza Kanununun 526. maddesinde eklenen fıkralar arasında Arapça ezan ve kamet okuyanların tecziye edileceklerine dair bir hüküm bulunmaktadır. Bu hükmün sevkini gerektiren mucip sebeplerde : Diyanet İşleri Reisliğinin, teşkilâta yaptığı bir tamimle ezan ve kamet okunmasını menettiği ve buna muhalif hareket edenlerin 526. maddesin ilk fıkrasıyla tecziyeleri mümkün ise de, memnu’iyetin fertlere şümulünü sağlamaya bu müeyyidenin kâfi gelemeyeceği ve Arapça lisanın eski zihniyete ve eski ananelere bağlayan tesirinden halkı kurtarmak için fıkradaki hükmün ve bunun müeyyidesi olan ezanın konulmasına lüzum hasıl olduğu, belirtilmektedir.

    Halbuki Anayasanın Türk vatandaşı için tabii hak saydığı vicdan hürriyetinin dokunulmaz bir hak olarak hürmete lâyık görülmesi gerekir her türlü müdahaleden âzade kalmak iktiza ederken ana kanunlarla korunmuş bulunan din ve vicdan hürriyetinden vatandaşı herhangi bir şekilde kısmen veya tamamen mahrum etmek ve bu hususu, kanuni ceza teyitleri altında bulundurmak doğru olmaz. Böyle bir kayıtlama, Türkiye Devletinin esas vasıflarını gösteren Anayasanın 2. maddesindeki lâiklik esasına da uygun düşemez. Din ile Devletin ayrılması ve Devletin din işlerine karşı tamamen bitaraf kalmaları şeklindeki telâkkinin ifadesi olan lâikliğin, ibadetin icra şekline taalluk eden herhangi bir faaliyet veya faaliyet safhasında tadilini tazammum eder tarzda müdahalede bulunmamasını zaruri kılan bir ana hüküm olarak muhafaza ve idame edilmesi zaruridir. Arapça lisanın eski zihniyet ve ananelere bağlayan tesirinden halkı kurtarmak gayesinin takip edildiğine taalluk eden görüşte de bugün için bir isabet mülahaza etmek caiz olamaz. Kaldı ki: Kanunun tadilinden beri geçen uzun zaman içinde o zamanki telâkki ve düşünüş şeklini değiştirecek mühim tebeddüller ve ilerlemeler husule gelmiş ve bugün eski zihniyetin sadece bu gibi kanun müeyyideleriyle teminat altına alınabilmesi mülahazası yerinde görülmemiştir.

    Esasen, maddedeki cezai hükmün, ezan ve kametin yalnız Arapça okunamayacağı ve fakat bunun dışında herhangi diğer lisanla okunabilmesindeki cezai tazammum eden ifade şekli de bizatihi bir garabet arz etmekte bulunmuştur.

    Bütün bu mülahaza ve sebeplerden başka, Müslüman Türklere sebepsiz yere manevi huzursuzluk veren böyle bir yasağın demokrasi ile idare olunan bir devlet nizamı içinde yer alabilmesi de müstahildir. Fıkranın tayyi Müslüman Türklere muhakkak bir huzur ve vicdan rahatlığı verecektir.

    Binaenaleyh, gerek büyük bir Müslüman vatandaş çoğunluğunu bu huzur ve rahata eriştirmek ve gerekse Anayasa ile müeyyet lâiklik prensibine Devletçe sadakat göstermiş olmak ve bilhassa ana hak ve hürriyetlerden olan vicdan ve din serbestisini herhangi bir zorlama altında bulundurmamak sebeplerinden ötürü Türk Ceza Kanununun 526. maddesinde mevcut ezan ve kametin Arapça okunmasının memnu’iyeti hakkındaki hükmün kaldırılması gerekli bulunmuştur.

    Madde 1- Türk Ceza Kanununun 4055 sayılı Kanunla değiştirilmiş olan 526. maddesi aşağıda yazılı şekilde değiştirilmiştir.

