Köprü Anasayfa

Türk Müslümanlığı

"Bahar 99" 66. Sayı

  • Sosyal Bir Olgu veya Toplum Mühendisliği Projesi Olarak "Türk Müslümanlığı"

    Ömer Faruk Uysal

    Avukat

    “İslamyet milliyetinden çıkmak isteyen adamları Türk bilmiyoruz. Türk perdesi altına girmiş Frenk telakki ediyo-ruz. Çünkü, yüzbin defa Türkçüyüz deyip dava etseler, ehl-i hakikatı kandıramaz-lar. Zira fiilleri ve hareketleri,onların davalarını tekzip ediyor ve yalanlıyor.”

    Mektubat Shf.437

    Birçok sosyal ve siyasal terim gibi, “Türk Müslümanlığı”da çeşitli ekol ve meşreplerce çok değişik manalar yüklenerek anlaşılmaktadır. Duygu ve düşüncelerimiz neye temayül, hatta zaaf göstermekte ise, değerlendirmemizde ona göre olmaktadır. Adeta değerlendirdiğimiz şey (obje) değerlendirenin (suje) mahkumu veya oyuncağı haline gelmektedir. bu subjektif anlayış yerine, objektif anlayışı ikame edebilmenin yollarından biri analitik ( tahlili) düşünce olsa gerektir. Biz de burada “Türk Müslümanlığı”nı anlayabilmek için öncelikle "Türklüğün" ve "Müslümanlığın" ne anlamlara geldiğini, konumuzla ilgisi kadar kısaca gözden geçirip, sonra "Türk Müslümanlığı" nın çeşitli ekollerce nasıl anlaşıldığını ve nasıl anlaşılabileceğine cevaplar arayacağız.

    Türklük ve Türkler

    Türk ve Türkler Asya ve Doğu Avrupa da yaşayan Turan milletlerinden olup, Asya’nın en meşhur ve büyük milleti, Türkçe’nin çeşitli lehçelerini konuşan soy ve bu soydan olan kimse anlamına gelir. Keza Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan halk ve halktan olan kimse demektir. “Türklük” ise; Türk olma durumu ve Türklerin meydana getirdiği topluluk demektir. 1

    Bu lügavi verilere göre, Türklük bir soy, ırk, halk ve millet adıdır.

    Konumuzla yakından ilgili olduğundan, Türklerin İslam’la (Müslümanlıkla) alakalarına da bakmakta fayda var.

    Türklerin Müslümanlığı

    Türkler, Peygamberimizin (ASM) hicretinden 350 sene sonra Tağ Han neslinden olduğu rivayet edilen Türkmen Hükümdarlarından Salur Han İslam dinini kabul ederek Kova Han ismini almış ve kavminin de ekserisine İslam dinini kabul ettirmiştir.2 Türkler özellikle 10. yüzyıl içerisinde kitleler halinde Müslüman olmaya başlarlar. Tarihçilerin belirttiğine göre Türkler’in İslam’a geçişleri, küçük gruplar halinde değil, adeta toplum halinde gerçekleşir.3

    Şimdi şu sorulara cevap arayalım. Türklerin kaçta kaçı Müslümandır? Müslüman olmayan Türkler varmıdır? Müslüman olmayan veya Müslümanlık’tan çıkan Türkler Türklükten de çıkar mı? Türkler ne kadar dindardır? İslam’a hizmet etmişler midir? Etmişlerse ne zamandan başlayarak etmişlerdir? Hizmetleri önemli midir? Allah’ın (CC) Resulünün (ASM) övgüsüne mazhar olmuşlar mıdır? Türkler İslam dan tefrik olsalar ne olurlar?

    Bediüzzamana Said Nursi, Türkleri kastederek, “işte ey ehl-i Kur’an olan şu vatanın evlatları; altı yüz sene değil (Osmanlılar) belki, Abbasiler zamanından beri bin senedir Kur’an-ı Hakimin bayraktarı olarak, bütün cihana karşı meydan okuyup, Kur’an’ı ilan etmişsiniz. Milliyetinizi, Kur’an-a ve İslamiyet’e kal’a yaptınız. Bütün dünyayı susturdunuz, müthiş tehacümatı def’ ettiniz; ta "Allah’ ın sevdiği ve kendisini seven müminlere karşı alçakgönüllü, kâfirlere karşı izzet sahibi, Allah yolunda cihat eden bir topluluk getirecektir". ( Maide, 54) ayetine güzel bir masadak oldunuz. Şimdi Avrupa’nın ve frenk meşrep münafıkların desiselerine uyup, şu ayetin evvelindeki hitaba masadak olmaktan çekinmelisiniz ve korkmalısınız.

    Cây-ı Dikkat Bir Hâl: Türk Milleti, anasır-ı İslamiye içinde en kesretli olduğu halde; dünyanın her tarafında olan Türkler ise, Müslümandır. Sair unsurlar gibi müslim ve gayr-i müslim olarak iki kısma inkisam etmemiştir; nerede Türk taifesi varsa, Müslüman’dır. Müslümanlıktan çıkan veya Müslüman olmayan Türkler, Türklükten dahi çıkmışlardır.- Macarlar gibi.- Halbuki küçük unsurlarda dahi, hem müslim hem de gayr-i müslim var.

    Ey Türk kardeş! Bilhassa sen dikkat et! Senin milliyetin İslamiyet’le imtizaç etmiş; ondan kabil-i tefrik değil. Tefrik etsen mahvsın! Bütün senin mazideki mefahirin, İslamiyet defterine geçmiş. Bu mefahir, zemin yüzünde hiçbir kuvvetle silinmediği halde, sen şeytanların vesveseleriyle, desiseleriyle o mefahiri kalbinden silme!4

    Türkler hakkında sena-i Peygamberi muhakkaktır. Birkaç yerde Türklerden ehemmiyetle bahsetmiş. Bir numunesi Sultan Fatih hakkındaki hadistir.5

    Müslüman-Müslümanlık

    Müslüman; 1- İslam dininden olan kimse 2- Dinine bağlı, dindar, 3-Doğru, haktan ayrılmaz kimse 4- Mümin, manalarına gelir.6

    Müslümanlık ise; 1- Hz. Muhammed’in yaydığı din, İslamlık, İslamiyet 2- Müslüman olma durumu 3- Müslüman topluluğu demektir.7

    Risale-i Nur’da, Müslümanın özellikleri şöyle anlatılır:8 Fakat bir Müslüman iman hakikatlerinden birini inkâr etse, küfre mutlaka düşer.9 Bir Müslüman dinine bağlı olduğu nispette gururdan uzak durur.10 Müslümanlar dinlerine lakayd kaldıkça tedenni etmişler,11 ama dinlerine sahip çıktıkları ölçüde ilerlemişlerdir.12 Bu sebeple Müslümanlar maddi ve manevi bütün varlıklarıyla İslamiyet’e yönelmelidirler.13 Müslümanların düşmanı cehalet, zaruret ve ihtilaftır.14 Müslüman neslinden gelen bir adamın aklı ve fikri İslamiyet’ten tecerrüt etse bile, fıtratı ve vicdanı hiçbir vakit İslamiyet’ten vazgeçmez.15

    “Türk Müslümanlığı”ndan Ne Anlaşılıyor?

    “Türk Müslümanlığı” her ne kadar son iki yıldır (28 Şubat süreci) gündemdeyse de tarihi arka planı olan bir terimdir.

    “Türk Müslümanlığı”, ulusçu akımların gelişmesiyle ortaya çıkmaya başlayan bir kavram olup, ilk defa Osmanlı’nın son dönemlerinde bu kavramdan bahsedilmeye başlanmıştır. Avrupa da on sekizinci yüzyılda ortaya çıkarak hızla gelişen, siyasal bağlılığın temelinde ulusların varlığı varsayımına dayanan ulusçuluk, Osmanlı devleti içinde de yankı uyandırdı. Önce Balkanlarda yaşayan gayri müslim ulusları etkileyen bu hareketler, zamanla bir yandan Türk aydın ve politikacılarını diğer yandan Arapları etkisi altına aldı. İttihat ve Terakki yönetiminin ulusçu uygulamaları İmparatorluğun çözülmesini hızlandırdı.16 II. Meşrutiyet’ ten sonra güç kazanan Türkçü- Turancı çizgideki milliyetçilik anlayışı, Osmanlı’yı ayakta tutmak isteyen 3 temel görüşten birisiydi, bunlar; 1-Garpçılık 2-İslamcılık 3-Türkçülüktü.17 Türkçü-Turancı çizgideki ulusçuluk anlayışı, Anadolu da kurulan yeni Türk devletinin siyasal ve ideolojik temelini oluşturdu.

    Cumhuriyet döneminde etkili olan ulusçuluk anlayışı, aslen Kürt olan Ziya Gökalp tarafından sistemleştirilmişti. Ulusçuluğun en üstün ideal olduğu kabulüne dayanan bu anlayışa göre ferdin mutlak bir değeri yoktur. Fert ancak ulusunu temsil ettiği ölçüde saygınlık kazanır. Ulus yalnız ferdin değil ailenin ve insanlığında üzerinde yer alır. İslam bağımsız manevi bir güç olarak kabul edilemez. İslami değerler yalnız Türk kültürü içinde eridikleri oranda önem taşırlar.18

    Ziya Gökalp Türkçülüğün Esasları adlı kitabının Dinî Türkçülük başlığı altında "Dinî Türkçülük, din kitaplarının ve hutbelerle vaazların Türkçe olması" demektir. Kur’an-ı Kerimin ve gerek ibadet ve ayinlerden sonra okunan bütün dualarla münacatların ve hutbelerin Türkçe okunması çok faydalı olur.19 demektedir. Gökalp, Vatan adlı şiirinde:

    "Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur
    Köylü anlar manasını namazdaki duanın.
    Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur’an okunur.
    Küçük büyük herkes bilir buyruğunu hüdanın"

    diyerek Türkçe ibadetin fikri temellerini atıyordu.

    Keza ünlü şair Mehmet Emin Yurdakul’ da da İslam’a Türkçü bir bakış görmekteyiz:

    Ben bir Türküm dinim, cinsim uludur.
    Sinem özüm ateş ile doludur.
    İnsan olan vatanının kuludur.
    Türk evladı evde durmaz giderim.

    Milliyetçilik – Türkçülük temel bir esas, bir dünya görüşü haline getirildiğinde artık Türk’e ve Türkçülüğe İslami nazarla bakmak yerine İslam’a Türkçü bir nazarla bakmak kaçınılmaz oluyordu.

    "Türk Müslümanlığı” kavramını ilk defa telaffuz eden Yahya Kemal Beyatlı,20 meşhur tarihçi Prof. Dr. Fuat Köprülü”yü, Ahmet Yesevi hakkında araştırma yapmaya sevkederek "ilk Türk Mutasavvıflar" adlı eserinin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Yahya Kemal, bir şiirinde:

    Aba var, post var meydanda er yok,
    Horasan erlerinden bir haber yok,
    Uzun yollarda durdum hiç eser yok

    Diyar-ı Rum’a gelmiş evliyadan! diyerek vaktiyle Horasan’ dan gelip bu yurdun hamurunu mayalayan Yesevi dervişlerini arar ama bulamaz. Bu konuda doktora çalışması yapan Sait Başer, Yahya Kemal’in İslamiyet’ ten bahsederken anladığı şey bir tür medeniyetçi, yumuşak, mahallileşmiş, millileşmiş bir “Türk Müslümanlığı”dır diyor. Onun Türk-İslam çizgisi; Hz. Ali, Yesevî, Sarı Saltuk, Hallac-ı Mansur, Mevlana, Itri, İsmail Maşuki ve Hanefilik yanında Hafız-ı Şirazi çizgisidir.

    Yahya Kemal’ in şakirtlerinden, edebiyatçı Nihat Sami Banarlı’ nın yazılarında Türk Müslümanlığı anlayışı hayli geniş yer tutar. Ona göre de; bizim kendimize has bir inanış geleneğimiz vardı. Bu gelenek nesillerin milli bir vicdan ve karakter terbiyesine göre yetiştirilmesi suretiyle devam etmekteydi. "Hayatımızı Sinan üslubu , Fuzuli inanışı, Yunus derinliği, Yavuz şecaati, Nedim zarafeti ve Mevlana muhabbeti ölçüleri içinde tanzim etmiştik."21

    Görüldüğü gibi Yahya Kemal ve ekolünde Ziya Gökalp’in Türkçü – Milliyetçi bir bakış ve istikbalin İslam’ını Türkleştirme yerine, zengin Türk İslam anlayışını günümüze taşıma özlemi yatıyor. Yahya Kemal’de Türk Müslümanlığı sosyal bir olgu olarak ele alınıp, Horasan erenlerinin, Yunusların, Mevlana’ların hayata sinen imanı ve tarihi tecrübesi öne çıkarken, Ziya Gökalp’in dini Türkçülüğünde, dini, milliyetçi bir bakışla yeniden izah ve tanzim etme toplumsal projesi seziliyor. Yahya Kemal İslam’ı, (İslam’ın bir dönemdeki güzel bir tatbikatını) esas alırken, Ziya Gökalp Türkçülüğü esas alıyor.

    Ülkücülük ve Türk Müsülümanlığı

    Ülkücü görüşün teorisyen ve önderlerinden “Türk Müslümanlığı” konusunda açık, belirli bir yaklaşım edinmek pek kolay görünmüyor. Keza S. Ahmet Arvasi’nin Türk- İslam Ülküsü ile Alparslan Türkeş’in Türk İslam sentezi, BBP ve Nizam-ı Alem Ocakları ile MHP ve Ülkü Ocakları arasında bazı farklar görünüyor. Hatta denilebilir ki bu iki Ülkücü anlayış arasındaki en temel fark geçmişlerindeki birlikteliklerinde de Hilalciler, Bozkurtçular olarak ortaya çıktığı gibi, Türklükle, İslamlığın bağdaştırılması noktasında düğümleniyor. Birisi İslam’ı esas (ideoloji) alıp Türklüğü, Milliyetçiliği bir duygu olarak görmekteyken diğeri, Milliyetçiliği (Türkçülüğü) ideoloji (esas) olarak görmektedir, denebilir. Biz burada daha ziyade Milliyetçiliği (Türkçülüğü) siyasi bir hareket (parti) haline getirmiş, taraftarı sayıca daha fazla ve son siyasi gelişmeler dolayısıyla daha aktüel olan, Ülkücülüğün efsanevi lideri Türkeş’in görüşleri çerçevesinde bir değerlendirme yapmak niyetindeyiz.