    Madde 526 – Salâhiyetli makamlar tarafından adli muameleler dolayısıyla yahut âmme emniyeti ve âmme intizamı veya umumi hıfzısıhha mülahazasile kanun ve nizamlara aykırı olmayarak verilen bir emre itaat etmeyen veya bu yolda alınmış bir tedbire riayet eylemeyen kimse, fiil ayrı bir suç teşkil etmediği takdirde, bir aya kadar hafif hapis veya 150 liraya kadar hafif para cezasıyla cezalandırılır.

    Şapka iktizası hakkında 671 sayılı Kanunla Türk harflerinin kabul ve tatbikine dair 1353 sayılı Kanunun koyduğu memnu’iyet veya mecburiyetlere muhalif hareket edenler 3 aya kadar hafif hapis veya 30 liradan 600 liraya kadar hafif para cezasıyla cezalandırılır.

    Madde 2— Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

    Madde 3— Bu Kanunun Bakanlar Kurulu yürütür. A. Menderes (Başbakan), S Ağaoğlu (Devlet Bakanı, Başbakan Yardımcısı), Refik Ş. İnce (Milli Savunma Bakanı), F. Köprülü (Dışişleri Bakanı), Z. Velibeşe (Eko. Ve Ticaret Bakanı), N. Öz-san (G. Ve Tekel Bakanı), T. İleri (Ulaştır-ma Bakanı), H. Özyörük (Adalet Bakanı), H. Ayan (Maliye Bakanı), F. Belen (Bayındırlık Bakanı), Dr. R. Belger (Sa. Ve So. Y. Bakanı), N. İyriboz (Tarım Bakanı), H. Polatkan (Çalışma Bakanı), muhlis Ete (İşletmeler Bakanı).

    Adalet komisyonu teklifleri birleştirerek genel kurula sunmuştur:

    Adalet Bakanlığınca hazırlanan ve Bakanlar Kurulunun 14/VI/1950 tarihli toplantısında karar verilen Arapça ezan okunması memnu’iyetini vazeden Türk Ceza Kanununun 526. maddesinin değiştirilmesi hakkındaki kanun tasarısı ile yine bu konuda Kayseri milletvekili General İsmail, Berkok ve 11 arkadaşının ve yine Tokat milletvekili Ahmet Gürkan’ın ayrıca yüksek Başkanlığa sunduğu kanun teklifleri komisyonumuza havale duyurulmakla Adalet Bakanlığı temsilcisi hazır olduğu halde birleştirilerek incelendi.

    Kanun tasarısı ve tekliflerinin gerekçe ve metinleri okunduktan sonra esas itibariyle kabule şayan görülmüştür.

    Hükümet gerekçesinde serdedildiği gibi, 1939 senesinde Türk Ceza Kanununun 526. maddesine eklenen fıkralar arasında Arapça ezan ve kamet okuyanların tecziye edileceklerine dair bir hüküm bulunduğu, bu hükmün sevkini gerektiren mucip sebeplerde Diyanet İşleri Reisliğinin teşkilata yaptığı bir tamimle ezan ve kametin okunmasını menettiği buna muhalif hareket edenlerin 526. maddenin ilk fıkrasıyla tecziyeleri mümkün ise de, memnu’iyetin fertlere de şümulünü sağlamaya, bir müeyyidenin kâfi gelemeyeceği ve Arapça lisanının eski zihniyete ve eski ananelere bağlayan tesirinden halkı kurtarmak için ikinci fıkradaki hükmün ve müeyyidesi olan cezanın konulması lüzum hasıl olduğunun belirtildiği halbuki , Anayasanın Türk Vatandaşı için tabii hak saydığı vicdan hürriyetinin dokunulmaz bir hak olarak hürmete lâyık görülmesi gerektiğine ve bunun tabii bir icabı olan din serbestisinin her türlü müdahaleden âzade kalmak iktiza ederken Ana Kanunlarla korunmuş bulunan din ve vicdan hürriyetinden vatandaşı herhangi bir şekilde kısmen veya tamamen mahrum ederek kanuni ceza kayıtları altında bulundurmanın doğru olmadığı, böyle bir kayıtlamanın Türkiye Devletinin esas vasıflarını gösteren Anayasanın 2. maddesindeki lâiklik esasına da uygun düşmeyeceği dinle devletin ayrılması ve devletin din işlerine karışmaması ve devletle dinin birbirlerine karşı tamamen bitaraf kalmaları şeklindeki telâkkilerin ifadesi olan lâikliğin, ibadetin icra şekline taalluk eden herhangi bir faaliyet veya faaliyet sahasında tadilini tazammun eder tarzda müdahalede bulunmamasını zaruri kılan bir ana hüküm olarak muhafaza ve idame edilmesinin icap etmekte olduğu, Arapça lisanın eski zihniyeti ve ananelere bağlayan tesirinden halkı kurtarmak gayesinin takip edildiğine taalluk eden görüşte de bugün için bir isabet mülâhaza etmenin caiz olmadığı, kaldı ki kanunun tadilinden beri geçen uzun zaman içinde o zamanki telâkki ve düşünüş şeklini değiştirecek mühim tebeddüller ve ilerlemeler husule geldiği ve bugün eski zihniyetin sadece bu gibi kanun müeyyideleri ile teminat altına alınabilmesi de mülâhazanın yerinde olmadığı, esasen, maddedeki cezai hükmün, ezan ve kametin yalnız Arapça okunmayacağı ve fakat bunun dışında herhangi bir lisanla okunabilmesindeki cezai tazammum eden ifade şeklinin de bir garabet arz ettiği anlaşılmıştır.

    Bütün bu mülâhaza ve sebeplerden başka, Müslüman Türklere sebepsiz ve mânevi huzursuzluk veren böyle bir yasağın demokrasi ile idare olunan bir devlet nizamı içinde yer alabilmesinin doğru olmadığı ve fıkranın tayyının Müslüman Türklere muhakkak bir huzur ve vicdan rahatlığı vereceğinin anlaşıldığı, binaenaleyh Müslüman vatandaş çoğunluğunu rahata eriştirmek ve Anayasaya sadakat göstermiş olmak ve vicdan ve din serbestisini herhangi bir zorlama altında bulundurmamak amacı ile Türk Ceza Kanununun 526. maddesinin tadili hakkındaki hükümet tasarısı komisyonumuzca aynen kabul edilmiştir.

    Tasarının hemen gündeme alınmasını ve ivedilik ve yeğlikle görüşülmesinin Kamutayın yüce tasvibine arzına oybirliği ile karar verilmiştir. Yüksek Başkanlığa sunulur.

    Osman Talât İltekin (Adalet komisyonu başkanı), Süleyman S. Nasuhoğlu Kâtip (Kütahya), Hâmit Şevket İnce (Ankara), Vâcit Asena (Balıkesir), Lâtif Aküzüm (Kars) , Müfid Erkuyumcu Sözcü (Balı-kesir), Osman Şevki Çiçekdağ (Ankara), Talât Vasfi Öz (Ankara), Muhittin Erener (İzmir), Şefik Tugay (Malatya). (Sebilürreşad, C.6, S. 82, Haziran 1950, s. 100-103)

    CHP: “Arapça ezan lakkında münakaşa açmaya taraftar değiliz”

    Ezan tasarısının meclise verilmesinden sonra CHP’nin alacağı tavır merak konusu olmuştur. CHP meclis grubu iki gün boyunca toplantılar yaparak alacakları tavır konusunda görüşmelerde bulunuşlardır. Bu konuda Yeni İstanbul gazetesi şu haberi vermiştir : " Öğrendiğimize göre CHP grubu bu hususta menfi bir vazıyet almayacak ancak dil bakımından bazı ihtirazı kayıtlar öne sürecektir" (Yeni İstanbul 16.06.1950)