    Alparslan Türkeş’in Temel Görüşler, 9 ışık ve Yeni Ufuklara Doğru isimli kitaplarından iktibaslar yapıp, Türk Müslümanlığı ile ilgili yaklaşımlarını öğrenebiliriz. Bu eserler de hemen göze çarpan ve sıklıkla tekrarlanan sloganı "Her şey Türk için, Türk’e göre Türk tarafındandır". Zaten doktrinin adı olan 9 Işık’ta, yazdığı önsözde Dündar Taşer, Türkeş’in görüşlerinin bu cümleyle ifade edilebileceğini söyler.22 Zaten doktrinin adı olan 9 Işık’ta: 1-) Milliyetçilik 2-) Ülkücülük 3-) Ah-lakçılık 4-) Toplumculuk. 5-) İlimcilik 6-) Hürriyetçilik 7-) Köycülük 😎 Gelişmeci-lik ve Halkçılık 9-) Endüstri ve Teknikçi-liktir. Bunlardan;

    Milliyetçilik; Bütün olayları Türk gözüyle görmek ve her faaliyetin Türk Milletine yararlı olmasını sağlamaktır. Ülkücülük; Türkleri, ilimde teknikte, medeniyette yeryüzünün en kuvvetli varlığı haline getirmek, Türklüğü yüceltmek ve Kızıl Elma denen Türklüğün birleştirilmesidir.23 9 Işığın diğer 7 umdesinde de İslamcılık veya İslamiyet bir umde, bir temel görüş olarak yer almaz.

    Böyle olmakla birlikte ülkücülüğün bir başka ifadesi "Türk İslam Sentezi"24 "Hira dağı kadar Müslüman, Tanrı Dağı kadar Türküz" 25 "İslamiyet’i ele alıp Türklüğü inkâr etmek ihanettir. Bunun terside aynı şekilde gaflet ve ihanettir"26 "Milliyetçiliği reddeden bir dincilik anlayışı ise İslamiyet’e düşman bir milliyetçilik anlayışı, bize yabancıdır." "Türklük şururu İslam ahlak ve fazileti".27 “Türklük kanımız, İslam canımız” özdeyişleridir. Görüldüğü gibi bu ibareler de, Türklük İslam ile birlikte ve yanyana zikredilmektedir. Türklük ve Müslümanlığın böyle yanyana ve hep birlikte ifadesi Türkçülüğün kabul ettiği bir şey oluyor, acaba İslamiyet esasları bunu kabul eder mi? Bunu ilahi-yatçılara ve ileri ki konulara bırakıyoruz. Fakat burada dikkat çeken başka bir hususta, bu Türk -İslam birlikteliğinde çoğunlukla önce Türklüğün zikredilmesi ve önemsenmesidir. Yani, Türklük ve İslam’ın sentezi yapılıyor fakat burada ikisinin eşitliğinden ziyade büyük ve önemli bir unsur ile daha küçük ve tali bir unsurun sentezi sezilmektedir. Yani İslam’a da Türk için, Türk’e göre Türk tarafından bakılmakta böylece değerlendirilmektedir.

    Nitekim "Türk Milletinin kutlu güç kaynakları" sayılırken önce "Türk Milletinin yükselmesini sağlayacak en kutlu güç kaynağı Milliyetçilik ve Türkçülüktür". "Türkçülük ise, kültürde, ilim ve teknikte, politika,ekonomi ve ticarette her şeyin Türk’e özel ve Türk’e uygun bir konumda olmasını istemek ve sağlamak demektir." "Her şey Türklük için ve Türk’e göre ilkesi ile ifadesini bulan görüştür. 2.kaynak İslamiyet ; "Türk Milleti için diğer bir kutlu güç kaynağıdır." Ve "Türklüğe yeni bir güç ve hız verecek bir güç kaynağıdır.” Fakat "Türklüğe cephe alan veya Türklüğü inkâra kalkışan bazı kimseler her şeyin dinden ibaret olduğunu ileri sürmektedirler. “ Bu gibiler ya bilgisizlik ve gafletin esiri olan kimselerdir veya Türk Milletini yıkmak isteyen kötü emellerin hizmetçisi olanlardır." 28 denmektedir. "3.güç kaynağı da birlik ve beraberliktir". Görüldüğü gibi burada Milliyetçilik ve Türkçülük "en kutlu bir güç kaynağı" "İslamiyet ise diğer bir kutlu güç kaynağıdır." Yine burada herşeyin dinden ibaret olmadığı şeklinde İslamiyet’e rezerv konulurken, Türkçülük için bir sınır ve re-zerv konulmamıştır. Keza güç kaynaklarının 2.si olan İslamiyet’e yüklenen " Türkçülüğe yeni bir güç ve hız verecek" bir misyon yüklenmesine karşın Milliyetçilik ve Türkçülüğün İslam’a karşı üstlendiği bir misyondan bahsedilmemektedir.

    Türk-İslam sentezi yapılırken Türklüğün ağır basmasından olacak ki İslam’ın bazı esasları Türklük karşısında feda edilebilmektedir. Fakat Türkçülüğün İslam karşısında fedakârlık yaptığı pek görülmemektedir. Bunlarla ilgili şu örnekleri sıralayabiliriz.

    9 Işığa göre "ülkücü, ülkücünün öz kardeşidir" 29

    Ayrıca "Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur."30 prensibi Kur’anın "mu-hakkak mümin müminin kardeşidir". (el- Hucurat 49/13) ilkesindeki kardeşlik kıstası olan "mümin olma" yerine, ülkücülük ve Türklük kıstasları getirmektedir.

    Ümmetçilik ile ilgili "Bu fikir hareketi artık siyasi olarak tesirini kaybetmiştir.” denilmektedir. Oysa bu fikir yüzlerce sene Türklerin içinde yaşamıştı ve yaşıyordu. İstiklal Harbinde kimse yardım etmedi. Her yere heyet gönderdik. Bütün İslam Ülkelerine, ama hiç değişen bir şey olmadı. ( Hindistan – Pakistan Müslümanlarının büyük fedakarlıkları ve yardımları unutulmuş olsa gerek) Bununla beraber “biz Hz. Muhammed SAV’in ümmeti olduğumuzu inkâr edemeyiz. Elbette o, İslam’ın son peygamberi ve biz de onun ümmetiyiz. Bu fikri, dini bir inanç olarak kalbimizde taşımaktayız." 31 demek suretiyle siyasi, idari boyutları olan bir kavram, kalbi bir inanç konusuna irca edilmesine mukabil, Türklükle ilgili şunlar ifade ediliyor: "Bizim Türk Milliyetçileri olarak davamız Türk milletinin varlığını yüceltmek ve ebediyyen devam ettirmek davasıdır. Bu fikrin, bu davanın üstünde başka hiçbir fikir, başka bir dava yer alamaz. Türk milletinin varlığını korumak, yükseltmek ve onu ebediyyen devam ettirmek fikrine hizmet etmeyen, bu fikre uygun olmayan hiçbir davranış , hiçbir hareket , Türk milleti için meşru olamaz." 32 denilerek meşruiyet için tek kıstas, Türklüğün yüceltilmesi kabul ediliyor.

    Bozkurt Sembolü ve Bozkurtlar Başlıklı Yazıda

    "Her milletin kendine göre milli bir sembolü bulunmaktadır. Mesela, Avusturalyalılar’ın Kanguru, Çinliler’in ve Japonlar’ın Ejderha Hintliler’in, İranlılar’ın, İngilizler’in Arslan, İtalyanlar’ın Kurt, Almanların Kartal, Fransızların Horoz, Rusların Ayı milli sembolleri olduğu gibi, Türklerin de Bozkurt, milli sembolüdür. Tarih boyu Türkler Bozkurt’u kutsal saymışlardır. Bayraklarında Bozkurt taşımışlardır. Hakanlar, Hanlar, Komutanlar "Bozkurtlarım" veya "Kurtlarım" diye hitap etmişlerdir. Bu mücadelenin önünde bize yine Bozkurt yol gösterecektir. Türk Milliyetçileri Bozkurtlar olarak atalarımızın yolunda Türklüğü yeniden yükseltmek için büyük atılımlara girişeceklerdir. Bozkurtuz ve Bozkurtçuyuz. Bununla övünç duyuyoruz. Yaşadığımız sürece Türk Milleti’nin binlerce yıldır kutsal varlığının sembolü olan Bozkurdu rozet olarak göğsümüzde, kolye olarak boyunlarımızda, tablo olarak evlerimizde taşıyacağız ve bulunduracağız. Bozkurta düşmanlık gösterenleri Türk Milletinini düşmanları olarak tanıyacağız ve düşmanlıklarını düşmanlıkla karşılayacağız. Bozkurtçuluk, Türklük düşmanlarının, satılmışların, vatan hainlerinin iddia ettiği gibi ne faşistliktir, ne emperyalizmdir, ne de putperestliktir. Türk Milliyetçileri Hira Dağı kadar Müslüman dır. Tanrı Dağı kadar Türktürler. Türk Milliyetçileri emperyalizmin her çeşidine karşıdırlar. Bunun için hür yaşamayı, doğruluğu, millet varlığını temsil eden Bozkurtçuluğu kutsal saymaktayız. Kim ne derse desin…Biz Bozkurtlarız Bozkurtçuyuz ve Bozkurtlar ordusuyuz.33

    Burada şu sorular akla geliyor; tarih boyunca ve halen bozkurtu Bozkurtçuluğu kutsal saymak İslam’a uygun mudur? Bazı gayrimüslim milletlerin hayvan sembolleri var, çoğunun ise yok, bazılarının hayvan sembolü olması bir meşruiyet sebebi olabilir mi? İtalyanlarında sembolü kurt olduğuna göre onlarla ortak yönümüz nedir? Kurt vahşi, saldırgan, canavar bilinen bir hayvan olduğuna göre, hayvancılıkla uğraşan göçebe Türklerin ve şimdi bizim (hür yaşamanın, doğruluğun) nasıl sembolü oluyor? Bozkurt bize yine nasıl yol gösterecek? Rozet, kolye ve tablo olarak evlerde ve üzerimizde Bozkurt taşımak, Hira Dağı kadar Müslümanlık’la bağdaşıyor mu? Nihayetinde vahşi bir hayvan olan kurta bu hürmet ve tazim neden? Selçuklularda da çift başlı kartal görüyoruz, sembol olarak o neden seçilmedi? Hira ve Tanrı dağlarından hangisi daha ulu? Türkler hangi dönemde ne kadar zaman Bozkurt’u sembol ve bayrak olarak kabul ettiler? Müslüman olduktan sonra (Selçuklu ve Osmalı’da) Bozkurt’un esamesi okundu mu? Bir dindar milliyetçi, bozkurtu sevmese, istemese ona hangi gerekçeyle düşmanlık edilecek? Gayr-i müslim atalarla övünmek, onların yolundan gitmek, onları örnek almak İslâm’ın yasakladığı müşrik adetlerinden değil mi?

    Bu sorular İlahiyatçıların cevaplandıracağı sorulardan olmakla birlikte şu kadarını belirtelim; Bir çok hadis kitaplarında bazı hayvanlar "fasık hayvanlar" olarak anılmıştır. Mesela, Türk asıllı bir muhaddis olan İmam Buhari’de bu hayvanlar; "Karga, fare, kelbi-i akur (azgın- saldırgan köpek) geçmekte, Müslimde de bu hayvanlar anılmakta, İbn Huzeyme ise Buhari’nin saydığı hayvanlara "Kurt ve aslan" ı da ilave etmektedir.34

    Yine Türkeş; "Kısaca özetlersek "Türklük şuur ve gururu ile İslam ahlak ve fazileti" milliyetçilik anlayışımızın geniş manadaki ifadesidir" demektedir.35 Dikkat edilirse burada şuur (bilinç) ve gurur veren şey Türklük’ tür. İslam’ın ise ahlâk ve fazileti alınmaktadır. Halbuki bize şuur ve-ren İslam ve onun prensipleri olmalıdır. Keza insan gurur duyacaksa elinde olmadan, doğumla elde ettiği ırkına mensubiyetten değil, aklı ve kalbi ile iman ettiği dinine mensubiyetten duymalıdır. Yukarıda "İslam ahlâk ve fazileti" denildi Fakat başka bir yerde Türkeş; "Ahlâkçılık anlayışımız, Türk ahlâkı ve Müslümanlık inancından meydana gelmiştir." 36 diyerek burada ahlâkçılığının da Türk ahlâkı olduğu, Müslümanlığın inanç (itikat) yönünden buna dahil olduğunu ifade ediyor. Bunlardan şu sonuç çıkıyor. Türklük bize dünyada yol gösterip şuur ve gurur veren dünyevi ve somut bir dava İslamiyet ise soyut, uhrevi ve dünyaya pek karışmayan bir olgu olarak karşımıza çıkıyor. Nitekim "Laiklik" başlıklı yazıda da, " Yarın milliyetçi Türkiye kurulduğunda devletimizin her müessesesi, bu görüş çerçevesinde şekil aldığı gibi din ve devlet münasebetleri de lüzumlu yerine oturacaktır." denmektedir. 37

    Sonuç olarak ülkücü görüşün " Türk Müslümanlığı" terimini lafzen zikretmemekle birlikte, Türk – İslam sentezi ve bu minval üzere yukarıda da ifade edilen ilkeleri "Türk Müslümanlığı" anlamına geliyor. Zira "Her şey Türk’e göre Türk için, Türk tarafından" genel ve temel çerçevesi, Müslümanlığa da bu çerçeveden bakışı gerektiriyor.

    Bu bağlamda Ülkücülüğün, Türkçe ibadet gibi bir yaklaşımı olmamakla birlikte "Türk Müslümanlığı anlayışı" Yahya Kemal’in tarihi, nostaljik "Türk Müslümanlığı" ndan çok Ziya Gökalp’in "Dinde Türkçülük" toplumsal projesini çağrıştırıyor. Zaten Milliyetçiliğin ve Türkçülüğün esaslarını ilk defa Ziya Gökalp’in teorilendirmesi bu benzerliğin sebebi olsa gerektir.

    Milli Görüş ve Türk Müslümanlığı

    Aşağıda da inceleneceği gibi bazı çevrelerin Alevililiğin "Türk Müslüman-lığı" Sünniliğin ise "Arap Müslümanlığı" olduğunu, bunun siyasi arenadaki temsilcisinin de Milli Görüş olduğu iddiasını kısaca değerlendirelim. Bilindiği gibi "Milli Görüş" lafzında, partileri olan Milli Nizam Partisi, Milli Selamet Partisi ve gazeteleri olan Milli Gazetede "Millilik" vurgusu göze çarpmaktadır. Milli ise hem lügavi (etimolojik) hem de örfi anlamıyla, milletle ilgili,millete özgü, ulusal 38 manalarına gelmektedir. ( Milli Güvenlik Kurulu ve Milli Takım ibarelerinde olduğu gibi.) Her ne kadar bazen sadece millete değil de "Din ve millete ait" 39 anlamına da gelse, yine Kur’an da millet kelimesi bazen din yerine de kullanılsa bile ( Millet-i İbrahim) bu dinden, Milli Görüşçüler’in kastının,Türk Milleti’nin dini olarak İslam olduğu anlaşılır.

    Yoksa Milli Görüşün klasik sünni (ortodoks) anlayışının ne, S. Arabistan da ki Vehhabi, ne de İran’da ki Şia (heterodoks) İslam anlayışlarıyla itikadi ayniyeti, hatta benzerliği pek yoktur. Arabistan da ki devlete hakim Vehhabi anlayışının Ehl-i Bey’te neredeyse bir nevi husumet duyması, gerek Milli Görüşün Ehl-i Sünnet anlayışıyla yine bu görüşün partilerin de kısmen de olsa yer alan Alevilerin kabullenebileceği bir şey değildir. Keza son yıllarda çoğunlukla Arap kaynaklı radikal İslamcı, anlayışının da Milli Görüş partilerinin (esas teşkilatlarının) tabiatına aykırı olduğu da açıktır. Zira, bu radikal anlayışlar Refah ve Fazilet gibi partileri ve bunların mücadelesini gayr-i meşru bulup neredeyse tekfire vardırıyorlar.

    Alevilik ve Türk Müslümanlığı

    Türkiye’de 28 Şubat süreci ile birlikte bazı çevreler Alevilik için, "Türk Müs-lümanlığı" Sünnilik için de, "Arap Müslümanlığı" 40 yakıştırması yapmışlardır. Keza "Aleviler için laikliğin teminatıdır." 41 "Devletin yeni resmi dini Alevilik" gibi görüşler sarf edilmeye başlanmıştır. Bunun olabilirliğine karar vermek için önce Aleviliğin ne anlama geldiğine bakmakta fayda var.

    Bütün dünya Sünnilerini birleştiren imanın 6 esası ve İslam’ın 5 şartına ilişkin ve daha pek çok müşterek noktalara mukabil Aleviler arasında böyle ortak noktalar (usul ve füru) yoktur. Bu bakımdan bölgelere, etnik kökenlere göre, Alevi zümreleri arasında büyük farklar bulunmaktadır. Hatta komşu iki alevi köy arasında dahi inanç ve ibadet bakımından fark vardır. Aleviler’in yazılı bir dini kaynaklarının bulunmaması inanç ve ibadetlerin söz ve rivayetlere, hatta bir alevi yazara göre; masal, hikaye ve hurafelere 42 dayanması Aleviliği – Sünnilik ile karşılaştırmayı zorlaştırıyor. Sünniler’e çok yakın olan Alevi cemaatlarından tutun da, Sünnilik’le hiç bir temel noktası bulunmayan, Sünnilik’ten çok başka dinlere yakın bulunan, pek çok Alevi cemaati vardır. 43

    Prof. Dr. Süleyman Uludağ’a göre; "Alevileri sırf teorik açıdan 3 ana gruba ayırmak mümkündür."

    1- Sünniler gibi iman ve ibadet esaslarına inanmakla beraber Hz. Ali, Ehl-i Beyt, On iki İmam ve Kerbela gibi hususlara ağırlık veren, köylerinde cami ve imam bulundurmakla beraber dede de bulunan ve cem ayini yapan Caferilere benzeyen ehl-i kıble Aleviler.

    2- Ali ilahiler (müselliha) denilen ve Hz. Ali’nin Allah olduğuna inanan Aleviler. Bunlarda ne Sünnilerdeki inanç esaslarına nede ibadet hayatına rastlanır. Bunlar gusül, abdest bilmezler. "Namazımız kılınmış, orucumuz tutulmuş" derler. Melek, peygamber, kutsal kitap, ahiret inancı da son derece yüzeysel ve simgeseldir. Tenasühe (ruh göçüne) inanırlar.

    3- Bu gruptaki Alevilerin bir kısmı birinci gruba bir kısmı da ikinci gruba yakındır. Üçüncü kısmı da ikisi arasında bir yerdedir. İkinci gruba yakın olanlarında ve ortada bulunanların da Hz. Ali’yi Hz. Mu-hammed’den daha üstün görme, hatta onu Tanrılaştırma, tenasühe inanma, cem ayiniyle yetinip, namaz, oruç ve hac gibi ibadetlere yanaşmama gibi hususlara rastlanır. 44

    Aleviliğin yazılı bir dini kaynağa dayanmaması sebebiyle herkes Aleviliği kendine göre bir başka türlü anlamak eğilimindedir. Aşağıda Alevi yazarların Aleviliği nasıl anladıklarına bir göz atalım.

    Reha Çamuroğlu, Aleviliğin heterodoks bir İslam olduğunu söyler. Cemşit Bender, Aleviliği Zerdüşt dininin bir uzantısı olarak görür. Nejat Birdoğan, Aleviliğin İslam dışı bir hareket olduğunu savunur. Lütfi Kaleli Aleviliğin kökünü eski Türk inançları ve Şamanlıkta görür. Kürt Aleviler Aleviliğin kökünün Zerdüşt dini olduğunu ileri sürerler. İsmail Kaygusuz, Aleviliği maddenin dini diye niteler. Rıza Yörükoğlu, Marksist ve Komünist unsurlar içerdiğini iddia eder. Aleviliği, bir "hayat tarzı" bir "kültür" olarak görenler de bu hareketin İslam ile olan bağının zayıf olduğunu belirtmektedirler. Buna karşı İzzettin Doğan, Muharrem Naci Orhan, Mehmet Yaman ve Ali Haydar Cilasun gibi Alevi dedeler Aleviliği "İslam’ın Türklere özgü yorumu" "Muhammed "Ali yolu" şeklinde tanımlamaktadırlar. Alevi dedelerinin kendilerini tanımlamaları yegane geçerli tanımlamalardı ve bunlar ısrarla Aleviliğin İslamın içinde bir hareket olduğunu söyleye gelmişlerdir. 1960’lı yıllarda ve izleyen senelerde Alevilik sosyalist, solcu, marksist ve hatta bazen ateist bir hareket olarak tanımlandı.45 Şurası kesindir ki, Alevilik göçebe Türkmen ve köylü Müslümanların, İslamlaşma sürecini henüz tamamlayamamış din anlayışıdır.

    Görüldüğü gibi Sünni İslama benzeyen, ona çok yakın Ortadoks Alevilik’ten, İslamla bağı zayıf heterodoks Aleviliğe, oradan da Sosyalist, Marksist, hatta ateist Aleviliğe kadar, geniş bir yelpaze ile karşı karşıyayız. Bu görüşlerin vasat sayılabilecek noktası da, Aleviliğin, yukarıda belirtildiği gibi, "İslam’ın Türklere özgü yorumu" denebilir. İşte bu nokta Aleviliğin "Türk Müslümanlığı" olarak algılanabileceği noktadır.

    Alevi anlayışları içerisinde "İslamın Türklere özgü yorumu" yaklaşımı, anlayışlarından sadece birisidir. Aleviliğin eski Türk inançları ve şamanist kökenli olduğu kabul edildiğinde bu görüş haklı olabilir.(Şamanizimin’de, Budizm, Konfüçyanizm gibi bir başka din veya milletin etkisinde olup olmadığı ve asıl mahiyeti ve milliği konusu kesin değildir) Fakat Kürt Alevilere göre Aleviliğin asıl kaynağı Şamanizm değil Zerdüşt dinidir. Yine bazı yazarlara göre mani ve mazdek dinleri de Aleviliğinin kökeni olarak görülmektedir. Bazı yazarlarda " Anadolu Aleviliği" ni eski Judeo- Grek, Bizans-Hıristiyan ve pagan kültürüyle içli dışlı görürler.46 Bu dinlerin ise Türklük ve Türklerle pek ilgisinin olmadığı ortadadır. Kabul edilmelidir ki Şamanizm ve eski Türk inançları Aleviliğe tesir eden bir çok kaynaktan sadece birisidir, fakat Alevilik İslamın Türklere özgü yorumundan ibaret değildir. Aslında bütün bu anlayışların Ali taraftar demek olan Alevilik olarak ifadesi her halde Hz. Ali’nin ruhunu sızlatmaktır. Zira onun bu inanç ve anlayışlarla uzaktan ve yakından hiç bir ilgisi yoktur. O Kur’an ve sünnet sevdalısı, katıksız bir Müslümandır.

    Prof. Süleyman Uludağ’a göre, Eski Türk inançlarının, Bektaşi ve Alevi zümrelerin inanç ve ayinleri üzerindeki tesiri ve payı sanıldığı ve iddia edildiği gibi fazla değildir. Aleviler, sırf milliyetçi ve kavmiyetçi hisleri okşamak ve o çevrelere şirin görünmek için Türkler’in eski ve milli inanç ve dini törenlerini sürdürdüklerini iddia etmektedirler. Oysa eski Aleviler’in hiç bir zaman böyle bir iddiaları ve düşünceleri olmamıştır. Bu iddiaların yeni oluşu, Kürtler ve Zazalar arasında da Aleviliğin yaygınlığı, asılsızlığını göstermektedir.

    İlginçtir ki,12 Eylül 1980 öncesi çoğunlukla Sünni, Milliyetçi – Ülkücü kesim Alevi, Solcu- Sosyalist kesimle, Çorum, Sivas, Kahramanmaraşta kanlı çatışmalara girişmişlerdir.47

    Burada Toplum Mühendislerinin sosyal bir proje olarak ileri sürdükleri "Türk Müslümanlığı" kavramında asıl ilgi alanları Sünniliğe benzer bir Alevilik olmadığı gibi, Aleviliğin Türklük ve Milliyetçilikle ilgili yönü de değildir. Asıl ilgilendikleri, yazılı bir kaynakları olmaması veya yazılı kaynaklarla temassızlıkları dolayısıyla, İslamlaşma sürecini tamamlayamamış, her yöne çekilebilir, istenen şekil verilebilir bir din anlayışı olarak Aleviliktir. Burada Suriyede’ki gibi azınlıktaki bir Şia anlayışı olan sapık Nusayriliğin devlete hakimiyeti gibi, bir hedef seziliyor.

    Fethullah Gülen ve Türk Müslümanlığı

    Fethullah Gülen Hocaefendi ve cemaati Türk Müslümanlığını açıkça deklare eden ilk cemaattir. Sahip oldukları haftalık Aksiyon dergisinin 15-27 Kasım 1997 sayısının kapak konusu "Türk Müslümanlığı" dır. Bu dergide Hocaefendi;

    "Türkler Müslümanlığı hiç diriğ etmeden kabul ettiler. İslam onlara ters gelmedi. İsmail Hami Danişment, “Şama-nizm’in kaynağı Hz. İbrahime dayanı-yor” der. Hz. İbrahim’in dini, hem Müslü-manlar, hem de Yahudiler tarafından paylaşılır. Efendimiz geçmiş peygamberler arasında duygu düşünce yaklaşımları itibariyle kendisini Hz. İbrahime benzetir." Böylelikle Türklerin İslam’la teması Şamanizm dolayısıyla, taa Hz. İbrahim zamanına kadar gidiyor.

    "Eğer Türk Milleti, Türk Milleti ise bu ancak Müslümanlığı sayesinde olmuştur. İslamiyet’i fıtratına çok uygun buldu ve Müslüman oldu. Yani, İslam’ın evrenselliği Türk milletinin kendi örfünü, adetini korumasına karşılık İslamiyet’i kabul etmesine mani teşkil etmemiştir."

    "Bütün dünya Müslümanlığı Haremey-n-i Şerifeyn’e medyundur. Bizim ikinci bir medyuniyetimiz vardır; o da Asya dır. ister fıkıhta, ister hadiste, ister tefsirde, isterse 4 ve 5.asırda gerçekleştirilen rönesanstan dolayı, biz Asya’ya çok şey borçluyuz. Erken bir dönemde dine sahip çıkılmış, dinin yoruma açık kısımların da delillerimiz açısından kitap, sünnet, icma-i ümmet, kıyas-ı fukaha’ya uygun bir telakki gelişti-rilmiş. Kıyaslarda toplumun ahlâkının, psikolojik yapısının sosyo-ekonomik du-rumunun müessiriyeti inkâr edilemez. Türk milleti, bu açıdan da başka milletlerden farklı olarak hep büyük devletlerle de idare edildiğinden, devlet olmaya da açık çok farklı bir yelpazeye ulaşmış. İşte bu mana da "Türk Müslümanlığı" tabiri uygundur, kanaatindeyim. Bunun diğer bir yanı da Müslümanlık biz de kitabın sünnetin yanında İslam’ın ruhi hayatına açık, tasavvufa açıktır. İslam’ın ruhi hayatının ele alınmasının yanı sıra,fünun-u müspeteye de ayrı bir bakış açımız olmuş. Bütün bunlar müşterek beraber gelişmiş. Bizim İslam anlayışımız daha derindir diyebiliriz." 48

    "Türk Müslümanlığı" tabirinin uygunluğuna dair bir diğer gerekçe de İran devrimi ile başlayıp Somali, Cezayir, Afganistan, Sudan da devam gelen gelişmelerin, İslam’ı kemaliyle temsil edememesi ve Hocae-fendi’ye göre İslam’ın evrensel mesajının yanlış tutum ve davranışlardan dolayı, dünyaya anlatılmamasıdır.49

    Mezkur dergide Türk Müslümanlığı şöyle anlatılır:

    "Maveraünnehir ekolü olarak İslam düşünce tarihinde yerini alan hareket Türklerin tarihten getirdikleri özgürlük bilincine daha uygun düşen itikat da Maturidi, amelde Hanefi mezheplerini benimsemiş, inancını günlük hayatın pratiğine de Yesevi tarikatının aşk ikliminde geçirmişti. Maturidi – Hanefi – Yesevi saç ayağı ile ifade edilen Türk Müslümanlığı orta Asya’dan Anadolu’ya ve Balkanlara Horasan Erenleri diye bilinen Yesevi ocağında pişen, alperenlerin himmet ve gayretleriyle taşındı."

    Hocaefendi anlayışına göre Türk Müslümanlığı, Hoşgörülü İslam (Gönül Müslümanlığı), tasavvufi derinlik ve Maturidi – Yesevi – Hanefi saç ayağı diye özetlenebilir. Yine bu terimi ilk defa telaffuz eden Yahya Kemal’in tarihi bir sosyal olguya duyduğu hasretin iki yönden güncelleşmiş ifadesi gibi görünüyor. İlk güncellik hemen şimdilerde yeniden ifade edilmesi, konu edilmesi, ikinci güncellik ise tarih-ten günümüze ve geleceğe taşıma arzusudur.

    Hoşgörü gerçekten de, tarih boyunca Müslüman Türklerin önemli bir vasfı olmuş, böyle tanınmışlardır. Fakat Hoşgörü İslâmi çerçevede sadece Türklerin değil, bütün Müslüman topluluklar için de kabul edilen bir meziyettir. Hatta, Hac farizasını ifa edenlerin ortak kanaati, Endonezyalı Müslümanlar’ın bu konuda daha ileri de olduğu yönündedir.1

    Maturidi – Yesevi- Hanefi saç ayağından, İmam Maturidi ve Hoca Ahmet Yesevi’nin Türk soyundan olması, Türklere mahsus bir İslam anlayışının temel bir sebebi sayılamaz. Zira Maturidiye, Eş’ariye gibi itikadi mezhepler ve görüşleri halk tarafından bilinen bir şey değildir. Hatta bizim üniversite mezunu, dindar bir çevrede yaptığımız küçük bir teste göre Maturidilik ve Eş’arilik duyulmuş olmakla birlikte Türklerin hangisine mensup olduğu karıştırılmıştır. Böyle bir durumdaki farazi mensubiyetin ise topluma müessir olduğu pek söylenemez.