    CHP’nin tavrı ile ilgili 17 Haziran tarihli Son Posta gazetesinde daha ayrıntılı bilgiler verilmiştir. Bu gazetenin haberine göre CHP’nin meclis grubunda ilk önce genel bir aleyhtarlık olduğu, Yusuf Ziya Ortaç, Cevdet Kerim İncedayı, Hasan Reşit Tankut ve arkadaşları Arapça ezan aleyhinde konuşmuşlar. Konuşmalarında, bu durumun İnkılapları zedeleyebileceği, " Arapça okunmasının inkılaba ihanet olduğunu, irticaın avdeti için bunun ilk adım teşkil edeceğini binaenaleyh, Halk partisinin mutlak suretle bunun aleyhinde bulunması icap ettiğini söylediler. Hasan Reşit Tankut çekimserliği teklif ederken genç milletvekilleri tasarının lehinde olunmasını, Sebati Ataman;"Arapça ezanın lâiklik, inkılapçılık ve milliyetçilik prensibi bakımından mütalaa edilmesi icap ettiğini anlattı." Diğer genç milletvekilleri de aynı yönde görüş belirtmişler, son olarak Şemsettin Günaltay’ın konuşmasından sonra havanın değiştiği ve yapılan oylama sonucu tasarının desteklenmesi yönünde karar çıktığı bildirilmiştir. İsmet İnönü aleyhte tavır takınırken, Cevdet Kerim, Yusuf Ziya Ortaç, Hasan Reşit Tankut ve Cemal Eyüboğlu kararın aleyhinde kalmışlardır.

    16 Haziran saat 15:00’te meclis Fuat Hulusi Demirelli’in başkanlığında toplanarak Arapça ezan tasarısını görüşmeye başlanmıştır. İlk konuşmayı Adnan Menderes yapmıştır: "Arapça ezan hakkında DP meclis grubunun aldığı kararın gazetelerde ve radyo ile yayınlandığını ve bunun neticesinde Arapça ezan okumak gibi hadiselerin artacağını ve bu hususta bir kanun kabul edildiğinden bunların suç sayılacağını, bunu için bu tasarının bir an evvel gündeme alınmasını istedi." (Yeni Sabah). Menderes konuşmasında teklifin ivedilikle gündeme alınmasını istemiş ve başkan Demirelli, adalet encümeninin de aynı teklifte bulunduğunu bildirerek teklifi oya sunmuş ve kabul edilerek teklifin müzakeresine geçilmiştir.

    CHP grubu adına (metni, Şemsettin Günaltay tarafından hazırlandığı bildirilen) konuşmayı Cemal Eyüpoğlu yapacaktı. Başkan teklifin aleyhindeki konuşmanın yapılacağını söylemesi üzerine hem CHPliler ve aynı anda Eyüpoğlu lehte konuşulacağını bildirerek biranda hem bir şaşkınlık hem de memnuniyet havası esmiştir. Eyüpoğlu’nun konuşması:

    "Bu memlekette milli devlet ve milli şuur politikası Cumhuriyetle kurulmuş ve CHP bu politikayı takip etmiştir. Ezan meselesi daima bir dil meselesi, bir milli şuur meselesi olarak telakki edilmiştir. Devlet politikası mümkün olan her yerde Türkçe konuşulmasını emreder. Türk vatanında ibadete çağırmanın da öz dilimizde olmasını bu bakımından daima tercih ettik: Türkçe ezan veya Arapça ezan üzerinde bir politika münakaşası açmaya taraf değiliz. (Bravo sesleri ve alkışlar). Milli şuurun bu konuyu kendiliğinden halledeceğine güvenerek Arapça ezan meselesinin ceza konusu olmaktan çıkarılmasına aleyhtar olmayacağız (Alkışlar ve Bravo sesleri)" (Son Posta, Yeni Sabah 17.06.1950)