    Toplumda esas etkili olan Hanefilik ameli mezhebidir ki zaten Eş’ariliğin büyük ölçüde Şafi mezhebi ve metodolojisinin, Maturidiliğin ise Hanefi mezhep ve metodolojisinin bir tezahürü olduğu söylenebilir.50 Öyle olmakla beraber Şafi bir alimin İmam Maturidi’nin, Hanefi bir alimin de İmam Eş’arinin görüşlerini benimsemesi,veya bir alimin bazı konularda Eş’ari bazı konularda da Maturidi görüşlerini kabul etmesi sık sık görülen bir husustur.51 Zaten sayıca Eş’ariler Maturidiler’-den çok olduğundan tağlip yoluyla her ikisine (eşaire) dendiği de olur. Yani Maturidiliği Türklerin, Eş’ariliği ise Arapların mezhebi saymak ve hele bunu soy ve eski kültür ile yakından ilgili görmek biraz zorlama bir yorum olacaktır.

    Eş’ariye ve Maturidiye tali görüş farklarından bazılarını ele alalım. Mesela Eş’ariyye; Allah’ın vadinden dönmesini, İmanın artması ve eksilmesini, Allah’ın kullarının gücü yetemeyeceği şeyleri teklif etmesini caiz görürken, Maturidiyye görmez. Yine Eş’ariyye iman mahluktur, nübüvvet için erkeklik şart değildir. İman ile İslam ayrı şeylerdir, Tevbe-i yeis makbul değildir. derken, Maturidiyye bunların aksini kabul eder. Bediüzzaman, Şafi bir alim iken çoğu zaman Maturidiye, bazen Eş’ariyye görüşlere yakın fikirler serdetmiştir. Bütün bu farklılıkların Araplık veya Türklükle veya başka milletle ilgisinin olamayacağı da ortadadır.

    Kemalizm ve “Türk Müslümanlığı”

    Mustafa Kemal ve İnkılapların fikri temellerinin atılmasında Ziya Gökalp’in önemli rolleri olmuştur.Laiklik, Hilafetin kaldırılması ve öteki birçok kararda Gökalp’in etkisi açıkça görülür.

    Gökalp, dinin, içinde yaşanılan toplum gerçeklerine göre yeniden yorumlanabileceği görüşündedir. Dini hiç bırakmak istemez, ama dine bir çerçeve tayin eder ve din orada kalmak ve durmak zorundadır. Hatta onda Cemalettin Afgani’nin etkileri de görülür. Pan Turkist özlemler kadar, Pan İslamist bir heyecan da taşır.52

    Gökalp’in Kemalist devrimlerin ortaya çıkmasında ki etkisi, uygulama anlamına gelince, özellikle tek parti döneminde tamamen kayboldu. O bir nevi Türk-İslam sentezini savunurken, Atatürk ve yardımcıları İslamiyet ve Türk Ulusçuluğunun bağdaşamayacağı kanısındaydılar.

    53Yani Gökalp muasırlaşma (Batılılaş-ma) yanında Türklüğe ve biraz da İslam’a vurgu yaparken, Kemalist görüş, Batı’ya ve biraz da Türklüğe önem veriyor, İslamiyet’e kültürel alanda da yer bırakmıyordu.

    Zaten, Mustafa Kemal’in dinle ilgili kanaatinin pek müspet olmadığı aşağıdaki kendi sözlerinden açıkça ortaya çıkmaktadır. Ona göre hayatın tarifi; "Hayatı, herhangi bir tabiat harici etkenin müdahalesi olmaksızın dünya üzerinde tabii ve zaruri bir kimya ve fizik seyri neticesidir."

    Yaradılış felsefesi: "İnsanlar sürfeler gibi sulardan çıktılar en önce..İlk ceddimiz balıktır. İşler daha daha ilerledikçe o insanlar, primat zümresinden türediler. Biz maymunlarız; düşüncelerimiz insandır. Tabiat insanları türetti; onları kendine taptırdı da."

    "İsa çağının sonsuz sefilliklerini kav-rayan ve genel acılar dönemi içinde dünyada yavaş yavaş gerçekleşmeye başlamış olan, sevecenlik gösterme gereğini din kılığında tanıtmak ve anlatmak yolunu bildi" (Hz. Muhammed (SAV) hakkında da benzer ifadeleri var.)

    " Biz din işlerini devlet işleriyle karıştırmıyoruz. Millet ve devlet işlerinin kabesi milli egemenliğin belirdiği T.B.M.M dir. Din işlerinin mihrabı ise insanların, şahısların vicdanlarıdır." 54 " Bizim kutsal kitabımız, bilgiyi esirgeyen, varlığı taşıyan, mutluluğu kucaklayan, Türklüğü yükselten ve bütün Türkleri birleştiren ulusalcılığımızdır. O halde felsefemizde din sözcüğünün tam karşılığı ulusalcılıktır." " Din yok millet var." 55

    Mustafa Kemal’in her ne kadar din, (Kur’an, Peygamber) hakkında müspet tavır ve beyanları varsa da, onlar 1925 tarihinden öncedir. Bunlara en somut delili de Hukuk, harf, kıyafet devrimleri ve daha pek çok icraattır.

    Nitekim Mahmut Esat’a göre, "Mustafa Kemal bazen taktik icabı inanmadığı şeyi söylerdi" Balıkesir Zağanos Paşa camiinde 7.2.1923 de çizmeleri ile çıktığı minberde Kanuni Esasi (Anayasa) Kur’an-ı Azimüşşandır." diyordu.

    Atatürk, bir İslam Cumhuriyeti mi kurdu, yoksa bir batılının dediği gibi, "O Türk milletine, dinin haber verdiği ilah yerine yeni bir ilahtan söz ediyordu. Bu batı medeniyetiydi. Gizlemeye gerek yok, Mustafa Kemal hiç bir dini değere inanmazdı."

    Sanıyorum tarih bilgisi açısından son derece gerilerdeyiz. Mustafa Kemal’in İslam Devletine ve Müslümanların hilafetine son veren bir lider ya da, İslami Türkiye devletini kuran bir lider olduğunu söylemek aynı derecede doğru. 56

    Şimdi konumuzun esasını teşkil eden din reformu ve ibadet devrimi konusunda Atatürk’ün anlayışını, meşhur Çankaya kitabından nakledelim;

    "Kemalizm aslında büyük ve esaslı bir din reformudur. Tanrı bir peygambere verdiği şeriatı, ikinci bir peygamberde değiştirmekle, hatta, Kur’ân’ın bir ayetindeki emrini başka bir ayette kaldırmakla, hükümlerin toplum evrimini izlemesi gerektiğini göstermiştir. Fıkıhta buna nesih diyoruz. Muhammed, peygamber olduğuna göre, On’dan sonra nesih hakkı insan aklına kalmıştır. Onun için İslam bilginleri "zamanla hükümlerin değişeceği" ictihadında bulunmuşlardır. Mustafa Kemal’in yaptığı işte bu nesih hakkını kullanmaktı.

    İslam’da bütün şer’i meseleler iki büyük bölüme ayrılmıştır. Birinci bölüm; Ahireti ilgilendirir ki, ibadetlerdir; oruç, namaz, hac, zekat! İkinci bölüm. Dünyayı ilgilendirir ki,bunlar da nikah ve aileye ait hükümlerle, muamelat denen mal, borç, dava ilişkileri ve ukubat denen ceza hükümleridir… Kemalizm, ibadetler dışındaki bütün ayet hükümlerini kaldırmıştır.

    Kaldı ki insan aklı nesih hakkını farz-lar üzerine de götürebilir; zekat, kazanış ve gelir vergilerinin bulunmadığı bir devrin mirasıdır. Hac, Kabe’den faydalanan Mekkelilerin Müslümanlığını sağlamak için konmuştur ve döviz çağında Hicaz dışındaki hiç bir yabancı Müslüman halkı buna zorlanamaz. Namaz, şekli de iskemle olmayan entarili bir halkın yaşayışına uygundur. Atatürk ibadet devrimine ezan ve namazı Türkçeleştirmekle başlamıştı. Gerçekte verdiği ilk emir ezan ve namazın Türkçeleşmesi idi. Muhafazakarların sözcülüğünü yapan İnönü, Atatürk’e yalvarmış, önce ezanı Türkçeleştirelim sonra namaza sıra gelir demişti. Arkadan dil ve Kur’an metni meseleleri çıkıp namazın Türkçeleşmesi gecikti idi. Atatürk sağ kalsaydı ibadet reformu olacağından da şüphe yoktur.

    Aynı görüşleri araştırmacı gazeteci Can Dündar’da Atatürk yaşasaydı başlıklı yazısında savunuyor ve Atatürk’ün kendi el yazısıyla kaleme aldığı, Vatandaş İçin Medeni Bilgiler kitabından iktibaslar yapıyor.

    "Din insanlara, hakiki mutluluğa öldükten sonra ahırette kavuşacağı vaadinde bulunmaktadır. Oysa millet uyandığı zaman acı hakikati görmektedir."

    "Muhammed, iptida "Allah’ın resulüyüm" diyerek ortaya çıkmamıştır. Bu düşünce, senelerce mücadele ettikten ve fikirlerini neşreyledikten sonra kendisine hasıl olmuştur." "Türkler İslam dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Bu dini kabul ettikten sonra bu din (….) Türk milletinin milli bağlarını gevşetti; Milli hislerini, milli heyecanını uyuşturdu".

    "Muhammed’in dinini kabul edenler, Allah’a kendi milli lisanında değil Allah’ın Arap kavmine gönderdiği Arapça kitapla ibadette bulunacaktı. Arapça öğrenmedikçe, Allah’a ne dediğini bilmeyecekti. Bu vaziyet karşısında, Türk milleti birçok asırlar, ne yaptığını bilmeksizin adeta bir kelimesinin manasını bilmediği halde Kuran’ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndüler."

    Mustafa Kemal’in bu görüşlerinin teori de kalmayacağı 1932 de ezanın Türkçeleştirilmesi ve 1933 de Bursa da halkın tepkisinden sonra iyice ortaya çıktı. Atatürk olaya Bursa da bizzat el koyarak Ankara’ya bir şifre yazdırdı. "Başvekil İsmet Paşa’ya “Bundan böyle dinin her safhasında Türk dili hakim olacak-tır.”Emir bu kadardı. Yani bundan böyle sadece ezan değil, tekbir, hutbe ve namaz da Türkçe olacaktı. Kur’an da Türkleş-tirilecek, Türkçe dualar yazılacaktı. Fakat bunları gerçekleştirmeye ömrü yetmedi. Can Dündar’a göre bir kaç yıl daha yaşasaydı her şey çok farklı olacaktı. 57

    Bütün bunlardan çıkan sonuç; İslam’ı Türklerin milli bağlarını gevşettiği, milli heyecanını uyuşturduğu gerekçesiyle batı ve batı milliyetçiliği gözüyle dini zapturapt altına almak ve gerekli müdahaleleri yapmak amacı görünüyor. Bunun en önemli enstrümanı da ibadetin her yönü ve safhalarıyla Türkçeleştirilmesi ve Türkleştirilmesidir. Yani din reformu ve ibadet devriminin günümüzdeki ifadesiyle Türk Müslümanlığı…

    Din olarak İslam’ın etkisini kaybet-meye başladığı devrelerde, yeni bir kutsal , yeni bir din doğmaya başlamamıştı bile . Türkün Amentüsü ve 54 Farz çıka-rılmştı. Atatürk gaybı biliyor, uzakları görüyor, yoktan varediyor ve insanlara yeni bir şeriat vazediyordu. O artık Tanrı Türktü, T.C. Devleti ve Hâlik, idi. Onun için de mevlit yazılmıştı.

    M. Vahdet Sungur: İnsan değil canlı bir tarihti o. Şimdi ilah oldu ve yükseldi o derken.

    Behçet Kemal Çağlar: Kaybolunca onu kalbinde bulur her millet. Tanrı ölmez, o dilerse görünür bir müddet. Tanrı gibi görünüyor her yerde.

    H. Bedri Yönetken:Topraklarda, denizlerde, göklerde. Gönül tapar kendisinden geçerde. Hangi yana göz bakarsa Atatürk diyordu.58

    Kemalettin Kamu da: Ne örümcek ne yosun. Ne mucize ne efsun. Kabe arabın olsun . Bize Çankaya yeter. diyordu.

    Dini Anlayış Farkları

    Türk Müslümanlığı ile ilgili Ziya Gökalp, M. Emin Yurdakul, Yahya Kemal, Ülkücüler, Aleviler, Fethullah Hoca ve Mustafa Kemal’in yaklaşımlarını aktarmaya çalıştık. Gördük ki, her bir anlayış bir diğerinden farklı. Eminim ki bu her bir görüşün kendi mensupları arasında da ciddi farklılıklar var. Kitabî kaynaktan yoksun her bir Alevilik anlayışı çok farklı olduğu gibi. Alparslan Türkeş ile S. Ahmet Arvasi’nin de görüşleri farklı. Kenan Evren’in Atatürkçülüğü ile Oktay Akbal’ınki de farklı. Bir anlamda Maturidiyye ile Eş’ariyye, Hanefilik ile Şafilik, Alevilik ile Sünnilik, Nurculuk ile Süleymancılık. Nakşıbendilik ile Kadirilik, Mersin’de ki Müslüman ile Edirne de ki, köydeki ile kentteki, genç ile yaşlı. Aydın ile halk, kadın ile erkek zengin ile fakir Müslümanlığının farklı olduğu söylenebilir. Bu anlamda da Türk, Kürt, Arap, Boşnak, Acem, Endonezya Müslümanlığı tasnifi de yapılabilir. Bunlar, sosyolojik, psikolojik, sosyal-psikolojik, kültürel, coğrafi, etnik sınıflandırılmalardır. Fakat, bunlar belirleyici (dominant) değildir veya belirleyiciliği sınırlıdır. Bir başka sınıflandırmada da ortak ve benzer yönleri ortaya çıkabilir. Mesela Endonezyalı, Şafi, genç bir üniversiteli Müslüman ile, Türkiyeli, Hanefi, genç bir üniversiteli Müslüman, gençlik, üniversitelilik yönünden çok iyi anlaşabilirler ama onlar kendileriyle aynı mezhep, soy ve kültürden olan babalarıyla anlaşamayabilirler. Türkiyede’ ki Şiilerden bir kısmı ise kendilerini Atatürk’e çok yakın bulurken bir kısmı ise Humeyni’ye çok yakın bulabilir.59 Bazı Aleviler MHP’de buluşurken, bazıları da MHP’ye düşmanlıkta buluşabilir. İki görüş “Türk Müslümanlığı”nda buluşabilir. Zengin bir Kahireli Müslüman ile zengin bir İstanbul’lu Müslüman da birbirne çok benzerken, Suriyeli Nusayriler soydaşı ve komşusu olan bir Sünni’ye düşmanlık edebilir.

    Görüldüğü gibi bir fertten başlanarak aile, tarikat, ekol, mezhep ,millet, ümmet’e kadar birbiri içinde onlarca daire var. Bunlar sonuçta İslam ümmetinin içindedir ve onun bir unsurudur. Zira ümmet bütün unsurların toplamından meydana gelir. Bu mütedahil daireler birbiri aleyhine kullanılamaz, ayrılık sebebi yapılamaz, her şeyin üstünde görülemez. Millet veya Türk Müslümanlığı içinde durum bundan farklı değildir. Millet ümmet kadar, mezhep kadar geniş bir daire değildir.

    Sosyal Bir Olgu Olarak Türk Müslümanlığı

    “Türk Müslümanlığı” tanımlamasındaki "Türk" bir ırk ( kavim) veya millet adı veya bir kültürün adı olarak anlaşılabilir. Burada ırk adı olarak kullanılamayacağı açıktır. “Türk Müslümanlığı”ndan, Türk ırkından olanların Müslümanlığı anlaşılmaz. Anlaşılsa da hoş bir anlam ifade etmez. İslamiyet Musevilik gibi bir ırka mahsus bir din olmadığı gibi,bir ırkın İslamiyet’e katacağı bir şeyde olmaz.

    Milleti çoğunlukla aynı topraklar üzerinde yaşayan aralarında dil, duygu, ülkü, gelenek ve görenek birliği olan insan topluluğu olarak ele alırsak, “Türk Milletinin Müslümanlığı” anlamındaki “Türk Müslümanlığı” bir mana ifade eder. İslam’ın esasatına aykırı olmayan Türk gelenek ve görenekleri dinin kabul ettiği hatta hukuki bir değer izafe ettiği bir kaynak sayılabilir.

    Fakat Türk Müslümanlığı derken, "Türk" ten daha fazla Türk kültürünün kastedildiği anlaşılıyor ki bunun içinde de başta din olmak üzere, örf adet ve gelenek de doğal olarak var. fakat bir milletin kültürünün tarihin derinliklerinden günümüze kadar aynı kaldığı söylenemez. Türk kültürü bu açıdan 3 ana döneme ayrılabilir;

    1- İslam öncesi Şamanistik Türk kültürü 2- İslam Türk kültürü 3- Cumhuriyet dönemi, batı etkisindeki Türk İslam kültürü.

    Fethullah Hoca Türk Müslümalığın’dan 2. dönemi; İslam’ın esas teşkil ettiği, İslam-Türk Müslümanlığını anlarken, Ülkücülerde 1.ve 2.dönemin sentezini yapmak istiyorlar. Derin devletin toplum mühendisleri ise İslam’ın olmadığı 1.dönem ile İslam’ın etkisizleştirildiğin 3.dönemin sentezini yapıyorlar. Fakat 3.dönemdeki batı kültürünü esas ittihaz ediyorlar.

    Burada ki Türk ve İslam’dan İslam, Araplardan bize geçtiği için gayri milli sayılıp bazılarını tedirgin ederken, batı kültürünün gayri milliliği hesaba katılmı-yor. Keza İslam öncesi Türk kültürünün ve Şaman dininin milli kabul edilmesi de tartışmalı bir konudur. Şamanizm’in yüzde yüz Türk’e ait, katıksız bir Türk dini ve kültürü olduğu tespit edilebilir mi? Eğer Şamanizm İsmail Hami Danişmend’in dediği gibi Hz. İbrahime dayanıyorsa, Hz. İbrahim Yahudi ve Arapların ortak atası olduğuna göre, nasıl milli bir din sayılabilir? Türkler bin yıldır Müslümanlığı benimsemişler, Şamanizm kaç yıl Türk dini oldu? Şamanizm’in başka milletlerden geçmediği veya başka kültürlerden etkilenmediği söylenebilir mi? Milli din olur mu? Olmalı mıdır? Dünyanın neresinde başka millet ve kültürlerden etkilenmemiş saf ve katıksız bir kültür var? Böyle bir kültür var sayılsa bile ileri ve gelişmiş bir kültür sayılabilir mi?

    İslamlık öncesi Türklerin eski Hint, Çin, Fars, Mezopotamya, Roma, Mısır, İnka, Aztek gibi önemli ve kayda değer bir kültür ve medeniyet ortaya koyduklarına dair bir bulgu olmadığı, ancak İslam’dan sonra Selçuklu ve Osmanlı gibi çok önemli bir kültürel ve siyasal organizasyona sahip oldukları su götürmez bir gerçektir. Yine, bugünkü kültürümüzden İslamiyet ve tezahürlerini çıkarırsak elimizde, mimari, edebiyat, musiki adına pek bir şey kalmayacağı ortadadır. Hal böyle iken İslam öncesinden ne bulabiliriz? Bulduğumuzdan ne alabiliriz? Aldığımız bize ne sağlar?

    Aynı şekilde Batı medeniyetinin müspet ilim ve tekniği (güzellikleri) dışında nesine muhtacız?60 Şu anda yaptığımız, Avrupa’-nın elde edilmesi zor olan güzellikleri yerine, nefsin aşağılık isteklerine uygun günahlarını almak değil midir? 61 Biz iki tür Avrupa dan müspet olanın da kendimizi bulmuyor muyuz? Bediüzzaman "Avrupa ikidir. Birisi, İsevilik dini hakikisinden aldığı feyiz ile hayat-ı içtimaiye-i beşeriye ye Şafi sanatları ve adalet ve hakkaniyete hizmet eden fünunları takip eden Avrupa dan" söz etmiyor mu? 62 Avrupa ve Amerika dan getirilen sanat aslında İslamiyet’in malı değil mi? 63 Avrupa da İslamiyet’e ihtiyacını anlamadı mı?64 Avrupa İslamiyet’e hamile değil mi? 65

    İnanç ve Adet Münasebeti

    Toplumların sahip oldukları yüksek değerlerin hayata yansıması demek olan inançlar ve adetler, birbirini tamamlayan bir bütünün iki eşit parçaları gibidirler. Her ikisinin de ortak noktası ise, devamlı yâdedilmesi ve tekrarlanmasıdır. Farklı yanları ise, "adet", en uygun hareket tarzının seçilmiş olması halidir veya "tabiat-ı selime yanında makbul olan tekrarlanmış işlerin gönüllere yerleşmesi halidir." İnanç, daha çok düşünce planında olup, uygulama olarak hayata pek yansımayan, ama hayatın öyle işlemesini düzenleyen muharrik bir güç olarak geri planda duran bir özellik gösterir. Yani inanç bir duygu ve düşünce hareketi halinde, insanın iç dünyasına hakimdir. Adet ise, pratikte hemen kendini gösterir. onun sahası yaşayan hayatın kendisidir. Hayata yansıyan inanç, tekrarlanıp durdukça, adet halini alır. Tabi ki bu, kaynağı unutulmuş bir inanç ögesi ile ilgilidir. Ama inanç ögesi kaynağı ilahi dinler veya felsefi düşünceler ise ve bu biliniyorsa bunun hayata yansımasına adet diyemeyiz, bilakis o şuurlu bir harekettir.66

    İslam ve Halk İnançları

    İslam dan önce, cahiliye deki halk inançları ile İslam’ın münasebetleri konumuzu izah bakımından büyük öneme haizdir. Böylelikle Türklerin Müslüman olurken aynı zaman da Araplaşıp Araplaşmadıkları da anlaşılabilecektir. Bunlar sosyal hayatla ilgili, dini hayatla ilgili ve sağlıkla ilgili halk inançları olarak üçe ayrılır. Hz. Peygamber halk inançlarının bir kısmını ilga, bir kısmını ıslah, bir kısmını da ibka etmiştir.

    Hz. Peygamberin ilga ettiği (kaldırdığı) halk inançları

    1- Uğursuz sayma (Teşeüm) 2- Kâhin ve Araflara başvurarak gayp hakkında bilgi edinme 3- Tevhit fikrini zedeleyen her şey 4- Fal okları (Ezlam) 5- Büyü ve sihir 6- Her türlü şirk düşüncesi 7- Melekler, cin ve şeytan hakkındaki yanlış inançlar 8- Delir (Arap kaderciliği) inancı 9- Putçuluğun her şekli 10- Temaim adlı muskalar 11- Sosyal hayatta halkın köleler hürler ve mevali (azat edilmiş köleler ) olarak sınıflara ayrılması.

    Hz. Peygamberin ıslah ettiği Halk inançları

    1- Tanrı inançlarında ki yanlış anlayışlar giderilip Tevhit anlayışı ikame edilmiştir. 2- Ahıret bas ve neşr inançları doğru şekliyle tekrar ortaya konmuştur. 3- Mekke ve Kabe konusundaki aşırılık giderilmiştir. 4- Asabiyet düşüncesindeki aşırılık giderilip yakınlara sevgi ve ilgi konulmuştur.

    2- 5- Rukye (dualar okuyarak tedavi etme) inancı ıslah edilmiştir. 6- Hacamat uygulaması ıslah edilmiştir. 7- Yarayı dağlama en son çare olarak kabul edilmiştir.

    Hz. Peygamberin ibka ettiği (aynen bıraktığı) halk inançları

    Tevhide zarar vermemek, şirki ihsas etmemek şartıyla bir çok inanç ibka edilmiştir.

    1- Ateşli hastaları su ile serinletme 2- çörek otu ile tedavi 3- Tiryak, bal şerbeti ile rahatlama 4- Zemzem ve Hacerü’l – esved hakkındaki (aşırı abartmaları ıslah ederek) ibka.

    Hicaz bölgesi halk inançlarında ve kültüründe eski Mısır’ın ve kuzeyde Mezopotamya’da kurulmuş olan Sümerler, Asurlar ve Babiller’in izlerine rastlanmaktadır. Böylelikle, Anadolu da ki halk kültürüyle benzerlikler görülmektedir. 67

    İslam Kültürünün Oluşmasında Hicaz Bölgesi Halk İnançları

    Yukarıda açıklamalarımızda da görüldüğü gibi Hicaz halk bölgesinde ki halk inançları, Tevhit inancı ekseni etrafında yeniden düzenlenmiştir. Ancak şunu kabul etmeliyiz ki Hz. Peygamber’in vefatından sonra, geçmişte sahip olunan ve Tevhit inancına ters düştüğü için ilga edilmiş olan bir takım halk inançlarının tekrar ihya edilmiş olduğunu görüyoruz. Bunların bir kısmı aynen eski inançların ihyası şeklinde tezahür ederken, bir kısmı da İslami bir görüntü sergileyerek tekrar yaşatılmaya çalışılmıştır.

    Fetihler’le kısa zamanda, çok geniş bir coğrafyaya yayılan İslam, bu kültürlerle etkileşime girerek bazı değişimlere uğramıştır. Bunların bir kısmı İslam’ın cevaz verdiği folklorik unsurlar iken, bazen cevaz vermediği anlayışlarda, İslam kültüründe zaman zaman yer almıştır. İslam Medeniyetinde, inanç esasları dışında maddi medeniyet ve kültür unsurların eski medeniyetlerdeki izine rastlamak mümkündür. Zaten, kendi içinde kapalı bir medeniyet doğup geliştiği görül-memiştir.

    İslam kültürünün temelini teşkil eden "İslamî ilimler", Ehl-i Sünnet" gibi bazı kavramlar hicri III asırda artık birer disip-lin haline gelmiştir. Fakat bunun yanında iptal ve ilga edilmiş olan bazı cahiliye adet ve inançlarında yer yer ihya olmuş hatta hatta bazı eserlere dahi yansımıştır. Bunlara birkaç örnek verirsek:

    Asabiyet düşüncesi; Efendimizin vefatından sonra, Hilafetin kimden olacağı ve kimin hangi kabilenin üstünlüğü tartışılmıştır. Bu konudaki ehliyet ve liyakat anlayışına karşı soy üstünlüğü gündeme getirilmiştir.68 Daha sonrada Emeviler asabiyeti devlet politikası haline getirerek, Araplar için de Kureyşliliği, Arap olmayanlara karşıda Araplığı üstünlük sebebi saymışlardır. Fakat, Abbasi Selçuklu ve Osmanlılarda böyle bir asabiyet pek görülmemiştir.69

    Uğursuz sayma ve uğurlu kabul etme; Efendimiz ilga ettiği halde, baykuş ve karga ötüşü, köpek uluması, yolda önünden yılan, kara kedi domuz gibi hayvanların geçmesi gibi şeyler uğursuz sayılmaya (teşeüm) devam etmiştir. uğurlu sayma (tefeül) ise yer yer fal bakmaya dönülmüştür.

    İlga edildiği halde, nazardan korunmak, için mavi boncuk, at nalı, tavşan ayağı gibi nazarlıklar ortaya çıkmış, sihir ve tılsımlar ile ilgili muska ve temaimler görülmüştür.

    Bütün bunların sebebi olarak şuur altına yerleşmiş eski inançların uyanmasındaki kolaylık, Kur’an ve Sünneti bilmeme, doğru bilgi, sağlam irade ve salih amel esaslarındaki zayıflık ve eksiklik gösterebilir.

    Bir taraftan fetihler sonucu yeni kültürlerden etkilenme bir taraftan da cahiliyye düşüncesinin tekrar ve yer yer ihyası Bid’at kavramını gündeme getirmiş. Alim ve Salihler bunlarla mücadele etmiş ve Hicri II. asır "Bid’atlar doktrini" halinde ortaya çıkmıştır. 70

    Türk-İslam Kültüründe Halk İnançları

    Türk İslam Kültüründen, Türklerin İslamiyet’i kabul ettikten sonra ne derece etkilendikleri, İslam kültürü içinde eski inanç unsurlarını nasıl korudukları veya İslamlaştırdıklarını, İslam’ı yorumlayış biçimlerinden anlıyoruz.

    Türkler, gerek ırk olarak gerekse yaşayış biçimi olarak Araplardan çok farklıydılar. Cömertlik, kahramanlık, civan mertlik gibi güzel hasletlerde benzerlik olsa da ayrılan ciddi yönleri bulunmaktadır.

    Türkleri de Araplar, Acemler ve diğer Müslüman milletler gibi İslam’ı kabul etmiş olmalarına rağmen, kopamadıkları bir takım gelenek ve inançları da İslam’a taşımışlardır.

    Selçuklu hükümdarları takip ettikleri İslami siyaset bakımından Sünniliği savunmalarına, medreselerin yetiştirdiği kimselerinde bu konuda kendilerine büyük ölçüde yardımcı olmalarına rağmen Müslümanlığı kabul etmiş olan göçebe Türkmenler gerçekte eski milli geleneklerinin etkisi altında idiler. Onlar fakihlerin kendilerine çok karışık ve sıkıntılı gelen vaazlarından çok, kendi "Kam" ve "Ozan" larının telkinlerine tabi idiler. Bu anlayış sonrası bir çok eski Türk inancı ya aynen Müslüman Türkler arasında yaşanır hale geldi veya İslami bir kılıfa büründü. Mesela Türkmenler arasında görülen "baba" "ata" lakaplı Sofiler eski "Kam"lardan kalma bir kutsallık havası içinde faaliyet göstermekte idiler. XI yy da yazılan "Kutatgu Bilig" ile Dede Korkut hika-yelerinde eski Türk töresi ile İslam’ın nasıl uzlaştırılmaya çalışıldığını, Türk kültürünün İslami bir örtüye büründüğü görülmektedir. Bunun bariz bir ifadesi olarak şu satırları okuyabiliriz.