    Tasarı üzerinde Sinan Tekelioğlu : "Atatürk sağ olsaydı o da ezanın Arapça okunması meselesi üzerinde büyük meclis gibi düşünürdü" diyerek ezanın Türk dili ile okunmasında bir mahzur bulunmadığını ve milletin kendilerini bu kanunu kabul etmeleri için seçtiğini söyledi". (Y. Sabah)

    DP den Talat Vasfi Öz "Arapça ezanın kaldırılarak Türkçe okunmasını 17.08.1932 de Atatürk’e atfen Diyanet işleri reisi tarafından tebliğ edildiği ve asıl Arapça ezan okunması yasağının Türk ceza kanununa 1941 senesinde konduğunu, ezandaki lafızların Peygamber tarafından tertip edildiğini söyleyerek, “Ezan farzı kifayedir. Ezan din dili ile olmayınca namazın da olmayacağı bazı sarihler tarafından ileri sürülmektedir.” dedi (Yeni Sabah).

    Bu müzakerelerden sonra kanunun yayın tarihi üzerinde de konuşmalar olmuştur. Bir DP milletvekili kanunun kabul edildiği tarihte yürürlüğe girmesini istedi. Bir diğeri bunun mümkün olmadığını, fakat Resmi Gazetede neşredilir edilmez başbakanlığın telgrafla derhal bütün illere bildirebileceğini ve bu sebeple yarın Arapça Ezanın okunmasının mümkün olduğunu söylemiştir.

    Müzakerelerin bitiminde el kaldırma suretiyle yapılan oylamada tüm DPli ve CHP’nin büyük ekseriyetinin oylarıyla kabul edildi. Böylece İsmet İnönü ve birkaç milletvekili dışında büyük bir ekseriyetle kabul edilmiş oldu. DP nin yanında CHP’nin tavrı da takdir toplamıştır.

    Türk Ceza kanununun 526. maddesinin 2. fıkrası değiştirilerek 5665 sayılı kanunla değiştirilmiş ve Cumhurbaşkanı tarafından tasdik edilerek 17 Haziran 1950’de yürürlüğe girmiştir. Sürekli alkışlarla kabul edilip yürürlüğe giren kanun telefonla vilayetlere bildirilmiştir. (Yeni Sabah, Son Posta, 17.06.1950).

    “Ezanın din dili ile okunmasına başlandı.”

    Ezanın serbestisi ilk sayfadan okuyuculara duyurulurken bazı gazeteler büyük puntolarla ve manşetten vermişlerdir. Son Posta "Ezanın din dili ile okunmasına başlandı" başlığıyla haber vererek, yasağın kaldırılışının vilayetlere ve vilayetlerden tüm ilgililere tebliğ edildiğini yazmıştır.(18.06.1950). Ayrıca kanunun Ramazan ayına yetiştirilmesi, şehirde geniş halk kesimi tarafından memnunlukla karşılandığını yazdı. Bu kanunun yürürlüğe girmesiyle birlikte ; Arapça ezan okuma suçundan takibata uğrayanların, mahkum olanların mahkumiyetlerinin infaz edilmeyeceğini yazmıştır. Diğer yandan, mareşal Çakmak’ın cenaze töreninde Arapça ezan okuyup tekbir ve tehlil getiren 45 şahıs hakkındaki takibatın da durdurulduğunu yazdı.

    Aynı gazetenin İzmit muhabiri şu haberleri aktarmıştır: "Ezanın din dili ile okunması serbestliğini radyo ve gazeteden öğrenen İzmitliler bugün öğle (17 Haziran) namaz vaktini sabırsızlıkla beklemişlerdir… Müezzinler çift olarak ezana başladıklarında hocalar da halkla beraber duâ ederek hazırlanmış olan kurbanlar kesilmiştir. Halk ağlayarak birbirini tebrik edip kucaklaşmıştır. Ayrıca dün toplanan 1200 imzalı tebrik teli de bugün BMM başkanlığına çekilerek lâikliğin hürriyete kavuşmasından dolayı dokuzuncu devre BMM’ ne İzmitliler minnetlerini bildirmişlerdir. Köylerde de ezan vakti halk kadınlı erkekli olarak camileri doldurmuşlar ve ezanı gözyaşları dökerek dinlemişlerdir." Buna benzer haber Konya muhabiri tarafından da bildirilmiştir.