    "Bunlardan sonra, efsuncular gelir; cin ve perilerden gelen hastalıkları bunlar tedavi eder.

    Bunlar ile de görüşmek, tanışmak gerektir. Cin ve peri çarpmasından gelen hastalıkları okutmak lazımdır.

    Eğer sana faydasının dokunmasını istersen, ey mert yiğit onlara karşı da iyi muamele et.

    Gün ve ayların kutlusu olduğu gibi kutsuzu da vardır; bunları sor ve kutlu olanını seç; ey temiz kalpli insan."

    Görüldüğü gibi bu beyitlerde İslam’ın yasakladığı büyü, efsun kabul ediliyor; büyücü ve efsuncularla tanışmanın zorunlu olduğu vurgulanıyor. Uğur ve uğursuzluk inancı da kabul edilerek gün ve ayların hangisinin kutlu-uğurlu olduğunun araştırılması gerektiği anlatılıyor.71

    Türk kültürünün İslami görüntü altında devamı ile ilgili olarak şu örnek ilginçtir:

    Manas destanında geçtiğine göre, "Manas’ın karısı, oğlu Simetey’e sefere hazırlandığı sırada babasının rununa kurban keserek, kurban etinin kazanda kaynama şekline bakıp, seferin başarılı olup olmayacağını tavsiye ediyor. "Akşam namazını kıl, ak boz kısrağını kurban kes, kestiğin yerde pişir. Kaynayan kazanda köpük peyda olursa babanın dirildiğini (razı olup sevindiği) demektir. Kazanda kara kan görünürse babanın ölmesi (razı olmaması) demektir. Bu hali gördükten sonra vay babacığım diye çağır ve eve doğru gel". Daha sonra Anadolu’da görülecek bir çok Dini- Siyasi olaylarda bugünkü Anadolu Alevilerinin dini anlayışlarında bunları doğrulayacak bir çok unsurları, görmek mümkündür.72

    Kırgız- Kazak baksılarının dua ve afsunlarının Davut, Nuh ve başka peygamber ve meşayih adları çıkarılırsa, Altay kamlarının afsun ve ilahilerinden farksız olur. Bu baksılar, "peygamber" diye bir çok şüpheli adlar (mesela Mayınsık peygamber, Anadyar peygamber, Avşadyar peygamber) zikrettikleri gibi, veliler arasına Cengiz Han’ı, Öküz, Kaçkar (koç) Sarı kızları da sokarlar.

    İslam öncesi Türk inancında "Atalar kültürü" önemli bir yer tutar. Diğer bütün kavimlerde de görülen, geçmişin iyi olduğu ve taklit edilmesi gerektiği inancı Türk Atalar Kültürü de tamamen dini bir yapıya kavuşmuştur. Atalar kültürü, geçmiş nesilleri (ataları) tazim etmek, onlar için kurban kesmek, hayır ve şerrin sebebi olarak onları görmek ve onlardan yardım dilemek gibi yönleriyle inanç ve yaşantıda kendini gösterir (Bu inançlar müşrik Araplarda da oldukça yaygındır.) Bu inançların İslami dönemde yatır ve türbelere yönelik olarak inanılmaya ve uygulamaya devam ettiğini görmekteyiz.

    Eski Türk kültüründe yarı tanrısal bir özelliğe sahip, hatta insandan daha ziyade tanrı olmaya yakın Hakanlar Osmanlı zamanında hakanların umumiyetle Zill Allah fil Alem (Allah’ın dünyadaki gölgesi) unvanına dönüşmüştür.73

    Eski Türklerde ve cahiliyye Arap-larında ortak inançlar; sihir ve büyüsel güçlere inanmak, at nalı, iğde ağacı dalı,vs takmak, tenha ıssız yerlerden geçerken "Tu destur…" demek, uğurlu yerler, uğurlu taşlar edinmek, oralara karşı saygı duymak, köpek ulumasını, baykuş ötmesini kötüye yorumlamak, fal baktırmak, geleceği araştırmak gibi daha pek çok inanç sayılabilir. Hıdırellez, nevruz inançları, iye kavramı, yersular, kara iyeler, ersular, al bastı inancı gibi inançlarda yaşatılmaktadır.74

    Bu veriler açısından bakıldığında “Türk Müslümanlığı”; İslamdan önceki Türk inançları ile, İslam dan sonraki başka kültürlerden geçen fakat ortak yönleri İslam’la bağdaşmayan inançların İslami bir renk ve görüntüye bürünmesi sebebiyle İslamî sayılmasıdır.

    İlginç bir nokta da Şamanizm’in Hz. İbrahim’e dayandığı tezinde ortaya çıkarıyor. Şamanizm Hz. İbrahim’e dayanır mı bilinmez ama müşrik Arapların dininin İbrahim peygamberin dininin tahrif ve tağyir edilmiş şekli olduğundan şüphe yoktur. Zira onun oğlu İsmail ile birlikte inşa ettiği Kabe ve çevresini zemzemi kutsal biliyor Hac ve Umre yapıyorlardı. Şamanizmin’de bir ihtimal Hz. İbrahime dayanması kabul edilse bile tağyir ve tahrif edişmiş batıl bir din olduğundan kuşku duyulmaz.

    İslam öncesi dönem dikkate alındığında Türkler kadar çok din değiştiren bir kavme rastlamak zordur. Din değiştirmeseler bile İslam sonrası dönemde, devlet, dil, kültür değiştirme özelliği hala devam etmiştir. Türklerin çok devletçi bir kavim oldukları bu nedenle yirmiyi aşkın devlet kurdukları konusu da onların bu özelliği ile yakından ilgilidir.75

    28 Şubat Süreci ve Türk Müslümanlığı

    1997 de kurulan Refah partisi ile Doğru Yol partisi koalisyonu başta kartelci medya, iş dünyası (TÜSİAD, Sendikalar), Askeri kanat ve çeşitli sivil toplum örgütlerince büyük tepkilerle karşıl andı. İki binli yıllara girerken, demokrasi, insan hak ve hürriyetlerinin ve globolizmin gündeme ağırlığını koyduğu bir dünya konjonktöründe, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ilk beş vakit namaz kılan başbakanı ve çoğunluğu oluşturan dindar bakanların iktidarında dini hayatımız ile ilgili çok ağır kararlar hükümete dayatılıyordu. Ülkeyi 1930 ların tek parti diktatöryasına götürecek kararlar işte bu hükümet tarafından uygulanacaktı. Elinden bir şey gelmeyen hükümet istifa da etmiyor çaresizlik içinde olanları seyrediyor kendine verilen bu ağır görevleri-istemeye-rek te olsa-ifa ediyordu.

    Bu durum fazla uzun sürmedi, derin devlet bu işi istemeyerek değil, canı gönülden isteyerek yapacak Ana-Sol- D hükümetini kurdurmuştu bile. Bu hükümetin başbakanı Mesut Yılmaz iyi bir yer ve zamanlamayla, Hacı Bektaş’ı anma törenlerinde (Alevi-Bektaşi vatandaş-larımıza hitaben) "Dinimizin ithal Arap ve Acem karışımı gerici zihniyetlerin etkisinden kurtulması gerekir" deyiverdi.

    Sabah Gazetesi 31.8.1998 tarihli nüshasında "Türk Müslümanlığı" manşetini atarak, Hava Kuvvetleri Komutanı İlhan Kılıç’ın Başbakan Yılmaz’dan esinlenerek "Türk Müslümanlığı" kavramını geliştirdiğini yazdı. Habere göre Orgeneral Kılıç;"Türk Müslümanlığı sayın başbakanın ifadelerinin parelelin de yeni bir kavram" "Güzel dinimizin çağdaş Türk Müslümanlığı rengini karartmak isteyenlere önem ve fırsat vermeyin" dedi. İbadetin dili başlığı altında da Kılıç’ın "Türk Müslümanlığı" kavramının ardından, Türkçe ibadet konusunun yeniden gündeme gelmesi bekleniyor. Kılıç bir süre önce hava şehitlerini anma töreninde Türkçe Kur’an okutarak bir ilke imzasını atmış, "Arapçasını anlayamıyoruz, Türkçesi okundu ne kadar güzel oldu" demişti.

    Tabloyu özetlersek; 28 Şubat Dönemin bi başbakanı Bektaşi-Alevi vatandaşlara hitaben; din, ithal Arap ve Acem karışımı gerici zihniyetlerden kurtulmalıdır diyor. Bu bir kuvvet komutanına ilham veriyor ve “Türk Müslümanlığı” Türkçe ibadet gündeme alınıyordu. Böylelikle çok önemli bir dini ve sosyolojik kavram, ilahiyat konusunda değil uzman olmak, eğitim bile almamış kişilerce emir komuta zincirine uygun olarak kültürel ve sosyal hayatımızda yerini almış oluyor.

    Hemen tepkiler gelmeye başlıyor Sabah’tan Güngör Mengi "Aslında bu kavram bir önerme değil laik Cumhuriyetin din ve vicdanlara özgürlük tanıyan politikalarına yeni bir isim olabilir" diyerek bin yıldır aslına uygun olarak insanımızca yapılanmakta olan ibadetin devlet politikası halinde bir başka dilde yapılması durumunu din ve vicdan özgürlüğü kabul ediyor.

    Cumhuriyet’ten, Ahmet Taner Kışlalı (23.9.1998’de) köşesinde "Göçebe Türklerde Şamanizm vardı, kadında kutsal bir güç olduğuna inanılıyordu. Din görevlisi demek olan Şamanlar genellikle kadındı, Şaman erkek olduğunda da dinsel törenlerde kadın giysileri giyiyordu" diyerek kadın giysileri giymiş din adamına duyduğu özlem ile bize yeni ufuklar açıyordu. Yine "Arapça ezan beni etkilemiyor. Ama çocukluğumun Türkçe ezanını unutamıyorum, Arapça dualar beni pek etkilemiyor…… Ama Türkçe Mevlid’den duygulanıyorum" diyerek ne kadar da dindar olduğunu anlamış oluyorduk. " Bir Yasin suresinin Arapçasını dinleyin ………Bir de Atatürk’ün yaptırdığı Türkçesini" . Bir tarafta Allah lafzı olan Yasin diğer tarafta Atatürk’ün yaptırdığı Türkçesi ve güzel olan ikincisi.

    Bu sırada başka bir destekte MHP’den geliyor. MHP Genel Sekreter yardımcısı Nazif Okumuş. "Biz bu görüşü Türk- İslam ülküsü adı altında yıllardır savunuyoruz. İslam’ın Arap adet ve kültüründen uzak olarak, rafine ederek, ibadet olarak kabul edip yaşanmasını istiyoruz" der.

    Bir başka ülkücü "Türklük kanımız, İslam canımız" ve "İslam’a göre Milliyetçilik" kitaplarını yazarı, eski müftü, sosyolog Doç.Zekariya Beyaz’da Haşim Akman’a verdiği röportajda Türk-İslam terkibi ve Türk-İslam sentezinin, Türk Müslümanlığı olduğunu savunuyor. Beyaz’a göre Türk Müslümanlığı kavramı ırkçılık değil, Müslümanlık kisvesi altında yapılan Arap ırkçılığına karşı bir meşru müdafaadır. Osmanlı da bilinçsiz şekilde Müslümanlıkla Araplığı ayıramamışız" "Komutanların bunu farketmesi gelişmedir." "Türk Müslümanlığı, Türk milletinin güzel gelenekleri ve zengin kültürünün İslam ile kaynaşmasından oluşmaktadır".

    Akman soruyor: Türk Müslümanlığı telaffuz edildiği günden beri devletin Aleviliğe yaklaşımı değişti, Cumhurbaşkanı ve Başbakan, Hacı Bektaş şenliklerine katıldı.

    Burada bir taraftan Alevi kardeşlerimize, “sizi ihmal ettim uzak kaldım kardeşlerim” diyor, takviye ediyor, "Ayağa kalkın, görev başına" diyor. Öbür tarafa, radikallere diyor ki, “dini alet etmeyin, bakın burada bunlar var” diyor; kontra yapıyor.

    FP Grup Başkan Vekili Salih Kapusuz "Müslümanlık ırk kabul eder, ama ırkçılığı reddeder. Tek bir İslam vardır o da Allah’ın peygamberimiz aracılığıyla bütün insanlığa gönderdiği İslam’dır. Suriyelinin, Mısırlının ve İranlının Müslümanlığı diye bir şey olamaz. Böyle bir ayırım tarihin hiçbir döneminde olmamıştır. Yeni icat ediliyor." dedi.

    FP Genel Başkan Yardımcısı Abdullah Gül ise "Müslümanlığın ırk, cinsiyeti olmaz. Ama her ülkenin bazı gelenekleri üslubu olmuştur. Müslümanlığın müsaade ettiği çerçevede ona ters düşmeyecek şekilde bu gelenek ve üslup dine yansıyabilir." dedi.

    Ahmet Turan Alkan Türk Yurdu dergisinin Mart-Mayıs 99 sayısında "Galiba bütün problem, "milli ve milliyetçilik" konularına son yüzyılda kazandırdığımız kutsallıktan doğuyor…. Gayrı milli bizim için dünyanın sonu demek, "milli" ise başta din olmak üzere, kültürümüz, geleneklerimiz bizi başkalarından farklı ve aziz kılan her şey…… Bu yaklaşım muhteviyatındaki kutsallaştıran faktörlerden ötürü milli ve milliyetçilik kavramlarının "anlama" ve "tenkitin" dışına bir mevkiye bir inanç mevziine yerleştiriyor". dedi.

    Bu sırada tarihçi Cemal Kutay 400 sayfalık bir kitap yayınlıyor adı: Atatürk’ün beraberinde götürdüğü hasret; Türkçe ibadet. Ana dilimizle kulluk hakkı.

    İslama Göre Türk Müslümanlığı

    Türk Müslümanlığı’na taraftar olan her bir kişinin ve görüşün saik ve değerlendirmesi farklı olmakla birlikte, ortak yönleri olarak bu kavramın Türklüğe uygun olduğu ve Türklükçe benimsenebileceği yönündedir. Hatta bazılarına göre ancak Türk Müslümanlığı makul ve meşrudur, bunun dışındakiler gayri meşrudur. Fakat İslam’ın bu konuda ki hükmü nedir? İslam “Türk Müslümanlığı”nı veya başka bir Müslümanlığı tecviz ediyor mu? Bunun için önce bid’at kavramını gözden geçirelim. Bidat’ın sözlük manasını benzeri bulunmayan, evvelce görülmemiş bir şey icat etmek ve ortaya koymaktır. Istılahta ise iman ve ibadet hayatına katma-artırma veya eksiltme teşkil eden ve dince makbul olmayan iş ve davranışlardır.76 Bu durumda Türklük ve Müslümanlığı birlikte ele almak veya İslamı Türklüğün icabatına göre değerlendirmekte bir çeşit bid’attır.

    “Türk Müslümanlığı” taraftarlarından bir kısmı geçmişte ve halen yaşanmakta olan (sosyal olgu) İslam’ı isimlendirmek ve övmek için bu terime sarılırken, çoğunluğu teşkil edenler ise, yaşanan İslam’ı, Arap ve Acem etkisinde gerici ve gayri milli bir zihniyet olarak değerlendirip Türkleş-tirmenin yollarını ayırıyorlar. (Toplum-sal proje) ikincisinin şiddetli bir bid’a olduğu açıktır. Birincisi ise, mevcut İslami hayatın gayri islami yönleri de din adına kabul edildiğinde şüphesiz ki bid’at’tır.

    Bid’atın hükmü; "Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselem ferman etmiş "El yevme ekmeltüm leküm diniküm" yani "Küllü Bid’atün dalaletün ve küllü dalaletün finnar", sırrı ile karait-i şeriat-ı garra ve desatir-i sünnet-i seniyye tamam ve kemalini bulduktan sonra, yeni icatlarla o düsturları beğenmemek veyahut haşa vekellâ-nakıs görmek hissini veren bid’atları icat etmek dalalettir, ateştir".

    Bid’at’la ilgili bu genel hükümden sonra millet ve milliyetle ilgili iki tür bid’ati ele alalım.

    Tahribatçı ehl-i bid’a iki kısımdır.

    Bir kısmı – güyâ din hesabına, İslamiyet’e sadakat namına – güya dini milliyetle takviye etmek için, "Zaafa düşmüş din şecere-i nuraniyesini, milliyet toprağında dikmek, kuvvetleştirmek isti yoruz" diye, dine taraftar vaziyeti gösteriyorlar.

    İkinci kısım; millet namına, milliyet hesabına, unsuriyete kuvvet vermek fikrine binaen, "Milleti, İslamiyet’le aşılamak istiyoruz" diye, bid’aları icad ediyorlar.

    Birinci kısma deriz ki: Ey "sadık ahmak" ıtlakına masadak biçare ulemaü-s-su veya meczup,akılsız, cahil sofiler! Hakikat-i kainat içinde kökü yerleşmiş ve hakaik-ı kainata kökler salmış olan şecere-i Tüba-i İslamiyet, mevhum, muvakkat, cüz-i, hususi, menfi, belki esassız, garazkar, zulümkâr, zulmani unsuriyet toprağına dikilmez. Onu oraya dikmeye çalışmak, ahmakane ve tahripkarane, bid’akarane bir teşebbüstür.

    İkinci kısım milliyetçilere deriz ki: Ey sarhoş hamiyetfüruşlar! Bir asır evvel milliyet asrı olabilirdi. Şu asır, unsuriyet asrı değil. Bolşevizm, Sosyalizm meseleleri istila ediyor, unsuriyet fikrini kırıyor; unsuriyet asrı geçiyor. Ebedi ve daimi olan İslamiyet milliyeti, muvakkat, dağdağalı unsuriyetle bağlanmaz ve aşılanmaz. Ve aşılamak olsa da, İslam milletini ifsad ettiği gibi, unsuriyet milliyetini dahi ıslah edemez, ibka edemez. Evet, muvakkat aşılamakta bir zevk ve bir muvakkat kuvvet görünüyor, fakat pek muvakkat ve akıbeti hatarlıdır. 77

    Görüldüğü gibi değil millet ve milliyet hesabına, din hesabına ve ona sadakat namına dahi olsa bu tür aşılamalar (sentez-ler ) hakikatsizdir. Hem İslam ümmetine, hem de Türk milletine zararlıdır. Elde geçici bir zevk ve geçici bir kuvvet görünür, fakat sonucu ziyandır.

    “Türk Müslümanlığı”nın perde arkasında, dindar insanları rahatsız etmekten başlayan, dinde reforma kadar gidecek vüs’atte gizli, tahripkar bir plan yatıyor. Fakat şimdilerde bunun en önemli enstürumanı "Türkçe ibadet" tir. Türkçe ibadet içinde, önce Türkçe Kur’an gerekiyor. Kur’an’ın asli lafzı dışındaki bir tercümesi Kur’an yerine geçer mi? Bunun için Kur’an nedir önce ona bakalım.

    "Kur’an insanlara hem bir kitab-ı şeriat, hem bir dua, hem bir kitab-ı hikmet, hem bir kitab-ı ubudiyet, hem bir kitab-ı emir ve davet, hem bir kitab-ı zikir, hem bir kitab-ı fikir… mukaddes bir kütüphane hükmünde bir kitab-ı semavidir."

    Kur’an’ın Semaviliği, zikir ve ubudiyet kitabı olması asli lafzını mecbur kıldığı gibi, kitab-ı şeriat, kitab-ı emir ve davet olması da derin devletin kabul etmediği bir husustur.

    Türkçe ibadet ile ne yapılmak isteniyor? Ku’an’ın hakiki bir tercümesi yapılabilir mi?

    "İşittim ki en dehşetli ve muannid bir zındık, Kur’ana karşı su-i kastını, tercümesiyle yapmaya başlamışl. Ve demiş ki: "Ku’an tercüme edilsin, ta ne mal olduğu bilinsin diye, dehşetli bir plan çevirmiş.

    Fakat Risale-i Nur’un cerh edilmez hüccetleri kati ispat etmiş ki, Ku’an’ın meziyetlerini ve nüktelerini başka lisan muhafaza edemez. Ve her bir harfi on adetten bine kadar sevap veren kelimat-ı Kur’aniyenin mu’cizane ve cemiyetli tabirlerinin yerini beşerin adi ve cüz-i tercümeleri tutamaz, onun yerine camilerde okunmaz, diye Risale-i Nur her tarafta intişarıyla o dehşetli planı akim bıraktı." 78

    Tükçe ezan, namaz ve Ku’an’ın ne gibi zararları olur?

    "Elfaz-ı Kur’aniye ve tesbihat-ı Nebeviyenin lafızları, camid libas değil, cesedin hayattar ciddi gibidir. Libas değiştirilir, fakat cild değişse, vücuda zararlıdır. Belki namazda ve ezandaki gibi elfaz-ı mübarekeler, mana-i örflerine (bilinen alışılan mana) alem ve nam olmuş-lardır. Alem ve isim ise, değiştirilmez.

    Ezan gibi ve namazın tesbihatı gibi ve her vakit tekrar edilen Fatiha ve Sure-i İhlas gibi hakaikleri, başka lisan ile ifade etmek çok zararlıdır. Çünkü, menba-ı daimi olan elfaz-ı İlahiye ve Nebeviye kaybolduktan sonra, o daimi letaifin hisseleri de kaybolur.

    Hem her harfin laakal ( en az ) on sevabı zayi olması; ve huzur-u daimi, bütün namazlarda herkes için devam etmediğinden, gaflet içinde, tercüme vasıtasıyla insanların tahribatı, ruha zulmet vermesi gibi zararlar olur." 79

    Kur’an lafızları cesedin cildi gibidir, elbise değiştirilebilir ama cilt (deri) değiştirilemez, değişse zararlıdır. Türkçe ibadet halinde daimi bir kaynak olan İlahi Nedevi lafızlar kaybolur sonra o daimi duygular ve hisselerde kaybolur.

    "İ’lem eyyühel-aziz! Ku’an’ın i’cazı, tahrifine bir seddir. Evet, madem Kur’an mucizedir, beşer onun taklidini yapamaz. Ayetleri başka kelamlar ile tebdil edilmekle, tahrif ve tağyiri mümkün değildir. Çünkü, müfessir, müellif, mütercim, muharref üslupların kisvelerini ayatın kisvesiyle iltibas ettiremezler. Ayetlerde i’caz damgası vardır. O damganın altında olmayan kelamlar, ayet addedilemez. Öyle ise, i’caz, tahrif ve ta1ğyiri kabul edilemez."

    Ku’an’ın Kelimelerini Değiştirmek Şer’an Mümkün müdür?

    "Evet nasıl İmam-ı Azam d emiş: "La ilahe illallah, tevhide alem ve isimdir". Biz de deriz:

    Kelimat-ı tesbihiye ve zikriyenin, hususan ezanda ve namazda olanların ekseriyet-i mutlakası,alem ve isim hükmüne geçmişler. Alem gibi, mana-i lügavisinden ziyade, manay-ı örf-i şer’i-sine bakılır. Öyle ise, değişmeleri şer’an mümkün değildir. Her mü’minin bilmesi lazım olan mücmel manaları, yani, muhtasar bir meali ise, en ami bir adam dahi çabuk öğrenir. Bütün ömrünü İslamiyet’le geçiren ve kafasını binler malayaniyetle dolduran adamlar, bir iki haftada hayat-ı ebediyesinin anahtarı olan şu kelimat-ı mübarekenin meal-i icmalisini öğrenmemesine nasıl mazur olabilirler, nasıl Müslüman olurlar, nasıl akıllı adam denilirler?

    Ve öyle heriflerin tenbellikleri hatırı için o nur menbalarının mahfazalarını bozmak kar-ı akıl değildir.

    Hem, Sübhanallah diyen, hangi millet olursa olsun Cenab-ı Hakkı takdis ettiğini anlar. İşte bu kadar kafi gelmez mi? Eğer manasına kendi lisanıyla müteveccih olsa, akıl noktasında bir defa taallüm eder. Halbuki günde yüz defa tekrar eder. O yüz defa, aklın,hisse-i taallümünden başka, lafızdan ve lafza sirayet eden ve imtizac eden meal-i icmali, çok nurlara ve feyizlere medardır. Bahusus, tekellüm-ü ilahi haysi yetiyle aldığı kudsiyet o kudsiyetten gelen feyizler. Ve nurlar, çok ehemmiyetlidir.

    Elhasıl: Zaruriyat-ı diniye mahfazaları olan elfaz-ı kudsiye-i ilahiyenin yerine hiçbir şey ikame edilemez ve yerlerini tutamaz ve vazifelerini göremez.

    Amma, nazariyat-ı diniyenin mahfazaları olan elfazlar ise, değiştirilmeye lüzum kalmaz. Çünkü, nasihat ile sair tedris ve talim olan ve vaaz ile o ihtiyaç mündefi olur. (o ihtiyaç görülür.) 80

    Bize kalırsa bir cisimde, Nasıl ki bir cisim neşv ü nema için, tevessü meyli bulunur. O meyl-i tevessü ise- çünkü dahildendir – vücud ve cisim için bir tekemmüldür. Fakat, eğer hariçte tevsi için bir meyil ise, o vücudun cildini yırtmaktır, tahrip etmektir; tevsi değildir. Öyle de, İslamiyet’in dairesine selef-i salihin gibi takvay-ı kamile kapısıyla ve zaruriyat-ı diniyenin imtisali tarikıyla dahil olanlarda meylü’t tevessül ve irade-i içtihad bulunsa; o kemaldir ve tekemmüldür. Yoksa, zaruriyatı terk eden ve hayat-ı dünyeviyeyi hayat-ı uhreviyeye tercih eden ve felsefe-i maddiyeye ile alude olanlardan olan meylü’t-tevsi ve irade-i içtihad, vücud-u İslamiyeyi tahrip ve boynundaki şer’i zincirini çıkarmaya vesiledir. ( Sözler 443)

    Sosyal Olgu

    İslam’ın zuhurundan itibaren 14 asır geçmiş, neden ilk 13 asırda değil de, son asrında zaman zaman “Türk Müslümanlığı” gündeme geliyor? Ve herkes farklı anlasa da ummadık bazı çevreler de onay buluyor. Şüphesiz bu onayda herkesin saik ve gerekçesi farklıdır ve bir çok sebepten ilgi çektiği söylenebilir. Fakat en genel ve en mühim sebebi şu olabilir. "Meslekler, mezhepler ne kadar batıl da olsa içinde ukde-i hayatiyetini hükmünde bir hak, bir hakikat bulunur." 81 sırrınca müspet ve hak bir yönünün olduğu söylenebilir. Tabi ki gene de bakmamız gereken kavramın "galip vasfı" dır, yoksa ona hayatını veren cüz-i bir hak ve hakikatı değildir. Galip vasfının hak ve hakikat olmadığı yukarıdaki bahislerde ifade edildi, aşağıda da temas edilecek. Şimdi ise burada "halk, hakikat" yönüne bir bakalım.

    Endonezyalı Müslüman kadınların %80-90 ının namaz kıldığı ama %10-20 sinin başını örttüğü Türkiye de ise kadınların %60-70 inin başını örttüğü ama %20-30 unun namaz kıldığı söylenebilir . Rakamlar tahminidir, fakat şu kesin, Endonezya kadını namaza, Türk kadını tesettüre, daha fazla önem atfediyor.

    Hz. Peygamberin ülkesinin insanları camilerde sünnet olan namazları kılmıyor, veya sünnet namazı hiç kılmıyor, fakat Türkiye de namaz kılanlar sünnet namazları da farz hassasiyetiyle kılıyor.

    Efendimizin (SAV) sarık ve sakal sünnetine Arabistanlılar pek uymuyor, Afganistanlılar yaygın bir şekilde, Türkler de hiç olmazsa hacda ve sonrasında kısmen uyuyorlar.

    Bütün Müslümanların toplandığı kongre hükmündeki Hac’da, her bir milletin giyim kuşamından, (kumaş, renk, biçim) hal ve hareketlerine, hatta ibadet şekillerine göre bir karakterisliği çıkıyor. Örnekleri çoğaltmak ve çeşitlendirmek mümkün. Bu anlamda Endonezya, Mısır, Anadolu, İran Müslümanlıklarından isimlendirme ve tasnif amacıyla veya bir "sosyal olgu" olarak bahsedilebilir. Fakat bunlar meselenin esasa etkili olmayan yönleridir. Bazı noktalarda benzerlikleri olanların başka bazı noktalarda farklılık arzediyor,bir başkasıyla ortak yönü çıkıyor.

    Bu nokta da Üstat Bediüzzamanın şu beyanatı ilginçtir "Şu eserlerden her birisi Kürt olduğu gibi aynı halde Türk, aynı vakitte Arap’tır. Güya her bir eser Arap abasını iktisa ve Türk pantolonu giymiş külahlı bir Kürt’tür" 82 derken bir isimlendirme (tasnif) ve bir terkipten söz ediyor.