    Yeni Sabah Gazetesi bazı üniversitelilerin Başbakana çektikleri telgraflara yer vermiştir.

    "Sayın Başbakanımız Adnan Menderes Ankara

    Bütün İslâm aleminin, Müslüman Türk Camiası ve Türk gençliğinin en derin sevgi ve muhabbetini kazandıran Ezanı Muhammedi’nin aslı şekline müsaade ile Demokrasinin kabul ettiği hakiki vicdan hürriyetine doğru ilk adımı atmış olan Başbakanımızı biz İstanbul Üniversitesi Gençliği de bütün ruhumuzla tebrik ederken, vatan, millet ve din hizmetinde hayırlı muvaffakiyetler diler, samimi hürmet ve selamlarımızı arz eder.

    187 Üniversiteli adına,
    Alaettin Yılmaztürk

    "Sayın Adnan Menderes Başbakan Ankara

    Müslüman Türkün vicdan ve din hürriyeti üzerindeki tahditleri kaldırma ve hakiki lâikliğin temelini atma yolunda Ezanı Muhammedi hususundaki kararınızın biz İstanbul Üniversitesi gençlerinin ruhuna tercüman olduğunu saygılarımızla arz ede-riz.

    İstanbul Üniversitesi adına,
    Orhan Cahit Doğru"

    (Yeni Sabah Gazetesi)

    18 Haziran tarihli Akşam Gazetesi; Arapça ezan serbestisinin başbakanlık tarafından vilayetlere bildirildiğini ancak, tüm camilere duyurulamadığından dün öğleyin camilerin bazılarında Türkçe ezan okunduğunu, akşama doğru ise her caminin tebligatı aldığını ve akşam ezanlarının Arapça okunduğunu yazmıştır.

    Zafer Gazetesi başyazarı mümtaz Faik Fenik "Ezana Dair" makalesinde, muhaliflerin ilk başlarda takınmış oldukları tavrı eleştirdikten sonra "…Ezanın Arapça okunamayacağına dair memnu’iyet … 526 maddenin 2. fıkrası hükmünden çıkmaktadır. Burada ;

    (Şapka ihtisası hakkında (671) sayılı kanunla,Türk harflerinin kabul ve tatbikine dair (1353) sayılı kanunun koyduğu memnuniyet veya mecburiyetlere muhalif hareket edenler veya Arapça ezan ve kamet okuyandır…") tecziye olunur denmektedir.

    Arapça ezan okuma memnu’iyeti ; amme intizamı ve emniyeti mülahazasıyla ittihaz olunmuş bir tedbir, bir emir olarak mütalaa olunamaz. Bilakis bu hüküm lâiklik prensibiyle kabili telif değildir… Şu halde Arapça ezan okuma memnu’iyetini kaldırmak sadece kanunlarımıza hataen girmiş bir hükmü tashih etmek olur…" diye yazmış devamında" … Hangi medeni memleket ceza kanununda kiliselerin çanla veya düdükle o din saliklerini ibatede davet edeceği yazılıdır?" diye sorar (17.06.1950)

    Son Posta Gazetesi’nden Ercümend E. TALU " Mübarek Ramazan" başlıklı makalesinde, bu yılki Ramazanın bir hususiyeti "itikat ve vicdan hürriyetinin şimdi daha geniş" olduğunu yazar. "Millet Meclisi Arapça ezan yasağını kaldırmakla lâiklik umdelerine dokunmamış bilakis o umdeleri takviye ve tersin etmiştir. Mademki din ile devlet işleri ayrılmıştır, devlet ezanın minarelerden nasıl okunacağına karışamaz. Demokrat iktidarın bu lâiklik anlayışına halkçı azınlığın da katılması alınan kararın isabetine bir delildir" (18.06.1950)