    Yukarıda da örnekleriyle gördük ki Arap ve Türk halk inançları birçok yönden birbirlerine benziyorlar. Aslında sadece Arap ve Türk’lerin değil karşılıklı etkileşim sonucu bütün Ortadoğu halklarının İslam’dan önceki ve sonraki inançlarının birbirine benzemesi kaçınılmazdır. Bunun dışında cömertlik,kahramanlık,civanmertlik gibi güzel hasletlerde de benzeşiyorlar. Fakat mutlaka benzemeyen yanları da var. Burada Türk’lere ve Arap’lara düşen benzerlikleri ve farklılıkları vurgulamak değil, birlikte Kur’an ve Sünnet’e olabildiğince uymaya çalışmaktır. Farklılıklarımızı ayrılık,üstünlük ve bölünme sebebi değil, İslam’ın ulvi potasında eritmeye çalışmalıyız. Üstünlüğümüz ancak takva sebebiyle olabilir. O’na da hamd ve şükredip Rabbimizin lütuf ve fazlına muhatap olduğumuz için ,tevazu ve mahfiyetle devamını niyaz ederiz,yoksa insanlara üstünlük taslamayız . "Halk inançlarını" esas, ittihaz edemeyiz Kur’an ve Sünnet süzgecinden geçirip ,hak olanları alıp,batıl olanları terk ederiz.

    Türkler Müslüman olurken aynı zaman da Araplaşmışlar mıdır? Eğer Araplaşmaktan Müslümanlık kastediliyorsa elbette Araplaşmışlardır ve Araplaşmalı-dırlar da . Yoksa Arap örf ve adetleri kastediliyorsa? Batıl olanlarını Türkler de Araplar da dinlerinden ve kültürlerinden çıkarmalıdırlar Sünnet süzgecinden geçip kabul görenler de zaten bizim de kabulümüzdür,çünkü bir nevi sünnettir. Diyelim ki bir başka kıstas kullanıldığında;"Müslüman olurken" Araplara benzediğimizi kabul edelim Ne olur?Bu Türklerin ilk defa karşılaştıkları bir kültürel değişim değildir. Ondan önce de Türkler Birçok din ve Kültür değiştirdiler Şamanizm Türklerin ezeli dini değildir. Ezeli din Hz .Adem’den başlayan Tevhid dinidir. Şamanizim ve diğer dinler şirktir,batıldır. Müslüman olurken Arap kültürel unsurlarıyla etkileşimi vahim bulanlar Batılılaşırken küfre düşmeyi hiç önemsemiyorlar. İslam’ın ve müttaki Arap kardeşlerimizin bizden beklediği Araplaşmak değildir, Araplaşmışta değiliz. Bizden beklenen Halık-ı Kainat ve insanat ve Alemlerin Rabbi olan Allah’a, sadakat ve ihlasla kulluk ve hizmet etmektir.

    İşte ehl-i Kur’an olan bu vatanın evlatları Türkler Kur’an-ı Hakimin bayraktarı olarak,bütün cihana karşı meydan okuyup Kur’an-ı ilan etmişiz, milliyetimizi Kur’an ve İslamiyet’e kal’a yapmışız, Bütün dünyayı susturup bütün hücumları def etmişiz;Ta "Allah sevdiği ve kendisini seven ve müminlere karşı alçak gönüllü,kafirlere karşı izzet sahibi ,Allah yolunda cihat eden bir topluluk getirecektir" ayetine güzel bir masadak olmuşuz Şimdi Avrupa’nın ve frenkmeşrep münafıkların desiselerine uyup şu ayetin evvelindeki hitaba masadak olmaktan çekinir ve korkarız.83 Müminlere (Araplara ve diğerle-rine) alçak gönüllü, kafirlere (Avrupa’ya) karşı izzet sahibi İslamiyet’e de kal’a olmaya devam edeceğiz.

    İslam Dini Payandaya Muhtaç mı?

    "İslam herhangi bir payandaya muhtaç mı?" diye bir soru sorduğumuzda başta Kur’an olmak üzere, Peygamberimiz ve İslam’ın yolunda giden herkes bu soruya "hayır" cevabını verecektir. Ancak yaşanan hadiseler inananların düşünce yapılarında boşluklar meydana getirmekte ve bazı Müslümanlar sanki İslam payandaya muhtaçmış gibi, İslam sosyalizmi, İslam milliyetçiliği, Türk Müslümanlığı gibi kavramlara takılıp kalmaktadırlar. Halbuki genel anlamıyla Kur’an’a baktığımızda bize din olarak İslam’ın seçildiğini ve bunun bize yeteceğini, Allah’ın dediğini görmekteyiz. Kelime-i tevhitteki ilk kelimenin "Lâ" olmasındaki espri de bunu yeteri kadar anlatır herhalde.

    İslam sosyalizme, nasyonalizme ve Türklük’e muhtaç olmadığı gibi modernizme ve post-modernizme de ihtiyacı yoktur ve onun hükümleri kıyamete kadar Müslümanlara yol gösterecek parlaklıktadır. Kendisine gelenlere bütün ihtişam ve güzelliğiyle kapısını açarken, önceki sistemlerin bütününü reddedip, ancak Allah’ın (CC) getirdiğini kabul eden ve bunun da Hz. Muhammedin (SAV) gösterdiği şekilde olması lazım geldiğini izah eden İslam’ın, Batı fikir laboratuarlarında üretilerek insanların başına bir ideoloji olarak musallat edilen hiçbir şeye ihtiyacı yoktur.

    Başta da dediğimiz gibi Müslümanlar için ölçü Kur’an ve Sünnettir. Kur’an ve Sünnette bulunmayan meseleler ise ictihat müessesesi içerisinde halledilir ve İslamiyet bu yapısıyla hiçbir hayat sitiline ihtiyaç bırakmaz. Modernleşeceğiz, çağdaşlaşacağız, ilerleyeceğiz, Türk Müslümanı olacağız gibi vartalarla İslamiyet’in arşı ferşe bağlayan hayat düsturlarını kabul etmemek veya hafifi görmek onu bilmemenin ve inkarın ta kendisidir. İnsanlar Müslüman olmak istiyorlarsa Kur’an ve Sünnetin getirdiklerini baştacı etmek zorundadırlar.84

    Netice

    Sadece İslam değil, ondan önceki Hıristiyanlıkta daha önceki Musevilik’te bütün insanlığa gönderilmiş cihan şümul bir dindir. Artık Ad-Semud kavimlerine mahsus etnik bir din yoktur.

    Dünyanın neresinde olursa olsun, ırkına, rengine, cinsine, diline, kültürüne, sınıfına bakmaksızın, bütün ins ve cin Vahyin muhatabıdır. Ve bütün müminler kardeştir. Üstünlükleri ancak takva iledir. O da insanlar nezdinden çok Allah katındadır.

    Bu insanlığın sosyal gelişimine (tekamül) uygun bir durumdur. Artık insanlar bir öğretmenden ders alabilir, tek bir imama tabi olabilirler. Bu bir gelişmişlik tezahürüdür.

    Ve istisnasız bütün müminler Allah’a ve onun sevgili Resulüne tabidirler. Onlardan daha üstün bir otoride tanımazlar. Ellerinden geldiğince ona uymaya çalışırlar. Ona hiçbir şey ortak koşmazlar, payanda aramazlar. Her şeyi Allah için, Allah’ın rızasını gözeterek, onun emrettiği şekilde yaparlar. Nefislerini, kavimlerini, milletlerini, zaaf ve temayüllerini, çok sevdikleri mal ve evlatlarını ikinci bir otoride veya yol gösterici olarak görmezler. Yalnızca rızay-ı ilahiyi gözetirler.

    Onlara biraz taviz verin, bizde sizi kabul edelim dediklerinde "sizin dininiz size benim dinim de bana" cevabını verirler. 95Nasıl iyi Arap oluruz? Nasıl iyi Türk oluruz? Nasıl iyi Acem oluruz? değil, nasıl iyi Müslüman oluruz derler. Hassasiyetleri kavimlerine veya bir başka şeye değil yalnızca onun sevgi ve rızasınadır. Bilirler ki Allah ona dinini korudun mu diye soracaktır? Yoksa etnik veya milli özelliklerini korudun mu diye değil.

    Dipnotlar

    1- Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, İstanbul, 1992, s. 1504

    2- İslami Prensipler Ansiklopedisi İttihat Yayıncılık "Türk" Maddesi

    3- Prof. Abdulkadir İnan, Eski Türk Dini, Ankara, 1976, s. 199

    4- Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, s. 311

    5- Bediüzzaman Said Nursi, Emirdağ Lahikası, s. 283

    6- Türk Dil Kurumu Türkçe sözlük, s. 1059

    7- Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Büyük Lügat, s. 715

    8- Bediüzzaman Said Nursi, Münazarat, 70

    9- Bediüzzaman. Said Nursi, Şualar, s. 203

    10- Bediüzzaman Said Nursi, Sunühat, s. 37

    11- Sunühat, 49

    12- Mektubat, 313

    13- Bediüzzaman Said Nursi, Tarihçe-i Hayatı, s. 140

    14- Bediüzzaman Said Nursi, Divan-ı Harbi Örfi, s. 23

    15- Münazarat, 85

    16- Ahmet Özalp, "Milliyetçilik", Şamil İslam Ansiklo-pedisi, C.IV. s. 194

    17- Doç. Necmettin Haçeminoğlu, Milliyetçilik, Ülkücülük,Aydınlar, İstanbul, 1978, s. 104

    18- Özalp, Age., 194

    19- Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, İstanbul, 1979, s.164

    20- M.Ali Eren, "Türk Müslümanlığı", Aksiyon, (15-21 Kasım -154),s. 28

    21- M.Ali Eren, "Türk Müslümanlığı", Aksiyon, (15-21 Kasım -154),s. 29

    22- Alparslan Türkeş, 9 Işık, Ankara -1980 s. 254

    Alparslan Türkeş, Temel görüşler, İstanbul, 1977

    Alparslan Türkeş, Yeni Ufuklara Doğru, s. 6

    23- Alparslan Türkeş, Yeni Ufuklara Doğru, s.18-19

    24- Alparslan Türkeş, 9 Işık, s. 180

    25- Alparslan Türkeş, 9 Işık, s. 109

    26- Alparslan Türkeş, Yeni Ufuklara Doğru,s.125

    27- Alparslan Türkeş, 9 Işık, s. 216-79

    28- Alparslan Türkeş, Temel Görüşler, s. 26-27

    29-Alparslan Türkeş, 9 Işık, s.174

    30- Alparslan Türkeş, Yeni Ufuklara Doğru,s. 84

    31- Alparslan Türkeş, 9 Işık, 222

    32- Alparslan Türkeş, Yeni Ufuklara Doğru, 28

    33- Alparslan Türkeş, 9 Işık, 107-109

    34- Ali Çelik, İslam’ın Kabul veya reddettiği Halk İnançları, İSt, 1995 s.151

    35- Alparslan Türkeş, 9 Işık,s. 79

    36- Alparslan Türkeş, Yeni Ufuklara Doğru, s. 125

    37- Alparslan Türkeş, 9 Işık, s.211

    38- TDK. Türkçe Sözlük 2. Cilt 1026

    39- Osmanlıca Türkçe Büyük Ansiklopedik Lügat ( heyet halinde)İstanbul, 1995, s. 638

    40- Durmuş Hocaoğlu, "Milli Mutabakat’ Çerçevesinde Sünnilik ve Alevilik", Köprü, (Bahar 98), s.53

    41- Durmuş Hocaoğlu, "Milli Mutabakat’ Çerçevesinde Sünnilik ve Alevilik", Köprü, (Bahar 98), s. 22

    42-Hüseyin Tuğcu, "Alevilik Bir Meşreptir", Köprü, ( Bahar 98), s.57

    43- Süleyman Uludağ, Köprü, (Bahar 98) s. 64

    44- Prof. Süleyman Uludağ, Köprü, (Bahar 98) s. 64

    45- Prof. Süleyman Uludağ, "İnanç ve İbadet Hayatı Bakımından Alevi-Sünni Karşılaştırması, Köprü, (Bahar-98), s. 65

    46- Hüseyin Tuğcu, "Alevilik Bir Meşreptir", Köprü, (Bahar 98), s. 57

    47- Prof. Süleyman Uludağ, İslam da İnanç Konuları ve İtikadı Mezhepler, İstanbul, 1996, s.333

    48- Fethullah Gülen, "Hoşgörülü İslam", Aksiyon, S.154, s.30

    49- Fethullah Gülen, "Hoşgörülü İslam", Aksiyon, S.154, s. 25

    50- Hayrettin Karaman, Fıkıh Usulü, İstanbul, 1964, s. 20

    51- Prof. Süleyman Uludağ, İslam da inanç konuları ve itikadi Mezhepler, s. 422

    52- Abdurrahman Dilipak, Türkiye Nereye Gidiyor, 1989, İstanbul, s. 53

    53- Abdurrahman Dilipak, Türkiye Nereye Gidiyor, 1989, İstanbul, s. 54

    54- Abdurrahman Dilipak, Türkiye Nereye Gidiyor, 1989, İstanbul, s. 121

    55- Abdurrahman Dilipak, Bir başka açıdan Kemalizm, İstanbul, 1998, 110

    56- Abdurrahman Dilipak, Cumhuriyete giden Yol, s. 328

    57- Can Dündar, " Atatürk Yaşasaydı" Yeni Yüzyıl (12.11.1995)

    58- Abdurrahman Dilipak, Bir başka açıdan Kemalizm, s. 375

    59- Prof. Süleyman Uludağ, İslam da inanç konuları ve itikadi Mezhepler, s. 333

    60- Bediüzzaman Said Nursi, Divan-ı Harbi Örfi, s.79

    61- Bediüzzaman Said Nursi, Divan-ı Harbi Örfi, s. 85

    62- Bediüzzaman Said Nurs,i Zeminler Shf. 119

    63- Bediüzzaman Said Nursi, Tarihçe-i Hayat, s. 160

    64- Bediüzzaman Said Nusi, Emirdağ Lahikası-I, s. 237

    65- Bediüzzaman Said Nursi, Münazarat, s. 147

    66- Doç Ali Çelik, İslam’ın Kabul veya reddettiği Halk İnançları, s. 27

    67- Doç. Ali Çelik, İslam’ın Kabul veya Reddettiği, s. 296

    68- Doç. Ali Çelik, İslam’ın Kabul veya Reddettiği, s. 313

    69- M. Said Hatipoğlu, Hilafetin Kureyşliliği, A.Ü.İ.F. D. (XXI-II) s. 155

    69- Şamil İslam Ans. C.4, "Milliyetçilik", s 194

    70- Ali Çelik, Age, s. 309

    71- Ali Çelik, Age, s. 323-324

    72- Selahattin Vatandaş, Vahiyden Kültüre, s. 30

    73- Vatandaş, Vahiyden Kültüre, s. 39-40

    74- Çelik, Age, s. 325-32

    75- Vatandaş, Vahiyden Kültüre, s. 32

    76- Hayrettin Karaman, Fıkıh Usulü, s. 189

    77- Mektubat, s. 424

    78- İşaret’ül İcaz, s. 15

    79- Sözler, 425

    80- Mektubat, 327

    81- Mektubat, 354

    82- Münazarat, 13

    83- Mektubat, 311-312

    84- Çoraklı, Age, 59