    Yeni Sabah Gazetesi’nin başmakalesinde " Büyük Millet meclisi, ezanın din dili ile okunmasının serbest olduğunu ezici bir çoğunlukla, kabul ederek manasız, lüzumsuz hatta zararlı bir baskıyı ortadan kaldırdı", ifadelerinden sonra CHP nin ilk zamanlardaki "… gösterdikleri asabiyet ve telaş, bütün Atatürk inkılaplarının elden gideceği yolundaki uydurma ve yapmacık endişe, ezanın arkasında fesin ve çarşafın döneceği…" yolundaki tavırlarının değişiklik sebebinin şaşılacak bir durum arz etmediği şu ifadelerle açıklanmıştır :

    "… Halk Partisi, son dört küsur yıllık bütün hareketlerinde, rey avcılığından ve iktidarda oturmağı devam ettirebilmekten başka hiçbir endişe ile müteharrik olur, görünmemiş idi. Din tedrisatının ilk mektuplara konulması, İlahiyat fakültesinin açılması, orman kanunundan vazgeçilmesi toprak kanununda tadilat kabul olunması hep aynı istikamette hareketlerdi…" (18.06.1950)

    Beş Haziranda Arapça ezanla ilgili başbakan demecinin gazetelerde yayınlanmasıyla birlikte gösterilen sert tepkiler gittikçe azalmış, CHP’nin de ilk baştaki sert tutumunu devam ettirmeyip tasarının lehine oy kullanması ve tavır değişikliği,tasarının kanunlaşmasından sonra tepkileri azalttığı gibi ülkenin dört bir yanında büyük bir memnuniyete sebep olmuştur.

    27 Mayıs Darbesi ve Ezan

    Arapça ezan okuma serbestisinin meclisin ezici ekseriyeti ve CHP’nin de desteğiyle kanunlaşmasına rağmen olay kapanmış olmasına rağmen, karşı olanlar 27 Mayıs darbecilerinden ivedilikle Arapça ezanın yasaklanması ve dinde reform yapmalarını istemeleri çok dikkat çekicidir. Cemal Gürsel ve ekibinin ezana karışmadıkları, 12 Mart ve 12 Eylülcülerin de müdahale etmemelerine rağmen 28 Şubat sürecinde konunun tekrar gündeme getirilmesi, bunun sözcülüğünü yapan Cemal Kutay’ın sözlerinin ve (TV’ lerde) söylediklerine benzer ifadelerin 39 yıl önce Kemalist Osman Nuri Çerman tarafından savunulması daha da dikkat çekicidir. Cemal Kutay, tarihimizdeki yenileşme hareketlerinin başarısızlığını sadece dine ve din adamlarına yüklemektedir. 39 yıl önce Osman Nuri Çerman da benzer ifadelere yer vermektedir : "Genç Osman’ı öldürenler din adamları… III.Selim’in bütün yeniliklerini yok eden Kabakçı Mustafa’yı ve halkı Şeyhülislâm Topal Ataullah Efendi başta olduğu halde zehirlenen din adamlarıdır… Memleketi felakete sürükleyen insanlar birkaç müstesnası olmakla beraber hep din ve dini öne süren adamlardır. Hala saygı görmeleri şaşılacak şeydir. Halk bunlara niçin aldanıyor çünkü din Arapça Kur’an’ın karanlığında kaybolmuştur." ( Dinimizde Reform Kemalizm ; S.36 ,Kasım 1960 s.2-5)

    Çerman’a göre Atatürk’ün ölümüne kadar süren ve Türkçe ezanla başlayan dinde millileşme (reform) atmosferi bütün vatanı sarmıştı. Dinde yapacağı reformlar bitmeden tanrısına kavuşmuş ve bu işi yeni nesle bırakmıştı. Çerman’a göre Milli Birlik Komitesi’nin ilk işi dinde reform olmalıdır. Ancak, hemen harekete geçilmemsini şu şekilde açıklıyor :

    "Ezanlar yine Arapça okunmaya devam ettiğine diyanet işleri başbakanlığın çarşaf savaşında susması hoş görüldüğüne göre Milli Birlik Komitesi dinde bir reformdan korkmasa bile, çeşitli mülahazalarla 3. Selim gibi gerekirse kan dökmekten çekindiği meydandadır. Bu çekingenliğin acısını hem kendilerinin, hem milletin çekmemesini temenni edelim. Fakat şunu bilelim ki, Türkiye’nin bütün tarihinde her felakette Türkiye’yi ordu komutanları kurtardığı halde bu kahraman komutanlar ve inkılapçılar iman itikat partizanlarının şerrinden kendilerini koruyamamışlardır. Alemdar Mustafa Paşa, Büyük Reşit Paşa, Mithat Paşa, Mahmut Şevket Paşa hep, hep Atatürk gibi dinci şerrinden kendilerini ve milleti koruyamadıklarından göçüp gitmişlerdir". (agd. s.4)

    Yazarın dinden ne anladığı, İslâmiyet’i, Allah’ı ve peygamberi ne kadar bildiği, kısacası İslam bilgisinin derinliği, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı-Arap ilişkilerini değerlendirdiği "… Ordumuzu arkadan vurdurdu. Muhammed’in ırkı Muhammed’e tapan Türkün yenilmesine sebep oldu" ifadelerden net bir şekilde anlaşılmaktadır (agd. s.3) Ona göre Türkler Muhammed’e tapıyorlar.

    Adı geçen dergiden Hayri Alpay; "Atatürk bu devrimi de maksatsız yapmamıştır. O, bir milleti birbirine yaklaştıran, milli bütünlüğü sağlayan dil olduğunu bilenlerin başında geliyordu. İşte ezanın Türkçe okunmasını istemesi bundandı. Aynı şekilde, her Türkün din gerçeklerini, din kurallarını gerektirdiği gibi öğrenmesi için Kur’an’ın da Türkçeleşti-rilmesi üzerinde durmuştur." Dedikten sonra bu konuda teşebbüse geçilmesini istemiştir. (agd. s.12- 13)

    Sonuç

    1932 yılında yasaklanan, 1939 yılında okuyanlara cezai müeyyide getirilen Arapça ezan üzerindeki müdahalelerin hiçbir geçerli sebebi yoktur. Millete mal olmayan her teşebbüsün akim kaldığı, Türkçe ezan yasağının akıbetiyle bir kez daha ortaya çıkmıştır. Çünkü, 17 Haziranda yürürlüğe giren kanun Türkçe ezan okumayı yasaklamadığı gibi Arapça ezan okumayı da mecburi hale getirmemiştir. Yani Türkçe ezan okunabilirdi. Oysa ki kanun çıktığı gibi her tarafta ezan Arapça yani asliyetiyle okunmuş ve büyük bir sevince sebep olmuştur.

    Millileşme, daha iyi anlama, Atatürk ilkelerini koruma vb.. sebeplerle karşı çıkılan Arapça ezanın; yasağı ve cezai müeyyideyi koyan, başında İsmet İnönü’nün bulunduğu CHP’nin de oylarıyla kabul edilmiş bulunması, ileri sürülen mazeretleri ve iddiaları çürüten büyük bir delildir. CHP yaptığı hatayı anlamış ve dine bariz bir şekilde müdahale olan yanlış tutumdan geri dönmüştür.

    Ezanı Muhammedi’nin üzerinde süpekülasyonlarda bulunanların en büyük başarısı halkın gözünden düşmeyi başarmaktır ve bunu da başarıyorlar. Toplumumuzun huzuru, lâiklik adına (asla lâikliğe uymayan) yapılan baskı ve müdahalelerin son bulmasıyla ancak sağlanabilir. Demokratların söz konusu icraatları millete mal olmuş, neticede halkın iradesiyle değil darbeyle iktidarı kaybetmişlerdir.